Öykü

Efsuncunun Sırrı

Siyah frak giymiş kadın, seyircilerden yükselen coşkulu alkışı memnuniyetle kabul etti. Orta boylu, buğday tenli, yeşil gözlü ve yirmilerinin ortasında bir bayandı. Kestane rengi saçlarını atkuyruğu şeklinde arkasında toplamış, başına da bir sihirbaz şapkası takmıştı. Ellerinde bir çift beyaz eldiven vardı.

Bir müddet daha bekleyerek alkışların dinmesini bekledi, ardından zarif adımlarla sahnenin ortasına ilerledi. O yürürken orkestra yüksek perdeden, gerilimli bir melodi çalmaya başladı. Bu ezgi, son gösterinin habercisiydi yani gecenin en büyük numarasının. Seyircilerden beklenti dolu bir mırıltı yükseldi.

Kadın önce başındaki şapkayı zarafetle çıkarıp havada şöyle bir atıp tuttu. İçinin boş olduğunu izleyicilere gösterdikten sonra onu ağzı yukarı gelecek şekilde önündeki yere koydu. Sağ eliyle sol yenini iyice gözükecek şekilde açtı ve onun da boş olduğunu gösterdi. Sonra elini yenin derinliklerine sokarak ardı ardına renkli eşarplar çıkarmaya başladı. Kolundan çıkan narin kumaş parçaları şapkanın içine dökülerek gözden kayboluyordu. Bir anlığına durup seyircilere sırıttı ve parmaklarını şaklatıp “Abrakadabra!” dedi, keskin bir sesle. Şapka, içindeki eşarp yığınıyla birlikte anında alev aldı.

O anda sihirbaz bir şaşkınlık çığlığı koyuverdi ve şapkanın üzerine arka arkaya hızla basarak alevleri söndürmeye çalıştı. Kalabalıktan telaşlı mırıldanmalar yükselmeye başladı, ters giden bir şeyler vardı. Sahnedeki kadın paniklemiş bir vaziyette “Yardım edin!” diye bağırdı perdenin arkasındaki görevlilere. Ama gelen olmadı. Kadın telaşla şapkayı yerden aldı ve ne yapacağını bilemez bir halde seyircilerin üzerine doğru fırlattı. Yanan eşarp parçaları tehlikeli bir biçimde izleyicilerin üzerine doğru düşerken salonda bir korku ve panik çığlığı yükseldi. Derken alevli parçalar bir ıslık sesi eşliğinde yukarıya doğru uçuşa geçti. Önce birer Zümrüdüanka kuşuna dönüştüler, ardından da havai fişek misali patlayarak kıvılcımlar halinde seyircilerin üzerine inmeye başladılar. Kıvılcımlar, izleyicilere temas ettikleri anda pembe gül yapraklarına dönüşüyordu.

Salonda kısa süreli bir sessizlik oldu. Herkes gözleri fal taşı gibi açılmış vaziyette bir üstlerine yağan çiçeklere bir de sahnede kendinden emin şekilde gülümsemekte olan sihirbaza bakıyordu. Sonunda içlerinden biri koltuğundan kalkıp ellerini çırpmaya başladı. Onu diğerleri izledi. Az sonra tüm salon bu müthiş gösteriyi gerçekleştiren kadını ayakta alkışlıyordu. Sihirbaz birkaç kez eğilerek onları selamladı, sonra da pembe bir duman bulutu eşliğinde sahneyi terk etti.

***

“Bu gerçekten de inanılmazdı Bayan Efsuncu!” dedi genç bir gazeteci, konferans salonuna toplanmış basın mensuplarının arasından.
“Teşekkür ederim yakışıklı.” diye cevapladı konuşma kürsüsünün arkasındaki sihirbaz. Başında az önce alev alev yanan şapka durmaktaydı ve üzerinde tek bir is lekesi bile yoktu. “Bu arada, bana Füsun deyin lütfen. Efsuncu adını sadece sahnede kullanırım.” diye devam etti kadın, sırıtarak.
“Elbette Bayan Efs… Eee… Füsun.” dedi genç gazeteci, kızararak.
“Bu yaptığınız gösterileri imkânsız olarak tanımlayanlar var.” dedi kadın muhabirlerden biri. “Bunlardan biri de ülkenin en önde gelen sahne sihirbazlarından Hayalperest… Bu konu hakkında ne diyeceksiniz?”
“Eğer Hayalperest bu numaraları sergileyemeyecek kadar beceriksizse bu benim suçum değil.” diye yanıtladı sihirbaz. Salonda ufak bir gülüşme yaşandı.

Derken arka sıralardan uzun boylu, sarı saçlı, solgun yüzlü bir adam kalktı ayağa. Üzerinde bej rengi bir pardösü vardı. Sihirbaz, onu gördüğünde kürsünün kenarlarını sinirle kavradı.

“Merhabalar Füsun Hanım. Ben Altın Teleskop dergisinden Fikri Şüphe.” diye tanıttı kendini adam.

“Kim olduğunuzu biliyorum.” dedi Füsun, asabi bir sesle.

“Ah, demek beni unutmadınız?” diye sordu gazeteci, kinayeli bir şekilde.

“Ne mümkün?” dedi sihirbaz, dişlerini sıkarak.

“O halde size bir soru sormamın mahsuru yoktur. Merak ediyorum da… Gösterilerinizde standart aynaları mı kullanıyorsunuz?” Sesinde bariz bir küçümseme vardı.

“Hayır.” dedi sihirbaz, kesin ve net bir biçimde.

“O halde dışbükey aynalar…”

“Hayır!” dedi kadın, bir kez daha. “Başka sorusu olan?”

 
Ama adamın o kadar kolay pes etmeye niyeti yoktu. “İçbükey?”

“Ben ayna kullanmam.” dedi Füsun, gözlerini tehditkâr bir biçimde kısarak adamı süzerken.

“Elbette kullanırsınız. Sonuçta siz sadece basit bir sahne illüzyonistisiniz.” dedi Fikri Şüphe, iğneleyici bir tonda.

“Basit mi?” diye itiraz etti, daha önce konuşan genç gazeteci. “Dostum seni bilmiyorum ama onun gösterisi daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu.”

“Öyle mi?” diye sordu Fikri. “Adın ne senin evlat?”

“Sahne Dünyası’ndan Engin Çekingen.” dedi genç, kızararak.

“Pekâlâ Engin. Senin aksine ben buna benzer bir numarayı daha önce de görmüştüm. İspanyol sihirbaz Magnefico’nun gösterisinde… Sizi temin ederim ki bu küçük hanımınkinden çok daha etkileyiciydi.” diye devam etti, alaycı bakışlarını kürsünün ardındaki sihirbazdan ayırmayarak.

 
Bir müddet adam ve kadın, sessiz bir düelloya tutuşmuş gibi birbirlerinin gözlerinin derinliklerine bakmayı sürdürdüler. Salondaki ortam bir anda gerilmişti. Gözlerini ilk kaçıran kadın oldu.
“Basın toplantısı bitmiştir.” diye beyan etti, kürsünün arkasındaki özel kapıdan geçip salonu terk ederken. Gazeteci topluluğundan hüsran dolu bir haykırış yükseldi fakat kadın buna aldırmadı.

***

Füsun Gözüdoymaz sinirli adımlarla koridoru geçti. Ayakkabılarının topukları koridorda tok sesler çıkarırken atkuyruğu halinde topladığı saçlarıysa sağa sola sallanıyordu. Bir yandan beyaz eldivenlerini çıkarırken bir yandan da kendi kendine söyleniyordu kadın.
“Standart aynaları mı kullanıyorsunuz?” dedi kendi kendine, adamın sesini taklit ederek. “Geri zekâlı hayvan!”Kendisine ayrılan odaya girince kapıyı öfkeyle çarparak kapattı.
“Ben sana aynayı gösteririm seni aşağılık serseri!” diye homurdandı, eldivenleri bir köşeye fırlatırken. Ceketini ve şapkasını çıkarıp askıya astı, kapıyı kilitledi ve dönüp odasına şöyle bir baktı.

Klasik bir sahne arkası odasıydı burası. Hiç penceresi yoktu ve odadaki yegâne ışık kaynağı tepeden sallanan çıplak bir ampulle, kapının karşısındaki duvara monte edilmiş, kenarları küçük lambalarla süslenmiş geniş aynaydı. Aynanın hemen önünde büyük bir makyaj masası duruyordu. Sağ tarafta ahşap bir elbise dolabı, soldaysa kocaman bir sandık vardı. Kadın seri adımlarla sandığa doğru ilerledi ve kapağını açtı. İçi çeşitli sihirbazlık edevatlarıyla doluydu. İç içe geçmiş çelik halkalar, işaretli iskambil kartları, sahte kılıçlar ve renkli toplar… Füsun, önündeki yığını sinirli bir şekilde eşeleyip sandığın dibine ulaştı ve ustaca yerleştirilmiş gizli bölmeyi açtı. Sonra da üzerinde altı köşeli bir yıldız olan, kara kaplı, kalın ciltli ve oldukça eski bir kitap çıkarttı ortaya. Heves ve heyecandan titreyen ellerini zar zor zapt ederek kitabı odanın ortasına getirdi ve bağdaş kurarak yere oturdu. Sonra da daha önceden işaretlediği sayfaları açarak kalın cildi önündeki zemine dikkatlice yerleştirdi.

Dört halka görünüyordu sararmış kitap yapraklarının üzerinde. En büyük olanı en dışta, en küçük olanıysa en içte kalacak şekilde sıralanmışlardı ve her biri garip rünlerden oluşuyordu. Şekil, iki sayfayı da kapsayacak biçimde çizilmişti.
“Gronhmtazruu…” diye seslendi kadın, usulca. “Seni çağırıyorum Gronhmtazruu, bana gel.”
Hiçbir şey olmadı. Odada duyulan tek ses kadının heyecanlı nefes alış verişleriydi ve başka hareket yoktu. “Bana gel Gronhmtazruu.” dedi Füsun bir kez daha. Yine bir şey olmadı. Kadın tam kaşlarını çatmış ve ağzını bir kez daha açmıştı ki makyaj aynasının etrafındaki ışıklar ve tepedeki ampul hafifçe titreşmeye başladı. Füsun’un dudakları memnuniyetle kıvrıldı.

Önce kaynağı bilinmeyen ılık bir esinti doldu odanın içine. Sonraysa içerdeki tüm ışıklar aynı anda kararıp soluverdi. Sadece bir saniye karanlıkta kaldı her şey. Ardından sayfaların üzerindeki dört halka en dıştakinden en içtekine doğru sırayla parladı. Sarı, turuncu, kırmızı ve siyah… Rünlerden oluşan halkalar birbirlerinin aksi istikamette süratle dönmeye başladı. Bir müddet sonraysa tam ortalarından tavana doğru bir ateş ve ışık patlaması yükseldi. Kadın gayri ihtiyari bir hareketle kamaşan gözlerini kıstı. Tekrar açtığındaysa karşısında kırmızı gövdeli kocaman bir iblis duruyordu.

Vücudunun sadece bel hizasına kadar olan kısmı görünüyordu iblisin, daha aşağısı sisler içindeydi. Kitabın üzerinde bir sağa bir sola salınıyordu. Kolları ve göğsü kaslıydı. Yüzü bir insan suretini andırıyordu fakat çok çirkindi. Geniş bir çenesi, çökük avurtları ve ezik bir burnu vardı. Başında ve vücudunda hiç kıl yoktu. Koçlarınkini andıran iki spiral boynuz kafasının her iki yanından tehlikeli bir biçimde uzanmaktaydı. Burnunda halka şeklinde bir hızma vardı. En ilginç yeriyse gözleriydi şüphesiz. Göz aklarının olması gereken yerler simsiyahtı, göz bebekleri ise ters birer kırmızı üçgenden ibaretti.

“Selam olsun sana Gronhmtazruu.” dedi Füsun, elleriyle bir takım garip hareketler yapıp iblisi selamlarken.

“Efsuncu…” demekle yetindi yaratık. Sesi gür ve homurtuluydu ama kesinlikle tehditkâr değildi. Şeytani bir havadan çok, bilge biri gibi görünüyordu. Sakin ve ölçülü konuşuyor, gözleri zekâyla parıldıyordu. “Beni bu kadar çabuk çağırmanı beklemiyordum doğrusu. Gösterinde ters giden bir şeyler mi oldu?” diye sordu Gronhmtazruu.

“Hayır, aksine muhteşemdi. Seyircilerin yüzündeki şaşkınlık ve ardından gelen hayranlık nidaları görülmeye değerdi.” dedi kadın, cesaret edebildiği kadar sırıtarak.

“Öyleyse?”
“O adam, Fikri Şüphe, yine buradaydı.” dedi sihirbaz, yumruklarını öfkeyle sıkarak. “Beni herkesin ortasında küçük düşürdü. Tıpkı daha önce de her seferinde yaptığı gibi… Bana bu gösteriyi, hem de daha iyisini önceden gördüğünü söyledi, Manyefito isimli İspanyol bir sihirbazın gösterisinde…

“Magnefico…” diye düzeltti iblis. “Evet, kendisi bu kitabın önceki sahiplerinden biriydi.”

“Yani gösteriyi sergilediği doğru?”

“Elbette. Onu ve pek çoğunu…”

“O halde beni kandırdın!” dedi kadın öfkeyle.

“Aldığımın karşılığını verdim.” diye düzeltti iblis. “Benden hiç kimsenin yapamadığı gösteriler için güç istedin, ben de karşılığında ruhunu istedim. Sense bana sadece bir kurban verdin.”

“Senin için bir adam öldürdüm!” diye isyan etti kadın.

“Değersiz bir hademe…” diye yanıtladı Gronhmtazruu. “Dediğim gibi, aldığımın karşılığı bu. Ya elindekiyle yetin ya da daha fazlası için risk al.”

 
Füsun Gözüdoymaz bir şey daha söylemek için ağzını açtı ama sözcüklerin dışarı çıkmasına müsaade etmedi. Şeytanın doğru söylediğini biliyordu ve onu kızdırmaktan da ölesiye korkuyordu. Alt dudaklarını kemirerek birkaç dakika düşündü.

“Tamam.” dedi sonunda. “Kabul ediyorum.”

“Duyamadım.” dedi Gronhmtazruu, eğlenerek.

“Anlaşmayı kabul ediyorum. Kimsenin bilmediği numaralar karşılığında ruhumu sunuyorum.”

“Emin misin? Anlaşma bir kez mühürlendi mi geriye dönüş yoktur, biliyorsun.”

“Eminim. Yeter ki o Fikri Şüphe denen küstaha ağzının payını verebileyim.”

“Öyle olsun.” dedi sırıtan iblis.

“Ama bir şartım var.”

“Neymiş o?”

“Ruhumu ancak bedenimi terk ettiği takdirde alacaksın. Hemen değil.”

“Bu ayarlanabilir.” dedi Gronhmtazruu, yüzündeki sırıtış iyice genişlerken.

“Ve ölümüm senin elinden olmayacak!” diye ekledi kadın çabucak, bu sırıtışın hayra alamet olmadığı telaşı içerisinde.

“Efsuncu, Efsuncu, Efsuncu…” dedi iblis başını iki yana sallayarak. “Sonunu getirenin ben olmayacağını bilmen gerekir. Pençelerimi kanınla ıslatmak isteseydim bunu çoktan yapardım.” diye ekledi ardından, sırıtarak. “O halde anlaştık?”

“Anlaştık.” dedi kadın, tereddütle.

“Güzel…”

 
Gronhmtazruu kitabın üzerinde iyice yükseldi. Kollarını iki yana açıp önce fısıltıyla, sonra boynuzlu başını geriye atıp haykırarak kadim ve uğursuz bir dilde bazı kelimeler söylemeye başladı. O konuşurken odanın içinde sessiz şimşekler çaktı ve sert rüzgârlar esti. Odanın tavanı çatırtılar eşliğinde ikiye bölündü ve üzerlerinde girdap gibi dönen kızıl bir gök göründü. Sülfür kokusu her yanı sardı. İkiye ayrılan tavanın kenarlarında garip yaratıklar olduğunu gördü kadın. Sanki içeri girmek, öte taraftan yaşayanların dünyasına geçmeye çalışıyorlarmış fakat bir kuvvet tarafından alıkonuyorlarmış gibi görünüyorlardı. Büyük ihtimalle iblisin iradesiyle…

Derken kızıl gökyüzünden, çılgınca dönüp duran girdabın içinde parlak bir yıldırım düştü odanın içine. Tam Füsun’un üzerine… Kadın, keskin ışığın temasıyla sarsılarak başını geriye attı. Ağzından, gözlerinden ve kulaklarından kırmızı bir ışık huzmesi yayılırken yavaşça havaya yükseldi.

***

Seyirciler, sihirbazı coşkuyla alkışladı. Bu küçük numara gerçekten de hoşlarına gitmişti anlaşılan. Az sonra şahit olacakları numarayı düşünen Efsuncu’nun yüzünü geniş bir sırıtış kapladı. Seyircilerini saygıyla eğilip selamlarken içindeki coşku ve heyecanı zor zapt ediyordu. Az sonra dünya üzerinde bilinen en büyük büyücü olacaktı. Son gösteriye geçildiğini haber veren coşkulu melodi gösteri salonunun duvarlarında yankılanmaya başladı.

Derken en ön sırada oturan Fikri Şüphe ile göz göze geldi. Gazetecinin yüzünde o her zamanki küçümseyen ifade vardı. Kadın, sahnede yavaşça doğrulurken adama dik dik bakmayı sürdürdü. Gazeteciyse sıkılan biri edasıyla saatine bakıp esnedi. Sihirbaz ona hakir gören bir bakış fırlattı ve son numarasını yapmak için birkaç adım geriye gidip sahnenin ortasına geçti.

Yüzünde kendinden emin bir gülümsemeyle sağ elini ileri uzatıp boş olduğunu gösterdi. Zarif bir bilek hareketi yapmasıyla birlikte avucunun içinde kırmızı bir top belirmesi bir oldu. Topu seyircilerin iyice göreceği şekilde havaya kaldırdı ve onu birkaç kez sahnede sektirdi. İzleyiciler bunun basit bir lastik top olduğundan emin olduktan sonra onu yavaşça havaya fırlattı. Top normal bir cisim gibi yükseldi ama geriye düşmedi. Bir an için havada öylece asılı kaldı, sonra da hızla sağa sola, yukarı aşağı uçmaya başladı. Seyircilerden yükselen şaşkınlık nidaları arasında sihirbaz sırasıyla önce mavi sonra turuncu, yeşil ve mor toplar fırlattı havaya. Her biri çılgınca ileri geri uçuyor, serseri mermiler gibi vızıldıyordu.

Efsuncu, frakının yeninden çıkardığı sihirli değneğini toplara doğru şöyle bir salladı ve minik küreler hızla seyircilerin üzerine uçmaya başladı. Değneğini ikinci bir kez sallamasıyla müzik notaları eşliğinde (do-re-mi-fa-sol…) bin bir parçaya bölündüler ve etraf bir sürü kelebekle doldu. Her bir kelebek içinden çıktığı topun rengindeydi. İzleyiciler bu renk cümbüşünü hayranlıkla izlerken sihirbaz, değneğini bir kez daha savurdu ve kelebekler peri kızlarına dönüştü. Güzel bacaklı, ince vücutlu, şen kahkahalar atan kanatlı perilere… Biri bir kadının omzuna oturdu, bir diğeri bir adamın yanağından makas aldı. Bir diğeriyse çocuklardan birinin yanağına ruj izi bırakan öpücük kondurdu.

Salondan şen kahkahalar ve kibar alkışlar yükseldi. Ama kadının gösterisi henüz bitmemişti. Değneğini bir daha salladı ve periler hızla bir araya toplanıp beş beyaz güvercin oluşturdular. Güvercinler salonda geniş daireler çizerek uçmaya başladı. Bir taraftan da gözle görülür bir biçimde büyüyüp genişliyorlardı. Derken aralarından biri bariz bir şekilde kişnedi ve güvercinler yerlerini kanatlı birer ata, beş beyaz Pegasus’a bıraktı. Seyircilerin üzerinde zarif bir biçimde uçuyor, arada bir kalabalığın üzerinde pike yapıyorlardı. Salondan büyük bir alkış daha koptu. Fakat kadın yine eğilmedi ve ellerinin bir hareketiyle kırmızı bir ışık huzmesinin Pegasusları kaplaması bir oldu. Kanatlı atlar seri bir hareketle birbirlerine doğru uçtular ve kızıl bir ışık patlamasıyla yok oldular. O göz kamaştırıcı ışığın ortasından dehşet verici kükremesiyle devasa bir ejderha fırlayıverdi.

Kadim zamanların gösterişli canavarı salonun içerisinde yavaşça süzülürken seyircilerin bazılarından korku dolu çığlıklar yükseldi. Çoğunluk ise şaşkınlıktan dilini yutmuş bir vaziyette tepelerinde süzülen kayış kanatları ve kızıl pulları izliyordu. Sonra içlerinden biri ayağa kalkıp coşkuyla alkışlamaya başladı. Onu diğerleri izledi. Salon bir alkış ve ıslık tufanıyla adeta yıkılırken kadın nihayet eğilip seyircilerini selamladı. Yüzünde muzafferane bir gülümseme vardı. Dönüp Fikri Şüphe’ye baktı fakat gördüğü şey afallamasına yol açtı.

Adam sırıtıyordu. Hem de gayet zalim bir şekilde. Füsun soran gözlerle ona baktığında adamın gözleri dikkatini çekti. Gözbebekleri kırmızı birer üçgenden ibaretti ve simsiyahtılar. Tıpkı Gronhmtazruu’nun gözleri gibi… Füsun neler olduğunu kavramaya çalışırken bir şey daha dikkatini çekti; ejderha kontrolünden çıkmış bir şekilde üzerine doğru geliyordu. Kadın tüm iradesini toplayarak kanatlı canavarı durdurmaya çalıştı fakat başaramadı. Koca ejderha muazzam bir kükreme ve ışık patlamasıyla üzerine indi. Sahne bir anda rengârenk bir ışık cümbüşüne dönüştü ve sihirbaz ejderhayla birlikte gözden kayboldu. Gösterinin sona erdiğin düşünen seyircilerse öncekinden de kuvvetli bir şekilde alkışlamaya devam ettiler. Koltuğundan kalkan ve salonu terk eden Fikri Şüphe’ye aldırış eden yoktu.

***

Genç gazeteci Engin Çekingen utangaç adımlarla sahne arkası koridorunu adımladı. Bir taraftan sinirli bir şekilde omzunun üzerinden geriye bakıyor ve görevlinin kendisini takip etmediğinden emin olmaya çalışıyordu. Bir taraftan da tedirgin bakışlarla Füsun Gözüdoymaz’ın kapısını arıyordu gözleri. Karşıdan gelen ayak sesleriyle irkildi. Hızla etrafına bakındı ama kaçacak ya da saklanacak bir yer yoktu. Gelenle yüzleşmek zorundaydı. Yüzüne takınabildiği en masum ifadeyi yerleştirip beklemeye başladı. Titreyen elleriniyse ceplerine soktu.

O esnada Fikri Şüphe köşeyi döndü ve genç gazeteciyi karşısında görünce bir anlığına durakladı. Üzerinde her zamanki pardösüsü bulunuyordu ve kolunun altında bir paket vardı. Engin, gelenin güvenlik görevlilerinden biri olmadığına sevinse mi yoksa bu itici herif olduğuna üzülse mi karar veremedi. İki adam bir müddet orada durup birbirlerini süzdü. Sonra Fikri Şüphe dostane bir gülümsemeyle adama yaklaşıp elini uzattı.

“Merhaba genç meslektaşım. Birilerinin hâlâ gerçek gazetecilik ruhunu taşıdığını görmek güzel. Engin’di, değil mi?”

“Şey, evet.” dedi Engin, terden sırılsıklam olmuş eliyle adamla tokalaşarak. “Füsun Hanım basın toplantısına katılmayınca onu merak ettim ve şey… Düşündüm ki…”

“Sahne arkasına gizlice sızıp onunla birebir konuşup konuşamayacağını görmek istedin.” diye tamamladı Fikri Şüphe.

Genç gazeteci sıkkın bir şekilde başıyla onayladı.

“Bunda utanacak bir şey yok evlat.” dedi adam, kendini beğenmiş bir şekilde sırıtarak. “İyi bir gazeteci tüm röportaj fırsatlarını değerlendirmelidir.”

“Aslında ben…”

“Ama iyi bir gazeteci rakiplerini atlatmayı da bilmelidir. Mesela beni…”

“Şey… Onunla görüştünüz mü yani?”

“Elbette. Ben mesleğimin en iyisiyim.”

“Peki ya ben de…”

“Hayır, üzgünüm. Kimseyi görmek istemiyor. Gösteri onu çok yormuş.”

“Anlıyorum.” dedi başını eğen Engin. İtiraf etmese de Füsun’a karşı bazı duygular besliyordu. Onun da benzer şeyler hissettiğin düşünmüştü. Anlaşılan yanılmıştı.

“Üzülme, sen de benim kadar iyi bir gazeteci olduğunda tüm kapılar sana açık olacak. Buna gönül kapıları da dâhil.” dedi Fikri Şüphe, göz kırparak. Nedense dostça bir hareketten çok sinsilik kokan bir jest gibi gelmişti Engin’e. “Söyle bakalım evlat, bunu istiyor musun?”

“Neyi efendim?”

“En iyi olmayı. Pulitzer Ödülü’nü kazanmayı. Benim gibi.”

“Pulitzer mi kazandınız?” dedi delikanlı, şaşkınlıkla.

“Hem de iki kez. Sen de istemez miydin?”

“Evet. Elbette çok isterim.”

 
Fikri Şüphe sırıttı ve etrafını şöyle bir kolaçan etti. Gelen giden olmadığından emin olduktan sonra kolunun altındaki paketi Engin’e uzattı.

“Al bunu. Hepsi burada yazılı.”

“N-Nedir bu?”

“Başarıya giden yolun anahtarı.” dedi Fikri. Sonra delikanlının omzuna dostça vurarak oradan uzaklaştı.

Adamın arkasından bakakalan Engin merakla paketi açtı ve kara kaplı, kalın ciltli, oldukça eski bir kitapla karşılaştı. Üzerinde bir Pulitzer Ödülü resmi vardı.

– SON –

Efsuncunun Sırrı” için 20 Yorum Var

  1. Öyküde ilk dikkat çeken, karakteristik isimler. Bu öyküyü veya bir başka mit klasiğini asırlar sonra bile rastlasam altında adın yazmıyorsa dahi, konular tamamen değiştirilmişse dahi, şıppadanak tanırım!

    Sihirbazlık konusunda çocukluktan gelme bir merakım, bir sevdam vardır… Eminim benim gibi olanları çok cezbedecek bu öykü… Hani öykü için iyi dersem; çok iyinin, çok iyi dersem de mükemmelin hatrı kalacak gibi… O yüzden “über” demeyi tercih edeceğim 🙂

    1. Selamlar alpi.

      İsimler her zaman özen gösterdiğim bir şey olmaya başladı uzun zamandır. Üzerlerinde çok düşünüp, çok kafa patlatıyorum. Hatta bazen kurgunun kendisinden bile fazla… Eğer karakteri iyi yansıtamazlarsa büyük eksiklik hissediyorum. Ama bu kötü bir şey değil sanırım 🙂 Hikayemi beğenmene sevindim.

      Değerli yorumun için çok teşekkürler.

  2. Karaktere göre isim vermeyi daha önce Murat Menteş’in kitaplarında görmüş ve etkilenmiştim. Bu defa da sizde gördüm ve yine etkilendim.
    Üslup sade, tasviler dozunda(ben özellikle şeytan tarifini sevdim), kurguya ise söylenecek tek kelime yok… Kısacası çok güzel. Tebrikler ve böyle bir öykü için teşekkürler.

    1. Çok teşekkür ederim. Bu tarz isimler kullanmak bana büyük bir keyif veriyor. Siz de okurken aynı keyfi alıyorsanız doğru yoldayım demektir. Tekrar teşekkürler…

  3. Ben bu seçkiyi sadece okur olarak ve beğenerek takip ediyorum.Merak ediyorum her konuda böyle konuyla tutarlı ve güzel hikayeleri nasıl yazıyorsun?
    Tebrik ederim çok başarılısın.Seçkiyi okumaya hep senin hikayelerinden başlıyorum.
    Nice hikayelere…

    1. Sağ olun Şamil Bey;

      Aslına bakarsanız bu öykümün temayla çok da tutarlı olduğunu düşünmüyordum ama siz öyle gördüyseniz buna da itiraz etmem doğrusu 🙂 Hikayeleri nasıl yazdığıma gelince… Geniş bir hayal gücü ve küçücük, bir tutam yetenek diyelim. Tek yaptığım şey tema için verilen kelimeye odaklanarak hayal dünyamın kapılarını ardına kadar açmak ve içlerinden en beğendiğimi dilim döndüğünce kaleme aktarmak.

      Nice yorumlara…

  4. Tek kelimeyle harikaydı. Sürükleyici, akıcı, merak uyandırıcı… Okurken çok keyif aldım. Önceki yorumlarda da denildiği gibi karakterler ve isimlerin uyumu çok hoştu. Günümüz Türk yazarlarını pek okumadığım için bunu ilk kez sizde gördüm. Gelecek ayki öykünüzü sabırsızlıkla bekliyorum. 🙂

    1. Teşekkürler sevgili Chiyo, keyif almanıza çok sevindim gerçekten. Okuduğunuz ve yorumladığınız için çok sağ olun.

  5. İsimlerin karakterlere fevkalade uygun düştüğünü belirtmeme gerek yok gerçi; ama iblise Fikri Şüphe adını vermeniz beni gerçekten düşündürttü. “Acaba,” dedim “İnsanın her yaptığından şüphe duymasının ne kadar tüketici olduğuna mı dokunduruyor yoksa doğrudan şüphe etmeyi mi hedef belirlemiş?” İlki daha muhtemel görünüyor; ama ikincisi de aklıma gelmedi değil. Bu soruları sorabildiysem diyorum ki, bu öykü gerçekten muhteşem olmuş bana göre. Bu arada her seçkide isminizi görmek süper… Kolay gelsin…

    1. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.

      Aslına bakarsanız -Şüphe- kelimesinin iki farklı anlamıydı benim kullanmak istediğim. Gazeteci için “her şeyden şüphe eden, hiçbir şeye güvenmeyen” manası, iblis olarak ise “şüphe uyandıran, şüpheli”… Gazetecide bu kelimeyi -Fikri- ismiyle güçlendirip “aklı fikri hep şüphede” manası vermeyi amaçlamıştım.

      Sizi de her seçkide hem katılımcı olarak hem de her hikayeyi okuyup, yorumlayan bir okur olarak görmek çok güzel.

      Her şey için teşekkürler.

  6. Selamlar İhsan abi,

    Zamanı yaklaşık on dakika ileri saran, sürükleyici bir hikâyeydi bu. İlüzyonist olayı bana daima fantastik gelmiştir, özellikle bu tarz gösterilerde sırrı görmek değil; kandırılmak isteyenlerdenimdir. O açıdan öykü bana biraz daha yakın geldi. Belki tahmin edilebilir bir son ve bazı klişe noktalar vardı; fakat insan güzel vakit geçirdikten sonra bunların ne önemi var, değil mi? 🙂

    Karakter/isim uyumuna değinmeyeceğim, biliyorsun zaten. Böyle devam abi. Vallahi nasıl seviniyorum şurada Mike’ı değil de Füsun’u okuduğumuza. Herkese örnek olur umarım ki.

    Kalemine sağlık, yine başarılıydı.

    1. Okuduğun için teşekkür ederim sevgili Onur. Umarım dediğin gibi güzel vakit geçirtmiştir öyküm sana. Türkçe isimler konusunda ise sana teşekkür borçluyum. Denizyelesi ve Aruzöpücüğü isimlerini ne kadar beğendiğimi ve kullanılan isimlerin bizden olmasının ne kadar güzel olduğunu senin sayende fark ettim çünkü. Umarım ben de en kısa zamandan senin öykünü okuyabilirim. Sevgiler…

  7. Hikayelerde bizden karakterler kullanmayı ve okumayı ben de çok seviyorum. 🙂

    Ruhunu şeytana satma konusu da defalarca yazılmış olmasına rağmen popülaritesini yitirmeyen bir konu. Genel olarak hikayeyi oldukça beğendim. İblisin tasviri, Füsun’un tasviri ve illüzyonları (büyüleri mi demeliydim yoksa?) gayet başarılı. Sanki bir film izliyormuş gibi kafamda canlandı sahneler.

    Sonuç olarak, tebrikler. Her zamanki gibi güzel bir hikaye.

    1. Çok teşekkür ederim. Evet, konu biraz klişe kalıyor haklısınız. Aslında her şey rüyamda bana “Standart aynaları mı kullanıyorsunuz?” diye soran ve sinirli adımlarla soyunma odama gitmeme sebep olan gazetecinin suçu 🙂 Uyandığımda güzel bir fikir olarak bir kenara not ettim, kağıda dökülmesi de bu seçkiye nasip oldu. Okuduğunuz için teşekkürler…

  8. Uzun bir aradan sonra yeniden merhabalar.

    Öncelikle kısa bir itirafla başlamak istiyorum: bu, şu ana kadar senden okuduğum en iyi öyküydü. Neden mi? Sihirbaz teması kesinlikle beklediğim bir konu değildi, hele ki “melodi” olarak seçilmiş bir temada. Bana çok sıradışı geldi. Dahası, tasvirler kısa, sade ama gayet yerindeydi. Her bir tasvir okuyucuyu yormayan ve kesinlikle gözünün önünde canlandıran cinstendi. Şunu söylemeliyim ki, hepsi rahatlıkla gözümde canlandı. Hikayeyi okumanın yanı sıra gördüm de.

    Ayrıca, Fikri Şüphe ve kimliği konusu gayet şaşırtıcıydı. İyi düşünülmüş ve güzel bir fikirdi. Sana çoğnulukla “öyle olacağını tahmin etmiştim ben.” diyip uyuzluk yapmama rağmen bu defa tahmin edemedim!

    Efendim, demek ki neymiş? Dark Fantasy size yakışıyormuş. Daha “dark”larını okumak istiyorum ben. Her zamanki eğlenceli yazılarını bırakıp farklı bir tarz denemeni ayakta alkışlıyorum ve görülüyor ki bunun da altından kalkmışsın.

    Şimdi gelelim “eleştiriye”. Hayır hayır, herkes gibi iyileri söyleyip gitmeyeceğim. Aksine biraz “pislik” yapasım var u_u.
    Şu her hikayende geçen “dostum” sözüne alışamıyorum ben. Gözüme batıyor ve Amerikanvari geliyor. Diyaloglarda bunu görmesem hikaye benim için su olup akacak, ancak görünce oradan bir tekleme yaşıyorum. Kusursuz Plan adlı öykünde başka bir kelime için benzer yorumu yapmıştım, hatırlarsın belki.
    Bir diğer eleştirimse hikaye böyle hoş, etkileyici ve karanlıkken bunu aydınlığa çıkardığın noktalara olacak. Engin Çekingen’in sevimli tavırları o kadar sevimli olmasaydı, işte o zaman daha bir güzel vururdu bizi diye düşünüyorum. Sen yine kendi eğlenceli kişiliğinle bu hikayeye ışık tutmuşsun ama, bence, loş ışık altında daha çekici duruyordu (ehehehe).

    Eleştirilerim ve övgülerim bunlardır. Bu tarz yazılarını daha fazla görmek, daha çok şaşırmak istiyorum. Ne diyeyim, gayet sağlamdı. Ellerine sağlık!

    1. Bu herhalde bugüne kadar aldığım en uzun (ve çekici) yorumdu 🙂 Öncelikle bunun için sana kocaman bir teşekkürler sevgili Fırtınakıran.

      Sonunda seni bir konuda şaşırtabildiğime de ayrıca sevindim. Konu bana biraz klasik ve tahmin edilebilir geliyordu oysa. Öyle olmadığını bilmek beni de şaşırttı. Hep aynı tarzda yazmamak, farklı şeyler denemek benim de işime geliyor açıkçası. Her ne kadar sürekli aklım işin içine biraz muziplik katmak için çalışsa da ara sıra “Ormanın Sonundaki Ev” ve “Kemiktepe’de Bir Gece” gibi hikayeler yazmayı seviyorum.

      “Dostum” ve “lanet olsun” kelimeleri çok dikkat çekiyor anlaşılan. Çünkü genele baktığımda herkes bu ikisinden şikayetçi. İşin garip tarafı ben bu ikisini çok kullanırım. O yüzden gözüme fazla batmıyorlar. “Kardeşim” ve bilimum argo kelimeden daha iyi duruyorlar bence. Yine de dikkat etmeye çalışacağım.

      Sadece “güzel olmuş” demekle yetinmediğin ve arada pislik yaptığın için teşekkürler 🙂

  9. Başladığınızda kendinizi kaptırdığınız ve yazarın anlattığı atmosfere tam adapte olabildiğiniz öykülere bayılırım. Bunun da küçük bir ayrıntı ile daha da sağlamlaştırılabildiğini biliyorum ve bu hikayede de bu ayrıntı yani yerinde betimlemeler kullanılmış. Kadının saç rengi ve göz rengi söylenmiş kıyafetinin üzerindeki motifler söylenmiş ama rengi söylenmemiş kadının boyu açıklanmamış. İşte bir hayal iskeleti oluşturacak kadar yerinde betimleme kullanıp geri kalanı okuyucunun hayal gücüne bırakmak da el ayarı çok iyi olan bir ahçı olmaya benzer. Sen bunun altından çok iyi kalkmışsın bu hikayede. Eminim ki okuyan herkesin aklında farklı bir sahne canlanmıştır fakat yine de herkes aynı şeyi okuyor. İşte asıl sihir bu. İblislere ve anlaşmalara gerek yok 🙂

    Kalemine sağlık. Keyifle okudum (Geç de olsa)

    1. Teşekkürler sevgili dostum. Geç olsun da güç olmasın derler ya, böylesine güzel bir yorumun da zamanına bakılmaz. Betimlemelerde senin kadar iyi olmasam da fazla aşırıya kaçmamaya özen göstererek elimden geleni yapmaya gayret ediyorum. Kısa hikayelerde genellikle okuyucuyu bağlayan, merak içinde bırakan bir giriş tercih ediyorum. Sonuna kadar gidebilmeli böylece… Zaten internet, dikkat dağılması için acayip müsait bir ortam. Bir de biz tuz biber ekmeyelim 🙂 Değerli yorumun için tekrar tekrar teşekkür ederim.

  10. Okuyalı bir-iki hafta olmasına karşın, hiç yorum yapacak zamanım olmadı; üzgünüm.. Tabi bu, yorum yapmaktan birazcık -sadece birazcık- nefret etmemle de ilgili olabilir; kusuruma bakmayınız.. 🙂
    Sanırım bu kadar ‘profesyonel’ yorumdan sonra benim bir şey söylememe gerek kalmıyor,
    ama yine de her öykünüzde olduğu gibi harika bir konu bulduğunuzu itiraf etmeliyim ::)
    İyi seçkiler, gelecek ay ‘kapı’yla buluşmak üzere….

    1. Teşekkürler sevgili Defne. Yorum yapmayı sevmeyen bir milletiz biz ama yorum çok önemli aslında. Kendi yazılarına gelen yorumları görünce neler hissettiğini düşünürsen ne demek istediğimi daha iyi anlarsın. Ayrıca sadece kendimizi geliştirmek için değil, başkalarına fikir alma konusunda yardımcı olmak açısından da önemlidir yorum. Nefret etmene rağmen yine de yorum yapmana sevindim 🙂 Kapı… Evet, kapı… Hala bitiremedim. Bakalım, kısmet…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *