Öykü

Gardıropla Yüzleşme

Rüyadan sıyrılıp uyandı. Kan ter içinde kalmaya artık alışmış olsa da her seferinde kendisini kötü hissediyordu. Binlerce iblis onun rüyalarına girmek için yarışıyor gibiydi. Her şey gardıropla başlamıştı.

Gardırop artık onun için bir tabuydu. Kapağını açmayı bırak yaklaşmaktan dahi ürküyordu.

“Gardırobu aç ve yüzleş onunla!” Böyle diyordu iblisler. Uykular işkence, yatağı mahpus oluvermişti. Üstelik tüm bunları anlatacak kimsesi yoktu. Evi paylaştığı arkadaşı hiç onu sallamıyordu. Birkaç kez gardırop meselesini anlatmaya çabalasa da dinleyen olmamıştı. Gardırop kimsenin umurunda değildi.

Sokaklar biraz rahatlatıyordu onu. Kalabalık kimseyi dışlamıyordu. Pazar yerinde dolaşmak eğlenceliydi. Bazen bir kapkaç olayına şahit oluyor ve kapkaççıyı kovalayan sorumlu vatandaşlara bakarak eğleniyordu. Kapkaççıyı yere yıkan hamle pek ender rastlanan bir hamleydi. Bazı insanlar yardımseverdi ama onların hepsi de hızlı ve becerikli değildi. Oysa kapkaççılar birer çita gibi ivmeleniveriyorlardı. Hem sokakları iyi tanıyorlardı. Ellerinde uçurdukları çanta ile gözden kaybolan kötü adamlar ve onların peşinden umutsuzca koşan bir yaşlı kadın. Hayat şakalarla doluyken kim uydurmuş “şeytan doldurur” lafını.

“Yeni bir gardırop rica ediyorum. Kaliteli bir şey olsun ama.”

Cevap yok. Kimse cevap vermiyordu. Sonra bir ses geldi karşı taraftan.

“Bir daha telefonumuzu boş yere meşgul ederseniz sizi dava edeceğiz.”

“İyi de ben sizi meşgul etmiyorum ki. Orası ev eşyaları satan “Yüzleşme Spot” değil mi? Ben gardırop almak istiyorum.”

Cevap yok. Kimse dinlemiyordu. Kapkaççılar sokak aralarında kaybolurken o da kendi yalnızlığında kayboluyordu.

“Gardıropla yüzleş.”

Kan ter içinde uyanılan bir sabah daha. Ev arkadaşı odaya girdi. Odayı şöyle bir kontrol etti. Onu yine sallamamıştı. Bir selam dahi vermemiş, çekip gitmişti.

O gün günlerden perşembeydi. Dışarı çıktı. Kalabalığın arasında bir adamı gözüne kestirdi. Adamın elinde bir çanta vardı. İçinde değerli bir şeyler olduğunu belli eden afili çantalardandı. Adama sessizce yaklaştı. Çantaya elini uzattı. Kaptığı gibi koşmaya başladı. Birilerinin onu kovalamasını istiyordu. Fark edilmek zorundaydı. Fak edilmeden yaşamak bir işkence gibi geliyordu artık. Böyle yaşamanın ölümden farksız olduğunu düşündüğü için bu kapkaç çılgınlığını yapmıştı. Şimdi takım elbiseli adam ve sokaktaki birkaç kahraman tip onu kovalayacaktı. Belki yakalanıp temiz bir dayak da yerdi ama olsun. Belki hapse sokarlardı onun. Hapishanede de gardırop var mıydı?

Kovalayan yok. Elinde çanta, arkasına baktı. Takım elbiseli adam ağzı bir karış açık ona doğru bakıyordu ama ne onu kovalıyor ne de bağırıyordu. Sokaktaki birkaç kahraman tipliye göz attı. Farketsinler diye çantayı salladı. “Ben kapkaççıyım!” diye seslendi.

Aldırış eden yok.

“Bu işkenceyi nasıl bitireceğini biliyorsun. Tek yapman gereken yüzleşmek.” Rüyasında bir ovadaydı. Dümdüz bir ova ve ovanın her tarafında gardıroplar diziliydi.

Bir tür cehennem tasviri diye düşündü uykusunda. Rüya gördüğünü biliyordu. Rüyaları korkunçtu ama en azından rüyalarında başkalarıyla iletişim kurabiliyordu.

Uyandı, gece olmasına rağmen loş bir ışık vardı. Çünkü dışarıda dolunay parlıyordu. Gardıroba doğru yürüdü.

Etrafını saran iblisler fısıldıyordu. “Yüzleş onunla, yoksa sana rahat yok.”

Gardırobun önünde durdu. Dışarıdan bir uluma sesi duyuldu.

Bir işaret mi?

Kapağı açtı.

Olamaz.

“Oldu bile, korkma daha yaklaş. Dikkatli bak.”

İşte oradaydı. Gardırobun içinde. Cesedine baktı. Boğazında ev arkadaşının yurtdışından getirdiği ve sürekli lafını edip durduğu İsviçre çakısı saplı duruyordu. Kanı kurumuş ve bedeni çürümeye yüz tutmuştu.

“Kurtarın beni!”

Çığlığını kimse duymadı. Gitti yatağına yattı. Sabah bir çığlıkla uyandı. Ev arkadaşı gardırobun kapağının açılmış olduğunu görünce çığlığı basmış ve korkudan bayılmıştı.

Baygın yatan arkadaşına bakarak bir ölü nasıl gülebilirse öyle güldü. Sonra artık kendi tabutu olduğunu yüzleşerek anladığı gardırobun kapağını örttü.

Mümin Can

Mümin Can 89’un Mayıs’ında Kahramanmaraş’ın bir köyünde dünyaya geldi. Aslen Karamanlı olup şu günlerde eğitim uğruna Ankara’da takılmakta ve Kimya Mühendisliği bölümünü bitirmeye çabalamaktadır. Öyküler, şiirler yazmaya uğraşır, rock’n roll dinler, film izler, futbolla alâkadardır. Değişik coğrafyalardan bahseden, insanı hayal gücünün rıhtımından alıp düşlerin fırtınalı denizinde maceradan maceraya koşturan kitapları sever, sayar.

Gardıropla Yüzleşme” için 7 Yorum Var

  1. Hikaye kendini çabuk belli ediyor. Şahsen;

    –Kan ter içinde uyanılan bir sabah daha. Ev arkadaşı odaya girdi. Odayı şöyle bir kontrol etti. Onu yine sallamamıştı. Bir selam dahi vermemiş, çekip gitmişti.–

    bölümünden sonra olan biteni anladım ki beklediğim gibi çıktı. Tahmin edilesi son, haliyle buruk bir acı veriyor. Konu güzel, daha çarpıcı cümlelerle daha ilgi çekici olabilirdi. Ellerinize sağlık.

    1. Teşekkür ederim yorumunuz için, olayın okurun zihninde erken çözülebileceği hususunda benim de kaygılarım vardı, o yüzden cümleleri biraz muğlak tutmaya çabaladım, demek ki tam olarak işe yaramamış.

  2. Öncelikle öyküyü beğendim; ama öyküde yarım kalmış, eksik kalmış bir şeyler var. Sanırım kapkaç olayına biraz fazla yer verilmiş, onun yerine karakterin ölümüne daha çok yer verilse, daha sağlam bir öykü ortaya çıkabilirdi, diye düşünüyorum. Örneğin, rüyasının anlatıldığı kısmın daha uzun olmasını isterdim. Bir ova ve etrafı yüzlerce gardıropla çevrili… Daha fazla betimleme ve gönderme, etkileyici olabilirdi.

    Son olarak, “Gardırop artık onun için bir tabuydu,” cümlesine takıldım biraz. Tabu sözcüğü tam oturmamış gibi o cümleye; genelde tabuyu soyut şeyler veya eylemler için kullanırız diye hatırlıyorum. Hatta cümleyi ilk okuduğumda, acaba tabut yazacakken yanlışlıkla tabu mu yazdı, diye düşündüm.

    Bence bu öyküyü bir taslak gibi görüp, yeniden yazabilirsin; özellikle ölüm-rüya kısımlarını genişleterek. Eline, kalemine sağlık. Yeni öykülerde görüşmek üzere. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *