Öykü

Deli ve Ejderha

Bu hikaye, deli büyücü Morllan’ın, güneydeki dağlık yörelere kan kusturan siyah ejderhayı önce lanetleyip sonra tekrar lanetlemesini anlatmaktadır. Deli büyücü Morllan’ın da adı bu olayla birlikte aklanmıştır.

Morllan, delirip de kendine kısaca Mo demeye başlamadan önce de sıradan bir adam değildi. O zamanda yaşayan birçok genç büyücünün idolü, meslekte söz sahibi olanların çoğununda takdir ettiği bir büyücüydü. Kıskananı da çoktu elbet ama onun delirmesi bir lanet ya da uğursuzluk değildi; aksine isteyerek olduğu söylense pek de yalan olmaz.

Dünyanın dört bir yanından halklar ona ulaşmak için canlarını verdiler ki sırf o halklarının imdadına yetişsin diye. Krallar ondan korunma büyüleri istedi ki ülkelerinde huzur hüküm sürsün. Ve Morllan onları hiç geri çevirmedi. Ta ki, onun kadar meşhur başka biri onu yenene kadar…

Güneyin dağlık yörelerine kan kusturan siyah ejderha Magnus ile yüzleştirdi bir gün onu kaderi. O kadar muazzamdı ki bu ejderha, gerçek adı Magnus olmasa da ihtişamı ve büyüklüğünden dolayı her yerde bu isimle bilinirdi. Yüzyıllardır halkı ateşiyle alazlayan, önüne geleni yıkıp geçen ve her türlü zenginliğin üzerine konan Magnus aptal bir ejderha değildi. Halkın mutlaka bir kısmını hayatta bırakırdı ki onlar kendilerini toparlayıp kalkınsın ve yeni zenginliklere kavuşsun. Böylece aradan yıllar geçer ve o yeniden gelerek her şeylerini ellerinden alırdı.

Her gün, acaba Magnus geri döner mi diye ömürlerini geçirdi dağlık yörelerin halkı ve içlerindeki bu bitmek tükenmek bilmez korkuyu çocuklarına devrettiler.

Güney dağlık yörelerde bir gün altın damarları keşfedildi. Şans bu ya, haberin kokusunu havanın her zerresinde alan ulu Magnus madene konmak için saklandığı yerden çıktı.

Güneşli bir günde, içlerinde kimseye söyleyemedikleri bir korkuyla, mutlu görünmeye çalışan halkın korkuları gerçek oldu. Dev bir gölge üzerlerine düştü ve gökyüzüne kalkan her çift göz onu gördü: Magnus geri dönmüştü. Zar kaplı kanatlarının arasından korkutucu derecede bulanık bir güneş ışığı sızıyordu. Umudu tümüyle silip, yerine dehşeti eken bu bulanık, çarpık güneş ışınları aydınlatmak yerine insanların yüzündeki çaresizliği resmediyordu.

Magnus, her geri dönüşünde olduğu gibi gülüyordu ancak, dev bedeni kızıl güneşin altında muhteşem ve değerli bir mücevher gibi çekici bir siyahlıkla parıldarken sanki bütün vücudu gülüyordu. Kara beden, güçle ve muazzamlıkla dolu varlığın tek bir gülümseyen ağzı gibiydi.

Halk ise, o havada asılı kaldığı sürece kaçmadan, umutsuzlukla ona baktı, baktı ve baktı…

Magnus altın madenine konup, halkın yarısını gövde gösterisi olarak katlettikten sonra, yanıklar içinde kurtulan bir haberci Morllan’a gitti ve “Magnus!” dedikten sonra feci yaralarına dayanamayarak can verdi. Morllan’ın başka bilgiye ihtiyacı yoktu ve tüm kararlılığıyla yollara düştü.

Ulu Magnus Morllan’ı karşısında görünce:

“Morllan! Adını duymuştum, kokunu almıştım fakat benim topraklarıma girecek kadar aptal olabileceğini hiç varsaymamıştım!” dedi tüm hiddetiyle. Böylece savaşları günler, haftalar ve aylar sürdü. Tüm dualar Morllan ile olsa da büyük büyücü dev ejderhaya yenildi.

Evine dönerken aklında ölümcül yaraları, ona fiziksel acılar çektiren yanık izleri yoktu. Sadece ilk defa tattığı bu yenilginin ve kalbini sırtına yapıştıran, bir halkın umutsuzluğunun ezici yükü vardı üzerinde.

İşte böyle karar verdi Morllan Büyünün Yasak 7 Kuralı’na sahip olmaya ve böyle delirdi. Ama bu, son değil aksine sonun başlangıcı oldu.

Magnus’u yenmeyi o kadar kafasına takmıştı ki, başarısızlığın hazımsızlığı yutamadığı bir lokma gibi yaşamla tüm bağını kesiyordu. Oradaki halkın acı haberleri geliyordu durmadan her geçen haberciden, ama o yenilmişti bir kere. Günler ve geceler boyunca, bitip tükenene kadar büyüler üzerinde çalıştı, daha önce ejderhaları yere sermiş ustalarına danıştı. Ama Magnus başkaydı. O, ejderhaların en ulusu, bencilliğin tek merkezi ve gücün büyük bir sembolüydü. Aldığı cevapların hepsi olumsuz ve tüm çalışmaları da boşa çıkınca Morllan’ın aklına öyle bir fikir geldi ki herkes onun delirdiğini düşündü. Ama hayır, daha o zaman aklıselim biriydi.

Yollara düştü Morllan. Kimse nasıl Büyünün Yasak 7 Kuralı’na ulaştığını bilmiyor.

Büyünün Yasak 7 kuralı, topu topu 7 sayfadan oluşan kadim bir irfandır. Ancak, bugüne kadar sadece bir kişi ilk sayfasının tamamını okuyabilmiştir ve daha da ileri gidememiştir. İşte tam bu kişi de Morllan’dan başkası değildir. Morllan, ilk sayfayı okumuştur okumasına ancak böyle paha biçilmez bir değer için de insanın en büyük hazinesini, aklını feda etmiştir.

Bazılarına göre Morllan başına geleceği bilmeden, daha ilk sayfayı eline alır almaz bir çekim gücü sayfadan çıkıp, Morllan’ın beynine hücum ederek çekip almıştır aklını. Ama güvenilir kaynaklara göre, Morllan kendi özgür iradesiyle feda etmiştir aklını.

Morllan da tıpkı Magnus gibi geri döndü ve dönüşü yine tıpkı onun gibi hayra yorulmadı. Durmadan kıkırdayan, gözleri her saniye başka bir noktaya bakarak sabit duramayan ve sağı solu belli olmayan bir adama dönüşmüştü. Her daim düzgün bir şekilde taranmış saçları gitmiş, yerine salkım saçak bir halde dağılmış hali gelmişti. Tertemiz giydiği cübbesi yolculuğun ve geçen zamanın şartlarıyla hırpalanmış ama o üzerinden çıkarmaya gerek görmemişti.

Onu tehlikeli yapan en büyük özelliği ise gücünün yerinde olduğu yetmezmiş gibi bir de katlanarak artmasıydı.

Herkes Morllan’dan çekindi, uzak durdu. İlk sayfayı okuduğunu keşfetti büyük ustalar ve Morllan’ın lanetlendiğine karar verdi. Morllan ise, herkese Mo olduğunu söyleyerek ona Morllan diye hitap edenleri kahkahalarla dinliyordu.

“Morllan’da kimmiş? Ben Mo’yum! 7 sayfanın ilkinden çıkıp geldim sizlere.”

En büyük ustalar dışında kimse gerçeği söylediğine inanmadı.

Mo ne zaman bir yere yaklaşsa bir düzine küçük zil sesi duyuldu etrafta. Herkes bu sesi duyunca onun geldiğini anladı ve telaşa kapılmaya başladı. Mo deliydi ya, o da adına yakışır bir sistem kurmuştu kendine göre. Cübbesinin eteklerinin her bir ilmeğine küçük bir zil bağlamıştı. Böylece ne zaman hareket etse küçük ziller şıngır şıngır çalmaya başlıyordu. İşte etekleri zil çalmak deyimi de buradan gelmiştir aslında. Mo’nun geldiğini anlayan kişiler bir heyecana tutuşur ve telaşla ufukta görünüşünü beklerlerdi.

Aradan yıllar geçti. Bu yıllar sırasında herkes Mo hakkında atıp tutsa da o kimseye zarar vermedi. Morllan gibi siyah ejderhanın acısını taşıyordu aslında hala fakat bunun için hiçbir şey yapmadı.

Daha fazla zulüme dayanamayan güneyin yöresi halkı dişe diş göze göz mantığıyla Morllan’a ya da yeni adıyla Mo’ya gittiler. Mo onları dinledi tıpkı eskiden olduğu gibi ve görevi kabul etti.

Mo gitti. Geri döndüğünde siyah ejderha çıldırmıştı. Hiç olmadığı kadar öfkeli bir biçimde bulduğu her yerleşim alanına ateşini ve nefretini kustu. Sonra gökyüzüne yükselip öyle bir gürlemeyle yemin etti ki, bu yemini duyan insanoğlu kapısını bacasını örttü ve dehşetli sonu beklemeye başladı.

Magnus, saltanatına ve yıkımına daha bir acımasızlıkla devam ediyor ve sanki bir şeyin hıncını herkesten alıyordu. Ama neden? Buna daha fazla dayanamayan halk, bu defa hesap sormak için Mo’nun kapısına geldi. Kapıyı, simsiyah saçları beline kadar düşen, bal rengi gözlü hoş bir bayan açtı.

“Siz Mo’yu arıyorsunuz elbet, ama Mo gitti. Yarım kalan bir işi varmış, sizin ejderhayla hesaplaşma vakti gelip çatmış.” dedi.

Bunu duyan halkın öfkesi dinmemiş.

“İyi oldu ya, bulsun belasını deli büyücü! Biz ondan yardım istedik o bize daha çok bela getirdi, şimdi çeksin cezasını da dünya iki beladan birden kurtulsun!” dediler ve evlerine döndüler. Ama sadece içlerinden birkaçı, bunca zaman yalnız yaşamış Morllan ve Mo’nun nasıl olup da evinde, hele de böyle güzel bir kadının oluşuna akıl sır erdiremediler.

Tatlı bir meltem esiyordu Mo’nun Magnus’un önüne çıktığı gün. Tüm siniri hala tepesinde olan siyah ejderha, burnundan ateşler püskürterek altın madeninin başına oturmuş, kölelerinin altınlarını çıkarmasını izliyordu. Bir altın, bir altın daha ve işte bir tane daha… Çıkan her bir altını sayarken göz kapakları iri, sarı gözlerinin üzerine çekilen kadife bir perde gibi düştü ve uykuya daldı. Uykusunda, tatlı bir meltemle kulağına gelen bir düzine sesin ahenksiz şıngırtısını duyuyordu. Meltemin tüm tatlılığını ve okşayışını öldüren bu illet şıngırdamaya pençelerinden biriyle ittirmeye çalışarak karşılık verdi. Ama olmadı, ses giderek daha da yaklaşıyor ve onu uykusundan uyanmaya zorluyordu. Tam ses kesildiği anda birden her şeyin farkına vararak uyandı.

“Morllan!” diye haykırdı ani bir biçimde uykusunda fırlayarak. O kadar delice bir sinirle uyanmıştı ki, kanatları uçmak için olabildiğine gerilmiş bir biçimde arka pençelerine üzerine kalkmıştı. Yaptığı hareketin farkına varınca yılankavi boynuyla sağına soluna bakınarak yeninden dört pençesinin üzerine indi ve kanatlarını büktü. Morllan’ın dönüşü onun tüm sinirlerini alt üst ettiği yetmezmiş gibi, her yanda deli Morllan’ın saldığı dehşet ve yaptığı acımasız kıyımların haberleri tüm sinirlerini yıpratmıştı. Sıra ona gelecekti, biliyordu. Ama sıra ona gelmeden önce Morllan ya da yeni ismiyle Mo öyle bir şey yapmıştı ki ona, işte bunun acısı her şeye bedeldi.

Ulu Magnus korkuyordu. Hele de ne yapacağı belli olmayan deli bir büyücünün, yeni güçleriyle geri dönüşü onu iliklerine kadar titretiyordu. Mo hakkındaki söylentilerin deli olmadığı dışındaki tamamının yalan olduğunu bilemezdi elbet ama onun gibi yüce bir canlı bile dedikodulara kanacak kadar bir çekince besliyordu. Magnus hiçbir zaman Morllan’ı hafife almamıştı ve şimdi delirerek geri dönüşü ölümün soğuk nefesini ensesine her gün üfler gibi titremesine neden oluyordu. Evet, acısı büyüktü belki ama korku da orada duruyordu.

Gördüğü rüyayı kötü bir kabusa yoran Magnus tam yeniden uykuya dalacaktı ki karşısında onu gördü.

“Sen!” dedi geriye doğru bir iki adım atarak. Duyduğu şıngırtılar rüya değil gerçekti. Mo, gerçekten de ona doğru gelmiş ve o, onun varlığını fark edene kadar orada öylece durmuştu.

“İşte yeniden ben!”dedi kıkır kıkır gülerek. Bu sırada kesinlikle doğrudan ejderhaya bakmıyordu. Bu sözleri söylerken pençelere, gülerken madene ve cevap beklerken de sayısız birçok yere durmadan fıldır fıldır dönen gözleriyle sadece tek bir bakış atıyordu.

Ejderha dehşete düşmüş bir biçimde onu inceledi. En başta verecek cevap bulamamıştı. Saçları ne kadar da dağınıktı. Hâlbuki Morllan görünüşüne çok dikkat ederdi. Hem sonra gözleri biraz yuvalarından çıkmış mıydı neydi? Delilik alameti miydi bu? Yok canım, gözleri aynıydı sanki ama kocaman açtığı için öyle duruyordu. Yok yok, biraz yuvalarından fırlamıştı yahu.
Bu esnada Mo, ejderha tarafından hayretler içinde incelendiğinin farkındaydı ve hiç bozuntuya vermiyordu. Ejderha konsantrasyonunu geri kazanıp, Mo’ya bakmaktan vazgeçince konuşmaya başladı.

“Demek geri döndün sümüklü büyücü! Hah! Ama duydum ki delirip gelmişsin. Zaten bir deliden başka kimse ‘onu’ benden almaya cüret edemezdi!”

Bu sözler üzerine Mo öyle bir şey yaptı ki ejderha hazırlıksız yakalandı. Mo, birden yerdeki çakıl taşına, ejderhanın toprakta bıraktığı ize ya da herhangi baktığı noktayı bıraktı ve doğrudan, acımadan delip geçen bir ok gibi ejderhanın gözlerinin içine baktı.

“Doğru ve yanlış.” dedi. Dağınık saçları tatlı meltemin son demleriyle titrer gibi oldu. Artık fırtına yaklaşıyordu.

“Doğru çünkü geri döndüm hem de delirerek.” dedi ve bu noktada gülüp sinir bozucu bir biçimde kahkahalar attı. Ardından devam etti,

“Yanlış çünkü sadece zeki ve yeterince güçlü biri ‘onu’ senden alacak cesareti kendinde bulabilirdi.”

Ejderha, Mo’nun delici bakışlarıyla sarsıldı. Çünkü Mo, o deli bakışlarıyla ejderhanın gözbebeklerini delip geçmiş ve içinde gizlediği korkuya temas etmişti. Artık orada bir yerlerde bir korkunun gizlendiğinden haberdardı.

“Küstah! Seni hala daha yenecek güçteyim deli Morllan! Gel de ecelini tat bakalım seni gidi küçük sümüklü büyücü!” Sesi yaklaşan gök gürültüsü kadar gümbür gümbür titretiyordu her yanı.

Mo bu sözlere pek bir güldü. Rahatsız edici deli kahkahasıyla gülmekten kırıldı.

“Morllan da kimmiş? Ben Mo’yum kurnaz tilki.” dedi ve kahkahalarına devam etti. Ejderha tam hiddetle yeni bir söz dalaşı başlatıyordu ki birden adamın doğru söylediğini anladı. Karşısındaki adamı baştan aşağıya süzünce, geçmişte karşısına gelip dikilen ve cesurca ona meydan okuyan Morllan yerine tam bir kaçık duruyordu. Hayır, bu Morllan değildi. Belki ruh hala ona aitti ama karakteri gidip yerine Mo adında bir kaçık gelmişti. Şu da bir gerçekti ki, ondaki deli cesaretiydi. Siyah ejderha bundan rahatsızlık duysa da, bu yeni nedenler onu daha çok telaşlandırıyordu. “Yasak olan bu kadar güçlü mü!” dedi kendi kendine dehşet içinde. Ama Mo’ya hiçbir şey belli etmedi.

Mo yine bir noktadan diğerine atlayan bakışlarıyla fıldır fıldır dönen gözlerini sabit tutamıyordu. Bir ıslık tutturmuştu ve kendi kendine gülüp, bazen kendi kendini azarlıyordu. Bu esnada ejderha arka ayakları üzerine kalktı ve şu an ona bakmayan büyücüye gürledi.

“Beni yenmek için geldin deli büyücü Mo! O zaman gör bakalım aptallığın bedeli neymiş!” ve ardından göklere yükseldi. Bu harekete sırıtarak karşılık verdi Mo ve sanki yüzündeki gülümsemeyi silip götürmeye gelmiş gibi bir fırtına koptu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur bir anda ortalığı sele verdi. Her bir yağmur damlası, aradaki rekabetin kızışmasını temsil eder gibi inat ve birer çekiç darbesi gibi toprağa indi. Sanki gökyüzünde şimşek çaktıran cüceler bugün çok sinirlenmiş de, öfkeyle vurdukları ayaklarının altından çıkan yıldırımlar yeryüzüne hücum ediyordu. Büyücünün sırılsıklam olmuş cübbesi ve saçları üzerine yapışmıştı ancak ejderha tüm ihtişamı ve kırılmaz kudretiyle göklerde yerini almıştı. Esen sert rüzgârlar zilli cübbeyi ileri doğru savurdu ve çılgınca şıngırdattı bütün zilleri. O kadar tehdit edici ve sınır tanımaz bir şekilde savrularak çalıyordu ki ziller, sanki ejderhanın bu defa hiç şansı olmadığını söylüyorlardı o küçük, tiz sesleriyle.

Ejderha bunların hepsini duydu ve anladı. Ama bu sadece daha çok sinirlenmesine yol açmıştı. Orada, gökyüzünde asılı dururken, çakan her bir şimşekle siyah bedeni aydınlanıyor ve yüzündeki rakip tanımaz ifade daha da belirginleşiyordu. Dev kanatlarını iki yana açmış bir biçimde meydan okurken, dünyadaki gücün, ihtişamın ve güzelliğin temsiliydi adeta. Çünkü yağan yağmur ve çakan şimşekler bile, hatta kontrolden çıkmış fırtına bile, onun korkunç güzelliğini ve duruşundaki asalete gölge düşüremiyordu. Bedeni simsiyahtı belki ama varlığı en karanlık gecede parlayacak türdendi. Ve o, aniden çöken karanlığın içinde bile parlıyordu.

“Hiç kendine güvenme kara ejderha! Bu defa durumlar farklı. Seni saygıyla selamlarım ve gücüne saygı duyarım. Ama bu zaferi de kendinin sanırsan aklına şaşarım!” Ve böyle haykırdı Mo, sesini çılgın fırtınada duyurmak için.

Birkaç şimşek ejderhanın kalın, pullu derisine çarptı. Zırhlı deriyi pek az şey etkileyebilirdi ve bunlardan biri bir şimşek hiç değildi. Ancak Mo’nun aninden kopan fırtınasından çıkan şimşeklerden hedefe varan birkaçı gerçekten de ejderhanın canını yakmıştı. Derisindeki pulu kaldırmış ve kızaran yaralar oluşturmuştu. Ejderha bu duruma çok sinirlendi ve bu kendini bilmez büyücüye onun kim olduğunu hatırlattı.

“Ben ki bu dünyanın en güçlüsü, insanoğlunun tek efendisi ve her şeyden daha büyük, daha ulu Magnus, adım bile sizin benim büyüklüğüm karşısında söylediğiniz bir sözcükken senin gibi bir yeni yetmeden korkacağımı mı sandın! Sen aklını peynir ekmekle yemişsin Mo! Bir iki fırtına çıkarmayı öğrendin diye, beni nasıl alt edeceğini sandın?”

Ve ardından Mo’nun üzerine doğru, ağzında giderek büyüyen alevlerle dalışa geçti. O karanlık ve ıslak fırtına da, çakan şimşeklerden bile daha ışıltılı, fırtınadan bile daha ölümcül ve yağmurun saflığından bile daha saf olan ateşin benliği giderek Mo’ya daha çok yaklaştı, yaklaştı… Gecenin karanlığını kızıl renkte alevler aydınlattı ve ateşin o yakıcı ve çekici oluşumu huzmeler halinde, ölümü de kuyruğuna takarak Mo’ya çarpı ve geçti. Mo ateşi geri savurmak yerine bıraktı alev tüm bedenini kaplasın. Ama ateş onu yakıp kavururken o da konuştu ve ejderhaya bir cevap verdi:

“Sen ki kendini büyük görürsün Magnus! Bundan sonra ne adın Magnus’tur ne de iddia ettiğin gibi büyük ve ulusun! Bu da benim andım olsun! Ne zamanki anahtar kelimeyi bulursun, o zaman bu lanet bozulsun!”

Ateşler Mo’yu yakmaya devam etti ve ejderha bu terbiyesizliğin karşısında ardı ardına birçok ateş topu yolladı. Alevler sönüp, fırtına dindiğinde, saçlarının uçları ve kaşları dışında hiçbir yeri yanmamış olan Mo’yu gördü.

“Ama nasıl!” dedi ve üzerine pike yaptı. Rüzgârı ok gibi yardı geçti ve jilet gibi pençelerini öne uzattı. Mo ise tek avucunu ona uzattı ve sanki küçük bir şeyi yakalıyormuş gibi bir parmaklarını büzdü. İşte ilk olarak böyle lanetlendi ulu Magnus.

Mo’nun avucuna minik, siyah bir ejderhacık düşüverdi.

“Hayııııır!” diye viyakladı ejderhacık. Ulu Magnus, artık pek de ulu sayılmazdı. Ama Mo’nun işi onunla henüz bitmemişti. Magnus elinin altında tepinip parmaklarını minik alevler gönderirken, eli yanan Mo ejderhaya bir küfür savurup parmağını ona doğru salladı. Küçük bir çocuğu azarlayan anne edasıyla ona yaklaşması Magnus’u çileden çıkarmıştı. Ejderhacığın çene eklemine bastırdı Mo ve ağzının açılmasını sağladı.

“Uslu dur! Kötü ejderha! Hııı!” diyerek tekrar parmağını salladı ve açılan ağızdan ejderhanın tüm ateşini çekti, aldı.

“Eğer uslu bir ejderha olur ve beni dinlersen sana bir şans vereceğim”.

“İstemiyorum sinin tiklifini!” diye ciyakladı ejderhacık. Tabii ki dediği ”istemiyorum senin teklifini” idi ama o ince sesiyle öyle anlaşılıyordu.

“Bak Magnus, ah bu isim artık sana yakışmıyor ama yeni ismini sana ben vermeyeceğim, eğer anahtar sözcüğü bulursan yeniden dev ve ulu bir ejderha olacaksın. Ama bu zamana kadar seni birinin yanına yollayacağım. Bunu da ödeşmek için yapıyorum. Senden aldığıma karşılık olarak yani. Seni, hayatımın kadının yanına yolluyorum. Ah, ejderhaları pek sever de…” dedi hülyalara dalarak.

“Seni terbiyesiz mahlûk! Ben bir kadının evcil hayvanı mıyım deyyus! Derini yüzerken de benle o tarzda konuşabilecek misin bakalım!” dedi ve bir ateş üflemeye çalıştı. Ancak koyu bir duman dışında ağzından hiçbir şey çıkmadı.

Yol boyu her türlü küfrü ve laneti saydı ejderha Mo’ya. Yüzyıllara gömülmüş çeşitli lanet ve küfürler de yeniden can buldu onunla birlikte. Minik bedenindeki nefesi tükenene kadar da hiç durmadı.

Mo evine vardığında, ejderha derin bir uykuya dalmıştı. Aslında bayılmıştı demek daha doğru olur. O ki yücelerin en yücesi ve büyüklüğüyle dillere destan olmuş Magnus, küçük bir bedenin küçük çaplı enerji birikimini hoyratça tüketince yorgunluktan bitap düşmüştü. Mo içeri girip evdeki kadınla konuşmaya başladığında Magnus sesler üzerine uyandı.

Her şeyin bir kabus olduğunu varsaysa da, karşısında duran iki koca insan karşısında tekrardan umutsuzluğa kapıldı. Güneşi bedeniyle kapatıp, kuyruğunun tek darbesiyle kayaları parçalayan Magnus artık küçük bir süs ejderhasından başka bir şey değildi. Üstelik büyücü ateşini de ondan alarak onu daha da aşağılamıştı. Tepeden baktığı ölümlüler olan insanları şimdi bu kadar büyük görmek kalbine sağlanan bir hançer gibiydi. Sanki kalbi bir mengene de büyücü tarafından acımadan sıkılıyordu.

Birden hareketlenme oldu ve Mo ejderhayı avucunun içerisinde kadına uzattı.

“İşte söz verdiğim şey.”

“Mo! Bu çok güzel!”

“Gerçekten beğendin mi?”dedi güçlü büyücü, küçük bir çocuk gibi yanakları kızarıp utanarak. Anlaşılan kadının yanında eli ayağı birbirine dolaşıyordu.

“Ejderhaları ne kadar sevdiğimi biliyorsun!” diye sevinçle haykırdı kadın ve adamın boynuna sarıldı. Artık bir domates kadar kızarmış olan Mo heyecandan saçmalamaya başlamıştı.

“Yani evet biliyordum. Ama şey, aslında bilmiyordum. Yani biliyordum ama emin değildim. Şey ya şey, sevineceğini tahmin etmiştim ama bilmiyor gibi davrandım. Yok yok! Sakın bana öyle bakma! Aslında hiçbir şey tahmin etmemiştim de biliyor gibi yaptım!” bu son sözlerle birlikte derin derin nefes alıp vermeye başladı. Uzun mesafe bir koşuya katılsa herhalde bu kadar yoruldu. Pot da kırmıştı üstüne üstlük. Bu da canını iyice sıkmıştı. Şimdi parmaklarının durmadan şaklatıp, kendi kendine konuşarak kendine fırça atıyordu.

Bal rengi gözlü, kuzgun siyahı saçlı kadın onun bu içsel karmaşasına pek bir güldü ve ardından ejderhayı avucuna alıp sevip, okşamaya başladı.

Ejderha hiddetlendi ve kadının parmağını öyle bir ısırdı ki, narin tenine bir yarık açıldı ve her bir damlası kırmızı elmaslar gibi parlayan kandamlaları döküldü yere.

“Aahh!” diye inledi kadın. Bu sesi duyan Mo çileden çıktı. Kendi içsel karmaşasını bir kenara bırakıp ejderhayı kadının avucundan aldı ve boğazını sıktı.

“Senin o dişlerini sökeyim mi, ha!”

Boğulmak üzere olan ejderha bazı garip sesler çıkardıysa da anlaşılan bir kelimesi olmadı. Mo bastırdıkça dünya etrafında dönüyor, gözleri kararıyor ve yolun sonundaki ışığa daha bir yaklaşıyordu. Tam bilincini yitirecekken kadın imdadına yetişti.

“Bırak onu!” diyip büyücünün eline bir tane patlattı. “Ejderhalar hırçın canlılardır Mo! Bir daha ona elini sürmeyeceksin!”

Mo boynu bükük bir biçimde, kafasını öne eğerek olumlu anlamda başını salladı.

“Peki güzel bayan…” dedi kırılmış bir biçimde.

Böylece günler geçti. Ejderha kadınla olmaktan her gün şikayet etse de büyücünün ellerinde olmaktan bin kat daha iyiydi bu. Birkaç gün sonra büyücü gidiverdi ve dedi ki:

“Tatlı hanımım, sizi ve ejderhayı bir süreliğine yalnız bırakıyorum. Ne zaman ki ejderha cevabı bulur o zaman ben de geri dönerim.”

“Gitme Mo.” diye dudak büktü kadın. İnce, pembe dudaklarını büzüp küçük bir kız çocuğu gibi şımardı ona, “Sen gidersen ben çok sıkılırım.”

“Sıkılmazsın güzel bayan, yo, o varken sıkılmazsın.”diye başıyla ejderhayı işaret etti ve gitti.

Magnus günler boyunca Mo’dan intikam almayı düşündü. Kafasını anahtar kelimeyi bulmak konusunda nerdeyse hiç yormuyordu. Aslında bunu birkaç kez yapmıştı ancak sonuç bir hiçti. Evde serbestçe dolaşabildiği için Morllan’a ait olan büyü kitaplarını karıştırdı durdu. Hem kendine bir çare arıyordu hem de Mo’nun istediği kelimenin bir büyüde saklı olduğunu düşünüyordu. Ancak ona bakan, her gün sevip okşayan kadın bunun bu kadar kolay olmayacağını söylemişti. Tüm cevapları önünde bırakıp gider miydi?

Günleri, haftalar ve ardından aylar kovaladı. Kadının ejderhaya Minima diye hitap etmesi onu çileden çıkarsa da, kadının ellerini ısırmayı ya da dizlerini tırnaklamayı artık bırakmıştı. Güne, güzel bir dişinin kuzguni siyah saçlarının arasında uyanarak başlamak hoşuna bile gidiyordu. Her gün o, rutin işleri yaparken onla muhabbet ediyor ve giderek kadına daha çok bağlanıyordu. Mo, ondan aldığı şey karşılığında bir ödeşme olarak kadının yanına yolladığını söylemişti ona. Ama bu doğru muydu gerçekten de? Aldığı şeyin yanında bu bir hiçti belki ama Magnus, ya da yeni adıyla Minima, insanların yaşayışlarını, duygularını ve içsel devinimlerini en yakından izleyen kişi konumundaydı.

Bir gün bal rengi gözlü kadın oturmuş örgü örerken, Magnus’u da kucağını almış onla muhabbet ediyordu.

“Söylesene Minima, senin hiç eşin falan oldu mu?”

Kadını sevmiş ve bağlanmaya başlamıştı belki ejderha, ama bu söylediği söz onun beyninden vurmaktan farksızdı. Kafasını kaldırıp, puslu, sarı gözlerle kadına baktı. İrileşmiş bal gibi akışkan gözleriyle, merakla bir cevap bekliyordu. İnce, pembe dudakları sanki ufukta bir çizgi gibi dümdüzdü. Beyaz tenine düşen kara, düz saçları ise onun tüm yüz hatlarını daha da belirginleştiriyordu.

“Oldu…”

“Ya! Peki şimdi nerede?”

Bu sözler üzerine Magnus oturduğu kucakta doğruldu ve acıyla, öfkeyle ve gururla kafasını kadına doğru çevirip bağırdı,

“Senin o deli büyücü sevgilin onu benden aldı!” dedi tüm benliği sarsılarak.

“Ö-özür dilerim… Ben… bilmiyordum.” dedi kadın başını önüne eğerek.

Magnus kadının bu ve bunun gibi saydığı hiçbir özrü dinlemedi. Aklı nerede olduğunu bilmediği eşindeydi. Tam hayallere dalmışken birde beyninde bir şimşek çıktı. Kadına döndü hışımla.

“Ne demiştin sen!”

“Hiçbir şey Minima, lütfen daha fazla sinirlenme. Seni üzmek istemedim.”

“Onu geç kadın! Sen az önce son olarak ne dedin diyorum, çabuk!”

“Özür diledim ya.” duruma anlam verememişti ve öylece cevap vermesi için ejderhacığa bakıyordu.

Ejderhanın yüzünde zafer kazanmış bir gülümseme yayıldı. Yere atladı ve başını gökelre dikti.

“Dinle beni büyücü Mo ve tüm insanlık! Size ve sevdiklerinize yaptığım her şeyden dolayı özür dilerim!”

Kadının hayretler içindeki gözleri önünde, evin yüksek tavanında bir ışık huzmesi girdi ve yerde duran minik ejderhanın üzerine yıldırım gibi düştü. Kadın, çıkan ışıklar yüzünden kolunu gözlerini siper etti. Kör edici parlaklıktaki ışığın içinde, gözleri sürüngenimsi bir sarılıkta parıldayan, sanki ışıktan bir ejderha büyüdü ve yükseldi. Geçen her saniye daha çok büyüdü ejderha ve pençeleri irileşti, tırnakları ölümcül keskinliğe kavuştu. Ateşi gırtlağına göre döndü ve muazzam boyutları yüzünden evin çatısını parçalayarak tam boyutuna kavuştu.

“Minima! Sen ne kadar da büyüdün!” dedi sevinçle kadın.

Magnus, ona sevinçle bakan kadına döndü. Aslında o da sevinmişti ancak kadına baktıkça artık gücüne kavuşmanın verdiği hazzı yaşadı. Gücüyle birlikte kötülüğü de dönüşmüştü. Ve intikam… ne kadar da tatlı bir duyguydu. İçini kıpır kıpır eden, düşüncesi bile haz duymasını sağlayan ve pençelerinin içlerini kaşındıran o tatlı his… Magnus, deli büyücüden intikamını elbette bu kadın sayesinde alabilirdi. Ve aldı da.
Kadının heyecanlı bakışları altında ağzını kocaman açtı ve kadını yedi.

Mo, tek başına bir kayanın üzerinde oturmuş ileri geri sallanıyordu. Bağdaş kurduğu kayanın tepesinde kendi kendine espriler yapıp sonra da bunlara yine kendi gülüyordu. Birden güneşli hava yağmur yağacakmış gibi karardı. Kafasını kaldırdığında eski boyutlarını geri kazanmış Magnus’u buldu karşısında.

“Oo! Ulu Magnus teşrif etmiş. Nasılsın yüce ejderha!” dedi alaylı bir tonda.

“Bak bakalım uyduruk büyün hala işe yarıyor mu.” diye cevap verdi Magnus aynı alaylı tonda.

“Baktım baktım ve gördüm ki sen cevabı bulup her kötülüğün için özür dilemeyi öğrenmişsin. Ne kadar da mutluluk verici.” dedi göz kırparak.

“Ya, evet ne demezsin. Ama bak ne diyeceğim Mo, senin şu güzel kadını var ya, işte onunla ilgili iyi haberler getirmedim sana.”

“Öyle mi? Neden? Ona bir şey mi oldu?”

“Aslında korkacak bir yer yok, emin ellerde.”diyerek hain bir sırıtışla karnını ovuşturdu. Mo her şeyi o an anladı. Magnus’un midesine bir ziyafet olan kadını hatırasıyla baş başa kaldı bir an sonra acı bir biçimde gülümseyerek Magnus’a baktı doğrudan doğruya. Yine tam gözlerinin içine bakıyordu.

“Bunu neden yaptın Magnus? Sen de onu sevmiştin!”

Magnus bu defa bu gözlerinin içine bakan delici bakışlardan rahatsız olmadı, ne de olsa saklayacak bir şeyi yoktu artık.

“Onu sevdim mi? Ben sadece tek bir kişiyi sevdim deli adam! Ve o da senin kadının değildi, benden aldığın eşimdi!”

“O asla benim olmadı ki. Sen nasıl oldu da kendi paha biçilmez mücevherine kıydın?”

Ejderha her şeyi anlamıştı ancak inanmak istemiyordu.

“Açık konuş deli adam!”

“Pekala, büyünün ilk yasak kuralı der ki, eğer birini cezalandırmak istiyorsan ondan sevdiğini al; eğer birini ikinci kere cezalandırmak istiyorsan ona sevdiğini geri ver. Ben de bunu yaptım işte. Eşine gittim, onu alt ettim, hafızasını sildim ve onu bir insana çevirdim. Yasak olanın ilk sayfası bana burada saydığım şeyleri yapacak tüm gücü ve büyüleri vermişti. Ardından seni yendim ve seni eşinin yanına yolladım. Eğer sen gerçekten pişman olup, bundan sonra iyi bir ejderha olarak kalacak olsaydın onu yemezdin ve eşine kavuşurdun. Ancak sen gücüne geri kavuştuğunda, içindeki kötülüğe de yeniden boyun eğdin ve bu uğurda kim olduğun bakmadan karını yedin.

Onu sevmiştin değil mi? Sen onu bir ejderhayken sevmiştin, bense dönüştürdüğüm bir kadın olarak. Belki beni üzmeye başardın ama ne kadar üzdün? Tahmin ettiğin kadar mı? Peki ya senin acın? Benimki seninki kadar ıstıraplı mı sence?”

Bu sözlerin hepsini yıkılmış, omuzları düşmüş ve cümlede pişmanlıkla toprağı kazıyan pençe darbeleriyle dinledi siyah ejderha. Büyücü sözlerini bitirdiğinde ejderha da bitmişti.

“Bunu bana nasıl yaptın…” dedi hiçliğe düşüyormuş gibi güçsüz bir tonda.

“Seni gördüğünde hatırlamıştı Magnus. Ona getirdiğim hiçbir ejderhayı seni sevdiği kadar sevmedi. Hatta ne kadar istesem de beni bile.”

Bu sözler üzerine ejderhanın acı dolu feryatları kapladı tüm gökyüzünü ve ejderha büyücüye dönüp bakmadan uçtu gitti.

İşte böylece siyah ejderhayı iki kere lanetledi deli büyücü Mo. Hakkındaki kötü söylentileri de farkında olmadan bu zaferiyle temizledi. Magnus bir daha mağarasından çıkmadı, Mo’yu ise tekrar gören olmadı.

Ama eğer bir gün Magnus nefret dolup geri dönmeye kalkarsa herkes emindi ki onu karşılayacak ilk kişi Mo olacaktı.

Hazal Çamur

Sahi, kimim ben? Bir nefeste söyleyecek olursam: Kayıp Rıhtım Genel Yayın Editörü ve Yöneticisi, eleştirmen (gazetelerin kitap eklerinde de kalem sallıyorum), Oyungezer Dergi’de kitap köşesinin olmazsa olmazı, radyocu, Rıhtım videolarının yüzü, kimilerine göre “gıybetlimisss”, kimilerine göre eli kırbaçlıyım. Vesaire, vesaire. Gerçek hayatın sıkıcılığındaysa bilgisayar mühendisiyim, ama onu bilmeseniz de olur.

Deli ve Ejderha” için 10 Yorum Var

  1. “İnanılmaz ve bir o kadar şaşırtıcı!”
    – Kirkus Reviews

    Sanırım Kirkus Reviews okuyupta kapak arkası yorum yapsa böyle derdi. :))) İnsanı içine nasıl çekiyor anlatamam. Magnus çok sağlam kurgulanmış aynı şekilde Mo acayip keyifli olmuş. “Anahtar” teması hikayeye tam oturmuş.

    Son kısımdaki Magnus’un kadını yemesi ile aslında az çok tahmin ettim eşi olabileceğini. Özellikle hemen öncesindeki o diyalog ile aklıma geliverdi. Fakat yine de heyecanımdan bir şeyler eksilmeden okumaya devam ettim. Sonu çok iyi bağlamışsın gerçekten. Tebrikler… 🙂

    Ne hikaye ama!

  2. Bayıldım! Harikaydı, muhteşemdi, süper ötesiydi. Kesinlikle çok sevdim. Daha sayayım mı? 🙂

    Ejderhanın işlenişi olsun, kurgu olsun, anahtar temasıyla bağlantısı olsun hepsi çok iyiydi gerçekten de. Kalemine sağlık…

  3. @mit;

    Yorumunuzu okuyunca feci utandım xD! Yanaklarım al al oldu ^^. Bu kadar övgü aldım ya sizden ölsem gam yemem. Açılın uleynn!

    Beğendiniz ve bir de üstüne böyle güzel övgüler ettiniz ya ne mutlu bana :). Yalnız bu kadar beğenilmk hiç tahminimde yoktu o da yalan değil 😀

    @magicalbronze;

    Puhaha! giriş süper olmuş :D. Kirkus Reviews demek ha, gayet akıllıca :D.

    Senin favorin Mo ben biliyorum :). Teşekkürler yorumların için. Eh sen de beğendin madem beni şımartıyorsunuz bu güzel övgülerinizle :).

    Sonunu tahmin etmişsin ya, oradki kast ettiğini diyalogla bunu biraz gösterdim. Hatta yapmasam mı falan dedim ama dediğin gibi heyecanldırıyorsa demek ki yine de bir şüphe bırakmışım zihinlerde :). Saol, varol ^^

  4. Dahiyane bir öykü. The Ripley Scroll’un bu şekilde kullanılması aklımın ucundan bile geçmezdi. Birinci değil 6. kanunu olarak geçer temel büyü için “almak ve vermek” 21 maddelik Scroll’da. Ejderhanın saf kötülüğünü yerlebir edebilmek için mükemmel bir yol. Anlatıma efsanevi desenlerini cüce ustalarının mithril üstüne rünleri gibi oldukça özenerek ve şık döşemişsin. En iyi öykün bugüne kadar okuduğum. Başarılarının devamını diliyorum canı gönülden.

  5. Ahaha muhteşem bir hikaye 😀 İşte masal bu. Süper, ozanın öyküsü. Tam bir fantastik edebiyat örneği. Ben de önceki yorumlar gibi karakterlerin müthiş işlendiğini düşünüyorum, bizdeki en büyük eksiklik bu oluyor gibi geliyordu hep. Ama sende bu mükemmel olmuş.

    Arada yazım ve anlatım bozukluklarını da bu muhteşem kurgu ve anlatımla görmezden geliyoruz ve tebriklerimizi eğilerek sunuyoruz 😀

  6. Teker teker gelin :D! Topluca benle dalga mı geçiyorsunuz :/? Şok oldum hepinizin yorumlarıyla. Inanması ne kadar da zor…

    @Nihbrin;
    Sana karşı en büyük haksızlığım senin hikayelerinin bir kısmını okuyamadım(okuduklarıma da yorum yapmadım) affola. Dur bir günah çıkarayım kaç gündür aklımda çünkü :D.
    Çok gururulandırıcı bir yorum yazmışsın. Estafurullah sen daha bilgilisin bu konuda elbette kullanırdın bence. Bunu alçak gönüllülük oalrak değil inandığım için söylüyorum. Ayrıca dediğin Scroll’u hiç duymamıştım, cahilim :P. Farkında olmadan anlzdığım kadarıyla gayet özel bir Scroll’a gönderme yapmışım. Keşke kasıtlı ve bilerek yapsaymışım. Ama sayende bunu da öğrenmiş oldum(şimdi hikayemin değeri gözünde düşmez umarım :/. Ama yalan söylemek istemedim.)

    Umarım benden daha güzel öykülerde okursun :D. Övgülerin ve zaman ayırıp okuduğun için sonsuz teşekkürler.

    @Özgür;
    Seninde tatlı övgülerin için teşekkürler öncelikle. Karakterlerimin üzerine eğilmeyi seviyorum ve bu öyküde ejderha ve Mo’ya karşı sempatiyle yaklaşarak yazdım ikisini de. Belki bunun bir etkisi vardır. Genelde yazdığım karakterleri benimseyerek yazıyorum. Sanırım bu öykümde daha başarılı oldum bu yolda :).

    Yazım hataları ve anlatım bozuklukları konusunda çok haklısın.Ben de burda yayınlandıktan sorna okurken fark ettim bir çoğunu. Eh, biraz geç oldu :P.

    Eğilme eğilme! Utanırım xD!

  7. Şimdi üzerinde ciddi şekilde düşününce farkettim Mo ile Bleach’in Zaraki Kenpachi’si arasındaki benzerliği. Oda zil takmış bir karakterdir, ancak saçına… buna rağmen düşmanlarına sessizce yaklaşabildiğini göstermek için; bir çeşit kişisel zorluk yaratma durumu. Gücünü bilinçli olarak sınırlıyor ki hasımları daha zorlayıcı olsun 🙂 tekrar ediyorum güzel bir hikaye (kızarmaktan tedaşa elektrik sağlayacakmışsın diyorlar)

  8. abi tamam hayatımda bundan iyi ejderha öyküsü görmedim duymadım (yerdenizden sonra) ama şımartmayın şu kızı bu kadar ya 😀

    tamam süper,harika,dahiyane ama pazartesi selam verince almazsa sorarım hepinizden hesabını. 😛

    dur yaf biraz yorum yapayım, karakterleri böyle yazmak için bir büyücüyle en aşağı 6 ay geçirmek gerek. Kurguyu böyle tasarlamak için küçük bir kulubede haftalarca inzivaya çekilmek, hele böyle özlü sözler için haftasonu kafdağında geçirsem iyi olurdu heralde.;D

    tabi bunlar benim standartlarım. bazıları bundan çok azıyla hayli büyük farklar yaratabiliyor. 😀

    tekrar tebrik ederim. var olan ve yeni anlaşılmış başarılarınızın devamını dilerim 😉

  9. Selamlar!

    Eveeeet, “okudum”, “okuyorum”, “okumak üzereyim” derken okudum nihayet. 😛 Kusura bakma ablacığım.

    Çok ama çok güzel bir öyküydü. Hatta öykülerin arasında ilk üç yapsam, bunu kesinlikle zirveye koyardım. Baştan sona insanı içine çeken ve hiç sıkmayan üslubunla, keyifli bir macera yaşattın bana. 🙂

    Mo’nun gelişimi, ejderha vs. bir yana; okurken sürekli “büyünün yasak kuralı”nı düşündüm. Açıkçası büyücünün onu nasıl bulduğunu da öğrenmek isterdim. Ama sanırım bu, son taraftaki vuruculuğu azaltırdı. Her şey gibi bunda da tercihini doğrudan yana kullanmışsın.

    Kalemine sağlık abla, cidden sıkı bir öyküydü. 🙂

  10. Yok yahu, okuman yeter :). Geç olsun da güç olmasın ^^

    Büyünün Yasak 7 Kuralı’na değinmeyi düşündüm bir ara yazarken ama konu dallanıp budaklanacak ve ana konudan kopacak diye düşünerek(bunu bir tehdit olarak görüp :D), vazgeçtim.

    Mo’nun bu yasak olana nasıl ulaştığını ise, okuyucuların merak etmesi ve kendi yorumlarını yapmasını istediğim için açıklamadım. Okuyucuya bıraktım yorumu bir anlamda.

    Bu güzel yorumun ve övgülerin için sana çok teşekkür ederim :). O ilk 3te zirvede olmakla da koltuklarım kabardı bak :D!!!

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *