Öykü

Gerçek Sihir

Ayağını nemli toprakta sürüdü çocuk. Sol bacağı sağdan birkaç santim daha uzundu. Bu yüzden hep sürürdü birini geriden geriden. Yine öyle yaptı. Sol ayakkabısının ucu toprakla boyandı. Sağ tabanıysa biraz fazla derine battı. İlerledikçe toprak azaldı yollar yeşillenmeye başladı. Bir noktadan sonra kubbesi ağaçlar halısı çimenler olan uzunca bir korunun içinde kendine rastladı. Şaka değildir bu sözlerim. Ufak oğlan doğduğu günden beri bu anın özlemini çekmişti. Ne kendi bilmiş ne kimse söylemişti ona ama yine de hissetmişti. Dinamolu feneri, konserve pilakisi, üç paket çikolatası, bir de adını bilmediği bir ülkenin haritasıyla kendini yollara atışının sebebi tam olarak buydu. Hisleri. Zaten çizgi romanlara, biraz tarihe, çokça sihre olan sevdası da hisleri sayesindeydi. Yoğun ve eşsiz hisleri. Yaşıtları siyah beyaz benekli bir topun peşinde koştururken o kelebekleri kovalardı. Her çıkan hit şarkı dillerde dolanırken o beş liralık flütüyle eski türküleri diriltmeye çalışırdı. Sınıf arkadaşları cin aliyle cebelleşirken, o çizmeli kedinin son sayfalarını okumaktaydı. Ama yine de bunların hiçbiriyle anılmadı. Ne kelebekler çocuğu anlatacak kadar uzun yaşadı, ne türküler dağlardan kentlerden geçip yüreklere ulaştı. En nihayetinde o aksaktı. Bir ayağı hep geriden gelirdi. Bu yüzden hep geriye itildi. Adı da kimlikteki halini yolcu edip Aksak’ı buyur etti. Bir gören ikincide görmezlikten gelirdi. İşi düşen kimselerse yalnızca Aksak’ı tanır ötesini berisini hiç ederlerdi. Bir gün Aksak bu işten sıkıldı, baktı kimse ona bir hikaye yazmayacak, o zaman kalemi ben elime alırım dedi ve vurdu kendini yollara. Ne annesi ne babası, hiçbiri hissetmedi süzülüşünü demir kapıdan. Atladı ilk trene ve indi bilmediği bir semtte. Eğer dedi bulursam bir ev ormanın derinliklerinde, herkesin hayaletler var deyip yanaşmadığı bir ev. Kapısını sarmaşıklar dolamış, pencereleri toza dumana bulanmış. Tek çıkan ses farelerin diş gıcırtısı… Bulursam böyle müthiş bir kulübe yerleşeceğim oraya. Ne hayalet dinlerim ne kir pastan iğrenirim. Ölülerden korkmamam gerektiğini geçen yıl veda eden babaannemin hayaliyle karşılaştığımda anlamıştım. Bembeyaz örtüler içinde, elinde çiçeklerle gelmişti bana. Sarılıp koklamıştı saçlarımı. O yüzde yaşayan kimsede görmediğim bir aydınlık vardı. Bu yüzden korkmuyorum karanlıktan, eğer bir insanın suratında gezinmiyorsa gözlerim. Düşüncelerini sonlandırdı. Şimdi sıra durup şaşırmaya kalmıştı. Önünde boylu boyunca durana baktı. Ağzı bir karış açık, elleri çenesinde kenetli. Öylece izledi saniyeler boyu hayalini. Belki bir başkası olsa ayağıyla ezer geçerdi. Ama o öyle yapmadı. Yeşil gözleri büyüdü ilkin, sonra avuçları terledi. Biraz ürkerek biraz da titreyerek uzattı ellerini yerdekine. Dokundu süetten kahve derisine. Uzunca bir sihirbaz şapkası. Kenarında yeşil ipekten kurdele… Kurdelenin üzerinde ince altın harflerle bilinmeyen lisandan ufak bir nükte… Öyle güzel parlıyor, üzerindeki tozu kiri göz ardı ettiriyor. Heyecandan güçlükle koyabildi kafasına. Hem ufaktı çocuk hem büyüktü şapka, kapandı gözleri. Yine de hiç görmediği kadar derinleri gördü çocuk. Şapkanın geçmişini, şapkanın içine giren niceler başın hikayesini. Muhakkak ünlü bir sihirbazındı bu şapka. Kendi de olmayı hayal ettiği gibi. Bir rüyaydı onun için, ama bazıları bu rüyayı yaşayabilmişti. Kafasının üzerinde koca bir tarihi taşıyordu. Bunu hissetti. Büyük ihtimalle çok ama çok becerikli biri takmıştı bunu zamanında. Öyle yalnızca tavşan çıkaran, kurdele yutan cinsten değil. Dillere destan, adamı ikiye yaran, suyu hava yapan, gökyüzünde dans eden biri olmalıydı. Her gösterisinde biletler yok satmıştı. Bir izleyen bir daha unutamamıştı. Emindi buna. Kendi yaptıkları vardı bir de. İskambil kartlarıyla yaptığı numaralar, ufak yanıltmacalarla akrabalarını kahkahalara boğduğu anlar. Yine de şovun sonunda Aksak büyücü diye alkışlandığı zamanlar. Hepsi birer kabustu. Bir yerden sonra vazgeçmişti insanları kendine güldürmekten ve yalnızca kendini eğlendirmişti. Bütün güzel numaralar insanları etkileme çabalarından vazgeçtiğinde ortaya çıkmıştı. Ve o hiçbir şeyden anlamayanlar bu güzelliklerden mahrum kalmışlardı. Kendince intikamını almıştı çocuk. Bu yüzden mutluydu. Ve şimdi bu ormanda, tüm insanlardan vazgeçtiği anda karşılamıştı onu hayali ve belki geleceği. Bu yüzden derin bir nefes aldı, şapkasını düzeltip bakışlarını ortaya çıkardı ve tüm hayallerini gerçek yapmak için ilk adımını attı.

* * *

“Pardon, bakabilir misiniz efendim?” dedi dükkanın demirden kapısını aralayan adam. Kapı açılır açılmaz çalan zille duyurmuştu varlığını, yine de söylemek istedi adım attığını. Dükkan sahibi kemerli burnuna boynunda takılı olan gözlüğü yerleştirdi ve gelen müşteriyi çaktırmadan inceledi. Üstü başı yırtık pırtıktı. Elleri kara lekelerle kaplı olmasına rağmen yüzü tertemizdi. Belli ki maden işçisiydi, o izler de yıkansa bile deriyi terk etmezdi. Saçları boynunun altlarına ulaşıyordu, yeşil gözleri yorgunlukla etrafını süzüyordu. En sonunda konuştu satıcı

“Buyrun, neye bakmıştınız?”

“Ben, ben bir şapka arıyorum efendim.” dedi müşteri çekinerek. Satıcı kaşlarını yukarı kaldırdı ve

“Ne tür bir şapka olduğunu söyleyebilir misiniz? Melon, fötr, kasket..” dedi. Adam başını sağa sola salladı ve neredeyse fısıldayarak

“Bir sihirbaz şapkası… Lütfen dalga geçmeyin efendim. Sadece elinizdeki şapkaları gösterin. Merak etmeyin param var.” dedi ve cebindeki bozuklukları tezgahın üzerine serdi. Satıcı acıyla gülümsedi. Paralar şapkaların tüyünü dahi almaya yetmezdi ama ses etmedi. Adama beklemesini söyleyip bir kapıdan geçti ve gözden kayboldu. Geri döndüğünde elinde kahverengi bir şapka tutuyordu. Uzunca bir sihirbaz şapkası. Üzerinde şapkayı çevreleyen yeşil bir kurdele, kurdelenin üzerinde altından işleme harfler. Müşteri uzattı elini ama satıcı hemen vermedi emanetini.

“Bu şapka aslında çok kıymetli birinin eseridir. Ama onu bulduğumuzda üzerinde bir defosu vardı. Bu yüzden kimseler ilişmedi şapkaya. Bak işte şurada..” dedi ve şapkanın iç kısmında var olan ince yarığı gösterdi. Adamın gözleri şimdi daha da büyümüştü

“Bu bir defo değ.. Ah her neyse önemi yok, bunu alabilir miyim efendim? Ben çok iyi dikiş dikerim, onu tamir edeceğimden şüpheniz olmasın.”

“Eh, pekala sizin için paket yapayım o halde.” dedi satıcı. Müşterinin bunu istememesi üzerine tezgahtaki paraları aldı ve kafasında yepyeni şapkasıyla kapıdan çıkıp giden bu garip adama bir müddet bakakaldı.

Yeni şapkasına bir süre dokunmadı adam. Hızlı adımlarla sokakları arşınladı ve sonunda kendine sessiz bir köşe bulabildi. Ufak bir teneke kutunun üzerine oturdu ve şapkasını ters çevirip dizlerine koydu. Elini defonun üzerine getirdi. İşaret parmağını usulca içeride gezdirdi. O sırada odaklanmış, bir cümleyi zihninden geçirmekteydi. Ne olduysa o zaman oldu. Yeşil kurdelenin üzerindeki harfler birbiri içinde dolaştı ve yeni bir cümle ortaya çıktı.  “Bir sihirbazın sırlarını saklaması için kafasından daha korunaklı bir kutu yoktur.” Adam gözlerini kısarak gülümsedi. Ardından elini yarıktan çekti ve kelimeler eski haline büründü. Anlamsız gözüken hallerine…  Adam taktı başına şapkasını düştü yollara. Hayatı yollarda, insanları büyülemekle geçti. En azından çaba gösterdi. Ama hiçbir zaman dünyalar onu bilmedi. Bir bileti binlerce lira etmedi. Yine de düşledi, ve binlerce sihir keşfetti. Elbette hepsini şapkanın içine kaydetti.

* * *

Yaşlı adam elini karmakarışık masada bir müddet gezdirdi. Birçok aleti eline aldı aldı bıraktı. Günlerdir bu şapkayla uğraşmaktaydı. Dış kaplaması yumuşak kahve süetten, yeşil kurdelesi en kıymetli ipekten… Bu benim son eserim olacak demişti başlarken. Son ve en kıymetlim. Tüm hayatıma attığım bir imza. Ama bir şeyler eksikti. Aradığını bulamıyordu günlerdir. Farkındaydı ki eli masanın üzerinde ne kadar gezinirse gezinsin yine de çıkmayacaktı karşısına istediği şey. En azından burada değil. O yüzden altından yapılmış ipi elinde döndürmekten vazgeçti. Kıymetlisini ahşap bir kutuya özenle yerleştirdi ve kendini dışarı attı. Mevsim kıştı, soğuk paltosunu delip geçiyor tüylerini diken diken ediyordu. Zor tutan bacakları bir de kara battıkça hızını iyiden iyiye yavaşlatmıştı. Yine de yürümekten vazgeçmedi. Tam sıcak bir hanın demir kapısını aralayıp girecekken ince bir ses ilişti kulağına. Kedi dese değildi, daha anlamlı daha hüzünlüydü. Kafasını kapının altındaki merdivenin kenarına uzattı. Ufacık bir çocuk oturmuş içli içli ağlamaktaydı. Bir müddet gitti geldi en sonunda elini kapıdan çekip ufaklığın yanına ilişti. Çocuk ürkmedi, hatta adamı fark bile etmedi. Adam sessizce dinledi çocuğun ağıtlarını. Sonra çıkarttı boynundan yün atkısını, ufaklığın çıplak ayaklarını sarmaladı. Çocuk itiraz etmeye kalktı ama üşüyen uzuvları onu susturdu. Ağlamasını biraz olsun keserek

“Teşekkür ederim.” dedi. Adam rica etmedi. Onun yerine

“Neden gülmüyorsun?” dedi? Çocuk şaşırmıştı.

“Gülecek bir şeyim kalmadı.” dedi. Adam yeşil bakışlarını çocuğun gözlerine dikerek

“O halde bana güldüğün zamanları anlat. Mesela ilk kez ağaca tırmanışını. Ya da oyunlarda kazandığın anları. Yediğin en lezzetli tatlıyı. Sonra fark et ufaklık. Gülümseyecek anıların varsa, hiçbir şeyim kalmadı diyemezsin. Bunları sadece düşünerek sil baştan yaşayabilecek olman büyülü değil mi? Hatta belki de yeryüzündeki en büyük sihir budur.” dedi. Çocuk ağlamayı tümden kesmişti. Adama hiçbir şey demedi, ama ufak bir tebessüm etti, tüm kelimelerden daha kıymetli.

“Karnın aç mı ufaklık?” dedi yaşlı adam. Çocuk usulca başını salladı. Bunun üzerine adam ufaklığın itirazlarına rağmen onu kucakladı ve evin yolunu tuttu. Eve geldiklerinde çocuğu önce yıkadı giydirdi, sonra karnını doyurdu. Ardından oturttu karşısına bir sohbet açıldı aralarında. Çocuk anlattı da anlattı, annesi ölmeden önceki günlerini, okula gidebildiği günleri, bacağının aksamadığı günleri. Ne varsa heybesinde mutluluğa dair o anlattı yaşlı adam dinledi. Tam da o sıralarda ahşap kutulara gizlenmiş kahve bir şapka ufak ufak titredi. İçine dolan anılarla, acılarla, gülücüklerle ve daha nicesiyle altın harfleri karıştı, açıldı, ışıldadı. İnce bir yarık vardı doldurulmayı bekleyen, bir çocuk geçmişiyle ve büyülü hayalleriyle tüm boşlukları kabından taşırdı. İhtiyar o geceden sonra bir daha şapkaya yanaşmadı. Çünkü biliyordu, aradığı büyü onu o gece kuşatmıştı.

 

-SON-

Gerçek Sihir” için 9 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Kurgudan dolayı biraz karışıklık yaşadım okurken ama anlatım güzeldi. Şiirsel ifadeleriniz bu öyküde de vardı; güzeldi.
    Kaleminize sağlık.

  2. Merhabalar, diliniz ayrı, öykünüz ayrı güzeldi. Belki kurguyu biraz yumuşatırsanız, anlatımı da detaylandırırsanız, belki daha fazla diyalog bilemiyorum, öykü herkese hitap edebilecek bir düzeye gelir. Keyifle okudum, üzerinde çalışılmış, zaman verilmiş; bu hissediliyor. Kuru bir metinden ziyade benim de sevdiğim şeydir cümlelerle oynamak, kıvrak bir anlatı sunmak. Bu açıdan ayrı bir beğendim. Ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde de görüşebilme umuduyla.

    1. Yorumlarınız beni her zaman yazmaya teşvik ediyor her zaman da çok faydalı oluyorlar. Teşekkür ederim. Anlatımdaki belirsizligin sıkıntı olduğunu fark etmiştim ama hem dokunursam öykü bozulacak gibi geldi hem de fazla uzatıp geçen seferki gibi sıkmak istemedim okuyanı. Yine de beni yazarken gülümseten bir hikayeydi o yüzden yollamak istedim.Umarım kimsenin vaktini yememisimdir. Yorumlarınız ve beğeniniz için tekrar teşekkürler. Görüşmek üzere.

  3. Merhabalar,

    Öykünüzü bir masal dinlermiş gibi okudum. Manzum türüne gayet yatkın bir anlatım tekniğiniz var. Şarkı besteliyor olsanız minör’den eğile eğile beli kırılır eserlerinizin. Kendinize has bir üslubunuz var. Çocuk öyküleri, masallar yazmaya gayet uygun. Ben bu öykünüzü beğendim. Belki daha vurucu bir son yazmış olsanız kekin üstündeki krema gibi olabilirdi.

    Kurgu noktasında biraz düzenleme ile daha da sürükleyici ve etkileyici öyküler yazabileceğinizi düşünüyorum. Bir de virgül kullanımını arttırmanız akıcılığınıza katkı sağlayacaktır düşüncesindeyim. Okurken ben kafamdan virgüller koydum ve öyle okudum açıkçası. 🙂

    Kaleminize sağlık.

    Selamlar,

    1. Merhaba, öncelikle vakit ayırıp okuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkürler.
      Güzel düşünceleriniz beni çok mutlu etti, çocuk öyküleri yazmam gerektiğini ilkokuldaki öğretmenim de söylemişti. Belki daha çok o yönde yazmalıyımdır, kafiyesiz yazmayı beceremiyorum bir türlü 🙂
      Öykünün sonunu aslında açık bırakmak istedim, nitekim her paragraf bitmemiş bir öykü benim için, hayal etmesi okuyana kalsın istedim. Ama dediğiniz gibi yapsam okuyanı daha çok etkileyebilirdi, haklısınız.
      Kurgunun net olmadığının farkındayım ama bunu pek isteyerek yapmadım. Öykü bitmişti ve karmaşa belliydi ama değiştirmeyi beceremedim. O nedenle bu şekilde yolladım.
      Umarım daha çok gelişir daha sağlam kurgular çıkarabilirim. Güzel düşünceleriniz için tekrar teşekkürler. Görüşmek üzere.

  4. Merhaba;
    Devrik cümleleriniz şiirsellik katmış öyküye. Kurgu konusunda ben de yorum yazan arkadaşlara katılıyorum. Buna netlik ya da öykünün akışından ödün verme değil de karışıklığın düzeltilmesi diye bakarsanız daha rahat bazı cümlelerinizden vazgeçebilirsiniz sanırım. Bazen bu tip öyküleri nadasa bırakmak yararlı olabilir. Ellerinize sağlık. Takıldığım bir iki yeri yazmadan geçmeyeyim:)

    Bir gören ikincide görmezlikten gelirdi. (Burada “bir gören ikincide görmezden gelirdi” daha doğru olur diye düşünüyorum.)

    “Bulursam böyle müthiş bir kulübe yerleşeceğim oraya. Ne hayalet dinlerim ne kir pastan iğrenirim. Ölülerden korkmamam gerektiğini geçen yıl veda eden babaannemin hayaliyle karşılaştığımda anlamıştım. Bembeyaz örtüler içinde, elinde çiçeklerle gelmişti bana. Sarılıp koklamıştı saçlarımı. O yüzde yaşayan kimsede görmediğim bir aydınlık vardı. Bu yüzden korkmuyorum karanlıktan, eğer bir insanın suratında gezinmiyorsa gözlerim. Düşüncelerini sonlandırdı.”

    Şimdi bu bölümü birkaç kez okudum. Bir iç konuşma var ancak sanki birine anlatır gibi yazmışsınız. Düşünceler daha kopuk mu olmalıydı? Belki tekrar gözden geçirirsiniz diye not düşmek istedim.

    1. Merhabalar,
      Yorumunuzu dikkatlice okudum, emeğiniz için çok teşekkür ediyorum.
      Öncelikle şu kurguyu düzene sokma işinde haklısınız, bilinçli yapmıyorum lakin bu tarz karmaşayla sık karşılaşıyorum. Sanırım bunu öykünün selameti için olarak değerlendirirsem daha düzgün metinler ortaya çıkarabilirim. Dikkate alacağım.
      İlk yazdığınız cümleyi siz söylemeseniz fark etmezdim büyük ihtimalle, teşekkürler.
      İç düşünceye gelecek olursam çok keskin bir geçiş yapmışım. Biraz garip duruyor. Hafiften gözümü tırmalamıştı fakat şu anda daha net gözüktü. Tekrar gözden geçirmem gerekiyormuş onu anladım, sağolun.
      Vaktiniz için, faydalı yorumunuz için tekrar teşekkür ediyorum.
      Görüşmek üzere.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *