Öykü

Ejderha Katili Helmut

Helmut ve İsabela, çocukların ön koltuğa oturmamasıyla ilgili kuralı Erika öldüğünden beri itinayla pas geçiyordu. Böylece, adam hem cipi kullanıp hem de yanındaki kızıyla muhabbet edebiliyordu. “Yasin Amcanla tanıştığımızda senin kadardım,” dedi. “En yakın arkadaşım. Benden iki yaş küçük. O zaman tıfıl bir şeydi. Şimdi yabancılar lejyonunda. Hayvan gibi vücut yapmış, Herkül’e dönmüş.”

“Sen ejderhayı öldürdüğünde o da yanında mıydı baba?” diye sordu küçük kız.

“Tabii… Zaten ona o günden sonra Gölgesiz denmeye başladı. Nasıl becerdiyse tek başına yaratığın inine girip onu dışarı çıkardığı için. Girene kadar canavar onun gölgesini bile fark etmemiş olmalı… Bir de İvar vardı yanımızda. İvar Sinsikılıç. Onun kurnazlığı olmasa ejderhanın zayıf noktasını yakalayamazdım.”

“Bir de sen vardın. Helmut Ejderkatili…”

Adam güldü. “Ejderkatili… O lakap üniversitede o kadar çok işime yaradı ki… Kızlar peşimden koşuyordu. Özellikle de annen.” Helmut, düşüncesizce bir laf ettiğini düşünüp sustu. Erika öleli birkaç ay olmuştu ve İsabela onu hatırlayınca kötü hissedebiliyordu. Ama çocuk o an iyi olduğunu gösterircesine gülümsedi.

“Ama ejderhayı bunun için öldürmemiştin, değil mi? Köyüne zarar verdiği için yaptın.”

“Aslında ikisi de tavşanım. Çocukken büyük şeyler yapma hayali kurardık. Hatırlıyorum da sürekli sokaktaydık. Şimdiki gibi değildi o zamanlar. Köyde herkes birbirini tanır, güvende olduğumuzu bilirlerdi. Geceleri merada uzanır, kutup ışıklarını seyrederdik. Popomuz donardı ama o kadar güzeldi ki… Sen de bayılacaksın. Aslında seni köye daha önce götürmediğime pişmanım. Çok kuzeyde, çok soğuk ama o kadar güzel bir yer ki… O buzulların falan hayatında gördüğün hiçbir şeye benzemediğine eminim. Köye ejderha musallat olduğunda biz tam ergenlik çağlarımızdaydık. Yıllar boyunca çimenlerde yatıp gökyüzünü seyrederken konuştuğumuz planları hayata geçirme zamanı gelmişti. Artık o maceraya çıkacak, muvaffak olacak, kahramanlar olarak nam salacaktık. Canavar, hayvanlarımızı avlıyor, hatta bazen insanlara zarar veriyordu. Bu yüzden ondan kurtulmak şarttı. Ama biz bu işi yapmaya dünden razıydık zaten, elimize böyle bir fırsat geçsin diye bekliyorduk.”

“Peki maceraya çıkmanıza babannem ne dedi? Eminim çok endişelenmiştir.”

“Endişelenmiş tabii. Öncesinde ona haber vermedik. Aslında biz ejderhanın kellesiyle dönene kadar köyde kimsenin haberi yoktu. Gerçi nereye gittiğimizi tahmin ettiklerini söylediler.”

İsabela şaşırmıştı. “Hiç kimseye mi söylemediniz?”

“Yasin’in ablası Leyla’nın haberi vardı bir tek.”

“Yasin Amca mı söylemiş ona?”

“Hayır, ben söyledim.”

“Neden?”

Helmut şöyle bir düşündü. “Bilmem… İyi kızdır Leyla. Benimle aynı yaşta ama sürekli bizim çocuk kaldığımızdan, asla büyümediğimizden yakınırdı. Sanırım haklıydı da… Ejderha avına da şiddetle karşı çıktı. Yine de kimseye bir şey söylemedi.” O sırada dağların arasındaki geçitten çıktılar ve deniz kıyısında kurulmuş küçük bir köyün inanılmaz manzarası önlerinde belirdi. “İşte…” dedi neşeyle. “Memleketimizle tanış İsabela.”

On dakika sonra cipi park etmiş, valizlerini indiriyorlardı. Helmut, birinin “Ejderkatili!” diye seslendiğini duyunca neşeyle arkasını döndü. Arkadaşının sesini tanımasaydı bile uzaktan gördüğü esmer kas yığınını, kar beyazı insanlarla dolu bu köyde başkasıyla karıştıramazdı. “Gölgesiz!” diye haykırıp koştu, sıkı sıkı sarıldılar.

“Özlettin kardeşim,” dedi Yasin. “Nort’taki tatilden beri görüşemedik.”

“Hiç hatırlatma. Bütün paramı kumarhanelere kaptırmıştım. Erika kafayı yemişti.”

“Orada yediğin üç beş kron senin gibi kirli çıkıyı etkilediyse ben de hiçbir şey bilmiyorum.” Birlikte güldüler. “Kardeşim… Telefonda konuştuk ama… O süreçte yanında olamadığım için özür dilerim, Erika’nın cenazesine gelemediğim için… Biliyorsun, görevdeydim.”

“Biliyorum Gölgesiz. Merak etme, düşünmen bile yeterli benim için. Kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. Fark ettiğimizde kanser çoktan bütün vücudunu sarmıştı.”

Yasin, utangaç bir şekilde babasının arkasına saklanmış İsabela’yı fark edince konuyu kapatmaları gerektiğini anladı. “Fındığım da buradaymış,” dedi gülerek. Kızın başını okşadı. “Hatırlıyor musun beni? Son görüştüğümüzde sen çok küçüktün.”

“Biraz hatırlıyorum Yasin Amca.”

Helmut etrafına bakınıyor, gördüğü her küçük detay onu mutlu ediyordu. “Asıl burayı çok özlemişim ha…” dedi. “İyi ki akıl ettin köyde buluşmayı.”

Yasin duraksadı. “Akıl mı ettim? İyi de fikir senden çıkmadı mı?”

“Yoo… Sen sınır ötesi karargahından mektup gönderdin ya.”

“Asıl sen bana, karargaha mektup göndermedin mi?”

“İkinize de ben mektup gönderdim,” dedi biri.

O tarafa döndüklerinde, konuşanın az öteye park etmiş bir motorcu olduğunu gördüler. Adam kaskını çıkardı ve yakından tanıdıkları bir suratla karşılaştılar. “İvar!” diye inlediler aynı anda.

“Sinsikılıç mı?” diye sordu İsabela.

İvar kahkaha etti. “Ta kendisi küçük hanım.”

“Yıllardır haber alamıyorduk,” dedi Helmut. “Neredeydin?”

“Bu epey uzun bir hikaye. Anlatacağım ama eminim Leyla çok lezzetli yemekler hazırlamış bizi bekliyordur.”

Helmut kalakaldı. Bu seyahati planlarken Leyla’yı göreceğini düşünmemişti ve şaşkın ifadesine bakılırsa kadın onun için arkadaşının ablasından daha fazlasıydı. “O burada mı?”

“Evet, boşandıktan sonra köye yerleşti. Birkaç sene oluyor. Ayrıca sizi akşam yemeğine davet etti ama sen bunu nereden biliyorsun İvar?”

“Benim işim, bir şeyleri bilmek.”

* * *

“İvar’la buluşacağınızdan haberim yoktu,” dedi Leyla, borş çorbasını servis ederken. “Büyük sürpriz oldu.”

“Bir de bize sor,” dedi Helmut.

İsabela, “Köyünüz çok güzelmiş,” diye araya girdi. “Sen burada yaşamayı şehirden daha mı çok seviyorsun Leyla Teyze?”

Kadın gülümsedi. “Evet kuzucum. Ayrıca buranın bende çok özel bir yeri var. Belki baban bahsetmiştir, biz başka bir ülkede doğduk. Orada savaş çıktığı için kaçmak zorunda kaldık. Yasin çok küçüktü ama ben hayal meyal hatırlıyorum. Bu ülkenin dilini bile bilmiyorduk. Annemler iş bulamadılar, kalacak yerimiz yoktu. Yabancı olduğumuz için kimse bize yardım etmek istemiyordu. Son bir umutla gidebildiğimiz kadar kuzeye gidip burayı keşfettik. Köylüler bize sahip çıktılar, kalacak yer verdiler. Babama çalışmaya başladı…”

“İsabela köye ilk kez geliyor ama buranın ne kadar güzel olduğunu hep anlatıyorum,” dedi Helmut. “Değil mi tavşanım?”

“Hı hı,” dedi küçük kız. “Gerçekten çok güzelmiş.”

Yasin araya girdi. “Muhabbetinizi bölmek istemem arkadaşlar ama artık öldüğünden şüphelenmeye başladığımız arkadaşımız bir anda ortaya çıktı. Belki bu konuda birkaç şey söylemek ister.”

“Aslında benim keyfim epey yerinde,” dedi İvar. “Epeydir böyle bir aile sofrasının hasretini çekiyordum.” Çorbasından bir kaşık aldı. “Gerçekten eline sağlık Leylacım, içtiğim en iyi borş.” Kadın, iltifat için teşekkür etti.

“Yasin haklı,” dedi Helmut. “Bize bir açıklama borçlusun.”

İvar omuz silkti. “Öyle olsun. Kısaca özetlemek gerekirse, kardeşlerimi çok özledim ve bir araya gelebilmemiz için küçük bir oyun oynadım. Ejder avına çıktığımız gece ne yaptığımızı hatırlıyorsunuz değil mi, avuç içlerimizi kestik. Damarlarımızda birbirimizin kanı akıyor.”

Gülümsemelerinden, diğer iki adamın bunu daha dün gibi hatırladığı belliydi. Yine de Helmut, “Açıklaman bu mu?” dedi. “Normal bir şekilde çağırsaydın da gelirdik. Hem onca yıldır neredeydin? Neden karşımıza çıkmadın? Madem bizi özledin, niye kendin davet etmedin?”

“Belli ki epey uzun hikayeyi gerçekten duymak istiyorsun. Bence Gölgesiz bu konuda isabetli bir tahminde bulunabilir. Sonuçta ikimiz de devlet kültürüyle eğitim aldık.”

Yasin’in kafasında bir ışık yandı. “Gizli servis,” dedi doğrudan.

“Bingo! Tam on ikiden vurdun, asker.”

“İnanamıyorum,” dedi Helmut. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. “Düşününce çok mantıklı geliyor. Tüm bu gizliliğin sebebi bu. İvar Sinsikılıç, casus olmuş. Tam senin kurnazlığına yakışacak bir meslek.”

Gerçek bir casusla aynı masada borş içtiğine inanamayan İsabela, büyülenmiş gibi adama bakıyordu. “Çok heyecanlı olmalı,” dedi.

“Emin ol hayal ettiğin kadar heyecanlı değil canım,” diye cevap verdi İvar. “Genelde onun bununla vıdı vıdı etmekten ibaret ama şu ara elimde gerçekten aksiyonlu bir iş var.”

Leyla, ortaya çıkan bu şaşırtıcı gerçekten memnun olmuşa benzemiyordu. Hafifçe kaşlarını çattı. “Aksiyon demek… Umarım tehlikeli değildir.”

İvar rahat görünüyordu. “Amatörsen tehlikeli olabilir. On altı yaşında ejderha kesmişsen sadece hayatına biraz hareket katar. Fafnir diye bir büyücü var. Tanrılarla konuştuğunu söylüyor. Müritleri günden güne artıyor. Devletin her kademesine sızmaya çalışıyorlar. Ulusal güvenlik söz konusu. Bir darbeyle hükümeti ele geçirip kendini kral ilan etmek istediğini düşünüyoruz.”

“Kötü…” diye mırıldandı Helmut. “Bu ülkeyi en son bin yıl önce bir büyücü kral yönetti ve sonuç kuzeydeki hiçbir halk için iyi olmadı.”

“Darbe yapmak için bir orduya ihtiyacı var,” dedi Yasin. “O kadar çok takipçisi olamaz.”

“İşte o yüzden orduya eş değer bir silah yaratmaya çalışıyor.”

“Neymiş o?”

“Bir ejderha diriltecek.”

“Ejderhalar güçlüdür ama orduyla boy ölçüşemez,” dedi Helmut.

“Halihazırda ölü olduğu için öldürülemeyen, iradesi tamamıyla Fafnir’in elinde olan bir ejderha karşısına ne çıkarsa yakıp geçer. Büyücünün amacına ulaşamadan durdurulması gerekiyor.”

“Bir dakika,” diye araya girdi Leyla sinirle. Masada iki adam ve bir çocuk, heyecanla İvar’ı dinliyordu. “Ben konuşmanın gittiği yeri hiç beğenmedim. Bunlar gizli bilgi değil mi? Neden anlatıyorsun?”

“Bu masadaki kimseden saklayacağım bir şey yok çünkü. Ülkede gizli bir savaş veriliyor. Vatanseverlerle hainler arasında. Bizimle onlar arasında. Hepinizin bizden olduğunu biliyorum.”

“Hadi oradan Sinsikılıç,” dedi kadın. “Yine bir iş peşindesin.” Kardeşine ve Helmut’a döndü. “Gerçekten asla büyümüyorsunuz. Yirmi yıl önce kendinizi gebertmeyi beceremediniz, şimdi bu adam dönüp serüven hikayeleri anlatınca ağzınızın suyu akıyor. Hala o zamanki kadar çocuksunuz.”

Helmut ortamı yumuşatmaya çalıştı. “Sadece muhabbet ediyoruz Leyla. Eskileri yad ediyoruz. Macera falan yok.”

“Aslında Leyla haklı,” dedi İvar. “Buraya sizi son bir maceraya çağırmak için geldim. Fafnir’in diriltmeye çalıştığı ejderha…”

“Bizimki,” diye tamamladı Helmut. “İyi de neden o? Eminim herhangi bir doğa tarihi müzesinde istediği ejderha iskeletini bulabilirdi.”

“Yapmaya çalıştığı kolay bir büyü değil. Buranın gözlerden ırak olması işine geliyor. Hem son yüz yılda bizden başka ejderha öldüren olmadı. Bulabileceği en taze iskelet. Benimle buzullara gelmelisiniz, kemikleri ondan önce bulmalıyız.”

Leyla hemen karşı çıktı. “Olmaz!” Helmut’u işaret etti. “Bak bu adamın kızıyla ilgilenmesi gerekiyor. Hem gizli serviste eleman mı kalmadı?”

“Gölgesiz, Ejderkatili, size ihtiyacım var. Biliyorsunuz orası kar ve buzdan bir labirent gibi. Doğru mağarayı tek başıma bulmam çok zor. Ayrıca gizli servisin operasyondan haberi yok. Dediğim gibi, Fafnir’in takipçileri her yere sızmış durumdalar. Muhtemelen bizim kuruma bile. Büyücüye haber uçmasını göze alamam. Buradakiler dışında kimseye güvenmiyorum.”

“Geleceğim,” dedi Yasin, hiç düşünmeden. Leyla’nın sert bakışlarıyla karşılaşınca, “Kusura bakma abla,” diye ekledi. “Ben askerim. İşim, siz rahat uyuyun diye ülkenin güvenliğini sağlamak.”

“Senin tehlikede olduğunu bilince rahat uyuyamıyorum,” dedi kadın. “Sen annemin kucağındayken savaştan kaçtığımızı hatırlıyorum ben. Neden can güvenliğin olan bir iş yapmıyorsun ki?”

“Çünkü bu ülke ailemize kucak açtı. Borcumuzu ödüyorum.”

“Ben gelemem,” dedi Helmut. “Kusura bakma Sinsikılıç.”

İvar’ın tek kaşı havaya kalktı. “Gerçekten mi?”

“Biliyorsun kardeşim, çoktan unumu eleyip eleğimi astım. Mazbut bir hayatım var. Banka müdürüyüm yahu ben. İsabela’yı bırakıp maceraya çıkamam. Ama bizim cipi alın. Hem arazide rahat gidersiniz hem de kemikleri taşımanız kolay olur.”

“Vay be,” dedi İvar, imalı bir şekilde. “Koskoca Ejderkatili bankacı olmuş.” İsabela’ya döndü. “Sana anlattılar mı bilmiyorum ama senin baban bu köyün gördüğü en bıçkın delikanlıydı.”

“Zorlama,” dedi Yasin. “Adam haklı. İkimiz hallederiz.”

Sinsikılıç, elini onun omzuna koydu. “Öyle olsun kardeşim. Nasıl diyorsan…”

Yasin keyiflenmiş görünüyordu. “O zaman kan kardeşler bir kez daha maceraya atılıyor.”

“Evet,” dedi İvar. “Gün doğumuyla yola çıkarız.”

***

Helmut, cipinin karlı yollarda uzaklaşmasını seyrederken sırtında hissettiği bir elle irkildi. Leyla’nın uyanık olduğunu bilmiyordu. “Yasin’le neden vedalaşmadın?” diye sordu.

“Neden vedalaşayım? Bu plana karşı olduğumu net bir şekilde belirtmiştim.”

Helmut’un zihni yirmi yıl önceye seyahat etti. O zaman tazecik bir genç kız olan Leyla, ejderha avına çıktıkları gece de kardeşiyle görüşmeyi reddetmişti. Ama herkesten gizli Helmut’la buluşmuş, delikanlının yanağına bir öpücük kondurmuştu. Kızın gözyaşları, onun suratına damlamıştı.

Helmut, Leyla’da hala yirmi yıl önceki genç kızı görüyordu. Saçında beyazlar, gözlerinin kenarında kırışıklıklar belirmeye başlamasına rağmen eskisi kadar güzeldi. Ejderkatili, onun suratına bön bön bakmaya başladığını fark edince silkinip kendine geldi. “Ben bir İsabela’yı kontrol edeyim.”

Kızı, ev sahibelerinin hazırladığı yatakta mışıl mışıl uyuyordu. Salona döndüğünde kadının ikisine kahve yaptığını gördü. Leyla, sıcak bardağı onun eline tutuştururken “Kahvaltı için çok erken,” dedi. “Ama sanırım biraz açılmak istersin. Bizim ülkemizde bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olduğunu söylerler.”

Helmut bir yudum aldı. Gerçekten de iyi gelmişti. “Teşekkür ederim.” Koltuğa, Leyla’nın yanına oturdu. Kahve kupasını tutuyor olmasa eli ayağına dolaşırdı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemiyordu. “Endişelenme,” dedi. “Biri asker, biri casus. İki üç tane ejderha kemiği aşırmak onlar için sorun olmayacaktır.”

“Olur,” dedi kadın iğneleyici bir sesle. “Endişelenmem.” Koltuktan kalkmaya çalıştı ama Helmut onu kolundan yakalayıp durdurdu.

“Benim ne suçum var? Onlarla gitmedim bile.”

“Ama vaz geçirmeye de çalışmadın.”

“Çünkü bunun onlar için önemli olduğunu biliyorum ve saygı duyuyorum.”

“Neymiş önemli olan? Kendin söyledin, biri orduya öbürü gizli servise bağlı. İkisi de kurumlarına haber vermeden kafasına göre iş yapıyor. Size her zaman öldürülecek bir ejderha, savaşılacak bir kötü büyücü olacak. Çünkü sizin amacınız faydalı olmak değil, macera yaşamak.”

“Haksızlık ediyorsun,” dedi Helmut. İçinde biriken melankoli yoğunlaşıp öfkeye dönmüştü. “Bana kızamazsın. Onlarla gitmedim. Yirmi yıl önce de gitmeyecektim çünkü beni ikna etmiştin. Ama ben köyde kalırsam ve ejderha kardeşini öldürürse kendimi asla affetmezdim. Sonra ejderhanın kellesiyle döndüğümüzde herkes bize kahraman muamelesi yaptı. Sen hariç. Sen benimle konuşmadın, yüzüme bile bakmadın. Hayatımın geri kalanı seni unutmaya çalışmakla geçti.”

“Benim suçum mu?” dedi Leyla, fark etmeden seslerini yükseltmişlerdi. “Beni bırakıp saçma sapan bir maceraya koştun! Seni seviyordum!”

“Ben seni hala seviyorum!” diye karşılık verdi Helmut. Kendini tutmaya çalışmasına rağmen neredeyse haykırmıştı. Gözleri birbirine kenetlenmiş, sanki yalnız ikisinden oluşan alternatif bir gerçekliğe ışınlanmışlardı. Hipnoz etkisinde gibiydiler.

“Ne oluyor burada?” diye sordu, kapının pervazında dikilen bir otuz boylarındaki karaltı. “Ne bu gürültü?”

Helmut bir kadına bir de uykulu gözlerle kendilerini seyreden İsabela’ya baktı. “Yok bir şey tavşanım,” dedi. “Uyandıysan biz kendi evimize geçelim artık. Leyla teyzene yeterince zahmet verdik.”

* * *

Helmut bankadan bir haftalığına izin almıştı. Ayrıca İsabela’nın okulu açılacaktı ve tatilleri bitip şehre döndüklerinde hazırlık yapmaları gerekiyordu. Arkadaşlarının ödünç aldıkları cipiyle ortadan kaybolmasının üstünden günler geçti ve Ejderkatili ne yapacağını düşünmeye başladı. Bu maceranın bir parçası olmayacağını açıkça belirtmişti. Çocuğunu büyüttüğü sıradan hayata dönmeliydi. Aslında araç büyük bir problem değildi, yolculuk için Yasin’inkini kullanabilirdi. Dostları kemiklerle geri geldiğinde bir yerde buluşup arabaları değişirlerdi. Asıl problem onlardan hala haber alamamalarıydı.

İsabela’ya belli etmemeye çalışsa da endişeliydi. Çok endişeliydi. Pek çok defa, kızını Leyla’ya bırakıp Ivar’ın motoru buzullara sürmeyi tasarladı. Her seferinde vaz geçti. Yasin’in onun için endişelenmekten deliye dönmüş ablası kapıya dayandığında, aslında bu fikirden hiç vaz geçmediğini anlayacaktı. Bir itici güçle karşılaşana kadar ertelemişti yalnız.

“Bir şey yapmalıyız,” dedi Leyla. Kapıdan girmemişti bile.

Helmut ne söyleyeceğini bilemedi, yalnızca kadının suratına baktı. “İçeri gelsene,” diyebildi sonunda.

“İçeri mi geleyim? Kardeşimin ne halde olduğu belli değil!”

“Farkındayım. İçeri gel, konuşalım.”

Leyla bağırmaya başladı. “Ne konuşması be?! Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Kan kardeşlerinin saçma sapan bir maceraya çıkmalarına destek oldun, şimdi kim bilir öldüler mi kaldılar mı?”

Helmut sakin görünüyordu. “Dışarısı soğuk,” dedi. “Üşüyeceksin.”

Leyla, köy evinin bir köşesinden onlara bakan küçük kızı fark etti. “Pekala,” dedi kendini toparlamaya çalışarak.

Helmut, Leyla’yı salona aldı. “Aslında ben de sana kahve ikram ederdim ama İsabela’yla sıcak çikolata gecesi yapıyoruz.” Kadının eline içeceği tutuşturdu. “Umarım seversin.”

“Afiyet olsun Leyla Teyze,” diye ekledi İsabela.

“Teşekkür ederim,” dedi kadın. Baba kız onun karşısına oturmuş, sanki bir şey söylemesini bekliyorlardı. “Hala dönmediler,” dedi.

“Sabah onları aramaya çıkacağım,” diye karşılık verdi Ejderkatili. “Yasin’in arabasını alabilir miyim?”

“Ben de geleceğim.”

“Olmaz.”

“Kayıp olan benim kardeşim, Helmut.”

“Benim de kardeşim. Merak etme. Onları sağ salim getireceğim. Eminim iyidirler. İlk seferinde de ejderhanın inini bulmamız günler sürmüştü.”

“O zaman yayaydınız ve hangi mağarayı aradığınızı bilmiyordunuz,” dedi kadın. Gözleri dolmuştu. “Beni avutmaya çalışma. Biliyorum, başlarına bir şey geldi. Gözlerimle görmem lazım.”

“Olmaz diyorum. Bana ayak bağı olursun. Unuttun galiba, ben on beş yaşımda ejderha öldürdüm.”

“İvar da öyle söylüyordu ya… Sözde sadece biraz hareket olacaktı.”

“Lütfen Leyla. Senin burada kalıp İsabela’ya göz kulak olman lazım.”

“Ben de geleyim,” diye teklif etti İsabela.

“Saçmalama.”

“N’olur baba… Sen dememiş miydin, buzullar gördüğün hiçbir şeye benzemiyor diye. Yakından bakma şansım olur. Leyla Teyze’yle arabada bekleriz, hiç inmeyiz.”

“Kesinlikle olmaz!” dedi Helmut. “Unutun bunu. İkinizi asla böyle tehlikeli bir yere götürmeyeceğim.”

* * *

Helmut arabayı sürerken işlerin nasıl bu noktaya geldiğini anlamaya çalışıyordu. Tek istediği, memleketinde kızı ve en yakın arkadaşıyla birkaç gün geçirmekti. Şimdiyse günün ilk ışıkları karlı yolda parlarken çocukluk aşkı yanında oturuyor, İsabela ise arka koltukta uyukluyordu.

Kızlar, az önce buzullarda tehlike olmadığını söylediğini hatırlatarak kendisiyle çeliştiğini söylemiş, onu mantıksal olarak mat etmişlerdi. Üstüne, Leyla o olmadan arabayı alamayacağını söyleyerek resti çekmişti. Helmut, İvar’ın motorunu kullanmayı düşünse de Leyla’yı çocuğuna bakmaya zorlamanın doğru olmayacağına karar verdi. Maalesef o kadar maço değildi. Yalnızca, bir tehlike sezdiği anda arabayı geri döndüreceğini kesin bir dille belirtti.

Dışarıda kar ve buz dışında bir şey görünmüyordu. “Yolu hatırlıyor musun?” diye sordu Leyla. Küçük kızı uyandırmamak için fısıldıyordu.

Helmut başını salladı. “İlk günkü gibi… Zaten bu arazi hiç değişmez. İnsana uygun değil ya.”

“Teşekkür ederim,” dedi Leyla. Bunu o kadar sessiz söylemişti ki sanki kendi kendine konuşuyordu. “Seni zorladığım için kötü hissediyorum…”

“Hissetme. Kendi tercihlerimin sonucunda buradayım. Bize okudukları masallarda kahramanların ne kadar büyük adamlar olduğu, heyecanlı hayatlar yaşadığı anlatılıyordu. Dönülmez bir yola girdiğimizi bilmeden ejder avına karar verdik. Bir kere maceracıysan, her zaman maceracıymışsın. Ama bu seferki serüvende yanımda olduğun için mutluyum.” Dikiz aynasından şöyle bir kızına baktı. “Hatta o yanımda olduğu için bile…”

Leyla gülümsedi. Son günlerde o kadar endişeliydi ki hala gülümseyebildiğine şaşırdı. Camdan dışarı baktı. Sonsuza uzanan bir beyazlık… Sanki boş bir kağıt parçasının üzerinde seyahat ediyorlardı.

Yaklaşık bir saat sonra Helmut aracı durdurdu. “Buradan gerisini araba gitmez. Gömülür kalırız.”

“Ne yapacağız?”

“Sen İsabela’yla arabada bekleyeceksin. Buraya kadar geldin, sonrası bende. Mağara batıda kalıyor, çok uzak değil. Bir, bilemedin iki saatte yürürüm. Bizimkileri kontrol edeceğim. Eğer dönmezsem, hava kararmadan köyde olacak şekilde yola çıkın. Jandarmaya haber verin. Büyücünün kulağına gidecekse de gitsin o saatten sonra, yapabileceğimiz bir şey yok.”

“Tamam,” dedi Leyla. Karşı çıkmadı. Helmut arabadan inecekken onu kolundan yakalayıp kendine çekti ve yanağına masum bir öpücük kondurdu. “Lütfen dikkatli ol.”

* * *

Helmut o gece köy evinin tavan arasını kurcalamış, ejderha avında kullandığı malzemelerden ikisini bulmuştu: eski dürbünü ve dedesinden kalma kılıcı. Şimdi belinde kılıç, dürbünle mağaranın girişine bakıyordu.

Ejderhalara kurşun işlemezdi, onları öldürmek için kabzasına rünler işlenmiş böyle bir kılıç şarttı. Ancak Helmut o gün herhangi bir ejderhayla savaşmayı planlamıyordu. Tek istediği, arkadaşlarının akıbetini öğrenip bir an önce çocuğuna dönmekti. Yine de kılıcı yanına aldı. Nedenini bilmiyordu, refleks gibi bir şeydi belki. Yahut kendini daha güvende hissedeceğine inanmıştı. Bildiği bir şey varsa kılıcı çekmek istemediğiydi. Yirmi yıl önce olsa çekinmez, aksine bunu arzulardı. Şimdi, Fafnir o canavarı diriltmiş olsa ya da karşısına başka bir ejderha çıksa öldüremezdi. Kaçardı. Bu beni daha mı zayıf yapıyor, diye düşündü. Yapsa bile umurumda değil, artık düşünmem gereken bir kızım var. Sanırım hayır, bu beni daha güçlü kılıyor.

Sigara içmek için mağaradan çıkan iki adamı görünce umutlandı. Arabadan ayrıldığından beri insanlara dair hiçbir ize rastlamamıştı. Onların kan kardeşleri olması için tanrılara dua etti ama adamların yüzü seçilir olduğunda hayal kırıklığına uğradı. Büyücü mağarayı buldu, diye düşündü. Bunlar muhtemelen onun takipçileri. İyi de bizimkiler nerede?

Yaklaşıp bakması gerekiyordu. Adamların sigaralarını bitirip mağaraya dönmesini bekledi, biraz sonra içeri süzüldü. Fenerle aydınlattığı tüneller tam hatırladığı gibiydi. Bir an, hiçbir detayı unutmamış olduğu için şaşırdı. Nasıl unutacaktı ki? Ejderha avı yaşadığı en büyük deneyimdi. Macera, en heyecan verici anısıydı. Canavarın kafasıyla köye döndüğü gün hayatının en güzel günüydü.

Aklına bir şey takıldı. Ejderhanın kafatası köyde sergileniyordu. Fafnir’in ejderhayı diriltmek için buna ihtiyacı yok muydu? Büyücü ve müritleri kafatası olmadan burada ne yapıyordu?

Mağarada bir zamanlar ejderhanın yaşadığı açıklığa vardığında bir sürü adamın harıl harıl çalıştığını gördü. Fark edilmemek için bir köşeye saklanıp ne yaptıklarını anlamaya çalıştı. Helmut, yaratığı ininin hemen dışında öldürmüştü. Fafnir’in karı kazdırıp kemikleri çıkarttığını, sonra da buraya taşıttığını tahmin etti. Takipçileri yüzlerce kemiği yapboz gibi birleştirerek ejderhanın vücudunu yeniden inşa ediyordu. Yalnızca kafatası eksikti.

Helmut, arkadaşlarını mağaranın hiçbir yerinde göremedi. Büyücünün planını bozmak bana kalmadı, diye düşündü. Burayı böyle bırakıp kızına dönecekti. Sinsikılıç ve Gölgesiz’i bulmaya gelmişti, gerisi onun sorumluluğunda değildi. Ya da değil miydi? Tabii ki benim sorumluluğum, dedi kendi kendine. Ejderhayı ben öldürdüm, onu bir silaha çevirmelerine izin veremem. İyi de ne yapacaktı ki? Mağarada onlarca adam vardı. Hangisinin Fafnir olduğunu bilmiyordu. İvar’ın anlattığı kadar ciddilerse, adımını attığı anda onu delik deşik etmeleri işten bile değildi.

Bir karar vermek içi çırpınırken ejderhaya da maceraya da köye de tatile de küfretti. Henüz savaşmamış olmasına rağmen yenilgiyi kabul edecekti. Oradan çıkması gerekiyordu. Köye döndükten sonra bir şekilde kafatasını saklamak veya güvenilir birilerini bulup uyarmak gibi tedbirler deneyebilirdi. Parmak uçlarında yürüyerek, mağaranın ağzına açılan tünele döndü. Burada daha birkaç adım atamadan, suratına tutulan ışıkla kalakaldı.

“Kardeşim,” dedi onu yakalayan adam.

Ejderkatili, bunun İvar’dan başkası olmadığını görünce arkadaşına sıkı sıkı sarıldı. “Sinsikılıç, buraya sizi bulmak için geldim. Leyla’yla çok endişelendik.” İvar’ın yanındakiler üstüne atlayıp Helmut’u yere yapıştırdılar. “Ne oluyor?” diye haykırdı. Adamlar onun boynuna, el ve ayak bileklerine zincir vurdular. Tüm hareket kabiliyeti elinden alınmıştı.

“Yerleştirin,” dedi İvar.

Adamlardan biri “Emredersiniz büyücü hazretleri,” diye karşılık verdi.

“Büyücü hazretleri mi?” diye inledi Helmut şaşkınlıkla. “Yoksa…” dedi. Müritlerin ejderha kemiklerinden iskelet inşa etmesi gibi, son günlerde yaşadıklarını kafasında oturtup parçalardan anlamlı bir bütün elde etmeye çalışıyordu. “Fafnir sen misin?”

İvar güldü. “Sayılır… Fafnir benim uydurduğum bir peri masalı kardeşim. Biliyorsun, masallardaki kahramanlara ve kötü adamlara zaafımız var. Seni başka türlü getirtemeyeceğimi düşündüm.”

Ejderhanın iskeleti mağaranın zeminindeydi. Zincirlenmiş Helmut’u, omurga ve boyun kemiklerinin bittiği yere bıraktılar. “Benimle ne yapacaksın ki?!” diye bağırdı. “Şerefsiz hain! Çöz beni!”

“Hadi ama… Bana güven. Potansiyelini açığa çıkaracağım.”

“Yasin nerede? O, bu plana dahil olamaz. Leyla’nın ne halde olduğunu biliyor musun?”

“Tahmin edebiliyorum kardeşim ama bugün yapacağımız şey, senden de Leyla’dan da daha büyük. Sana ihtiyacım var, çünkü ölü bir canlıyı diriltmek imkansız. Ancak bir şeyi, özellikle böylesine ihtişamlı bir yaratığı öldürdüğün zaman onun kudreti hakkın olur. Sen bu devin kafası olacaksın. Seni ejderhaya dönüştürüyorum.”

Helmut çırpınmayı bıraktı. “Neden Sinsikılıç? Kan kardeşlerine ihanet edecek kadar önemli mi bu?”

“İhanet diye bize yapılana denir. Yüz yıldır başarılmamış bir şey başardık, birkaç gün yüzümüze güldüler, sonra varlığımızı bile unuttular. Ben o maceranın tadını bir defa almıştım, devam etmek istedim ama sen üniversiteye gitmiştin, Gölgesiz orduya yazılmıştı… Gizli servise gireyim dedim, almadılar. Sanki ejder avına katılmış birinden iyisini bulabilirlermiş gibi. Ben de büyüye yöneldim. Hayatımın büyük bir macera olmasını istedim ve bunu alacağım. Ülkeyi yeniden bir büyücü kral yönetecek. O zamanlar çocukmuşuz Ejderkatili, ne kadar büyük bir potansiyeli heba ettiğimizi anlamamışız. Şimdi o yanlıştan döneceğiz.”

“O zaman sadece beni çağırsaydın ya… Yasin’e yazık değil miydi?”

“Leyla’ya yazık değil miydi demek istiyorsun. Onu bizden çok sevdiğini bilmiyor muyum ben? Leyla için neredeyse ejderha avından vaz geçecektin. En yakın arkadaşın Yasin olmasa, Leyla onun arkasından ağlamasa, ben buzullarda tek başıma kaybolsam, yine de kızını bırakıp beni kurtarmaya gelir miydin?”

Helmut derin bir iç çekti. “Kısmen doğru söylüyorsun… Ancak bunların hiçbiri seni haklı çıkarmaz. İstediğini aldın ama yine de rahatsızsın, değil mi? Beni soktuğun rezil duruma rağmen seni onaylamamı istiyorsun. Beni yakaladın, önünde hiçbir engel yok ama bir saattir car car konuşuyorsun bu yüzden. Ne yapacaksan yap Sinsikılıç. Öldüreceksen öldür, ejderha kölene çevireceksen de yap gitsin!”

“Sen bilirsin,” dedi İvar. Parmaklarını ona doğru uzatıp anlaşılmaz kelimeler mırıldanmaya başladı. O mırıldandıkça, etraflarında ışıktan bir hale oluşuyordu.

Mağarayı dolduran mermi sesi, ejderha büyüsünü böldü. İvar dahil herkes, dönüp tünelden tarafa bakmıştı. Beylik tabancasını doğruca Sinsikılıç’a doğrultmuş Yasin’in, “Kimse kıpırdamasın!” diye haykırdığını duydular. “Yoksa peygamberinizi alnının çatından vururum!”

İvar öfkeden kıpkırmızı olmuştu. “Aptallar!” diye bağırdı. “Bu herif nasıl kaçtı?!”

Yasin temkinli adımlarla yaklaştı, silahı büyücünün ensesine bastırdı. “Çözün onu.”

İvar’ın işaretiyle Müritleri Helmut’u serbest bıraktılar. Adam ayağa kalkıp gerindi. “Tam zamanında yetiştin Gölgesiz. Soğukkanlı ama sıcak nefesli bir sürüngene dönüşmek üzereydim.”

İvar’ı rehin tutarak mağaranın çıkışına ilerlediler. Büyücünün takipçileri de kendi tabancalarını kuşandığı için her an tetiktelerdi. Karlı araziye çıktıklarında Yasin, cipi park ettikleri yeri tarif etti. “Bu şerefsizi bırakıp hayatımız buna bağlıymış gibi koşacağız,” dedi. “Çünkü hayatımız buna bağlı.”

“Bırakalım,” diye karşılık verdi Helmut. “Ama böyle değil.” Kılıcını çekip büyücünün bacağına sapladı. İvar acıyla haykırdı. “Bu onları oyalar,” dedi Ejderkatili. Kılıcı geri almak için herhangi bir çaba harcamadı ve koşmaya başladılar.

* * *

Helmut, cipi sürerken sürekli dikiz aynasına bakıyordu. İvar ve müritlerini atlatmış gibi görünüyorlardı. “Rahatlayabilirsin,” dedi Yasin. “Lejyon sağ olsun, ben bu takip işlerinden biraz anlarım. Kurtulduk.”

İsabela ve Leyla’nın diğer arabada sabırla beklediğini görünce derin bir oh çektiler. “Sanırım gerçekten kurtulduk,” dedi Helmut. “Peki o ne olacak?”

“Yüksek rütbeli birkaç sağlam tanıdığım var. Fafnir’in kim olduğunu, planını biliyoruz artık. Bundan sonra tutunamaz. Gerekirse sana ve İsabela’ya koruma vermelerini sağlarım.”

Helmut cipi park etti ama dışarı çıkmadı. “Gölgesiz, sana önemli bir şey söylemem gerekiyor.” Arkadaşı can kulağıyla dinliyordu. “Ben eşimi yeni kaybettim ve küçük bir kızım var, biliyorsun zaten… Yani bunun için uygun bir zaman olmadığını farkındayım. Onun kötü bir evlilik geçirdiğini de farkındayım ama…”

Yasin’in ifadesinden ne düşündüğü anlaşılmıyordu. “Geveleme Ejderkatili,” dedi. “Ne anlatmak istiyorsun?”

Söylemeye çalıştığı şeyin ağırlığı altında eziliyordu. “Ben ablana aşığım,” diye cevap verdi bir anda. Tedirgin gözlerle kan kardeşine baktı.

Yasin gülmeye başladı. “Çok şükür be kardeşim… Yirmi beş senedir bunu ne zaman söyleyeceğini merak ediyordum.”

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *