Çantalar çok ağırdı, bilmem ki ailem ne ile dolduruyor. Sanki taşınıyoruz, altı üstü tatile gidiyoruz. Tatile gitmeyi pek de sevmem çünkü çoğu tatil sıkıcı geçiyordu, evde oturarak. Bu sefer ki tatilimizde nereye gideceğimizi bilmiyordum, sorma gereksinimi duymamıştım. Havaalanına geldiğimizde bineceğimiz uçağı bulup eşyaları yerleştirdik. Uçağa biner binmez uyumayı düşünüyordum ancak bu mümkün olmadı, Emily uyutmadı. O benim kız kardeşim. Yolculuk daha sıkıcı geçemezdi.
Geldiğimiz yer ufak bir şehirdi, ağaçlar ve yeşillikler ile dolu ufak bir şehir. Araba büyük bir villanın önünde yavaşladı. Büyük bir bahçesi olan büyük bir villa, tatilin sıkıcı geçmesi hakkında bir şeyler söylemiştim ya unutun onları tatil çok ilginç geçecek!
Arabadan hızla indim, heyecanlanmıştım ancak arabanın durmadığını fark etmemiştim. Ne yazık ki kötü bir düşüş olmuştu burnumdan akan ılık kanı hissedebiliyordum!
“Sakar şey ne olacak, kafasını gözünü yarıp tatilimizi bozacak.”
“Emily”
Eve girdik, içerideki eşyalar eski zamandan kalmış olmalıydı ancak eve yakışmıştı. Evin hizmetçisi bize evi tanıtmaya başladı ve bu yarım saatimi aldı. Ardından yemek yedik. Hizmetçi evi tanıtmıştı ancak odaları pek incelemeye vaktim olmamıştı. Emily peşimden geliyordu. İlk misafir odasını incelemeye koyulduk. Duvarlarda simetrik şekiller vardı. Aslında tek simetrik olan şey duvardaki şekiller değildi. Evin kapısı, pencereleri… Dolapların içi büyüktü içlerine bir insan dahi sığabilirdi. Odaların hepsini gezmiştim saat geç olmuştu. Yatmak için sabırsızlanıyordum yorucu bir gündü.
“Jason nereye?”
“Odama gidiyorum, uyumaya.”
“Bodrum Katını gezmedik”
Yarın gezeriz dememe vakit bırakmadan kolumdan tutup merdivene kadar çekti. Merdivenler uzun ve karanlıktı zaten aşağıdan da başka bir şey beklemiyordum, karanlık ve soğuk. Yanımda her zaman bir el feneri taşırdım ve yine yanımdaydı. Burayı pek sevmemiştim öncelikle soğuktu yukarıdaki gibi bakımlı olduğu da söylenemezdi. Duvardaki boyalar dökülüyordu.
“Jason feneri biraz bana verebilir misin? Burada bir şey var bir, bir kapı sanırım.”
Feneri verdim ve birlikte kapıya yöneldik. Değişikti burada eski olmayan tek şey bu kapı olmalıydı, şık tek şey. Bu kapıda bu kattaki her şey gibi kullanılmıyordu sanırım, üzerinde çok toz vardı. Kapı açıktı, içeriden loş bir ışık dışarıya süzülüyordu. İçeriye adım attım, Emily de peşimdeydi. Etrafa bakındığımda odanın bomboş olduğunu fark ettim. Her kenarda ikişer kapı vardı. Kapılar birbirleri ile aynıydı ve tüm kapılar kapalıydı, nereden geldiğimizi bulamıyordum. İlerleyip bir kapı açtım, Emily peşimde dolaşıyordu. İçeride önceki odadan farklı olan tek şey bir kapı bulunmasıydı. Kapı kilitliydi, kapı kolunda henüz kurumamış mürekkebin kalıntıları vardı. Sonradan mürekkebin elime sürüldüğünü fark ettim. Elimde “Sonsuzluğa olan yolculuğunuz başlamıştır! ” yazıyordu. Bunun ne anlama geldiğini düşünürken aniden düşmeye başladım, anlamıştım! Yere çarptığımda canım fena halde acımıştı, sanırım kolum kırılmıştı. Gözlerimden süzülen yaşlar yere dökülüp “şıp şıp” sesler çıkartıyordu.
“Jason iyi misin? Jason, Jason!”
“Panik yapma buradayım ama sanırım kolum kırıldı!”
“Ne yapacağız şimdi?”
“Altımızda su birikintisi var, tatlı su yağmur olma ihtimali var. Suyu takip edelim.”
“Tatlı su mu? Nasıl emin konuşabiliyorsun?”
“Oda benim sırrım olsun.”
Sudan bir iki yudum içmiştim, biliyorum iğrenebilirsiniz ama çok susamıştım. Suyu takip etmeye başladık. Saçıma hızlı bir biçimde damlalar akıyordu tahminim doğru çıkmıştı. Fenerimi çıkartıp deliğe vurarak genişletmeye başladım, üstüme bir toprak yığını döküldü. Delik yeterince büyümüştü.
“Emily gel deliği buldum.”
Emily benden zayıf olduğundan önce onu iterek çıkardım ardından kendim çıktım.
“Çıktık, sonunda geri döndük.”
“O kadar emin olma küçük bayan.”
Arkama baktığımda bizim yaşlarımızda güzel bir bayan arkamızda duruyordu.
“Siz kimsiniz?”
“Ve neden bu kadar güzelsiniz?”
Emily bir dirsek attı, bağırmaya başladım o kolum zaten kırılmıştı yâda ben öyle zannediyordum.
“Ben Alexia, bende sizin gibi burada kaldım. Peki ya sizin adınız? ”
“Benim adım Emily kardeşiminki ise Jason.”
“Çok konuşmayın ne yapıcağız şimdi?”
“ Kilitli bir kapı var ama yardımcı olur mu bilmem.”
“Anahtarının yerini biliyor musun?”
“Evet, biliyorum. Anahtar saldırgan hayvanlarla dolu bir mağaranın içindeki ejderhanın yuvasında korunuyor.”
Harika üç kişi bilmediğimiz bir yerdeyiz, çıkışın anahtarı da vahşi hayvanlar ile dolu bir mağaranın içindeki ejderhanın yuvasında.
“Kalacak bir yer var mı?”
“Takip edin sizi ejderhanın yuvasını görebileceğimiz bir yere götüreceğim ardından kaldığım mağaraya gideriz.”
Bir tepeye çıktıktan sonra yarım saat boyunca durmaksızın yürüdük, çok yorulmuştum.
“Geldik Aşağıya bakın.”
Aşağıda devasa boyutta bir ejderha büyük bir mağaranın etrafında uçuyordu. Ellerim titriyordu, korkuyordum.
“Gelin oturduğum mağaraya gidelim.”
Buradan iyi olduğuna emindim.10-15 dakika yürüdükten sonra küçük bir mağaraya geldik. Mağarada Alexia elimize birkaç yiyecek verdi. Hiç düşünmeden ağzıma attım.
“Hey beni ilk gördüğünde neden bağırdın?”
“Emily kırılan koluma dirsek attı.”
“Getir bir bakıyım.”
Alexia kolumun acısını geçirmişti artık sadece oynarsa acıyordu onu da kolumu bir bez ile boynuma bağlayıp halletti.
“Kırık ile ilgili nasıl bu kadar bilgi sahibisin?”
“Benim babam bir doktordu.”
“Doktordu?”
“Babamı ve annemi trafik kazasında kaybettim! Elimde onlardan kalan tek şey bu kolye oldu.”
“Çok özür dilerim yani…”
“Önemli değil alıştım. Neyse hadi şimdi birbirimize geçmişi anlatırsak geleceğimiz kalmayacak.”
“Nasıl yani?”
“Ejderha geceleri yiyecek bulmaya gider, o sırada anahtarı alabilirsek alırız yoksa burada mahsur kalırız. Yakında yavruları doğacak ve onlarda bizi öldürmek için yeterli güce sahip!”
Hepimiz aynı anda karar verip ayağa kalktık. Koşarak ejderhanın yuvasına geldik. İçerisi çok karanlık ve soğuktu ve fenerimi hatırlarsanız parçalamıştım. Mağarada ilerlemeye başladık. Karşımda parlak dört nokta gördüm. Acaba ışık mı derken kendilerini tanıttılar, iki kurt üstümüze atladı. Biz kurtlar bizi ısırmasın diye uğraşırken Alexia bir tahta şiş ile kurtları deşmişti. Emily ve ben şaşkınlıktan ağzımız açık bekliyorduk.
“Ne bakıyorsunuz? Sizde bir yıl bu lanet yerde kalsaydınız yemek bulmak için kendinizi geliştirirdiniz.”
Biz bir şey diyemeden yürümeye devam etti. Karşımıza iki yol açıldı, Alexia hiç düşünmeden sağ yola döndü. Sanki yol tamamen ezberindeydi. İlerlemeye devam ettik. Alexia bir anda dönünce onu gözümden kaçırdım, içeriden tıslamalar geliyordu. Yetiştiğimizde ayağının dibindeki bir düzine yılan ile bizi bekliyordu. Garip olan şey yılanların ölmüş olmasıydı. Nasıl yani tek başına bir düzine yılanı öldürebilmiş miydi?
“Ne oldu burada?”
“Soru soracak zaman değil.”
Doğru söylüyordu, etrafımızda bir sürü vahşi hayvan varken burada durmak pekte mantıklı değildi. Karşımıza büyük bir taş çıktı. Taşı iterek açtık, içeride bir anahtar vardı. Güneş ışıkları anahtarı aydınlatıyordu ve bu anahtara çok güzel bir renk veriyordu. Anahtarı koşup aldım, çok kolay olmuştu. Ancak anahtarın altındaki kaya delikti ve deliğin altında yumurtalar vardı. Delik açıldığı için güneş ışınları içerideki yumurtaları aydınlattı ve ısıttı bu ısı yumurtaların kırılmasına neden olmuştu. Küçük ejderler peşimizdeyken hemen taşı kapattık. Kimse zarar görmemişti anahtar da elimizdeydi. Hemen mağaranın çıkışına koştuk. Bir şey atlamıştık gün doğmuştu ve anne ejder yakında gelecekti.
“Jason anahtarı ver.”
Anahtarı Alexia’ya attım. Alexia yavaşlamıştı, geriye döndü.
“Siz ilerleyin kolyem düşmüş.”
“Hey boş ver kolyeyi kaçmalıyız.”
Beni dinlemeyeceğini biliyordum onun için kolye çok değerliydi. Hemen geri döndüm, Emily de peşimden döndü. Koşmaya başladık fazla vakit yoktu. Sola dönüp koşmaya devam ettim. Emily ile aynı hizada yürüyorduk ve bu işe yaradı. Ayağımızın altındaki taşlar oynamaya başladı. Tahterevalli gibi sallanıyorduk, altımızdaki kayalar sanki bir teraziydi. Dengeyi sağlamıştık ancak birimiz hareket etsek ya ikimizde ya da birimiz ölecektik.
“Alexia, Alexia!”
Alexia belki yardım edebilirdi. Dışarıdan sesler geliyordu, ejderha dönmüştü. Bağırmayı kestik ejder duyarsa gelirdi ki bağırmasak bile geleceği kesindi. Alexia yolda gözüktü ancak arkasında yavru ejderhalar ve büyük ejder vardı.
“Kaçın!”
“Yapamayız kaldık.”
Beni dinlememişti ve oynayan kayaya adımını attı. Emily ve ben atlamıştım Alexia o kadar atik davranamadı. Alexia’nın elinden tutmuştum. Çekmeye başladım ancak ejderhalar geliyordu. Alexia’yı kurtardım ve koşmaya başladık. Ejderhalar peşimizdeydi çukur onlara göre çok küçüktü. Hemen mağaradan dışarı çıktık.
“Jason anahtarı al bir planım var siz koşun ben geleceğim.”
“Peki.”
Onunla tartışamazdım duramazdık ve zeki bir kızdı kendini koruyabilirdi. Anahtarı alıp koşmaya devam ettim Alexia kapının yolunu tarif etmişti. Zaten çok yakındı kapı gözüküyordu. Kapıya vardık ve arkamıza baktık Alexia ejderhaları farklı yöne çekiyordu bu arada Emily kapıyı açmıştı. Ejderhalardan biri değişik bir ses çıkardı onlara tekrar baktığımda Alexia’yı parçalıyorlardı.
“Hayır! Alexia HAYIR!”
“Jason, hey Jason”
“Ne var Emily görmedin mi? Alexia’yı, ejderhalar yedi.”
“Ne diyorsun sen ya? Saat 4.00 oldu sana bile bu kadar uyku fazla.”
Demek rüyaydı her şey. Uyanmıştım gerçek dünya ve güneş parlıyordu karşımda.
Ben bu tür hikayeleri pek sevmiyorum; ama yine de ellerinize sağlık.