Öykü

Fuat B. Girezli’nin İlk ve Tek Röportajı

Fuat B. Girezli’nin adını duymamak mümkün değil. Çok satanlar listesinde aynı anda bulunan üç kitabı, özellikle son dört yılda yayımlanan yapıtlarındaki harika ayrıntılar ve toplumun her kesiminden insanın romanlarından aynı tadı alabilmesiyle adı Çağdaş Türk Edebiyatı’nın başında söyleniyor artık. Her ne kadar yazdıkları bilinse de, yaşantısı bir sır gibi. Şimdiye kadar ne bir televizyon programı, ne de gazetelerde bir röportajını görebilmiştik. Hepinizin aklındaki soruları bir bir sorabilmek, ve bu muhteşem edebiyat insanını daha yakından tanıyabilmek için geçtiğimiz hafta kendisiyle bir röportaj yapmak üzere sözleştik. Sözü fazla uzatmaya gerek yok… İşte Fuat B. Girezli’nin vermiş olduğu, ve gazetimizi seçmiş olmasından gurur duyduğumuz ilk ve tek röportajı!

“Bir röportaj ayarlayacaksın ulan! Bu kadar mı zor?” diye bağırdı telefondaki adamın sesi. Bıyıklı bir bağırıştı bu. Cevdet daha önce görmüştü bu bıyıkları; ama telefonda konuştuğu patronunu tanımıyor olsaydı bile bıyıklı olduğunu tahmin ederdi.

“Halil Bey anlamıyorsunuz. Adam yıllardır kitap yazıyor, bugüne kadar bir kişiye röportaj vermişliği yok…” Telefonu bir saniye kulağından çekip cebindeki akbili aldı, okuttuğu gibi boş bir koltuk bulma umuduyla yürümeye devam etti. Telefonu tekrar kulağına götürdüğünde Halil Bey hala bağırıyordu.

“-yok muydu bu adamın? Onunla görüş. O ayarlasın işte.”

“Pardon efendim. Anlamadım.”

“Ulan bir düz dinle beni. Menejeri falan yok mu bu adamın?”

“Var Halil Bey; ama-”

“İyi işte. Ara menejerini… ‘Çok önemli’ de. ‘Prestijli bir gazete’ de. ‘Avrupa’da İngilizce baskısı var’ de. İkna et adamı.”

“Halil Bey, menejeriyle de konuştum konuşmasına. Fuat Bey istemiyor diyor. Adam röportaj vermiyormuş.”

“Fuat kim?”

Cevdet boşta olan elini alnına götürdü. Birkaç saniye ev kirasını, geçen ay bozulan ve değiştirmesi gereken çamaşır makinesini, her fırsatta ondan para isteyen kız kardeşini ve son olarak da gazeticilik hayallerini düşündü.

“Fuat Bey röportaj yapmamı istediğiniz yazar efendim…” dedi yılarak.

“Heh. Yap şu röportajı işte.”

“Yapamıyorum Halil Bey, başkasını bulalım.”

“Dur o zaman sen Cevdet. Sen o röportajı bana getirme de, biz senin yerine başkasını bulalım!”

Görüşmenin bittiğini anlatan kısa aralıklı üç ses. Telefondaki “Halil Müdür” yazısının yok oluşu.

Fuat Bey, benim ve milyonlarca okuyucunuzun aklında o kadar çok soru var ki; nereden başlayacağımı bilemiyorum. Hakkınızda hiçbir şey bilinmediği için rica ediyorum: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

-Kendimden pek bahsetmediğim doğrudur. 1959 yılında, Malatya’da Fuat Bülent Girezli adıyla doğmuşum. Babam elektrik idaresi müfettişiydi. Annem doğumdan önce ziyarete gelmiş teftişte babamı. Erken doğum olmuşum. O günden sonra da “Onlar benim şansım!” diye babam beni de annemi de gittiği her yere götürmüş. O yüzdendir, memleket diye bir kavramım yok benim.

Meşgul çalan telefon. Eğer kalabalık bir otobüs içinde olmasaydı elindeki telefona yalvarabilirdi Cevdet. Fuat Girezli’nin menejerine ulaşmaya çalışıyordu onbeş dakikadır. Birkaç apartman ileride ineceği durağı gördüğünde Türkcell’e olan inancını yitirdi ve sarı direk üzerindeki kırmızı bir tuş sağolsun, tek bir parmağıyla koca bir otobüsü durdurdu.

Arkasında otobüs daha arkadaki ayağı havadayken kalkmıştı ki durağın camında yansımasını gördü. İçinde griler ve beyazlar çıkmaya can atan dağınık kumral saçlar, ne kadar uyursa uyusun her zaman uykusuz görünecek gözler, iki kere kırılmış gibi duran çirkin bir burun ve kendi içinde bir gazetecide olmazsa olmaz dediği kirli sakallar…

Otuz olmuştu artık bir kere. Bunun ne demek olduğunu biliyordu. Birkaç yıldır bunun ne demek olduğunu açıklıyordu kendine. Bu saatten sonra “Uluslararası İlişkiler’i bitirdim; ama yapmak istediğim şey bu!” yoktu. “Hayallerimin peşinden gitmezsem yaşamanın ne anlamı var!” da yoktu. Hele ki “Hiçbir şey beni durduramaz!” hiç yoktu. Halil Bey durdururdu. Hem de kılını bile kıpırdatmadan… Gazetede şimdiye kadar dişe tırnağa dokunur bir şeyler yapamadığını biliyordu; ama yapmaya ihtiyacı vardı. Hem hayaline, hem de paraya ihtiyacı vardı.

– Herkesin merak ettiği bir başka soru ise edebiyat hayatınızın nasıl başladığı…

– Sanıyorum herkes gibi. Lisede üç günde bir birine aşık olurdum. Mektuplar, şiirler yazardım. Cevap vermezlerdi. Nasıl cevap vermediklerini yazan öyküler yazardım, okumazlardı. Üniversiteye girdim. Mektuplarına, şiirlerine cevap verilmeyen bir adamın öyküsünü yazdım. O zamanlarda çok revaşta olan bir dergi vardı, ‘Kuş Uçuşu’ diye… Orada yayımlandı. O heyecanla yazmaya devam ettim.

“Alo?” dedi telefondaki ses. Bu numara benim telefonumda kayıtlı değil diyen bir ses tonuydu. Yabancı bir ağızla konuşuyordu.

“Alo. Merhaba. Ben Cevdet Tandoğan. Son Haber gazetesinden arıyorum. Daha önce de konuşmuştuk, Fuat Bey’le röportaj yapmak istiyoruz.”

“Fuat Bey röportaj vermiyor. İyi Gün-”

“Lütfen! Durun kapatmayın.”

“Evet?”

“Bakın bu röportaj benim için çok önemli.”

“Beyefendi, Fuat Bey röportaj vermiyor.”

Bu adam menejer yerine menajer diyen insanlardandı. Yaptığı işi olduğundan büyük bir iş sanıyordu. Fuat Bey’i temsil ettiği ve parasını sömürdüğü biri olarak değil de kendi alt benliği gibi görüyordu.

“Fuat Bey’le görüşsem? Eminim konuşursak o da çok heyecanlanacaktır bu röportaja.”

“Kendisinin böyle şeylere zamanı yok. Menajeriyle, benimle görüşülüyor bu konular.”

Kesinlikle menejer yerine menajer diyen bir adamdı.

“Ukalalığımı mazur görün; ama sizin işiniz onun için röportaj, imza günü, bu tür şeyleri ayarlamak değil mi?”

“Evet?”

“E zaten röportaj vermiyorsa size niye ihtiyacı var ki?”

Telefon sessizliği. Sessizliğin en rahatsız edeninden…

“Adınız ne demiştiniz?”

“Cevdet. Cevdet Tandoğan… Lütfen bana yardım edin. İşimi kaybetmem söz konusu.”

Yine telefon sessizliği. İlki kadar kötü değil; ama telefon faturasını akla getiriyor.

“Ben de Ethem. Memnun oldum. Bakın, yardım etmek isterdim Cevdet Bey; ama Fuat Bey bu konuda çok hassas. Yanlış anlaşılmak istemiyor.”

“İşte tam da bu yüzden söylemek isteyeceği her şeyi söyleyebileceği tek bir büyük röportaj çok iyi olmaz mı?”

“Sanmıyorum.”

Adamı kaçırıyordu. Bir şeyler yapmalıydı.

“Yanlış anlamanızı istemem; tüm kitaplarını da çok seviyorum; ama ortalıkta söylentiler dolaşıyor…”

Beklediği ve istediği bir sessizlik.

“Diyorlar ki kitapları aslında o yazmıyormuş, arkasında koca bir ekip varmış, başkasının işleriymiş. O yüzden basına çıkmıyormuş… İnsanların anlayacağından korkuyormuş.”

“O nasıl şey? Saçmalamayın!” Bir kez daha telefondaki bir ses bağırıyordu; ama bu seferki bıyıklı bir bağırış değildi.

“Ben kesinlikle katılmıyorum bu görüşe! Ama insanları inandırmak gerekiyor. Siz de biliyorsunuz. Bu işin içindesiniz…”

-Kitaplarınızla ilgili konuşmaya geçmeden önce, bize günlük yaşamınızdan bahsedebilir misiniz? İnsanlar merak ediyor Fuat Girezli’nin neler yaptığını, nelerden hoşlandığını…

Sıkıcı bir insanım. Gerçekten, bunu okuyan hiç kimsenin ilgisini çekecek bir şey yapmıyorum. Sabahları omlet ya da tost yiyorum çoğu insan gibi. Bazı insanlar gibi benim de en sevdiğim yemek kuru fasülye. Attila İlhan’ın da öyleymiş. Hiç evlenmedim.

“Röportajı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim Fuat Bey”. Elini uzattı, Fuat Bey’in elini iyice sıktı.

Masaya otururken iyice inceledi karşısındaki yazarı. Uzun süreler boyunca masalara eğilen insanlara özgü bir kamburu vardı. Onu Notre Dame’ın kamburu yapacak kadar değil; ama fiziğinin bozulmuş olduğunu belli edecek kadar eğik. Gözlerinin altında üç sıra torba vardı, ve koyu kahverengi bir renk almışlardı. Sigara içen insanların bıyıklarının sararması gibi görünüyorlardı. Sanki sigarayı gözlerine çekiyormuş gibi. Gözleri, belki de çocukken lacivert denenlerdendi; ama şu an koyu griye kaçan bir kahverengiydi. Sürekli yan tarafa, birkaç masa ötede oturan bir adama bakışlar atıp duruyorlardı. Elleri titremiyordu; ama sanki onları nereye koyacağını bilemiyor gibiydi. Belli ki uzun süredir insan içine çıkmamıştı.

“Ne içersiniz Fuat Bey?” diye sordu Cevdet, Fuat Bey’in kaçamak bakışlarından bir başkasını yarıda keserek.

“Sadece su.” dedi Fuat Bey başından savarcasına.

Cevdet garsona işaret etti. Bir su ve bir Nescafe istedi.

“Nasıl istersiniz? Hemen başlayalım mı? Önce sohbet mi edelim? Aç mısınız? İsterseniz yemek yiyebiliriz önce?”

Fuat Bey bakışlarını tekrar Cevdet’e döndürdü. Bir an sırıttı ve aynı hızla tekrar hissizleşti.

“Başlayalım. Lütfen.”

Cevdet çantasından içinde notlar dolu kitaplarını, ses kayıt cihazını, kalemini ve not defterini çıkardı. Ses kayıt cihazının kapağını açıp kasedi kontrol etti, kapattı ve masanın ortasına koydu. Üzerindeki kırmızı düğmeye bastı.

“17 Mayıs 2010. Tellioğlu Restorant. Cevdet Tandoğan Fuat Girezli röportajı. Birinci kaset-”

-“Aşık Olmadan Önce Yapmanız Gereken Yüz Şey” adlı ilk romanınız tek baskı yaptı, ondan sonraki iki romanınız da son dört yıldaki çalışmalarınıza nazaran pek az ilgi gördü. Bunu neye bağlıyorsunuz?

-Ben o kitabı yazmaya başladığımda 25 yaşındaydım, bitirdiğimde 35. Benim için yeri hep ayrıdır; ama insanların ilgisini çekmedi işte. Kendi mutsuzluklarımdan, tatminsizliklerimden çıkarımlar yapmaya, oradaki ana karakter Kemal üzerinden Türk toplumunda aşk kavramının nasıl yanlış anlaşıldığından bahsetmeye çalıştım. Sonrasında yazdığım şeyler de basitçe söylemek gerekirse yeterince iyi değildi; ama tabii o zamanlar ilham perimle henüz tanışmamıştım.

“Hayır. Artık bıktım. Daha fazla yazmak istemiyorum; ama bitmek bilmiyor”. Fuat Girezli kafasını ellerine gömdü.

Cevdet gülümsedi. “Fikirler birbirini kovalıyor demek. Bizim için sevindirici bir haber bu.”

“İstemiyorum!” Fuat Bey gözlerini Cevdet’e döndü.

“Iı-anlıyorum. Tüm bu ilgi bunaltıyor olmalı sizi.”

-Son kitabınız “Her Gün İnsanının İntikamı” büyük tartışmalara neden oldu. Kimisi bu romanın Türk Edebiyatı’nda yeni bir dönem açtığını savunuyor, kimisi ise belirli normlar içinde gelişmiş olan Türk Edebiyatı’na ters düştüğünü ileri sürüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

-Bence insanlar Ekrem’in hikayesinden iki farklı şekilde etkilendi ve bu yüzden iki farklı bakış açısı gelişti. Sanıyorum ki bazı insanlar sonunda eski karısının onu öldürmesine izin verirken bu hayattan ve kendinden vazgeçtiğini, büyük bir fedakarlık yaptığını düşünerek onu iyice benimsediler. Bazı insanlar ise onun edilgenliğinde kendilerine yediremedikleri yanlışlar buldular. Oluşturmaya çalıştığım ikili anlatım tarzı da eklenince kitapla ilgili iki farlı yargı oluştu; ki bu kitabın ilhamı da buydu. İnsanları tıpkı Ekrem’in hayatında yaşadığı ikilem gibi ikiye ayırma isteği.

“Fuat Bey, söyledikleriniz beni korkutuyor. Bu, artık başka roman yazmayacağınız anlamına mı geliyor?”

Fuat Girezli cevap vermeden önce yine yana doğru bir bakış attı. Yılmış bir ifadeyle “Hayır…” diye mırıldandı. “Yakında bitecek yeni kitap.”

Cevdet bir kahkaha kopardı. “Bir yandan artık bırakmak istiyorsunuz; ama diğer yandan yaratıcı kişiliğiniz buna izin vermiyor değil mi?”

“İzin vermiyor.” diye tekrarladı Fuat Bey. “İntihar etmeyi denedim. İzin vermedi.”

“Nasıl? Anlamadım. İntihara kalkıştığınızı mı söylediniz?” Kayıt cihazını iyice yaklaştırdı Fuat Bey’e. Cihazın yerini değiştirmenin bir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordu; ama söylediği şeyleri kaçırmak istemiyordu şu an. Röportaj beklediğinden de iyi gidiyordu. Adam sadece bir edebiyat dahisi değil, aynı zamanda da deliydi. İnsanlar delilerin hikayelerini dinlemeyi çok severdi.

“Denedim; ama izin vermedi”. Masada duran bıçağı aldı, bileğini götürdü. Etine bastırmadan çizerek gösterdi.

“Bileklerimi kesecektim bitsin diye; ama gelip durdurdu.”

Cevdet rahatsız olarak sandalyesinde dikleşti.

“Kim? Kim durdurdu sizi Fuat Bey?”

-Romanlarınızın bu büyük başarısını neye borçlusunuz?

-Edebiyat için bunu söylemek ne kadar doğrudur bilmiyorum; ama bence bu bir takım oyunu. Ben şu an olduğum yerdeysem; bunun en büyük nedeni Ethem. Sonuçta biz yazarlar, genellikle içine kapalı, dış dünyayla bağ kurmayan, kendi kendine bir şeyler oluşturmaya çalışan insanlarız. Ethem, menejerim sağolsun benimle okuyucum arasındaki bağı o kurdu. Bir anlamda, gerçek bir ilham perisi benim için.

“Bakma! Bakma!” Fuat Bey yüksek sesli bir fısıltıyla durdurdu Cevdet’i.

Cevdet, kafasını çevirip bakma dürtüsünü zorlukla bastırarak Fuat Bey’e baktı. Adamın alnından terler damlıyordu. Gözleri faltaşı gibi açılmış, Cevdet’e odaklanmıştı.

“Fuat Bey, saygısızlık etmek istemem; ama anlayamıyorum. Sizi son dört yıldır yazdığınız her şeyi yazmaya o zorladı diyorsunuz.”

Fuat Girezli tekrar tekrar kafasını salladı.

“Nasıl zorlayabilir ki? Sizi bir odaya kapatıp bilgisayar başına zincirleyecek hali yok ya!”

“Öyle! Aynen öyle! Başta benim de hoşuma gidiyordu. İlham perisi bu, her zaman gelmiyor; ama sonra istemedim. Zorladı. Beni öldürmekle tehdit etti.”

“İlham perisiyle ne alakası var Fuat Bey?” Cevdet sesinin çatallanmasını engellemeye çalıştı. Röportajın renklenmesi için adamın biraz kaçık olmasına tahammül edebilirdi; ama karşısında düpedüz bir deli vardı. Başına bir şey gelmesini istemiyordu.

“O yazdırdı hepsini!”

“İlham perisi?”

“Evet!” bir anda bağırmıştı Fuat Bey. Restorantdaki kafalar bir anda onlardan yana döndü. Cevdet Fuat Bey’i korkutmaya çekindiği için bakamıyordu; ama adamın deminden beri bakışlar attığı masanın da bakışlarının üzerlerinde olduğunu hissediyordu.

“Siz menejeriniz Ethem Bey’in -ki aynı zamanda ilham periniz olduğunu söylüyorsunuz- sizi tüm bu romanları yazmaya zorladığını söylüyorsunuz. Son dört yıldır…”

-Peki bir sonraki romanınızla ilgili bizimle paylaşabileceğiniz bir bilgi var mı?

-Yazmayı daha geçen hafta bitirdim. Şu an editörde. Adı “Mevsim Nezlesi” olacak. Yaşadığı her ilişkiyle başka türlü hasta olan bir adamı, Murat’ı anlatacak. Son büyük ilişkisiyle kanserden ölmüş. Onun geriye bakışı, küçük büyük hastalıklarını ve hasta ilişkilerini irdeleyişi olacak romanda.

Siniri çok bozulmuştu. Gülmemek için zor tutuyordu kendini.

“Bir gün karşınıza çıktı ve size ‘Ne dilersen dile benden’ dedi öyle mi?”

Fuat Bey deli gibi etrafına bakınıyordu.

“Lamba cini mi dedim? İlham perisi! Yazamıyordum hiçbir şey, yazdıklarım da beş para etmiyordu. Adam bir anda karşıma çıkıverdi işte.”

Belki de oyun oynuyordu Fuat Girezli onunla.

“İlhamınızı kişileştirmeniz, böylesine somutlaştırmanız gerçekten çok güz-”

Fuat Bey masanın diğer ucundan Cevdet’in boğazına sarıldı. Cevdet ne yapacağını bilemez bir şekilde dururken gözlerini gözlerine dikti.

“Kurtar beni o adamdan.”

“Fuat Bey, abartıyorsunuz…”

Adamın sağ gözünden bir damla yaş düştü, umutsuzca tekrar sandalyesine çöktü. Neler yaşıyordu bu adam kafasında?

Cevdet ses kayıt cihazına uzandı ve kaydı durdurmak için tekrar kırmızı düğmeye bastı. O sırada başka bir el daha uzandı cihaza. Cevdet kafasını çevirdiğinde oldukça genç, açık kumral saçlı, renkli gözlü, vücudu ince yapılı birini gördü. Masanın yanında ayakta duruyor, ses kayıt cihazı elinde, sırıtarak Cevdet’e bakıyordu. Fuat Girezli sandalyesinde geriledi ve gözlerini adamdan kaçırmaya başladı. Röportaj boyunca bakışlar atıp durduğu adam bu olmalıydı.

“Ne yapıyorsunuz?” dedi Cevdet ayağa kalkıp ses kayıt cihazına atılarak.

“Bu bende kalıyor.” dedi adam cihazı tutan elini arkasında tutup. Diğer eliyle birkaç sayfalık bir çıktı uzattı.

“İşte bu da yayımlayacağınız röportaj.” dedi yabancı bir ağızla. “Ben Ethem. Fuat Bey’in menajeriyim. Kendisi elimde gördüğünüz röportajın yayımlanmasını istedi.”

“Ne diyorsunuz siz beyefendi? Geri verin lütfen kayıt cihazımı!”

Ethem hiç istifini bozmadı. Elindeki kağıtları masaya, Cevdet’in önüne bıraktı.

“Bu röportajı yayımlayacaksınız Cevdet Bey. Hayallerinizi düşünün, onlara bir şey olsun istemezsiniz. Hem burada işinize yarar hiçbir şey yok.”

Arkasında tuttuğu cihazda bir tuşa bastı. Birkaç saniye kasedin sarılma sesini dinlediler. Tekrar bir tuşa basarak oynattı. Cızırtıdan başka bir ses gelmiyordu.

“Ne yaptın sen?” Cevdet adamın üzerine yürümek istedi; ama sanki resmi bir danstaymışlarcasına onun ileri attığı iki adımla Ethem de geriye iki adım attı.

“Fuat Bey’e hayallerini verdim. Size de hayallerinizi sunuyorum Cevdet Bey. Eğer size verdiğim röportajı kullanırsanız, ülkede milyonlarca kişi okuyacak. Okurlar, patronunuz, size inanmayan anneniz, hepsi çok beğenecek röportajı. Gazeteniz en önemli röportajlarını size yaptıracak, size haftalık bir köşe verecek. Bir süre sonra Edebiyat dünyasında herkesten önce sizin fikirleriniz sorulmaya başlanacak. Sizin önerdiğiniz şeyler yok satacak, beğenmediğiniz şeyler gün yüzü görmeyecek. İnanın bana.”

Cevdet masanın üstünde duran kağıtlara göz ucuyla baktı. Ethem ona yaklaştı, ses kayıt cihazının içinden kasedi çıkararak cebine koydu. Cihazı masanın üstüne bıraktı. Fuat Girezli’ye eliyle kalkmasını işaret etti.

“Ya da röportajı başka şekilde yayımlarsınız. Annenizi öldürürüm.”

Başını hafifçe eğerek selam verdikten sonra arkasını döndü, arkasında Fuat Girezli’yle çıkışa yürümeye başladı.

“Kardeşinizi de…” diye seslendi arkasına bakmadan. “İyi günler Cevdet Bey!”

-Bu harika röportaj için çok teşekkürler Fuat Bey. Umarım daha uzun yıllar romanlarınızla hayatlarımıza renk katarsınız.

-Benim için bir zevkti. Merak etmeyin. İlham perim benimle olduğu sürece daha yazacak çok şeyim var.

A. Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de Londra’da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an İstanbul ’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Fuat B. Girezli’nin İlk ve Tek Röportajı” için 5 Yorum Var

  1. Mizahi bir üslubun böyle bir kurguda kullanılması çok hoştu. Açıkçası son ana kadar Ethem’in Fuat Girezli’nin ikinci karakteri falan olduğunu düşünmüştüm. Final bu açıdan güzeldi. Mizahi üsluba karşı özel bir ilgim olduğundan anlatıma diyecek bir şeyim zaten yok. Kurgu öykünün üzerine tam oturmuş. Kısacası çok güzel.
    Tebrikler.

  2. Önce aklıma Stephen King’in “Misery”si geldi. Ancak öykü bambaşka şekilde gelişti tabi sonradan. Öyküyü iki uçtan alıp ikisini bir noktada birleştirmeniz çok şık olmuş, okumaya ayrı bir zevk katıyor.

    Ben sadece şöyle bitmesini isterdim, İlham Perisinin Cevdet için söylediklerinin doğru çıktığını görebilseydik. Hatta bu hikayenin en başında olsa daha da güzel olurdu. Eline tutuşturulan metni yayınladığı için Ethem’in söylediklerinin gerçekleştiğini görmüş olurduk böylece.

    Ama tabi bu öyküyü hiçbir şekilde gölgelendiren bir durum değil. Çok güzel olmuş, kaleminize sağlık.

  3. Ben de çok beğendim. Ethem’in o “menajer” olan menejerlerden biri olduğunu düşüncesi haricinde, öyküde önemli bir yer alacağını hiç mi hiç tahmin etmezdim, ta ki sonlardaki “ilham perisi” olayına kadar. Dili kullanışın, ilham perisi Ekrem’in Cevdet’e sıraladığı hayaller, röportaj ve öykünün iç içe geçişi… Hepsi birbirinden güzeldi, ellerine sağlık.

  4. Olağanüstü bir öykü olmuş. Beni olduğum yere çiviledi ve heyecanlandırdı. Ve tabiki bir gün bir cinle karşılaşırsam “yazamıyorum.” demem konusunda öğretici bir ders oldu.
    Elinize sağlık.

  5. Selamlar Fiddler,

    Bu öykünü de en az Pazuzu kadar sevdiğimi söylerek başlayayım yorumuma. Konu ve üslubun kadar anlatım tarzın da çok başarılıydı. Araya sıkıştırdığın o röportaj parçaları, 30 yaş kariyer sorunu, Fuat Bey’in tavırları ve Cevdet’in röportajı koparmak için uydurduğu bahane falan hepsi ayrı bir güzeldi.

    Tek eleştirim hikayenin sonunda menejerin sadece basit bir ölüm tehdidi savurmasına yönelik. Orada parlayan bir çift kızıl göz ya da ne bileyim sadece bir anlığına Cevdet’e gerçek yüzünü göstermesi gibi ufak bir ayrıntı pastanın üzerindeki kiraz olabilirmiş.

    Umarım bu geç gelen yoruma burun kıvırmazsın.

    Kalemine sağlık..

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *