Öykü

HB-ST250: Çorak Topraklar

Loş ışıkta koltuğuna oturmuş, ellerine bakmaktaydı. Zihnini elleriyle tartıyormuş hissine kapıldı bir an. Aslında avcunun içindeki çizgilere bakmış ve ellerinin babasınınkine ne kadar benzediğine şaşırmıştı. İşte o an anıları zihnine boş bir bardağa doldurulan su gibi dolmuştu. Babası elli beş yaşındayken annesiyle evlenmiş, bir yıl sonra da mutlu evliliğin meyvesi doğmuştu. Çocuk yavaş, ağır, zorlu şartlar altında eğitimini sürdürürken, yirmi yaşında şerefsiz bir kadınla tanışıp evlenmişti. Babası, kadının ne mal olduğunu çözmüş fakat oğluna bir türlü bu düşüncesini kabul ettirememişti. Çocuk, ne bilecek yaşlı başlı adam deyip babasını terslemiş ve kendi hayatında onarılamayan yaralar açılmasına neden olmuştu. Şimdi otuz beş yaşına merdiven dayamıştı, babasını daha iyi anlıyordu.

Masa örtüsündeki kırıntıları silker gibi bir el hareketi yaptı ve bu sayede zihnindeki düşünceleri uzaklaştırdı. İşe koyulma vaktiydi. On yıldır hayvanlar üzerinde çalıştığı deneyini bir insanda uygulamış ve başarılı olmuştu. Kimse anlamasın diye bu deneyi ölüm döşeğindeki babasına uygulamıştı. Şimdi annesi komadaydı, aynı yöntemi, deneyecekti. Doğruldu, hastanedeki yaşlı annesini ziyaret etme vakti gelmişti.

Annesinin yanındaydı şimdi. Yıllar içinde hayat, kadını güçsüzleştirip, buruşturup çürütmüştü. Adam içi mavi sıvıyla dolu olan şırıngayı montunun cebinden çıkarıp, yavaş ve nazik hareketlerle annesinin koluna batırdı. Ne olduğu belli olmayan sıvıyı yavaş yavaş damara enjekte etti. Kolundaki saatine bakarak beş dakika zaman tuttu. Annesinde herhangi bir belirti ya da düzelme olmadı. Zaman dolduktan sonra garip adam, yaşlı annesinin kolundan kan yerine parlak sarı renkte sıvı çekti. Ne olduysa o an oldu ve kadının beyin ölümü gerçekleşti. Adamın yüzü bir anda aydınlanıverdi. Başarılı olmuştu. Belli etmeden hemşirelere haber verdi. Ölüm tarihi kayıtlara: 5 Kasım 2075 Perşembe Saat: 23.30 olarak geçti.

Lüzumsuz prosedürleri uygulayıp, evine hızlıca geçti. Bodrum katındaki derin dondurucuya ulaşıp kapağını açtı. Bir yıl önce babasından aldığı sarı sıvının yanına annesininkini de özenle yerleştirdi. Uzun süre sıvılara baktı. Yüzü seğirdi pis bir sırıtıştan sonra histerik bir kahkaha patlattı. Daha çok işi vardı, yeni sıvı birkaç gün dinlenmeliydi.

* * *

İki gün sonra gece yarısı evine geldi. Mesh internet altyapısını kullanan Mablack Hackers adlı bir gruptan küçük bir uzay gemisi kiraladı. Akıllıca bir hareketti. Bu yöntem takip edilmeyi imkânsız hale getiriyordu. Sırt çantasına derin dondurucuda sakladığı iki şişeyi dikkatlice ve yanında sürekli taşıdığı şırınga setini yerleştirdi. Ayakkabı kutsu büyüklüğünde bir kutuyu da yerleştirdikten sonra evden çıkmak üzereyken, kapının çalmasıyla birden irkildi, kimseyi beklemiyordu. Güvenlik kamerasından kontrol ettiğinde üç kişinin kapıda beklediğini gördü. Ellerini yumruk haline getirip dişlerini gıcırdattı. Tiplerinden tekin adam olmadıkları anlaşılıyordu. Her ihtimale karşı telaşla silahını beline takıp kapıya yöneldi. Elinden geldiğince soğukkanlı olmaya çalışarak kapıyı açtı. “Buyurun, ne istemiştiniz?” Aralarında en irisi olan, kalın ses tonuyla konuştu: “Profesör Murat Taşçı siz misiniz?” Adamların kendisini tanıdığını anlamıştı. Gece gece ne işleri vardı bu densizlerin, diye geçirdi aklından. Profesör boğazını temizleyerek: “Evet, benim” derken adamları iyice süzme fırsatı yakaladı. Boyunlarındaki maça işaretinden onları tanıyabilmişti. Mablack Hackers grubu üyeleriydi. İri adam, sert bakışları eşliğinde: “Bana bak değişik, seni uzun süredir takip ediyoruz. Satın aldığın gezegeni bize satmanı istiyoruz.” Deyip, elinde para dolu çantanın kapağını açıp, profesöre gösterdi. Hayli yüksek meblağ vardı içinde. Murat bir paraya bir adama baktı, duyduklarına anlam veremedi. Niye böyle çorak gezegeni almak istesinler ki. Derin bir nefes çekip “Çorak gezegenimi niye istiyorsunuz ki?” dedi. Murat’ın bu sözleri üzerine adam iyice yaklaştı. Göz göze geldiler. Adam dişlerini sıkıp tıslayarak konuştu: “Orası seni ilgilendirmez değişik, bu gece gezegeni bize satıyorsun. Ya da o iğrenç kafanı kesip kıçının yanına koyarım” dedi. İğrenç nefesi Murat’ın midesinin kalkmasına sebep oldu. Anlaşılan başını derde sokmuştu. Son derece sakin kalmaya çalışarak: “Beyefendi bu gezegen sa-tı-lık- de-ğillll.” son iki kelimesini üstüne basa basa heceleyerek söylemişti. Mafya üyesinin sinirden dudakları titredi. Elindeki çantayı bıraktı. Murat’ın yakasına yapıştığı gibi anlına silahını dayadı: “Bunu sen istedin, güzellikle vermezsen dişlerini söke söke alırım!” diye tükürerek haykırdı. Profesörün yüzü pis yapışkan sıvıyla ıslanmıştı. Gezegenin elinden kayıp gitmesine razı olamazdı. Uğraştığı bütün çabaları bir gece de uçup gidemezdi. Hem ne vardı ki bu gezegende önemli olan? Bunu araştırmaya vakti yoktu ve öğrenmek niyetinde de değildi. Bütün hayatını bu gezegene adamıştı. İçindeki öfke seli kabardı, taştı. Yüzünün ve ellerinin ısındığını hisseti. Bir anda kendini kaybetti. Belindeki lazer silahına ulaşıp, yakasına sarılan adamın göbeğinden vurması çok ani olmuştu. Vurulan adam ne olduğunu anlayamadı. Dudakları titredi. Profesörü tuttuğu sol eli gevşedi, ağzından kan gelerek yere kapaklandı. Diğer iki haydut da silahlarını çekti fakat profesör hızlı çıkıp ikisini de oracıkta hakladı. Profesör Murat kendine geldiğinde üç cansız bedenle karanlıkta yalnız başınaydı. Ne olduğunu anlaması biraz zaman aldı. Elleri titriyordu. Bir insanı öldürmek o kadar kolay mıydı? Hayır, hayır üç insanı öldürmek bu kadar basit miydi? Pis pis sırıttı. Daha önce aklından geçirseydi kendine inanamazdı. Cesetlere baktı, korku, heyecan hem zevk hem de başarılı olmanın duygusunu bir arada tadıyordu. Acaba delirdim mi diye? Düşündü. Hayır, hayır olamaz belki de doğduğu günden beri deliydi. Kim bilir belki kendini yeni keşfediyordu. Öldürdüğü adamları bir ipucu bulmak umuduyla vakit kaybetmeden aradı. Çete üyelerinin üzerinde yaşam chip’i olduğunu gördü. Telaşa kapıldı. Bu chip birinin başına bir şey gelirse merkeze sinyal yolluyordu. Hiç vakit kaybetmeden ortalıktan kaybolması akıllıca olacaktı. Mablack Hackers’tan bir grubun olay yerine damlayacağına emindi.

Çantasını aldığı gibi arabasına atladı. Arabayı çalıştıran düğmeye bastı fakat araç çalışmadı. Okkalı bir küfür savurdu. Sakin olamıyor, delirmek üzereydi. Direksiyonun altına yerleştirilen arabanın merkezi beyin kutusunu tekmeleyerek parçaladı. Ortaya çıkan kabloları özensizce bağladı. Düğmeye tekrar bastı fakat otomobil tepki vermedi. Uzun ve sert bir küfür daha savurdu. Oldukça vakit kaybetmişti. Kabloları yanlış bağladığını fark edip bir daha küfretti. Arabayı sonunda hareket ettirmeyi başardı. Kiraladığı uzay gemisine doğru ilerledi. Zengin olmanın ayrıcalıklarını yaşıyordu. Gazı kökledi, araba serseri bir kurşun gibi hızlıydı. Sakinleşmek için camı açtı. Gür uzun saçları serin havayla uçuşuyordu. Korkudan kaynaklı adrenalin patlaması serin havanın etkisiyle azalıyor gibiydi. Elleri hala titriyordu; ama gemiye binerse rahatlayacağından emindi. Tabi Mablack Hackers grubu geminin etrafında değilse. Bu riski almaya değerdi. Güneş tam tepeye vardığında Murat’ta hedefine ulaşmıştı. Şehirden tamamen uzak terkedilmiş eski bir maden kasabasındaydı. Güvenlik için gemi maden ocağına gizlenmişti.

Adam sırt çantasıyla temkinli adımlarla madene girdi. Şansı yaver gidiyordu. Ortalıkta kimse yoktu. Kanatları olmayan elips şeklindeki siyah uzay gemisini buldu. Kabine geçti. Aracı çalıştırıp dışarı çıkarttı. Gökyüzüne dikey bir hareketle hızla tırmandı. Bir dakika sonra atmosferin uzay sınırındaydı. Beş yıl önce satın aldığı HB-ST250 gezegenin koordinatlarını seyir bilgisayarına girdi. Yeni nesil mikro dalga uzay motorlarını çalıştırdı. Kısa sürede Mars’ı geçti. İstediği hıza ulaşmıştı. İkinci kademe Wrap motorlarını çalıştırdı. Gemi hafiften titriyordu. Işık hızını geçmeden, evrenin genişleme dalgası üzerine binip, akıllara durgunluk verecek cinste hızlandı. İki yüz ışık yılı uzaklıktaki çorak topraklar adını verdiği gezegenine, yirmi beş gün sonra ulaşacaktı.

* * *

Sinir edici, uyarıcı bir ses eşliğinde uzay uykusundan uyandırıldı. Havada süzülerek gemiyi kumanda eden koltuğa yerleşti. Camdan dışarıyı seyretti, krem rengindeki gezegeni izledi. Doğru yerde olduğunu anlamak için seyir bilgisayarına baktı. Gezegen HB-ST250’ye ulaştığına dair bilgileri inceledi. Gezegene, uygun bir yer bulduktan sonra indi. Çorak toprakların amonyak ve karbondioksit karışımı bir havası vardı. Garip adam, uzay giysilerini giyip sırt çantasıyla dışarı çıktı. Adımını atar atmaz sağ dizi üzerine çöktü, anlaşılan gezegenin basıncı dünyaya göre biraz fazlaydı. Çantadan ayakkabı büyüklüğündeki kutuyu çıkardı. Çöle benzeyen gezegenin toprağına yavaşça bıraktı. Kutunun yanındaki boşluklara parmağını sokup mekanizmayı devreye soktu. Cihaz, toprakta titreşerek önce dikey bir hareketle uzadı, sonra yatay düzlemde genişleyip büyük bir kutuya dönüştü.

Profesör, uzaklaşıp eserine şöyle bir baktıktan sonra, kutunun önünde durdu. Sağ elini kutuya dokundu. Alet titreşip küçük bir ekran oluşturdu. Ekranın hemen altında iki küçük kol çıkardı. Ekranın sağında ise üç oyuk oluşturdu. Adam üç oyuğa, yanında getirdiği iki şişeyi yerleştirdiği gibi boşta kalan yere cihaz boş bir şişe yerleştirdi. Murat, her şeyin düzgün olduğunu gördükten sonra kollara yöneldi. Kolları hareket ettirdiği zaman, cihazın tepesinde gökyüzüne doğru ince uzun bir anten tırmandı. Hareket tamamen durduktan sonra ekranda hazır komutu belirdi. Eli titriyordu artık geri dönüşü yoktu ya başarılı olacaktı ya da tamamen hüsranla sonuçlanacaktı. Çantasından içi mavi sıvıyla dolu çift başlı şırıngasını çıkarttı. İğnenin bir ucunu, uzay giysisine yerleştirilen acil müdahale basınçlı iğne deliğinden koluna batırdı, diğer ucunu ise cihaz ekranının hemen altındaki küçük deliğe sapladı.

Her şey tamamdı. Ekranda yanıp sönen hazır butonuna bastı. Beş dakikadan geriye doğru sayan bir sayaç belirdi. Beş dakika dolmasına on saniye kalmıştı. Ekrandaki rakamlar birer birer eksilirken profesörün gözünün feride yavaşça sönüyordu. Vakit dolduğunda ayak parmak uçlarından ruhunun eksildiğini hissetti. Gözleri çoktan karamış bir şey göremiyordu. Ama ruhunun şişeye dolduğunu hissedebiliyordu. Şişe tam dolduğunda kimsesiz ceset toprağa yığıldı. Makine kendi kendine çalışmaya devam etti. Üç parlak sarı sıvıyı içine çekip karıştırdı. Cihaz, anteninden yüksek voltajlı yıldırım eşliğinde, karışımı Çorak Topraklar gezegeninin atmosferine, saldı.

* * *

Mablack Hackers grubu üç üyenin de cesedine ulaşmıştı. Grup lideri bu durumu hazmedememişti. Lider emrindeki adamların tamamıyla, profesörün satın aldığı gezegene gitmişti. Gezegene vardığında profesörün garip bir makinanın önünde cesediyle karşılaşmış sinirden kudurmuştu. Deli gibi küfrediyordu.

Murat gürültüden rahatsız olup gözlerini açtı. Derin bir uykudan uyanmış gibiydi. Etrafına şöyle bir baktı, hafiflemişti. Anlaşılan deneyi başarılı olmuştu; fakat bir terslik vardı. Annesini ve babasını yanında hissetmiyor lakin onlara ait anıların zihninde dolaştığını duyumsuyordu. Gezegenle bütünleşmiş, gezegen olmuştu. Gürültünün neden kaynaklandığına baktı. Mabalck Hackers grubunu gördü. Murat, onları bir avuç zavallı mahlûk olarak düşündü. Bir cezayı hak etmişlerdi. Mablack Hackers grubu daha ne olduğunu anlayamadan onları toprağın dibine yolladı.

-SON-

HB-ST250: Çorak Topraklar” için 8 Yorum Var

  1. Elinize sağlık..Sonu beklediğim gibi değildi farklıydı..
    HB-ST250 bu ismi nasıl buldunuz ? Açılımı var mı?

    1. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Elimden geldiğince sonu tahmin edilemeyen ve farklı sonları olan öyküler yazmak istiyorum. Bir nebze de olsa başarabildiysem ne mutlu bana. Evet, gezegen isminin açılımı: Hubble Space Telescope. 250 sayısını kendim uydurdum. 🙂

    1. Vakit ayırıp okuduğunuz, beğendiğiniz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *