“Demir raylar üstünde dönen teker,
Her zaman zaferi müjdeler.”
TUVASAŞ Vagon fabrikası işçileri
Önsöz
Mert, kondüktörlük mesleği ile ilk defa yolculuğa çıkmıştı. Ama şanssız bir adam olmasından mı ötürü bilinmez daha ilk yolculuğunda şaibeli bir olay yaşanmıştı. Bir hafta önce İstanbul’dan Ankara’ya gitmekte olan Ankara Ekspresi adlı trende bir cinayet işlenmişti. Üstelik bu cinayet kendisinin kontrolündeki 6. vagonda (yataklı vagon) gerçekleşmişti. Şimdi de Ankara Emniyet Müdürlüğünde ifade veriyordu.
Olayla ilgilenen Başkomiser Emrah “Seni hatırladım.” dedi. Cinayetin işlendiği gün konuşmuştuk.” Mert “Evet” diyebildi. Emrah olayla ilgili tüm bilgilerin yazılı olduğu beyaz tahtanın önüne gelip eliyle güvenlik kameralarından çekilen kaçakçının resmini göstererek “Kaçakçı olayın işlendiği saatten yaklaşık üç saat sonra Eskişehir Tren Garında yakalandı.” dedi. Mert elini saçları arasında dolaştırdıktan sonra umursamaz tavırlarla “Yıllardır peşinde olduğunuz adamı yakalamanız beni mutlu etti.” dedi. Maktul, kaçakçı ile aynı odada kalıyordu. Polis herifin kaçakçının koruması olduğunu düşünüyordu.
Emrah olayı gözden geçirmeye çalışıyormuşcasına “Maktul, kaçakçıyla aynı odadaydı. Muhtemelen kaçakçının koruması oluyordu. Biz ihbarı alıp olay yerine gelene kadar kaçakçı kaçmıştı. Tek şüphelimizin kaçakçı olduğunu zannediyorduk ki bir süre sonra Eskişehir Tren Garında herifin tekinin dört kişiyi öldürdüğü haberini aldık. O adam kaçakçıydı. Kaçakçının üzerinde öldürdüğü dört kişinin fotoğrafları vardı. Yani bu onları aradığı anlamına geliyor.” dedi. Masaya dört tane fotoğraf fırlattı. Mert fotoğraflara bakıp elinden geldiğince tepkisiz görünmeye çalıştı.
Emrah anlatmaya devam etti. “Bu adamlar aynı gün o trendeydiler. Kaçakçının trenden inmesine ve bu adamları öldürmesine bir sebep yol açmış olmalı.” Mert’in gittikçe kafası karışıyordu. “Tüm bunları bana anlatmanızda bir sebep bulamıyorum.”
Emrah beklemesi anlamına gelen bir işaret yaptı. “Bu adamlar ile kaçakçı arasında eskiden kalma bir hesap var. Bu hesap kaçakçının sürekli olarak onların fotoğraflarını yanında taşımasına neden oluyor. O gün trende kaçakçının korumasını bu adamların öldürdüğünü ve kaçakçınında onların peşlerine düşüp Eskişehir’de dördünüde katlettiğini tahmin ediyoruz.” Mert “Olabilir.” dedi. “Ama benden ne istediğinizi hala bilmiyorum.” Emrah “Bu dört herifi o gün trende gördünüz mü? Kim oldukları hakkında bilginiz var mı?” dedi. Mert “Bana sadece bu resimleri gösterip sorsaydınız da olabilirdi. Ama iki türlüde cevabım aynı. Bu adamları o gün trende veya başka bir yerde görmedim.”
Emrah “Hikayeyi bilmenizi istedim. Çünkü o gün trende cinayet mahaline en yakın kişi sizdiniz. Bizim tahmin ettiğimiz hikayede yanlış bir yerlerimiz varsa onları doğrularsınız diye düşündüm.” dedi. Mert anlıyorcasına kafasını salladı. “Anlıyorum ama o gün o trende olmam cinayeti kimin işlediği veya nasıl gerçekleştiğini bildiğim anlamına gelmez. Şöyle de birşey var: Anlattığınız teoride bana çok mantıklı geliyor.” dedi. Emrah “Teorimizin doğru olduğu taraflarının fazla olmasının yanısıra bazı boşluklarda var. Mesela kaçakçı bu resimlerdeki dört elemanıda öldürdüğünü itiraf etti ama resimleri cebine kimin koyduğu hakkında bir bilgisi yok. Hatta korumasını kimin öldürdüğünü dahi bilmiyor. O sırada bir kriz geçirdiğini söylüyor.” Mert hazır cevapla “Muhtemelen yalan” dedi. Emrah “Banada öyle geliyor. Korumasını başka birisinin öldürüp suçu da bu dört elemanın üzerine atmak adına resimleri kaçakçının cebine koyması bana çok uzak geliyor.” dedi.
Mert sıradan birşeyden bahsediyormuşcasına “Peki bu elemanların sicil kaydı nasıl?” diye sordu. Emrah aynı sıradanlıkla “Ufak tefek dolandırıcılıklar” dedi. “Ayrıca kaçakçı bir valiz dolusu kayıp yakuttan bahsetti. Bunla ilgili bir fikriniz var mı?” Mert hayır anlamında kafasını salladı. Emrah “Teşekkür ederim Mert Bey, ihtiyacımız olursa size tekrar ulaşırız. Şimdi gidebilirsiniz.” dedi.
Bölüm 1
1. Hafta Önce
Jasmine Court Casino, Kıbrıs’ın en büyük hotellerinden birine bağlı sağlam bir kumarhaneydi. Berat, tüm gece boyunca arkadaşlarıyla poker oynamış ve bir haylide kaybetmişti. Sabaha doğru yorgunluktan ölüyordu. Sarhoştu ayrıca. Kendisini odasına nasıl attığını hatırlamıyordu bile.
Kalktığında saat üçe geliyordu. Rahat bir uyku çekmişti. Bu otelde rahat uyumamak imkansız diye düşündü. 155 metrekare büyüklüğünde ki King Suite’de tek başına kalıyordu. Bunu çok sık yapardı. Yılın en az üç ayı Kıbrıs’ta bu otelde bu odada kalırdı. Burayı seviyordu. Yataktan kalkmayı canı istemiyordu ama karnı acıkmıştı. Onu kaldıran en büyük neden de buydu. Ayağa kalktığında “Takımımla yatmışım.” diye mırıldandı.
Yüzünü yıkadı sonra da mutfağa gidip kendine bir kahve yaptı. Elinde kahve bardağıyla salona geçtiğinde karşısında kahve bardağını yere düşürmesine neden olacak bir manzara vardı. Kanepede hiç tanımadığı biri oturuyordu. “Kimsin sen?” dedi Berat. Adam elindeki tesbihi sallarken “Bir dost diyelim” dedi. Berat elindeki kahve bardağını komidinin üstüne koydu. Asıl amacı komidine yakın olmakdı. Çünkü komidinin çekmecesinde silahı vardı. “Dostlarımı tanırım.” Adamın suratında sinsi bir gülümseme hakimdi. “Silahsısızım Berat Bey. Kitabınızda savunmasız birine silah çekmek olmadığından da eminim.” dedi. Berat komidinin yanından ayrılmadı. “Buraya nasıl girdin?” dedi. King Suite yüksek güvenlik içeren bir odaydı. Adam “Önemli olan buraya nasıl girdiğim değil niye girdiğim.” dedi. Berat’ın kafasında buna cevaben hiçbir şey yoktu. Aranan biriydi ama bu adam bir polise benzemiyordu. “Niye o zaman?” diye sordu. Adamda ayağa kalktı ve “Soyduğunuz insanları düşündünüz mü hiç?” dedi. Bu adam birşeyler biliyordu.
Berat paniklememeye çalışıyordu. “Neden bahsediyorsun?” Herif odanın içinde volta atmaya başladı. “Son soygununuz diyorum. Gemiyle Rusya’dan getirdiğimiz 10 ton kokaini Sinop Limanından sizin çaldığınızı biliyoruz. Aslında çoktandır biliyoruz. Bu konuda sizi tebrik ederim. Muhtemelen böyle bir ülkede kayıt dışı olarak çalınan en büyük mal buydu. Basın bunu hiç bilmedi. Ama yanlış kişiden çaldınız. Dolaksız sizin kendisine borçlu olduğunuzu hissediyor.” dedi.
Berat’ın yüzünde şaşkınlık ifadesi vardı. Sinop Limanındaki olay doğruydu ama neden şimdiye kadar gelmemişlerdi. “Dolaksız kim?” diyebildi. Adam düşünmeden “Çaldığınız kişi.” dedi. Berat çaldıkları kişinin bir çok farklı adını duymuştu ama pek de aldırış etmedi. Adam suratındaki gülümsemeden zerre ödün vermeden “Dolaksız bize olan borcunuzu ödemeniz için size tek bir şans veriyor.” dedi. “Bir soygun daha” Berat “Bir iş teklifi mi bu?” dedi. Adam eliyle onaylayarak “Aynen öyle” dedi. “Zeki birisiniz Berat Bey sadece kimden çalacağınızı bilmiyorsunuz o kadar.”
Berat düşüncelere daldı. Komidinden silahı alıp bu adamı vurması işleri iyice sarpa sarabilirdi. “Teklifinizi kabul etmiyorum.” Adam elinde ki tesbihi cebine koydu. “Konyadaki annenizi özlemiş olmalısınız.” dedi. Bu cümle artık sınırı aşıyordu. Berat komidinden silahı çıkardı ve “Anneme ne yaptınız?” dedi. Bağırıyordu. Herif silaha değil Berat’a bakıyordu. “Sakin olun Berat Bey. Anneniz şu an o eski sefil hayatından çok daha iyi bir şekilde yaşıyor. Ama bu pek uzun sürmeyebilir. Herşey size bağlı Berat Bey herşey size bağlı.” dedi. Berat tereddütlüydü. Mafya ile aynı iş koltuğuna oturulmazdı. Bu bir tarafın kaybedeceği anlamına gelirdi ve genelde mafya kaybetmezdi. Berat “Ne istiyorsunuz?” dedi. Adam sakin bir tavırla “Tren Soygunu” dedi.
Bölüm 2
Berat o gece İstanbul’a bilet aldı. Uçaktayken soygun ekibinin üyelerini arayıp acil toplanma emri verdi. Toplanma yerini kendi evi olarak seçmişti. Kadıköy’deki dairesine girdikten yarım saat sonra Samet, bir saat sonra da İlhan ve Bilal geldi. Ekip toplandıktan sonra Berat konuya girmek için ayağa kalktı. “Bugün acil olarak sizi buraya çağırmamın bir nedeni var biliyorsunuz.” diyerek başladı. “Son soygunumuz olan Sinop Limanı vakasında ifşa olmuşuz.”
Ekip üyeleri şaşkınlık içindeydi. İlhan “İfşa derken?” dedi. Berat “Soygunu yaptığımız kişi –kendisine Dolaksız diyorlar- bizim yaptığımızı biliyor. Bizi uzun süredir takip etmiş. Birçok şey biliyor ve bizim kendisine borçlu olduğumuzu düşünüyor.” dedi. Konuşan yine İlhan oldu. “Sana kim söyledi bunu?” Berat odanın penceresine doğru yürüdü ve perdeyi açtı. Haydarpaşa manzarasıyla birlikte eve ışık huzmetti. “Dün Kıbrıs’taki tatilim sırasında Hüseyin adında biri beni buldu. Dolaksız adına çalıştığını söyledi ve bizden borcumuzu ödememiz için bir teklifte bulundu. Aslında tam olarak teklif de diyemem. Bir tür zorunluluk…”
Samet “Tehlikeli biri mi?” diye sordu. “Yani tehlikeli biri sayılmassa ona çaldığımız parayı hayatta geri vermem.” Berat “Tam olarak öyle değil. Bizden kendisinden çaldığımız parayı geri vermemizi istemiyor. Bizden yeni bir soygun daha yapmamızı istiyor.” dedi. İlhan parladı. “Bu işlerin o kadar kolay olduğunu mu sanıyor? Hayatta olmaz. Onu atlatabiliriz” dedi. Berat sakin bir tavırla “Beyler bu konu hakkında burada sabaha kadar tartışabiliriz ama ben bir çıkar yolu bulamadım. Annem adamların elinde. Annemin izini süren birisi onun bahçesine gömdüğümüz tüm parayı bulmuş demektir.” Bilal başı avuçlarının içinde “Oranın güvenli olucağını söylemiştin. Bütün soygunlarımızdan kazandığımız meblaa orda bulunuyordu.” dedi.
Berat “Biliyorum, biliyorum.” dedi. Ama bizi takip etmiş olmalılar. Orda hepimizin milyonları var biliyorum ama benim ayrıca annem var ve annem tehdit altında. Bu işi yapmassak onu öldüreceklerini söylüyorlar.” İlhan sakin olmaya çalışıyordu. Samet “Bu işi yapmassak Ümmü Gül Teyzeye zarar veren bizim ailemizede zarar verebilir. Sonuçta ondan hepimiz birlikte çaldık.” Berat “Yapabilir.” dedi. Samet “Peki bizden nereyi soymamızı istiyor?” dedi. Berat cama doğru döndü ve eliyle Haydarpaşa Tren Garını gösterdi.
Bölüm 3
Berat elinde bir kalemle masada oturan arkadaşlarına döndü. “Soygunu Cumartesi günü akşam saat 19:30 da İstanbul’dan Ankara’ya giden Ankara Ekspresinde yapacağız.”
İlhan “Peki kimi soyucaz?” dedi. Berat elindeki tahta kalemini masaya bırakarak “Bir kaçakçı ama arkası sağlam bir kaçakçı…” dedi. “Avrupa’dan kaçak olarak mücevherler getiriyor ve bunları ülkenin dört bir yanına dağıtıyor. İnanılmaz paralar dönüyor.”
Samet’in yüzünde sinsi bir gülüş belirdi. “Eğer birini soymaktan daha güzel birşey varsa o da hırsız birini soymaktır.” Diğerleri de bu söze katıldıklarını belirten bir tebesüüm silsilesinde bulundular.
Berat “Söylenene göre trenin içinde bir adamımız olacak.” dedi. İlhan daha Berat konuşmasını bitirmeden “Tek başımıza çalışmıyacak mıyız yani? Ben soyduğum insanların adamlarıyla birlikte farklı bir soyguna gidemem” dedi. Berat eliyle sakin olmasını gösteren bir hareket yaptı. “Bu adamda sadece Dolaksız adına çalışan biri olucak. Belki onuda farklı bir suçundan dolayı bizim yanımıza gönderiyor; bunu bilemeyiz. Ama o adama gerçekten içeride ihtiyacımız olacak. Bize oturacağımız kompartımanı, vagonu, yeri o gösterecek. Soyacağımız adama bizi o yönlendirecek.”
Samet göz ucuyla diğer arkadaşlarını süzdükten sonra “Yani bize soygun için gerekli tüm imkanı o sağlayacak. Öyle mi?” dedi. Berat onaylar bir şekilde kafa sallayarak “Aynen öyle.” dedi.
Bölüm 4
Berat ve ekibi Cumartesi ikindiden sonra Haydarpaşa’ya geldiler. Ankara Ekspresinin perona yanaşmasına daha yaklaşık bir saat vardı. Denizin kenarına oturup Eminönünden vapurla gelen ve telaş içerisinde tren garına doğru koşuşturan insanları seyrettiler.
İlhan bir sonraki vapur kıyıya yanaşmadan önce ayağa kalktı ve vapurun gelmesini bekledi. Vapur yanaşır yanaşmazda inen insanların aksine vapura binmeye çalışıyor, bir sürü insanı itip kalkıyordu. Vapur tekrar Eminönünden yolcuları almak için hareket etmeden önce İlhan tekrar indi. Arkadaşlarının yanına yüzü güler bir şekilde geliyordu. Üç arkadaşınında elinde salladığı cüzdanları görmemesi imkansızdı. Samet, İlhan’dan cüzdanın birini istedi. İlhan’ın verdiği cüzdandam 50 lira para alan Samet, gidip dört tane simit aldı ve paranın üstünü simitçiye bahşiş bıraktı.
Dört arkadaş deniz kenarında simit yerken, dünya hiç umurlarında değilmiş gibi gözüküyordu. Sanki birazdan mafyadan çaldıkları parayı ödemek için başka bir mafyayı soyacak olanlar bunlar değillermiş gibiydi.
Haydarpaşa Tren Garının tüm hopörlörlerinden çekici bir bayan sesi hüküm sürdü; “İstanbul’dan Ankara’ya gidecek olan Ankara Ekpresi adlı tren 3. perona yanaşmış bulunmaktadır.
Ekip, ayağa kalkarken kalan simitleri etrafında hiç martı dolaşmayan denize doğru fırlattılar. Gar’dan içeri doğru girdiler. O yöne doğru ilerlediler. Birkaç vagon atladıktan sonra 4. vagonun kapısından girdiler. Kapıda bekleyen kondüktör “Hoşgeldiniz efendim. Biletlerinizi alabilir miyim?” dedi. Hepsi birbirine baktı. Bilet almak hiç akıllarına gelmemişti.
Bu sırada kondüktörün arkasından başka bir kondüktör daha geldi ve “Bu vagona benim bakmam emredildi.” dedi. Bir önceki kondüktör “Memnuniyetle.” dedi ve gitti.
Yeni gelen kondüktör “İstanbul’dan Ankara’ya dört arkadaş elinizi kolunuzu sallaya sallaya mı gidiyorsunuz? Baştan ofsaytı düştünüz beyler. Yanınızda en azından birkaç valiz olması daha inandırıcı olurdu.” dedi. Berat’ın yüz ifadesi, Fanatik spor gazetesinin ilk sayfası kadar karışıktı. “Sen… Dolaksız?…” diyebildi. Kondüktör evet anlamında kafasını salladı ve “Bu işi birlikte halledeceğiz.” dedi.
Bölüm 5
Ekibe sonradan katılan kondüktör Mert, ekibin tüm üyelerini oturmaları gereken yerlere yerleştirdi. 6. vagonda yani kaçakçıyla aynı vagonda bulunuyorlardı. 6. vagon tamamen yataklı odalardan oluşuyordu. Bundan dolayı yataklı vagon dendiği de olurdu. Bu vagon toplamda on tane küçük ama son derece de lüks odalardan meydana geliyordu.
Ekibi yataklı vagonun odalarından birine katan Mert, “Siz biraz bekleyin. Ben hemen geliyorum.” dedi. Berat tedirgin ve sorgularcasına “Nereye?” dedi. Mert arkasını döndüğünde yüzünde kendisine muhtaç oldukları gerçeğinin dışa vuran bir ifade vardı. “Bana güvenmek zorundasınız.”
Mert gittikten sonra ekip üyeleri odaya uyum sağlamaya çalıştılar. Samet küçük buzdolabını açtı. Küçük bir şişede bulduğu viskiyi bir dikişte bitrdi. İlhan ise kapının üstüne monte edilmiş televizyonu açmaya çalışmakla uğraşıyordu. Berat düşüncelere dalmıştı.
Kaçakçının bir yanındaki odasındaydılar. Mert gerekli imkanları sağlamak için burdaydı. Kendilerinin herhangi bir planları yoktu. Olayı tamamen zamana bırakmışlardı. Aynı zamanda bir planlarının olmaması Mert’in söylediklerini harfiyen uymalarını gerektiriyordu. Berat’ın korktuğu da buydu. Mert’de eğer zamanında Dolaksız’ı dolandırmaya çalışanlardan biriyse; yapacağı şeylere hiç güven olmazdı. Ama başka da çareleri yoktu.
Odanın ışıkları 5 saniyeliğine söndü ve tekrar yandı. Bilal sessizce gülümserken kafasını kaldırmış ampule bakıyordu. Berat ayağa kalkıp “Tren hareket etmeden bir kondüktör bulup şu ampulü değiştirteyim.” dedi. Odanın kapısını açtığında karşısına Mert geldi.
“Nereye böyle?” diye sordu Mert ihtiyatla. Berat eliyle ampulü gösterdi. “Sanırım ampul patlamak üzere, tren kalkmadan değiştirilmesini söyleyecektim.”
Mert eliyle Berat’ı odadan tekrar içeriye doğru itekledi. “Bakın beyler! Sizin bu ekiple, Yeraltı suç örgütünün en büyük lideri Dolaksız’ı nasıl soyduğunuzu anlamış değilim. Biraz beyninizi çalıştırmalısınız.”
İlhan ayağa kalktı ve “Bana bak züppe, bizimle düzgün konuş. Senin ne bok olduğun da ortada. Eğer bizden bir farkın olsaydı; Dolaksız seni bizim yanımıza vermezdi.” dedi. Mert gülümser bir ifadeyle “Belki de Dolaksız’ın istediği tam olarak budur.” dedi.
Berat ayağa kalktı ve liderlik vasfını eline alarak “İkinizde sakin olsun.” dedi. Eliyle Mert’i göstererek “Dolaksız seni buraya niye gönderdi bilmiyorum. Aslında bilmekte istemiyorum. Ama hepimiz burdayız. Dolaksız takımın bu olmasını istedi ve bu işi bitirinceye kadar bizim sana olduğu kadar seninde bize ihtiyacın var.” dedi. “Şimdi, bu elektrik kesintisi dahil, kafanda ki planın tamamını öğrenmek istiyorum.”
Bölüm 6
“6. vagonun elektrik devrelerinin bulunduğu yeri araştırdım ve buldum. Kondüktörler arasında da 6. vagonun elektrik devrelerinden birkaçının yandığının ve bununda elektrik kesintilerine yol açacağı söylentisini yaydım. Siz işe başladığınızda 6. vagonda beklenen bir elektrik kesintisi meydana gelecek ve sizde işinizi rahatlıkla halledeceksiniz.”
Berat bilmiş bir tavırla “Kondüktörler arasında yaydığın söylenti, onların bu durumu düzeltmeye çalışmalarına neden olmaz mı?” diye sordu. Mert aynı bilmiş tavrıyla “Hiçbir elektrikçi olmayan bir arızayı tamir edemez.” dedi. “Devreler sapasağlam. Sadece siz işe başlayacağınız sırada benim tarafımdan uygulanacak ufak bir teması bekliyorlar.”
Samet “Gelelim planın kalan kısmına.” dedi. Mert düşünceliymiş gibi görünerek kafasını kaşıyordu. “Dolaksız dakik birisidir. O yüzden onun bana verdiği talimatlara harfiyen uyarsak planda aksama olmaz. Dolaksız, yakutları Eskişehir Tren Garında teslim etmenizi istiyor. Bunun içinse en uygun zaman Bilecik ile Eskişehir arasında dağın içinden geçen yaklaşık bir kilometre uzunluğundaki tünel olacak. Tünele girmeden önce ben elektrikleri keseceğim ve tünele girdiğimizde ise şehrin ışıklarından uzak zifiri karanlıkta siz işinizi halledeceksiniz.”
İlhan “Zifiri bir karanlıkta biz çantayı nasıl bulacağız veya soygunu böyle bir ortamda yapmamız pek sağlıklı değil gibi görünüyor.” dedi. Berat arkadaşının sorusunu kendi cevapladı. “Elektrikler kesilmeden ve tünele girmeden önce herifin odasının düzenini ve çantanın yerini araştırırız. Böylelikle zifiri karanlığı lehimize çeviririz.”
Mert ikisi arasındaki konuşmayı dikkatlice dinledikten sonra “Aslında Berat’a katılıyorum. Odanın düzenini ve çantanın yerini ezbere bilmeniz çok daha yararınıza olur ama bu da işinize yarayabilir” dedi sürekli yanından ayırmadığı çantasından yeşil camlı bir gözlük çıkarırken. Bilal tüm ekibin aklındaki soruyu sordu. “O ne?”
“Bu bir gece görüşlü gözlük. Zifiri karanlıkta odayı daha net görmenizi sağlayacak.”
Berat deneme amaçlı gözlüğü taktı ve önemsiz birşeymişcesine “Faydası dokunabilir.” dedi.
İlhan’ın kafası başka bir yere takılmıştı. “Eskişehir’de teslim edilecek derken?..”
Mert “Yani Eskişehir’e kadar çantayı alacaksınız ve Eskişehir Garında bekleyen Dolaksız’ın adamlarından birine teslim edeceksiniz.” dedi. “Teslim başarıyla gerçekleştirildikten sonra benim esaretim sona eriyor. Ama sizi bilmem. O siz ile Dolaksız arasında olan anlaşmaya bağlı.
Bilal sinsice gülümseyerek “Özgürlüğüne kavuşmak konusunda çok eminsin. Dolaksız’ın neler yapabileceğini hiç birinizin tahmin edebileceğini sanmıyorum.” dedi. Söyledikleri askıda kalmıştı fakat kimsenin üstüne alınmaya pek niyeti yok gibiydi. Bilal hepsine tek tek baktı. Yüzündeki sinsice gülümsemeden zerre ödün vermiyordu.
Sessizliği hopörlörlerden gelen aynı çekici ses böldü. “İstanbul’dan Ankara’ya gidecek olan Ankara Ekspresi adlı tren 5 dakika içerisinde hareket edecektir. Tüm yolcuların yerlerine geçmeleri önemle duyrulur.”
Bölüm 7
Mert, odaya girdiğinde ekibin tüm üyleri uyuyordu. “Beyler kalkın hadi iş başına.” dedi. İlk uyanan Berat oldu. Gözlerini ufaladıktan sonra “Benim uyumamam gerekirdi” dedi. Mert “Hareket halindeki tren beşik gibidir. Sürekli sallandıkça insanın uyumaması imkansızlaşır.” dedi. Berat “Gerçekten de öyle” diye mırıldandı. Belki Jasmine Court Hotelde çektiği uykusu kadar rahat değildi ama yinede insanı tatmin ediyordu.
Diğerleri hala uyanmamıştı. Berat, hepsini tek tek kaldırdı. En çok İlhan onu zorlamıştı. Uykusu kişiliğinin aksine ağırdı. Uyanır uyanmaz da söylediği şey “Geldik mi?” olmuştu.
Mert “Bilecik Tren Garını geçtik. Bahsettiğimiz tünele yaklaşık yarım saatlik bir süre kaldı.” dedi. Berat “Biz son hazırlıklarımızı yaparken sende bize birer bardak kahve getir.” diye emretti. Mert emir almaya alışkın biri olsa gerek hiçbir şey demeden odadan çıktı.
Berat arkadaşlarının yüzlerine tek tek baktı. “Bu işimiz diğerlerinden biraz daha farklı beyler. Diğer soygunlarımızda soyacağımız kişiyi biz belirler ve onu uzun süre takip ederdik. Ama bu soygunumuzda buna mecbur bırakılmamızdan dolayı herifle ilgili bir ön bilgiye sahip değiliz. Bu yüzden herşeye hazırlıklı olmalıyız. Unutmayın bu soygundan kaldıracağımız meblaa belki bize ait olmayacak ama yinede bunu kurtuluşumuz açısından yapacağız. Şimdi, hazır mıyız?” İlk cevaplayan Samet oldu. “Tabi ki hazırız.” Diğerleride onaylarcasına kafa salladılar.
Mert bir elinde büyük bir çanta ve diğer elinde bir tepsi ile odaya girdi. Tepsideki kahveleri herkese ikram ettikten sonra bir kenara oturup önemli birşeyi söyleyebilmek için tereddüt eden biri edasıyla diğerlerine bakındı. Berat kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Çantada ne var?” dedi. Mert elindeki çantayı açıp ekibe doğru çevirdiğinde “Beyler bu şekilde çalışmadığınızı biliyorum ama bunlara ihtiyacınız var.” dedi. Ekibin karşısında dört adet susturucu takılmış silah bulunuyordu.
Mert “Kaçakçının taşıdığı valizde yakut olduğunu söyleniyordu. İrili ufaklı yüzlerce yakut… Bu çok büyük para demek ve büyük paralar her zaman üst düzey güvenlik gerektirir.” dedi. Bilal kimseyi beklemeden ayağa kalkıp çantadan bir silah aldı ve beline taktı. Onu Samet izledi. Berat “Hayır.” dedi. “Ben almayacağım. Bir çok insanı soymuş olabilirim ama kimseyi öldürmeyeceğim.” dedi. İlhan da ona katıldı. Mert “Öldürün demiyorum. Sadece güvenliğiniz için.” dedi. Berat kararlıydı. “Ateş almasına izin vermeyeceğim bir silahı belimde taşımam.” Mert ikna etmek için fazla uğraşmadı. Çantayı kapatıp bir kenara koydu. Saatine baktı ve “Tünele yaklaşık 10 dakika kaldı.” dedi.
Berat uyumadan önce kaçakçının odasını kolaçan etmek için epey bir vakit bulmuştu. Bir tane valizi vardı ve o da oturduğu koltuğun altında bulunuyordu. Bir tanede karşısında oturan iri yar bir herif vardı. O da koruması olmalıydı.
Berat tüm bu düşüncelere dalmışken sanki ona cevap verirmişcesine Mert ayağa kalktı ve odanın köşesinde bir yerden daha önceden açılması için hazırlanmış gizli bir bölme açtı. Ekip onu şaşkınlıkla izliyordu. Açtığı bölme direk olarak yan odanın havalandırmasına çıkıyordu. Çantasından küçük bir tüpe bağlı uzun bir hortum çıkardı. Hortumu yan odanın havalandırmasına gelecek şekilde tüpü bölmenin içine soktu. Tüpün gaz ayarını açıp gizli bölmeyi tekrar eski haline getirdi.
Berat ne yaptığını anladığına ifade eden şekilde gülümsedi ve “Akıllıca” dedi. Mert “Bu onları bir süreliğine oyalar.” dedi. Tekrar saatine baktı ve “Beyler son 5 dakika… Benim gidip şu elektrikleri tekrar kesmem lazım” dedi. Gitmeden çantasında herkese birer gece görüşlü gözlük ve gaz maskesi verdi.
Mert odadan çıktıktan sonra Berat ekibine dönüp “Elektrikler kesilir kesilmez odadan çıkacağız. Trenin tünelden çıkması tam 60 saniye sürecek. Bu yüzden biz bu işi 45 saniyede tamamlamamız lazım.” dedi. Hepsi gaz maskelerini takmıştı. “Ayrıca, çantayı aldıktan sonra ilk olarak odaya gireceğiz ve Mert’in gelmesini bekleyeceğiz.”
Saatler kadar süren bir 10 saniyeden sonra elektrikler kesildi ve tüm ekip gözlüklerini takıp dışarı çıktılar.
Bölüm 8
Berat, ekibini arkasına alıp kaçakçının odasını kapıdan kontrol etti. Kaçakçı yatağın birine uzanmış uyuyordu. Karşısındaki koruması ise oturur haldeydi ama Mert’in odaya boşalttığı gazdan dolayı olsa gerek kafası omuzlarına doğru eğilmiş ve gözleri de kapanmıştı. Tren tam o sırada tünele girdi. Etraf zifiri karanlığa dönmüştü.
Berat usulca kapıyı açtı ve içeri girdi. Arkasından giren İlhan oldu. Anlaşmaya uygun olarak Samet vagonun bir tarafını Bilal’de diğer tarafını kolaçan ediyordu. Berat korumanın önüne geçip parmağını şıklattı. Herifte herhangi bir hareket yoktu. Aynısını İlhan kaçakçıya yaptı. Ondada uyandığını belirten bir tepki olmadı. Berat arkasını dönüp İlhan’a odadan çıkmasını işaret etti. Kendisi kaçakçının yatağının altında bulunan valizi alıp kapının önünde bulunan İlhan’a verdi. İlhan’da valizi alıp kendi odalarına girdi. Berat valizi gönderdikten sonra kaçakçı ve korumasının uyanmadığından tekrar emin olmak için aynı işlemi tekrarladı. Uyanmamışlardı. Odadan çıkarken aynı sessizlikte kapıyı kapattı. Samet ve Bilal’e Tamam anlamında el işareti yapıp onları tekrar kendi odalarına soktu. Herkes girdikten sonra kendisi tekrar vagonun iki tarafına baktı. Görünürde hiçbir hareket yoktu. Kendisi de içeri girdi ve kapıyı sessizce kapattı.
Vagonun elektrikleri tekrar geldikten 5 dakika sonra içeri Mert girdi. Elinde çaldıkları valizle aynı boyutta başka bir valiz vardı. “Nasıl geçti?” İlhan “Fevkalade” diye yanıtladı. Mert “Güzel.” dedi. “Şimdi çaldığınız valizin içindekileri buna boşaltın. Eskişehir’de inerken elinizde aranan bir valizle dolaşmak istemezsiniz heralde.” dedi. Elindeki valizi yere koydu.
Berat çaldıkları valizi açtı. İçinde yüzlerce kese vardı. Keselerden birini açtığında yumruk kadar bir yakut olduğunu gördü. İlhan şaşkınlığını gizleyemeyerek bir ıslık çaldı. “Bu iş sandığımdan da kolay oldu.” Berat yakutu tekrar keseye koyduktan sonra hepsini diğer valize boşaltmaya başladı. Boşaltma işlemi bittikten sonra Mert boş valizi alıp dışarı çıktı. Bilal “Nereye götürdü?” diye sordu. Cevaplayan İlhan oldu. “Muhtemelen ortadan kaybetmek için bir yere saklayacaktır.”
Mert tekrar odaya girdiğinde “Herifler hala uyuyor” dedi gülerek. Berat “Teslimat Eskişehir Tren Garında olacak demiştin değil mi?” dedi. Mert onaylarcasına kafasını salladı. “Ne kadar kaldı peki?” Mert saatine baktı. “Yarım saate kalmaz ordayız.” dedi. Berat “Senin bu işte görevin bu kadar mıydı?” dedi. Mert “Evet” dedi. “Ama yinede valiz Dolaksız’ın eline ulaşmadan serbest kalacağımı zannetmiyorum.” Berat “Peki sende bizimle birlikte Eskişehir’de inecek misin?” dedi. Mert gülmseyerek “Bir kondüktörün yolculuğunu tamamlamamış bir trenden ayrılmasını ne kadar doğru olur?” dedi. “Ayrıca kaçakçı uyandığı zaman birinin onunla ilgilenmesi gerekecek.” dedi. Berat “Ona ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordu. Mert biraz bekledikten sonra “Aslında hiçbir fikrim yok. Sanırım zamana bırakacağım.” dedi.
Yarım saat kadar sonra tren Eskişehir Tren Garına yanaştı. Berat ve ekibi Mert ile iş arkadaşlığı gerekçesiyle samimiyetsiz bir şekilde el sıkıştı.
Trenden indikten sonra bir köşede beklemeye başladılar. Mert teslimatı gerçekleştirecek olan adamın gelip bunları bulacağını söylemişti. Tren yaklaşık 15 dakika kadar garda bekledi ve sonra Ankara’ya olan yoluna devam etti. Tren gittikten sonra Berat’ı Kıbrıs’da bulan Hüseyin yanlarından geçerken “Beni takip edin.” dedi. Hüseyin önde ekip arkada garın arka tarafına doğru bir yere gittiler. Etraf karanlıkdı ve çevrede bulundukları yeri aydınlatacak bir ışık da yoktu. Hüseyin “Burda bekleyin.” dedi. Kendisi yanlarında bulunan arabanın farlarını yaktı ve tekrar yanlarına geldi. Önce çantaya baktı sonra “Mert ile iyi anlaşabildiniz mi?” diye sordu. Berat “Herhangi bir sorun çıkarmadı.” dedi. Hüseyin “Güzel…” dedi. Elini çantaya doğru uzattı. Berat çantayı biraz geri çekti ve “Annem?..” diyebildi. Hüseyin gülüyordu. “Gerçekten merak ediyorum Berat Bey annenizi mi daha çok düşünüyorsunuz yoksa bahçede gömülü milyonları mı?” Berat hiçbir şey diyemiyordu.
Hüseyin “Tek çareniz valizi bize vermek.” dedi. Berat gönülsüzce uzattı. Hüseyin valizi yere koyduktan sonra fermuarını açıp içinden kontrol amaçlı bir tane kese çıkardı. Yakutu eline aldığında arabanın farında bile parıl parıl parlıyordu. Hüseyin tekrar ekibe döndü ve “Benle gelin.” dedi. Tekrar takibe başladılar. Garın içerisine bağlı kilitli bir odanın kapısını açtı. “Burda dinlenebilirsiniz.” dedi. “Dolaksız sizin yanınıza gelecektir.”
Odaya girdiklerinde herşeyin düşünülmüş olarak ayarlandığını fark ettiler. Oda 4 kişilikti. Mutfağı, banyosu herşeyi vardı. Bilal tekrar kapıya gidip açmaya çalışınca kilitli olduğunu fark etti. Biraz zorladı ama açılmayınca “Beyler burda kilitliyiz.” dedi.
Bölüm 9
Mert, tren hareket ettikten sonra kaçakçının odasına girdi. İlk işi uyumakta olan korumanın kafasına bir el ateş etti. Sonra cebinden bir şırınga çıkarıp yatağında yatan kaçakçının boynuna iğneyi vurdu. Kaçakçı hemen ayağa kalktı ama boynuna boşaltılan sıvı geçici olarak sarhoşluk etkisi yaratıyordu. Gördüğü şeylere tepki vermiyor ama söylenilenleri anlayabiliyordu. Mert adama bir tokat attı. Herif tepki vermedi. “Soyuldun.” Tepki yoktu. Mert “Tam istediğim gibi.” diye mırıldandı.
Kaçakçı etrafına melül melül bakıyordu. Oda kanlar içerisindeydi. Mert cebinden 4 tane fotoğraf çıkardı. Fotoğraflar Berat ve ekibinin fotoğrafarıydı. “Bu adamlar seni soydu. Senin gibi işini sağlam yapan birinin onlara hadlerini bildireceğine inanıyorum. Şu anda Eskişehir Garının yolcu bekleme salonunda kilitliler. Çanta muhtemeln yanlarındadır.” Mert herifin sırtına vurdu. “Sen sağlam bir kaçakçısın. Her yerde adamların var biliyorum.” Elindeki fotoğrafları adamın ceketinin cebine koydu. Odadan çıkmak için ayağa kalktı. Kaçakçı hala melül melül arkasından bakıyordu. “Peşlerine düş. Peşlerine düş ve öldür onları. Ayrıca koruman için üzgünüm.”
Mert odadan çıktıktan sonra yan odadan kaçakçının odasının havalandırmasına yerleştirilmiş tüpü, korumayı öldürdüğü silahı, kaçakçının içi boş valizini ve bu olayla ilgili diğer tüm kanıtları ortadan kaldırdı. Artık herşey avanak bir hırsızlık ekibine ve kaçakçıya bağlı diye düşündü.
Bölüm 10
Tren, Eskişehir Garını geçtikten bir saat sonra polisler tarafından durduruldu. Yolculardan biri 6. vagonda bir ceset bulmuş ve kondüktöre haber vermişti. Kompartıman Şefide polisi aramıştı. Polisler trene binerken Haydarpaşa güvenlik kameralarından maktulün yıllardır aradıkları kaçakçının koruması olduğunu çözmüşlerdi.
Başkomiser Emrah kompartıman şefini sorguya çekti. Sonra da Mert’i yanına çağırdı. “Buyurun memur bey.” Başkomiser Emrah, göz ucuyla Mert’i süzdü. “Kompartıman şefinin söylediğine göre cinayetin gerçekleştiği 6. vagona sen bakıyormuşsun.” Mert “Evet memur bey.” dedi.
“Vagonda şüpheli hareketlerde bulunan biri var mıydı?”
“Hayır memur bey. En azından benim gözüme böyle bir şey çarpmadı.”
“Peki buraya kadar gelmeden önce 6. vagondan kaç yolcu indi?”
“Buraya gelen kadar kimse inmedi memur bey. Zaten genelde yataklı vagonlar en uzun varış noktaları için alınır.”
“Peki tüm vagon dolu muydu?”
“Cinayetin işlendiği odanın yanındaki oda haricinde tüm vagonlar doluydu.”
“Sence cinayeti kaçakçı işlemiş olabilir mi?”
“Kaçakçı hakkında hiçbir fikrim yok memur bey. Zaten trenden ne zaman indiğinide görmedim.”
“Tamam evlat teşekkürler.”
Polisler tüm treni aradılar ama kaçakçıyı bulamadılar. Cesedi adli tıpa gönderildikten sonra o gün o trende yolculuk yapanların ve kondüktörlerin bir listesini alıp trenin tekrar yoluna devam etmesine izin verdiler.
Bölüm 11
1 Hafta Sonra
Ankara Kızılaydaki buluşma yerine ilk gelen kişi Hüseyin olmuştu. Minibüsün içinde oturuyordu. Malum tren soygununun üzerinden bir hafta geçmişti. Ortalık yavaş yavaş durulmaya başlıyordu. Dolaksız ile buluşacaklardı ama biraz gecikmişti. Kafasını arka koltuğa çevirip valize baktı. Dolaksızın sıradışı planından sağ salim buralara geldiğine şaşırıyordu.
Minibüsün yolcu kapısı açıldı. Hüseyin saygıda kusur etmeden “Hoşgeldiniz Efendim.” dedi. Mert “Eyvallah” dedi. Hüseyin ihtiyatla “Geciktiniz.” dedi. Mert “Polise ifade verdim.” dedi. Kafasını arkaya çevirip valize baktı ve gülümseyerek “Sonunda” dedi. Hüseyin “Şimdi nereye efendim?” dedi. Mert kafasını valizden çevirip “Konya’ya” dedi. “Bizim olanı geri almayı.”
Hüseyin “Efendim yolumuz uzun. Size bir kaç soru sormak istiyorum.” dedi. Mert “Suskun bir şekilde yolculuk geçirmekten iyidir.” dedi. Hüseyin “Efendim merak ediyorum. Türkiye’nin yeraltı örgütlerinden en büyüğü olarak siz, neden sizden çalan insanlarla bu kadar büyük bir plan içerisine girdiniz?” dedi. Mert gülümsedi. “Hüseyin beni en iyi senin tanıman lazım. Onları sıradan bir şekilde öldürebilirdim ama elimi kana bulamak istemedim. Kaçakçıyı onların peşine düşürerek benim yerime başka birinin öldürmesine izin verdim. Onları sıradan bir şekilde cezalandırsaydım bu kadar zevkli olmazdı. Ayrıca Türkiye’yi satın alabilecek bir valiz dolusu yakutumuz oldu. Fena mı?” Hüseyin gülümsüyordu. Dolaksız kesinlikle haklıydı. “Peki efendim Ümmügül Hanım’ı ne yapacağız?” Mert hiç düşünmeden “Bahçesindeki işimizi halleder halletmez eski hayatına geri döner. Çıkardığımız paradan bir miktarını da kendisine bırakırız.” dedi.
Hüseyin “Efendim son olarak…” dedi. Bu soruyu sorup sormama konusunda çok kararsızdı ama bir cesaretle dilinden dökülüverdi. “Size neden Dolaksız diyorlar?”
* * *
Dipnot: Şu sıralar Haydarpaşa Tren Garının faaliyet göstermemesinden dolayı öyküde zaman kavramı en azından birkaç sene öncesini belirtmektedir.
Polisiye öykülerde ya da romanlarda genellikle iki konu işlenir: Cinayet ya da hırsızlık. Bu konuya özel ilgisi olan biri olarak söyleyebilirim ki, bunlardan daha çok kullanılanı cinayettir. Sen ikisini de işlemişsin ve ortaya ortalama bir öykü çıkmış.
Öykünün başlarının iyi ve farklı olduğu doğru. Ancak sonralarda bazı bocalamalar var. Kullanılan dil, böyle bir öykü için biraz, nasıl desem, saf ve çocuksu olmuş. Ve Dolaksız’ın kim olduğunu tahmin edebilmek de cabası. Başlarda bir belirsizlik vardı ama olayın ne olduğunu anladıktan sonra Dolaksız’ın kimliği saklı kalamadı. Amacın bunun sürpriz olmasını sağlamaktı sanırım ama maalesef başarılı değil. Bu tip durumlarda yazarın iki şansı vardır: Kimliğini saklamak istediği kişi ya öyküdeki karakterlerden biri olacak (ki böyle bir durumda yazarın bunu saklamak için çok usta olması gerekir) ya da aslında öyküde hiç bulunmayan biri olacak ki tahmin edilemeyecek.
Bunun yanı sıra internette polisiye öyküler yazan birini görebilmek de ayrı bir mutlu etti beni. Basit bir soygun, mafya ve cinayet öyküsünü başlardaki kurgu karmaşasıyla ilgi çekici bir hale getirmişsin. İyiydi, güzeldi. Ancak dediğim gibi, biraz daha ustalaşmak gerekiyor.
Tebrikler.