Tırnaklarını yemekten vazgeçemediği için sürekli koyu renklerde oje süren sarışın kız, iştahla olanları anlatmaktadır.
“Dün gittiğim kadın, her şeyi bildi. Dediğin kadar varmış.”
Arkadaşı hemen destek çıkar. Elbette ki aynı parayı veren bir başkasının olması hem içini rahatlatmış hem de hoşuna gitmiştir.
“Değil mi? Elime bakarak annemlerin kavgasını bile görmüştü. Çok korkutucu ya… Özellikle de tek konuşmak istemesi daha da kötü. İnsan bir garip oluyor.”
Ön sıradaki mavi gözlü kız esneyerek onlara döner, yanlarında fazla sönük kalmaktadır. Saçları darmadağındır, tek gözünü zoraki açar. Onları inceden iğnelemeye başlar.
“İnanmayın böyle şeylere.” Salaş kız, sarışına döner ve kocaman gülümseyerek devam eder konuşmaya. “Kadın sizi yemiş işte, sırf sana bakarak birilerine âşık olduğunu ben de söylerdim.”
“Ama kadın isim verdi.”
“Selin kadın daha A der demez, Ali diye atlamışsındır yahu.”
“Hayır, Pınar bu kadın farklı. Bana kimseye anlatma demişti. Ben anlattıktan sonra tekrar aradığımda başkalarına anlattığımı da bildi.”
“Bak diyorum işte, bu da gayet tahmin edilebilir bir şey. Falcıya gideceksin ve kimseye anlatmayacaksın? Mümkün mü bu? Hele de senin için…”
Kızlar aralarında tartışırken içlerinden biri sessizce onları dinlemektedir. Gözlerinin altı amatör makyajla kapatılmaya çalışılmış, saçları her zamanki özenini kaybetmiş, yüz hatları dokunulsa kopacak kadar gergin görünüyordur. En sonunda o da falcının numarasını alır. Çünkü kaç gündür evindeki seslerden uyumakta zorlanmaktadır ve hemen ardına sakladığı şeyleri dökülür.
“Kızlar, evimde tuhaf sesler duyuyorum, birileri sanki her gece cama vuruyor, korkuyorum uyuyamıyorum. Bazen kapı da çalınıyor ama baktığımda kimse yok.”
Pınar alaycı alaycı gülmeye başlar. Tam adamını arayacaksın der gibi bir ifadeyle konuşur.
“Bırak Allah aşkına ya… Evde ses çıkartacak şeyleri; fare, böcek falan araştır ya da git dua oku. Gidip Allah’ın cincisine mi danışacaksın? Öğrencisin sen, gidip de paranı boşuna harcama, hem günah.”
Ağlamaklı surat onu reddetmektedir. “Gecenin bir yarısı beşinci kattaki pencereyi; kim, nasıl tıklatsın? Bence sormalıyım, ne zararı dokunabilir ki? Ben hiç falcıya da gitmedim, hep merak etmişimdir.”
Pınar yine güler. “Ben sana bakarım, el falı, kahve falı… Ne istersen.” Ancak ne derse desin arkadaşını caydıramaz.
Kız aklına koymuştur bir kere. Evet, arayacaktır. Zaten en fazla ne kaybedecektir ki? Kadının onun aramasıyla sanki onu tanıyormuş ve arayacağından eminmiş gibi konuşması onu korkutmuştur. Kadın o arar aramaz “Biliyordum kızım senin arayacağını.” demesi, daha adını bile sormadan buluşacakları yeri söylemesi onu tuhaf hissettirir. Ancak falcının onun da sıkça kahve içmeye gittiği bir mekâna gelebilecek olmasını öğrenince de sevinir.
Ders bitene kadar dakikaları saymaktadır artık. Elbette ki çekinecek olur; sonuçta tuhaf olduğu söylenen bir kadınla konuşacağı şey hiç de iyi değildir. Aslında kısa bir zaman da olmamıştır. Her şey birkaç hafta önce berbat bir kâbus görmesiyle başlamıştır.
Sonrasında her gece köpek sesleriyle uyanmaktadır. Yine aynı seslerle bir gece yarısı uyandığında, ürkekçe cama bakar ve karşı apartmanda bir ışığın yanıp yanıp söndüğünü görür. Biraz hava almak için pencereyi açar. Hemen ardına bir kadın çığlığı duyduğundan emindir. Aynı evdeki ışıktan yansıyan gölgelerde anlam veremediği şeyler dönmektedir. En son bir çığlık daha duyunca, iyice dikkat kesilir. Tanıdık bir yüzü, bir anlığına görür gibi olur ancak seçemez ve korkuyla polisi arar. Ertesi gün ise orada bir kadının öldürüldüğünü de öğrenir.
O günden itibaren artık tamamen uykusuz geceler onun için başlamıştır. Polis hırsızlık için girdikleri evde, tek başına yaşayan kadının uyanmasıyla hırsızların kadını öldürdüğünü söyler. Ancak evden hiçbir şey çalınmamıştır, kadının bazı organlarınınsa alınmış olduğunu, ertesi gün haberlerden öğrenir. Katillere dair bir iz olmaması da onu en çok korkutan şeydir artık… Kendisi de tek yaşadığı için her gece evin kilitlerine dikkat etmeye başlar ama paranoya sınırında gezinmektedir. Son günlerde ise bu tıkırtı sesleriyle birlikte tamamen kendisini kaybetmeye başlamıştır.
Sesler her gece aynı şekilde başlar. Yavaş yavaş tıkırtılar yükselir, inleme ve çığlık sesleri gelir yerlerden. Ancak kız tam dua okumaya başladığında tüm sesler bıçak gibi kesilir. Evet, artık evinde tuhaf şeylerin olduğundan emindir. Falcının ona çare bulacağına dair içinde bir umut vardır.
Arkadaşları yol üstünde olduğu için onu bırakırlar ve ayrı bir yere giderler. Giderken de onu da fal bitince almaya ve birlikte laflamaya sözleşirler. Her zaman girdiği kafeye girerken, ilk defa elektrik çarpmış gibi hisseder kendini. Sanki üzerinde farklı bir hava vardır.
Girdiğinde kadının dediği gibi köşede oturduğunu görür. Türk kahvesi yudumlamaktadır. Kadının farklı olmayan bir giyinişi vardır. Saçları kısa, kahvenin kızılla karıştığı tatlı bir tonundadır. Çenesi ve gıdısı yaşını gösterir bir şekilde sarkmıştır, gözlerinin altında yeşil sürmeleri vardır ki bu da gözleriyle aynı tondadır. Kadının cana yakın ve tatlı bir havası olunca epey rahatlar ancak tırnaklarını gördüğünde bu durum değişir.
Kadının tırnakları ısırılmaktan çeşitli kızıl çizgilere sahiptir. Tırnakla beraber parmaklarının derisi de soyulmuştur. Kız bunu görmezden gelir; çünkü bu kafasında kötü şeyler çağrıştırmaktadır.
“Merhaba.” Der sessizce ve kadın da aynı şekilde ona cevap verirken, karşısına oturur. Kendisi de bir Türk kahvesi ister. Kadın konuşmaya daha ismini sormadan başlar, biliyordur ve bu onu ürkütür.
“Çok güzel bir ismin var; ancak sana yalnızlık getirmiş.”
Kızın daha ilk baştan gözleri parlar. O da öyle düşünmektedir. Annesi tatil için geldikleri adalardan birinde doğum yaptığından sonra, onun adını da Ada koymaya karar vermiştir. Ancak aynı gün büyük annesi vefat ettiği için baba tarafı onun adını da koymak isterler. Annesi kabul etmeyince hem aile içinde gerginlik olur hem de devam eden bir kırgınlığın son damlası olur. Sadece kendisine değil, ailesine de yalnızlık getirmiştir.
“Çok sevilmiş bir kızsın sen, hiç kimseye bir fiske dahi atmayacak kadar masum birisin. Ancak fazla iyisin…”
Kadın, kızın kibar ellerini avuçlarında gezdirerek okumaktadır. Ada sessizce onu dinler. Soruyu en son soracaktır. Önce bu güzel iltifatları duymak istemektedir.
“Her şeyi kendi başına çözmeye çalışıyorsun. Sen hep kendini iyi edenlerdensin. Evet, gerçekten bir adasın sen, etrafı hüzünle çevrili tek başına yalnız bir ada…”
Doğru, ben her zaman kendimi iyi ettim. İhtiyacım olduğunda omzumda hiçbir el olmadı. Tek başıma… Ancak bu sayede daha çabuk büyüdüm, yalnız olmaya da bu sayede alıştım.
Ada içinden düşünürken kadın aklından geçenleri okur gibi konuşmaya başlar.
“Hayır, her zaman yalnız kalmayacaksın. Mavi gözlü birilerini görüyorum burada; eğer sabredersen onunla tanışacaksın. Gözleri o kadar güzel olacak ki bakmaya doyamayacaksın, deniz mavisi… Senin ismine yakışır, hatta doğduğun yerlerin denizinin rengi kadar güzel bir mavi olacak bu.”
Ada gülümser. Kadına elindeki her çizgiye bakarken tatlı tatlı şeyler anlatmaktadır. Her zamanki falcı zırvası, sanki tek derdim evlenilecek biriymiş gibi…
“Kahven soğumuş.” der ve bardağı ters çevirir falcı. Sonra gözleri fal taşı gibi açılır, kız istemsizce bu bakış altında geriye çekilir.
“Neler yaşadın sen?” kadının güzel gözleri acımayla karışık bir korku duygusuyla bakar. Sanki Ada’ya yaklaşıp saçını okşayacak, onu göğsüne yaslayacak gibi bir hali vardır. Ada’nın bu gereksiz duygu seli hoşuna gitmez. Ada’nın dudakları birbirine kenetlenmiştir. Kadının gözlerindeki korku onu etkiler ve kendini küçük bir kız çocuğu gibi hisseder.
“Anlat, anlat ki sana cevap vereyim.” Bu teşvikin ardından Ada anlatmaya başlar. Her şeyi anlatır, karşı evde gördüğü garip yüzleri, o gelenlerin hırsız değil de farklı bir yaratık olduğunu düşünmeye başladığını, evinden hayvan böğürtülerini andıran seslerin geldiğini ve bu seslerin dua okur okumaz kesildiğini… Anlatırken sesindeki titremeye engel olmaya çalışır, kendini aciz görmek istemez. Ne yazık ki başarısız olur ve bitirirken ağlamaya başlar.
Kadın o anlatırken lafa sıkça karışır, o söylemeden bir kısmını tahmin eder. Bir kalem isteyip, evin odalarına kadar eline çizer. Odasındaki dua kitaplarına kadar bilir. Mutfakta ve onun odasında garip şeyler olduğundan bahseder. Daha o söylemeden evdeki gürültülerden önce, tıkırtı seslerinin geldiğini bilir. Ada artık gardını indirmiş, kadını sorgulamaksızın dinlemektedir.
Kadın önce bir ev tarif eder, Ada hemen küçük amcasının evini tanır. Gözlerini kocaman açmıştır artık. Baba tarafını zaten sevmemektedir, hele de yengesini hiç sevmez.
“Uzun boylu hafif kilolu bir kadın… Saçları uzun, yarım kapatıyor onları. O kadının gözü bu… Hayır, size büyü yapmış hem de bir yılda iki kere. Sen taşınmadan önce çantana attığı bir tılsımdan gelenler onlar. Tılsımın yolda düşmüş. O yüzden de seni değil o tek yaşayan kadına musallat olmuşlar.”
Ada hemen bahsedilen kadının yengesi olduğunu bilir. Zaten daha önceden de yengesi tarafında büyü işlerinin olduğunu da yengesinin onları çekemediğini de hatırlar. Bunu duydukça titremesine engel olamaz. İçinden bir ses hala inanmamaktadır.
“O karşı apartmana gelen şeyler aslında senin içindi ama evini bulamıyorlardı. Bu yüzden haftalardır köpek sesleri duyuyorsun. Bu yüzden o kadın ölürken sadece sen şahit oldun. Seni o gün buldular. Ancak odanda dua kitapları olduğu için sana yaklaşamadılar. Ancak yaklaşacaklar. Güçleniyorlar.”
“Odamdaki sesler, gün geçtikçe artıyor. Gece uyandıktan sonra sabaha kadar uyuyamıyorum.”
“Çünkü artık sana dokunacak kadar yakınlar. Sana sadece bir çözümüm var.” Kadın Ada’nın eline Arapça yazılarla dolu bir kâğıt sıkıştırır. Dualara benzemektedir ama Ada ne olduğunu çözemez. Sonra kadın devam eder. “Seni bir süre rahat ettirecek. Ancak bu çok uzun sürmeyecek.”
Ada kâğıtlara dokunduğunda mırıldanma benzeri sesler duyar kadından. Kadının gözleri bir süre arkaya döner ve beyazı görünür. Ada çığlık atmaya çalışır ama sesi çıkmaz. Korkudan aklını yitirmek üzereyken, kadın kendine döner. Ellerinin titremesine mani olamaz. Kadın sevecen bir ifadeyle ellerini tutar ve korkmamasını öğütler.
“Sonra tekrar mı başlayacak bu işkence? Başka bir yolu yok mu?”
“Var ama zaman gerek. Ne zaman tıkırtıları tekrar duymaya başlarsan beni ara. Gece gündüz demez gelirim. Ben gelene kadar en çok sevdiğin arkadaşınla beraber kal o evde, tek olma. Ayrıca o arkadaşının yıldızı çok yüksek, onun yanındayken sana zarar veremezler. Sen arayana kadar çözüm bulacağım sana. Merak etme, onlardan kurtulma işini sana ücretsiz yapacağım.”
Ada korkmuştur, dudaklarının arasından fısıltı şeklinde “Teşekkür ederim.” çıkar. Kadın ellerini avucuna alarak önemli olduğu belli olan bir şey söyler.
“Benimle buluştuğunu kimseye anlatma. Anlatırsan onlar da duyacaktır. Hiç kimseye bahsetme bundan, duyuyor musun beni?”
Ada ürperir, sadece kafasını sallayarak onaylar. Daha sonra kadın parasını da alarak gider ama Ada çok tuhaf hissetmektedir. Selin’in dediği şeyler aklına gelir. Selin herkese anlattıktan sonra kadının tekrar buluşmak istemediğini söylemiştir. Ada çoktan kadının bazı güçlerinin olduğuna inanmıştır. Arkadaşlarını arar ve kadının gelmediğini, beklemekten ağaç olduğunu, onlarla buluşmak istediğini söyler.
O gece hiçbir ses duymaz. Uzun süreden sonra deliksiz bir uyku çeker. Ne pencerede tıkırtı sesleri vardır ne de köpek havlaması… İkinci gün yeniden doğmuş gibi başlar güne. Bunun bozulmasından korkarken, bir yandan da kadına minnettardır.
Derslerini bitirir, sınavlarına çalışmaya başlar. Daha neşeli olduğu arkadaşlarının gözünden de kaçmaz. Her şey yolundadır. Duaların bir kısmını odasına koymuştur, bir kısmını da yanında taşımaktadır. Bulduğu başka duaları da okur fırsat buldukça. İçi rahatlamıştır. Ancak uzun sürmez.
Sonra bir gece daha tıkırtıları duymaya başlar. Yanlış duyduğunu düşünerek dikkat kesilir. Ses giderek artar. Yatağında kıvrılır ve korkudan titremeye başlar. Sesler giderek daha da korkunç hal almaktadır ve o geceyi gözünde uykunun zerresi olmadan geçirir. Tuhaf fısıltılar da vardır artık.
Evden dışarıya çıkmaya bile cesaret edemez. Pınar’ı arayarak, evine çağırır. Ona çok kötü olduğunu mümkün olduğunca çabuk gelmesini söyler. Pınar bu saatte gelemeyeceğini ama sabah mutlaka orada olacağını söyler. Daha sonra da kadını arar. Saatin kaç olduğu umurunda değildir. Kadın ertesi akşam gelecektir, o sırada arkadaşının onu hiç yalnız bırakmamasını tembihler.
Ada’nın gözaltları morarmıştır. Kimseye neler olduğunu da anlatamayacağı için kendi kendini yemektedir. Sabah Pınar gelir, yüzünde alaycı bir ifadeyle onunla dalga geçmeye başlar. Evi baştan aşağıya tarar, tıkırtıların sebebi ilan ettiği böcek ve farenin avına çıkar.
“Ya anlatamıyorum, köpekler de havlıyordu.”
“E? Köpek bu, havlayan bir canlı.”
“Cam tıkırdıyordu.”
“Bak hayatım şu cama, apartmanın hemen dibinde kocaman bir ceviz ağacı var rüzgâr olunca dalları çarpıyordur.”
“Kapılar?”
“Komşunun kafadan rahatsız çocukları vardır? Gece uyumayıp kapını çalan sarhoş bir sapık olabilir. Eğer sebep buysa korkabilirsin, sapıklardan ben de korkarım ama cinlerden korkmak kadar komik değil en azından.”
“Senin yıldızın yüksek tabii. Sana dokunamıyorlar.”
Ada dudaklarını büker, doğru kişiyi arayıp aramadığı hakkında endişelenmeye başlamıştır. Pınar her fırsatta ona gülmekte, durumla eğlenmektedir. Onun kadar rahat olmak ister.
Saat ilerlerken Pınar korku filmi izlemeyi önerir. Ada ona korkunç bir bakış atınca en azından mantıklı bir şeyler izlemek istediğini söyler. Ada onu dinlemek yerine, romantik bir filmi açar. Pınar ilk başta mırın kırın eder ama filmin ikinci can alıcı sahnesinde, iki gözü iki çeşme, kucağına aldığı yastığı ısırmaktadır.
Sonra pencerede tıkırtı sesleri duymaya başlarlar. Ada çığlık atar, Pınar eline mutfaktan kaptığı bıçağı da alarak pencereye doğru gider. Camı açtığında hiçbir şey göremez. O da biraz gerilir ama belli etmez. Camdan gelen sesler durmak bilmez. Beraberinde başka sesler de gelmektedir artık. Pınar kocaman bir kahkaha patlatır.
“Bu sesler alt kattan geliyor sanki. Ada sen alt katındakilerin manyak olmadığından emin misin? Bence aşağıda ayin var. Saat daha on, ben aşağıya inip sesleri soracağım. Bekle beni.”
“Hayır, ne olur gitme. Sabah sorarız olur mu? Bak, ben çok korkuyorum.”
Pınar oflayarak oturur. Başka bir film açarlar. Pınar’daki rahatlık onu da rahatlatır. Gece yarısı olmak üzereyken sesler bir kez daha artar. Pınar yine sakin duruyordur. Ayağıyla yere vurur, bağırır.
“Kesin sesinizi be!”
Sesler tuhaf bir şekilde gerçekten de susar. Ada onu çağırdığı için çok mutludur, kadının dediğini iyi ki dinlemiştir. Saat bire yaklaşırken Ada’nın ısrarıyla ikisi de daha uyumamışlardır. Ada kadını beklemek istediğini belli etmez ona. Hemen ardına da kapı çalınır.
“Bu saatte kim ola ki bu?”
Pınar kapıya doğru yönelirken Ada da onunla beraber gelir. Kadını gördüğünde hemen kapıyı açar ve kadına sarılarak içeriye davet eder. Pınar kadını tanımadığı için durumu anlamaya çalışmaktadır. Akraba falan olduğunu düşünür ilk önce ancak sonra kadının falcı olduğunu görünce Ada’ya kızgın bakışlar atar.
Kadın evin ışıklarını kapatmalarını söyler. Pınar, Ada’yı yakalayıp kızar ama dinletemez, mecburen ışıkları kapatırlar. Kadının elinde uzun mumlar vardır, onları yakar ve ellerinde o mumlarla evin içinde gezmeye başlarlar. Bir kâseye, çantasındaki bir şişeden suyu andıran şeffaf bir şey döker kadın. Kadın dualar okurken sesi yükselir, elini kâseye daldırıp su saçar etrafa. Pınar gülünce Ada onu susturur.
Kadın dualar okudukça evdeki tıkırtılar hırlama sesleriyle karışır, Pınar bile gerilir, kadın işe yaramayacağını söylediği halde mutfaktan daha önce aldığından daha büyük bir bıçak kapar ve onlara eşlik eder.
Sesler giderek inleme seslerine dönüşür, tıkırtılar şiddetlenir. Işıklar yanıp sönmeye başlar. Kadın da daha yüksek sesle dua okuyordur. En son tüm sesler kesilir. Pınar bir şeylerden şüphelenir, olayları mantıklı bir şekilde ele almaya çalışır.
“Şimdi kızım.” der kadın ve kâsede kalan son suyu Ada’nın içmesini ister. Ada tereddüt etmeden içer. Daha sonra kalan suyu Pınar’a uzatır.
“Bana onu içirmenin hiçbir yolu yok.”
Ada, Pınar’a yalvarır gibi bakar ama Pınar diretir.
“Kızım benden korkuyorsan, korkma. Benim bu evden alacak bir şeyim yok. Ben bu kâseyi bırakıp gideceğim. Sen de ben gittiğimde içersin. Ama ne olur iç. Bu evden başka türlü çıkamazsınız, sizi bulurlar.”
Kadın çıkarken Ada ona teşekkür eder ve kapıyı kapatır kapatmaz daha içteki güvenlik kilidini bile çevirmeden Pınar’ın yanında biter. Israrla içmesini söyler. Pınar en sonunda dayanamayıp kabul eder. Sudur işte, tadı bile farklı değildir. Pınar, dolandırıldığını anlatmaya çalışır ama az önce şahit olduğu seslerin karşısında o bile bir tuhaf olmuştur. İkisi de yorgundur, geç olmuştur ve daha fazla bekleyemeden uyumak için odaya yönelirler. Sonra tıkırtı sesleriyle birlikte yeniden ışıklar gelip gitmeye başlar. Ada, Pınar’a bakar korkuyla.
“Acaba suyu içmekte geç kaldığın için mi böyle oldu?”
“S-saçmalama be.”
Pınar kekeleyerek cevap verir. Ada kapıyı kilitlemeyi unutmuştur ama yerinden kalkmak için fazla ürküyordur. Nihayet cesaretini toplayıp kapının tüm kilitlerini kapatmak için kalkacak olur ama uyuştuğunu o zaman fark eder. Yerinden kalkmak şöyle dursun, hiçbir kası oynamamaktadır. Ada’ya bakar, o da dehşet içindedir ve hareket edemiyordur. Hemen ardına kapıdan bir ses gelir. Ayak sesleri dolaşmaya başlar evde. Onların olduğu odaya gelince ayak sesleri yavaşlar.
“Merhaba kızlar.”
İki kız da öyle ağır bir uykudadır ki hayal meyal görürler olanları. Ada, yan komşusu ölürken gördüğü tanıdık yüzü hatırlar, kime ait olduğunu biliyordur artık. Falcının numarasını da aynı kız vermiştir. O zaman gözleri cin gibi açılır. Karşısında ona gülmektedir. Selin iki kızın hareket edip edemediğini kontrol eder. Kızlar her şeyi hissederler ama hareket edemezler.
“Her zaman arkandan kapıyı kilitlemeyi unuturlar. Sonra da tek bir kartla bile çelik kapı açılır. Ne kadar güveniyorlar sana yahu?”
“Bir falcıya, evlerinin kapısını açacak kadar, kızım.”
Eve daha önce geldiğinde taktığı şeyleri sökerler teker teker. Seslerin nereden geldiğini ancak bu şekilde fark eder Ada. Hemen sonra da seslerin Selin’in ziyaretinden sonra başladığını da hatırlar. Pınar’a pişmanlıkla bakar. Onun bu halde olmasına da sebep olmuştur. En sonunda bakışlarını Selin’in üstünde kenetler. Sarışın arkadaşının her zaman kendini fazla beğenmiş biri olduğunu düşünmüştür ama ondan böyle bir şeyi yapmasını hiç beklememiştir. Selin o kadar normaldir ki…
“Arkadaşların için üzülmüyor musun?”
Selin güler, “Çok üzülüyorum. Çok pişmanım. Herkesin kötü bir alışkanlığı var, benimki de bu işte. O gün bizi görmeseydi hayatta olacaktı ama bak, bu sayede epey gelişme kat ettik. Bunları daha iyi kullanıyoruz artık.” yüzünde pişmanlığa dair hiçbir ifade yoktur. Ufak cihazları sallar ve kendisiyle bir süre övünür.
Falcı kadın eldiven giydiği elleriyle kızların yüzlerini inceler. Pınar, gözleri dehşet içinde olan bitene bakıyordur. Falcı kadın, ona iyice yaklaşır. Kaşığı andıran tuhaf bir aletle kızın göz kapaklarının ardından tek seferde gözlerini söker. Ada durumu sadece izlemektedir. Falcı kadın söktüğü gözleri alır, Ada’nın kucağına bırakır.
“Bak, kızım. Ada’ya yakışan deniz gözleri bulacaksın, dememiş miydim? Ölürken yalnız gitmeyeceksin. Hayatının sonuna kadar mavi denizler yanında olacak.”
Ada ertesi gün komşusu olan kadın gibi haberlere çıkacağından emindir artık. Komşusunun ne acılar çektiğiyle tanışmak üzere olduğunun da farkındadır. Avuçlarındaki deniz mavisi gözler ona dehşetle bakmaktadır.
merhaba, konu olarak güzeldi ama hikaye etmede? Şöyleki; zaman olarak geniş zaman kipi kullanmışsınız öykü boyunca. Bu da senaryo yazım tekniği aslında, öyküden ziyade. Zaten gelişen olaylar da gerilim filmi tadında. Biçim olarak öyküleştirilmeye ihtiyacı var fikrimce.
Konuya dönersek merak uyandırıcı.
Elinize sağlık.
Merhaba 🙂
Hikaye boyunca, farklı zamanlar aynı anda kullanılmadığı sürece, geniş zaman bir hata değil diye biliyorum. Belki aşina olduğumuz geçmiş zaman daha iyi olurdu ancak gündelik dilin bu kadar hakim olduğu hikayeye ben geniş zamanı yakıştırdım.
Yorumun için teşekkür ederim.