Hava buz gibiydi. Rüzgârın ürkütücü ıslığına eşlik eden ağaçların dalları garip sesler çıkartıyor; yere henüz düşmeye başlamış olan iri yağmur damlaları, küçük toz bulutları kaldırıyordu. Vakit gece yarısını geçmişti. Gökyüzünü tamamen kaplamak üzere olan bulutların arasından kendini son kez gösteren dolunay usul usul kayboldu ve bu, kulübenin bulunduğu tepenin eteklerinden başlayıp Gulzer Dağları’na kadar uzanan vadide derin bir karanlık oluşturdu. Valonis Kare, karşısında büyüyen karanlığa bakarak arkasına yaslandı ve elindeki sigaradan derin bir nefes çekti.
“Karanlık,” dedi dumanı havaya üflerken. Yukarıya doğru ağır ağır yükselen gri duman bulutu, rüzgârın müdahalesiyle hızla dağıldı ve gözden kayboldu. Yan taraftan, kulübenin hemen yanı başındaki çitlere iliştirilmiş eğreti bir korkuluğun koluna konmuş olan bir baykuşun sesi yükseldi. Bu sırada, şapkasının yanlarından çıkıp kulaklarının üzerine sarkan kömür karası saçlarını düzeltmekle meşgul olan genç adam yavaşça doğruldu ve ayağa kalktı. Baykuş da havalanarak uzaklaştı.
Kulübe en yakın yerleşim birimine yaklaşık yüz seksen dört mil mesafedeydi ve vadinin en ücra yerlerinden birisinde yer alıyordu. Sistemden, sistemin kölelerinden ve şakşakçılarından bulutların sakladığı yıldızlar kadar olmasa da uzaktaydı. Kısacası burası, kuş uçmaz kervan geçmez diye tasvir edilen yerin yakınlarındaydı. Valonis kolundaki saate baktı, ayağa kalkıp birkaç adım attı ve durdu. Münzevi hayatı yaşadığı onca zaman boyunca işitme duyusu o kadar gelişmişti ki en ufak bir sesi bile duyabilecek kadar hassaslaşmıştı. Bir anda tüylerinin dikleştiğini, kalp atışlarının hızlandığını fark etti. Eğer zihni adice bir oyun oynamıyorsa bu hem beklediği hem de en çok korktuğu şey olabilirdi. Sesin geldiği tarafa iyiden iyiye kulak kesilerek dinlemeye başladı. Rüzgârın hızını, gelenlerin tahmini ağırlıklarını, zemini oluşturan maddenin türünü ve günün içinde bulundukları dilimini de hesaba katarak kabaca bir tahmin yaptı.
“İnsanlar. Hem de iki kişiler dostum,” dedi kısık sesle. “Birisi kadın ve yaklaşık üç yüz adımlık bir mesafedeler. Ne yazık ki yanlarında birisini daha getiriyorlar. Dokuz dakika içinde burada olacaklar.”
Hızlı adımlarla iskemlesine geri döndü, oturdu ve gümüş işlemelerle donatılmış kılıfında dinlenmekte olan altıpatlarını çekti. Seri bir hareketle şarjörünü açtı ve haznelere göz attı. Her zamanki gibi bir tane mermi haznesi boştu. Bütün mermileri yuvalarından çıkardı ve üzerlerine kazıdığı harflere baktı. Hepsinin doğru sırada olduğunu görünce hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi. Mermileri tekrar yuvalarına yerleştirdi ve arkasına tekrar yaslandı. Gecenin karanlığı, üzerindeki elbisenin rengi ve kumral teni, onu koyu tonlardaki bir perdenin ışıksız bir odayı sakladığı kadar iyi saklayacaktı.
* * *
Çalıları elleriyle ittirerek ilerleyen iki arkadaş, aradıkları yeri bulmuş olmalarına rağmen, gecenin karanlığında aniden karşılarına çıkan kulübeyi görünce bir anda irkildiler. Karanlık o kadar yoğundu ki yapının ana hatları dışında bir kısmını seçebilmek neredeyse imkânsızdı. Birkaç saniye tek kelime bile etmeden durup etrafa baktılar. Şiddetini aniden azaltan rüzgâr uğultusunu kesince nefeslerinin sesi daha bir baskın çıkmaya başladı. Artık etraftaki çalılar ve ağaçların dalları kıpırdamıyordu. Ortamda mutlak olan şeylerin arasına şimdi bir de sessizlik eklenmişti. Bu durumdan rahatsızlanmaya başlayan fotoğrafçı sessizliği bozdu.
“Sanırım onu bulduk,” dedi kısık sesle. Nefesini düzeltebilmek için öne eğildi ve ellerini dizlerine dayadı. Ağzı kurumuş, dudakları çatlamıştı. Birkaç kez soluklandıktan sonra doğruldu ve boynunda asılı duran fotoğraf makinesini kontrol etmek için uzandı. “Umarım kaliteli pozlar verir. Aylar süren yolculuğun ardından…”
İyi bir silahın tok bir sesi vardır ve bu ses sizi farklı duygulara yöneltebilir. Mesela tetiği çeken sizseniz ve bunu keyif alarak yapmışsanız, saniyeler içinde kulaklarınızda eriyen ve arkasında hafif bir çınlama bırakan bu sese hayran kalırsınız; fakat hedefteki varlıksanız şu an burada yazamayacağım şeyler yapabilir, farklı hislere kapılabilirsiniz. Elbette bunu yapabilmeniz için atan bir kalbe ve duyularınızı kontrol edebilecek bir beyne ihtiyacınız vardır.
Espolin ve Harman hemen hemen aynı anda yere kapaklandılar. Kadın, yanı başına düşen arkadaşının kendisi gibi yere atlamadığını fark edebilecek kadar bilgiliydi. Tetiği çeken elin sahibinin, bu güne kadar hiçbir mermisini boşa harcamadığını ve adamın mermilerinin hedefini asla şaşırmadığını iyi biliyordu. Kendisi yaşadığına göre hedef belliydi. Yavaşça başını yerden kaldırdı ve korku dolu gözlerle karşıya baktı. Etrafın oldukça karanlık olması görmeyi fena halde zorlaştırsa da silahın namlusundan çıkan ateş, tetiği çeken kişinin yerini belli etmişti. Kadın ağzına dolan toprak parçalarını tükürdü ve eliyle arkadaşını dürttü. Hiçbir tepki yoktu. O anda büyük bir suçluluk duygusunun pençesine düştü.
“Ayağa kalk ve kulübeye yaklaş,” dedi donuk bir ses.
Espolin bu sesin bir hayalete mi yoksa yaşayan bir varlığa mı ait olduğunu ayırt edemese de ayağa kalktı. Dizleri titriyor, zihni bulanıklaşıyordu. Bağı çözülmüş dizlerine rağmen toparlanmaya çalıştı. Yürüdü. Sesin sahibinin kulübenin önünde bir iskemlede oturduğunu nihayet fark edebildi. Durdu. Karanlığın bir kısmını varlığıyla bir miktar daha karartan adama baktı.
“Onu içeri taşımalısın,” dedi adam boşluğa bakarak. Sonra kadına döndü ve “Ama önce sana bir göz atmalıyım,” diye ekledi. Espolin bir an ürperdiğini fark etti.
Valonis ayağa kalktı ve kadının yüzünü kapatan saçlarını eliyle çekti. Yüzünü iyice yaklaştırarak gözlerinin içinde bir şey arıyormuşçasına bakındı. Espolin ne yapacağını bilmez bir halde olmasına rağmen kaçamayacağından emindi. Kalbinin derinlerinden gelen bir ses, bu adamın yanlış bir şey yapmayacağını haykırıp onu sakinleştirmeye çalışsa da tedirgindi.
Adam, bu sırada cebinden çıkardığı çakmakla bir sigara daha yakmıştı. Sigarasından sert bir nefes çekti ve kibarca “İçeri geçelim,” dedi. Sesinin tonundaki bu anlık değişim ürkütücüydü. Espolin’in gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü, ama korkudan ya da şaşkınlıktan dolayı sesini yükseltemedi. Gerçekleri öğrenmek için çıktığı bu yolda korkunç bir başlangıç yapmıştı. Kulübenin kapısına doğru yürüyen adam, ardına dönerek kadına neden kendisini takip etmediğini ima eden bir bakış attı.
“Gelmiyor musun?”
Kadın başını birkaç kez yukarı aşağı sallayarak onayladı ve içeri geçtiler. Adam duvardaki yağ kandillerini yaktı ve ortamın karanlığını az da olsa öldürdü. Şimdi çok daha net şekilde görülebiliyordu. Aynen kadının onu ilk gördüğündeki hatlara sahipti: Ortalamanın üzerinde bir boy, geniş omuzlar, hafif uzun saçlar… Sakallarının daha bugün kesildiği belli oluyordu. Üzerindeki siyah pelerinin dışına çıkmış olan kemerin ucunda yer alan metal, kandilden gelen ışıkta parlıyordu. Espolin adamdan gözlerini ayırarak etrafa baktı. Hemen sol tarafında üst üste yığılmış tabakların ve neredeyse kokmaya yüz tutmuş bulaşıkların bulunduğu bir tezgâh vardı. Eve girdiklerinde karşılaştığı kokunun kaynağı bu olmalıydı. Tezgâhın sağ tarafında küçük bir masa ve etrafında da iki sandalye bulunuyordu. Yerde herhangi bir sergi yoktu. Camlar perdelerle sıkı sıkı kapatılmış, kapının tam karşısına gelecek şekilde bir yatak yapılmıştı. Yatağın yanı başındaki duvarda bir kapı görünüyordu. Kadının kapıya baktığını gören Valonis gülümsedi:
“Mermileri orada saklarız.”
* * *
Valonis masanın kenarındaki sandalyelerden birisini çekerek kadına oturmasını söyledi. Espolin de hızla kendisine denileni yaptı. Yerlerine oturdular. Adam elindeki sigarayı söndürerek paketten bir yenisini daha çekti fakat yakmadı, kırıp yere attı. Düşünceli ve üzgün görünüyordu. Sanki bir cevap bekler gibiydi. Yerde duran kırık sigaraya bir süre baktıktan sonra başını kaldırdı. Gözleri canlılığını yitirmiş ve donuklaşmıştı. Kadın bir kez daha ürperdiğini hissetti.
“Nereden geliyordunuz?”
Espolin adamın sözcükleri zihninde ilerlemeye devam ederken ne diyeceğini tartmaya çalıştı ve sesinin titremesine engel olamasa da, uygun olduklarını düşündüğü sözcükleri seçerek cevap verdi:
“Denizler ötesindeki şehirden geliyorduk.”
Adam yine sustu. Suratı bir an ışıldasa da eski asık halini alması çok sürmedi.
“Amacınız neydi?”
Kadın, adamın yüzündeki anlık değişmeleri şaşkınlıkla izliyordu. Gerçeği söyleyemezdi. Fotoğrafçıyı kandırdığı gibi bu adamı da kandırabileceğinden emin değildi. Kendince bir kumar oynadı.
“Sizin aniden ortadan kaybolmanızla ilgili bir yazı kaleme alacaktım.”
Adam kaşlarını iyice çattı, sonra yüz ifadesi yine değişti ve acıyan bir hal aldı.
“Çok perişan bir haldesin. Lütfen burada oturmaya devam et, hemen geliyorum.”
Masadan hızla kalkan adam, kadının mutfak olduğunu düşündüğü kısma geçerek derin bir kâseye su doldurdu. Çok da temiz olmayan bir bez aldı ve geri kadının yanına geldi. Kadının yüzünü, dudaklarını ve ellerini itinayla sildi. Kâseyi masanın üstüne bıraktı ve sandalyesine geri oturdu. Yan taraftan bir öksürme sesi geldi ve adamın gözleri öncekilerden çok daha şiddetli bir şekilde ışıldadı. Beklediği cevabı almışa benziyordu.
“Dostumuz kendine gelmiş.”
Espolin korkuyla ayağa fırladı ve sandalyesini devirdi. Gözlerine inanamamıştı. Arkadaşı karşısındaydı. Herhangi bir yara izi taşımıyordu ve yola ilk çıktıklarından beridir giymekte olduğu kirli, beyaz gömleğinde kan lekesine benzeyen bir şey yoktu. Surat ifadesi ne olduğunu anlamaya çalıştığına bakılırsa yaşadıklarından da pek haberdar değildi.
“Onu vurmamış mıydın?” dedi. Sesi çatallanmıştı.
Adam kadının titreyen ellerini tuttu ve yerine oturmasına yardım etti.
“Çoğu zaman gözler görmesi istenilen şeyden ötesini göremez. Evet, fiziksel olarak vurduğum oydu ama asıl vurduğum içine yerleşmiş olan kötücül bir ruhtu. Sadece derinleri görebilen gözlerin fark edebileceği bu ruh bana ulaşmak için onu kullanmıştı.”
Valonis ayağa kalkarak Harman’ın yerine oturmasına yardım etti ve ziyaretçilerinin karşısına geçti. Bir süre onları süzdü. Kadın tepeden tırnağa siyah giyinmişti. Kızıl renkte saçları vardı. Kaşlarından birisi diğerinden daha inceydi. Yanaklarında çok da yaygın olmayan çiller mevcuttu. Gözleri çekikti ve şu an içinde bulunduğu durumu sorgulayan sahibini ele verir bir haldeydi. Harman ise bitkindi. Birkaç saat bile olsa üzerinde taşıdığı ruhun ağırlığı altında ezilmişti. Her geçen saniye yüzü düzelmeye devam etse de kafası allak bullak olacaktı. Valonis biraz daha dikkatli bakınca adamın saçsız olan başındaki mermi izini fark etti. Yaklaşık beş yıl önce yaşanmış bir anıya ait olduğunu tahmin ederek adamın savaş fotoğrafçısı olduğu çıkarımını yaptı.
“İsimleriniz nedir?” dedi Espolin’e dönerek.
“Espolin ve Harman,” dedi kadın iç çekerek. “Sizden özür dilerim. Belki de buraya hiç gelmemeliydik.”
“Bunu takma. Bana kendimi affettirebilmem için harika bir fırsat sundun. Hafızan iyi midir?”
“Evet.”
“O zaman sadece dinleyeceksin. Arkadaşının kısa bir süre bir şey hatırlayacağını zannetmiyorum zaten. Sana neden burada olduğumu anlatacağım.”
Espolin başıyla adamı onayladı ve son yılların en büyük kahramanının neden çekip gittiğini dinlemeye başladı.
* * *
Ben Valonis Kare. An itibariyle otuz iki yıl, on altı gün, sekiz saat, dört dakika, iki saniye yaşamışlığım var ve bu hızla artmaya devam ediyor. Üç yıldır buradayım çünkü yapmam gereken önemli bir iş var.
Bütün olaylar eylül ayının on dokuzuncu gecesinde başladı. Tinkasel’in tarih kokan ara sokaklarında yürüyor; her zaman yaptığım gibi bir hırsızı, arsızı, tecavüzcüyü ya da dolandırıcıyı enselemek üzere dar yollar arşınlıyordum. Hava oldukça güzeldi ve gökyüzü garip şekilde sakindi. Bir ara sokağa daha girmiştim. Buradaki evlerin hiçbirisinin ışığı yanmıyordu. Sahipleri muhtemelen uyumuşlardı. Bu da kısa bir süre dinlenmek için harika bir fırsattı. Evlerin önlerinde yer alan banklardan birisine oturdum ve pelerinimin kapüşonunu yüzümü gizleyecek şekilde kafama geçirdim. Arkama yaslanırken aniden içime çöreklenen ve etrafımı sarmalayan bir sıkıntının varlığını hissettim.
Vücudum hızla adrenalin salgılamaya başlamıştı. Göremediğim bir varlık sanki yakınlarıma gelmişti. Tedirginliğim tavan yaptı. Kötülüğü ya da buna benzer şeyleri hissedebildiğini düşündüğüm tarafım bunun öyle bir şey olmadığını haykırsa da duramadım. Ayağa kalktım ve bir ok gibi yerimden fırladım. Amacım rıhtıma ulaşmaktı. Böylece daha kalabalık olan bir yerde olacaktım. Yaklaşık beş yüz metre kadar güneyimde kalan rıhtıma ulaşmak için son bir sokak daha geçip sağa döndüm. Kıyıyı döven dalgaların sesi artık daha rahat duyuluyordu. Denizden şehrin iç kısımlarına doğru yayılan esintinin kokusu burada daha yoğundu ve bu beni az da olsa rahatlattı. Rıhtımın ucunda gördüğüm şey ise aklımı başımdan aldı.
Rıhtımın uç kısmında dikelmekte olan kadından bahsediyorum. Onu daha önce birkaç kez görmüşlüğüm vardı fakat şehrin bu yakasında yaşadığını bilmiyordum. Dolunayın aydınlattığı gecede bir kuğudan bile daha zarif görünüyordu. Üzerinde bembeyaz bir elbise vardı. Ayakları çıplaktı. Simsiyah saçları ve diz kapaklarının hemen üstünde son bulan elbisesinin etekleri kıyıya doğru esen rüzgârda usulca dalgalanıyordu. Başı hafifçe yukarıya kalkıktı. Duruşundan mis gibi havayı içine çektiğini fark ettim.
Etrafa baktım. Çok kalabalık değildi. Denizde salınan bir geminin üzerinden sesleri yükselen gemi işçileri, muhtemelen yarın çıkacakları yolculuk için hazırlık yapıyorlardı. Rıhtımda da manzarayı izlemek için gelmiş olan birkaç kişi vardı. Gözlerimi tekrar kadına çevirdim. Benim varlığımdan hala habersizdi. Bu harika varlığı ürkütmekten çekindiğim için küçük adımlarla ona yaklaşmaya başladım. Ona doğru attığım her adımda sanki bir asır geçmişti. Nihayet beni görebileceği kadar yakınına ulaştığımda, varlığımı hissederek bana döndü. Kalbimin yerinden çıkacağını düşündüm. Bakışları ve o narin yüzüne kondurduğu gülücüğü beni delip geçti.
“Merhaba,” dedi rüzgârdan bile hafif ses tonuyla. “Siz de mi yakamoz için geldiniz?”
Niyetim içimden geçenleri söylemekti fakat ağzımı açmama fırsat bile olmadı. Yanı başımda hissettiğim şeyi nasıl tarif ederim bilmiyorum. Çünkü öyle bir şey görmeyenler için kolay idrak edilemez. Boyu neredeyse iki katımdı. Tamamen beyaz denebilecek kadar açık tenliydi. Yüzü yuvarlak denemeyecek kadar uzun ama genişti. Saçlarının telleri bir ağacın dalları gibiydi. Gözleri… Onlar derin birer kuyudan farksızdı. Bana dokunduğunda kanımın çekildiğini düşündüm. Attığım çığlık belki de tüm şehirden duyulmuştur. Yüzünü bana iyice yaklaştırdı, ağzını hiç açmamasına rağmen benimle konuşmaya başlamıştı. Söylediği her kelimeyi zihnimde duyumsadım. Onları durdurmam, yanımızda donmuş gibi duran kadın da dâhil diğer insanları korumam gerektiğini söyledi. Hem de en az on defa.
* * *
Valonis elini boynundaki zincire attı ve gömleğinin altından kolyeyi çıkarttı. Bu siyah bir inciye benziyordu. Espolin biraz daha rahatlamış bir şekilde arkasına yaslandı ve rahatlığın verdiği cesaretle Valonis’e bunun ne olduğunu sordu. Adam o geceyi hatırlayınca durgunlaşmıştı.
“O gece bana bu kolyeyi vermişti,” dedi sakince. Sanki binlerce yıl öncesinden kalma eski bir anıdan bahseder gibi yavaşlayarak konuşmaya devam etti:
“Bunu sürekli takmamı söyledi. Kolye, kötücül ruhları bir arada tutacak ve bizim topraklarımıza, yani sizin geldiğiniz topraklara ulaşmalarını engelleyecekti. İlk birkaç gün her şey iyi gittiyse de sonunda buraya gelmek zorunda kaldım. Kaynakları buradaydı ve onları burada tutabilmek için yakınlarında olmam faydalı olacaktı. Sanırım artık neden burada olduğumun cevabını aldın.”
“Şimdi bizleri kötü ruhlardan korumak için mi buraya geldin yani?”
“Aynen öyle. Arkamdan konuşulduğu gibi kaçıp gitmedim ya da delirmedim ama bunu insanlara haber verebilecek bir imkâna da bugüne kadar kavuşamamıştım. Beni bulmaya gelecek birilerinin olması için sabırsızlanıyordum fakat korumasız insanların kötücül ruhlar tarafından ele geçirilebileceğinden dolayı korkuyordum. Neyse ki korkum boşa çıktı ve dostumun özel hazırladığı mermiler işe yaradı. Bir insanın içine girmiş olan kötülüğü vurabilmiş olmak iyi bir deneyimdi.”
Espolin yanı başında şaşkın gözlerle etrafı izleyen arkadaşına baktı.
“Fotoğraf…”
“Hayır!” dedi Valonis net bir ifadeyle. “Dostum size rıhtıma kadar eşlik edecek. Artık gitseniz iyi olur.”
Valonis ayağa kalktı ve ziyaretçilerini uğurlamak için hazırlandı. Bir şey söylemek isteyen ama beceremeyen insanlara özgü bir tavırla Espolin’e bakıyordu. Kadının yüzündeki hayal kırıklığının onları aniden göndermek istemesinden kaynaklanmadığını biliyordu. Kapının yanına kadar geldiler. Tam ayrılacakları sırada kadının kolunu usulca kavradı ve kulağına doğru eğilerek fısıldadı:
“Seni tanımadığımı zannetme. Öyle bir güzellik hiçbir şeyin altında gizlenemez ve o güzel sesin melodisi hiçbir kulaktan silinemez. Bir gün senin için o topraklara döneceğim.”
Espolin’in hayal kırıklığı, yerini huzurun dinginliğine ve aşkın o yakıcı etkisine terk etti. Kadın o karşılaşmalarındaki ifadesiyle gülümsedi ve yürümeye devam etti. Kulübeden birkaç metre uzaklaştıktan sonra “Rıhtımda bekliyor olacağım,” dedi kısık bir sesle. Sert bir rüzgâr esti, yan taraftaki korkuluğun omzunda duran baykuş acı bir çığlık attı. Kadının sözleri adamın kulaklarına ulaşamadan eriyip yok oldu.
Selamlar Bekir,
Keyifli bir hikayeydi. Sıkılmadan, bir oturuşta okudum. Araya sıkıştırdığın kısa betimlemelerin ve akıcı anlatımınla gayet güzel bir hikaye çıkmış ortaya.
Yine de yadırgamadığım şeyler olmadı değil. Mesela fotoğrafçı vurulduğunda kadının hiç tepki vermemesi… Sonra da karşısındaki kişi soğukkanlılıkla bir adamı vurmasına rağmen kadının hala ona güvenebilmesi, kötü bir şey yapmayacağına dair kendini teskin etmesi oldukça garip duruyor. Tamam, kim olduğunu biliyor olabilir elbette ama yine de bir adam öldü. İnsan bir tepki görmeyi bekliyor.
Bir de Harman ve Espolin’ln dış görünüşünü tarladan çıktıkları anda yapsan daha iyi olurmuş gibi geldi bana. Takdiri sana ait elbette…
Son olarak Valonis, “Dostum sizlere rıhtıma kadar eşlik edecek.” dediğinde korkuluk ayaklanacak sandım ama olmadı. Biraz fazla hayalperestim sanırım 🙂
Kalemine sağlık…
Görüşleriniz için teşekkür ederim İhsan Bey. Şimdi tekrar okudum dediğiniz kısmı. Haklısınız, tepki biraz daha yoğun olmalıymış. Bir başka seçkide görüşmek üzere diyerek kaçıyorum görüşmek üzere 🙂
Gayet güzel bir hikaye olmuş.
Valonis’in neden şehirden ayrıldığına dair açıklamaları ve özellikle de sonu çok aceleye getirilip üstün körü işlenmiş gibi. Onun dışında teklemeden sonuna kadar sıkılmaksızın okunan hoş bir hikayeydi.
Elinize sağlık. Başka seçkilerde görüşmek üzere.
Yorumun için teşekkürler Malkavian. Görüşmek üzere.