Öykü

Hekim Bey

Yıldızlar kısmıştı ışıltısını o gece, ay ise bulutların ardında kalmayı tercih etmişti. Zira böylesine bir gecede, uğursuzluğun adı olmamak için, dikkat çekmek istemezdi hiç kimse. Yine de insanlar ayın saklandığı, yıldızların parlamadığı o geceleri uğursuz ilan edeceklerdi, tıpkı ıssız bir ormanı edecekleri gibi.

Çenesinin altına kayan yün kaşkolü gözlerinin altına değin çekti. Ahşap kızağa sürdüğü cins köpekler havlamalar eşliğinde yükü çekiyordu. Yoğun tipinin olduğu bu karanlık gecede yolculuk etmek çılgınlıktı. Kaybolmak, donmak, kızağın görünmeyen bir taşa çarpıp parçalanması çılgın birinin göze alacağı türden tehlikelerdi fakat kızaktaki hekim çılgın değil aksine aklıselim biriydi. O, sadece çaresizliğin girdabına sürüklenenlerdendi.

Fener lambasının cılız ışığı altında pusulasına göz attı. Pusulanın iğnesi kendini kaybetmişçesine ekseni etrafında dönüyordu. Evinden çıkmadan önce tek çaresinin bu olduğuna dair kendini cesaretlendirmişti lakin köpeklerin bile önünü zor gördüğü bu acımasız fırtınada değil hedefine ulaşmak, hayatta kalması bile bir muammaydı.

Hekimin korktuğu başına geldi, kızak ilkin havalandı ardından sertçe bir zemine çarptı. Çarpmanın etkisi hekimi kızaktan öteye fırlattı. Sert zeminde taklalar atan adam bilincini kaybedene kadar yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı…

***

Hekimi kendine getiren hırıltılı bir soluk oldu. Uzandığı yerden doğrulunca kafasının zonkladığını hissetti. Bir mağaradaydı ve mağaranın pürüzlü duvarlarında yanmakta olan ateşin oluşturduğu gölgeler dans ediyordu. Kubaba adına neredeyim ben.

Hekim, elini alnına götürdüğünde kabaca sarılmış sargı bezini hissetti. Ne oldu bana böyle. Doğrulduğu yerden ayağı kalkmaya çalışınca dengesini yitirip kabaeti üzerine oturdu. Mağaranın karanlık ucundan yükselen kahkaha o kadar korkutucuydu ki sıcak ateşin başında duran hekim buz kesildi.

“Önce başını şimdi de kıçını kırdın hekim bey, umarım kendini tedavi edebiliyorsundur. Kırık bir kafa nasıl sarılır bilirim ama konu kıç olunca işler değişir.”

Hekim olayın şokundayken sesin sahibi karanlığın ardından çıktı. Hekimin aklının başından çıkmasına ramak kalmıştı. Soğuk bir ter damlasını ense kökünden aşağı süzüldüğünü hissetti. Kalbi bu korku yüzünden çarpmaya başlamıştı. Yaşadığı korku vücudunu kilitlemeseydi ardına bakmadan kaçardı lakin o, acınası haliyle oturduğu yerde kalakaldı. Karşısındaki bir kurtadamdı.

“Seni donmak üzereyken buldum, kafan kütük yemiş balta gibi ikiye ayrılmıştı.” Kurtadam sözlerinin üzerine kahkahalara boğuldu. İri yaratığın sakinleşmesi dakikaları aldı.

“Eee hangi rüzgâr attı seni buraya, arkana aldığın rüzgâr seni pek sevmemişe benziyor da.” Hekimin kafasına imalı bir bakış attı. Soğuk mavi gözlerinin ardında hâlâ bir miktar neşe vardı. Hekim bu yaratık hakkında küçük bir yazı okumuştu ama bulanık zihni ona doğru cevapları verecek kadar yerinde değildi. Yaratığın vahşi görünümü, iki ayağı üstünde iri bir insan gibi duruşu ve elindeki koca baltası; tavırlarıyla tezatlık oluşturuyordu. Yaralı adam zonklayan kafasını unutmaya çalıştı ve dikkatini topladı. Temkinli olmalıyım.

“Ben.. Ne olduğunu hatırlamıyorum.. Bir fırtına ve kızağımı çeken köpekler. Seyrimi kaybetmiş ve amansız fırtınanın ortasında kalmıştım…” Ağrıyan kafası sözlerini bitirmesine engel oldu. İri kurtadam elindeki demir baltayı mağaranın duvarına bırakıp ateşin başına oturdu. Buz mavisi gözleri ciddileşti.

“Buraya ne için geldiğini hatırlıyor musun?”

“Emin değilim… Alacalı ağaç, evet… Alacalı ağacı arıyordum.” Yaratığın yüzü ifadesiz kalsa da mavi gözlerinde bir anlığına öfke dalgası geçti.

“Kızağın etrafında sana ait birkaç eşya buldum.” Ateşin yanında duran kayanın ardına uzanıp deri bir çanta çıkardı.

“Bunları hatırlıyor musun peki?” Hekim kanla lekelenmiş çantayı kurtadamdan alıp içini açtı. Küçük bir top sargı bezi, birkaç kavanoz merhem, eski bir defter ve ne olduğu belirsiz şırınga…

“Çantanın içinde bir de kitap vardı…” Kurtadam hekimin sözünü kesti.

“Hatırlıyorsun demek! O zaman hekim olduğunun da farkındasın.”

“Sanırım…” Mavi gözlü yaratığın yüzüne bir tebessüm yayıldı.

***

Hekimin iki katı boyundaki iri yaratık baltasını kavrayıp ayağa kalktı.

“Ben insanlar gibi lafı uzatmayı sevmem. Doğada her şey karşılıklıdır hekim bey, birbirine koşulsuca yardım edecek olan sadece ailedir. Öyle zamanlar gelir ki yaşama içgüdün, aileni geride bırakmanı söyler sana. Lakin benim kadar yaşlı kurtlar içgüdülerinden fazlasına sahiptir. Eğer sürümü kurtarmama yardım edersen, seni Alacalı ağaca kadar götürürüm. Teklifimi reddedersen eğer…” Hekim iri yaratığın sözünü kesti

“Beni ilkin hekim bey diye çağırdığına göre… Beni kurtarmanın nedeni gayet açıktı. Zaten ödemem gereken bir borç için yaşıyorum… Değil mi?” Kurtadam yine korkunç kahkahalarından birini attı.

“Kafan yarıldığında fazlaca havalanmış olmalı zira eskisinden iyi çalışıyor. Gece bizi bekler; yola çıkalım.”

***

Ay, ısrarla gecenin ardında kalmaya devam ediyordu. Orman ise ayın bahanesiyle saklanmıştı karanlığın ardına. Gecenin bütününü bozan yalnızca yerdeki kardı. Kar, ay ile ormanın aksine, şahit olmaktan çekinmiyordu. Kendi gibi tezatlık teşkil eden bu ikilinin ayak izlerini kayıtsızca bırakıyordu yeryüzüne.

“Dur, dur, dur!” Kurtadamın aceleci söylemi bir ulamayı andırmıştı.

“Ne oldu?”

“Sanırım iki adım ötemizde bir tuzak var.”

“Tuzak mı? Hangi akılsız senin olduğun bir ormana tuzak kurar ki.” Kurtadam mahcup biçimde hekime göz attı.

“Ben kurdum, yani tuzakları ben kurdum, kurt olduğumu zaten biliyorsun.” Yaratığın yüzündeki gülümseme hekimin şaşkın bakışları karşısında söndü.

“Siz insanlar kaliteli şakaları anlamıyorsunuz. Neyse, fener lambasını bana ver ve önden buyur hekim bey.” Hekimin şaşkınlığı ikiye katlandı.

“Tuzaklı yola doğru mu?” Kurtadam eliyle hekimi kışkışladı.

“Evet, evet! Hadi çabuk ol tüm gece burada bekleyemeyiz.” Hekim önünde duran kusursuz beyazlığa baktı. Belki de bu deli bir yaratık beni burada öldürüp sonrada yiyecektir kim bilir. Kubaba adına nasıl bir yerdeyim ben, o ağaca bile neden ihtiyacım olduğunu bilmiyorum.

Hekim arkasındaki öfkeli soluğu hissedince çaresizce öne doğru bir adım attı, bir adım daha..

“Başka bir yol olmadığına emin misin? Belki…” Kurtadamın sesi ilk defa öfkeli çıktı.

“Ya yürürsün ya da kafana bir daha kapanmayacak bir yarık açarım.” Sözlerinin ciddiliğini belirtmek için koca baltasını havaya kaldırdı.

“Hadi!” Hekim derin bir soluk aldı ve devam etti. Bir adım, başka bir adım. Yürüyüş ürkek ve yavaştı. Bir düzine adım attı, sonra da onlarcasını… Hayattayım.

“Sanırım başardım.” Hekimin sesi yaşadığı korku dolayısıyla güçsüz çıkmıştı.

“Neyi?”

“Tuzaklara yakalanmadım.” Kurtadam alışılagelmiş kahkahalardan birini patlattı.

“O yolda zaten tuzak yoktu.” Kahkahaları koca ağzında hırıltılara dönüşüyordu. “Bu, kaliteli şakama gülmediğin içindi hekim bey, umarım yaşadığın korku sana yolculuk boyunca yeter.”

***

İnsanın kemiklerine işleyen soğuk, hekimin ateşli başına iyi geliyordu. Kurtadam için ise ılık gece, yol yürümek ve konuşmak için müsaitti.

“Sürüm, ormandaki bir haşere tarafından zehirlendi. Bu haşere, avlanmaya niyetlendiğimizde karşımıza çıkıyor, içimizden birkaçını yaralayıp sonra da ortadan kayboluyor. Zehirlenen kurt uzun geceler boyunca can çekişiyor, sonunda ise koca bir taş misali olduğu yerde kalakalıyor.” Hekimin üzerinden geçen ürperti dalgası titremesine neden oldu. Bu devasa kurtadamın baş edemediği başka bir yaratığın olacağını düşünemezdim.

“Onunla dövüşmeyi denedim lakin gençliğimden bu yana geçen seneler beni çok düşünüp az dövüşen bir kurtadama dönüştürdü. Düşünerek savaşmak insana özgü bir şey hekim bey; her geçen gün içgüdülerim köreliyor.” Hekim boğazını temizleyerek söze girmeye karar verdi.

“Benim geldiğim yerde, rivayetlere göre, alacalı ağacın yaprağı öylesine kudretlidir ki tüm zehirlere dermandır denilir. Eğer rivayetler doğruysa sürünün iyileşmesi için tek ihtiyacımız olan şey o yaprak.” Kurtadamın sesi alışıla gelmiş neşesiyle çıktı.

“Bunu biliyordum hekim bey bu yüzden seni ağacın olduğu yere getirdim,” Baltayı tuttuğu pençesiyle yolun ilerisindeki dar geçidi gösterdi. Geçidin karanlıkta seçilmesi oldukça zordu. “Fakat küçük bir sorunumuz var.” diye devam etti iri kurt.

“Yine bir tuzak mı? Şaka yaptığını hatırlamıyorum.”

“Haşereden bahsetmiştim, hatırlıyor musun hekim bey?” İri kurtun yüzünde yine o gülümseme vardı.

“E..evet!”

“Sanırım peşimizde.”

Sefa Tursun

Hekim Bey” için 6 Yorum Var

  1. Merakla bekliyorum ne olacağını. Tam da en heyecanlı yerinde bırakmışsın!
    Hikayene gelecek olursak: Yazma yeteneğinin olduğunu görüyorum. Cümleleri kuruş tarzın, doğa tasvirin yerli yerinde. Fakat beni minicik rahatsız eden bir durum var affına sığınarak söylüyorum: Genelde, hikayelerde art arda gelen zaman kipleri okuyucuyu yorar; bir yerde okumuştum(bildiğim halde ben bile hala aynı hatayı yapıyorum ya neyse…). Hikayende kullandığın cümle yapısı genel olarak di’li geçmiş zaman ki bunlar sık sık ve art arda aynı paragrafta tekrar edildiği için bir parça kulağımı tırmaladı. Arada devrik cümle kullanmak ya da farklı kipler eklemek daha güzel olur diye düşünüyorum.
    Eline sağlık okuması keyifli, duru bir hikayeydi. Yeni hikayelerde görüşmek üzere.

    1. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Aslında öyküyü bir bütün olarak yayınlanmasını isterdim fakat şu günlerde yeteri kadar boş vakit bulamıyorum 🙂 İlerki öykülerde, yazdıklarımı sizin kulağınızı tırmalayan şeylerden arındırmaya çalışacağım. Hatası az olan öykülerde buluşmak üzere.

    2. Zaman ayırıp okuduğunuz ve değerlendirmede bulunduğunuz için teşekkür ederim. Yapıcı eleştirinizi dikkate alıp, çalışmalarıma bu yönde devam edeceğim.
      Yollarımızın tekrar kesişmesi dileğiyle.

  2. Selamlar, belli ki ne yazdigini gayet iyi biliyorsun. Hikayeni cok begendim. Arastirmani da yaptigini goruyorum ya da okumalarinda sumer – hitit mitolojisinde de yer verdin sanirim 🙂 genelde hikayelerdeki isimlere takilirim. Hele onlarin da kendilerine ait bir hikayesi varsa hikayeyi katmanlar yerlestirmeye baslamissin demektir Kubaba’yi gorunce de oyle oldu. Bilmeyenlere soylemedim kendisi sumer tanricasidir zamanla daha bilinen baska bir adi olmustur : Kibele:)
    Agac konusu da cok guzel oturmus sonrasini nasil kurgulayacaksin merak ediyorum. Cinde ve japonyada gorulen bir agac var. Mabel Agaci deniliyor. Hic bir bitti odunsu grubuna dahil degil kendi basina ayri bir tur. Belki bakmak istersin. Alacali agac karakterine ekle me isteyecegin bir kutsallik varsa belki adi Mabel olan bir agac ise yarar:)

    Onun disinda hekimin geçerdigi kaza ve Kurt adamin onu nasil Kurtardigi bence bir kez daha uzerinden gecilmeyi Hak ediyor. Kurtadamin onu kurtarabilecek bir guc/bilgi/mahareti olup olmadigini merak ettim. Belki alacali agactan bir yapmak cikarsaydi cebinden? 🙂

    Devamini merak ediyorum.
    Eline ve dus gucune saglik
    Dipsiz

    1. Değerlendirip yorum yaptığınız için teşekkür ederim.

      İnsanlar doğayı anlamaya çalışırken kadının bereketiyle doğanın(toprağın) bereketini ilişkilendirip, doğum yapmaya hazır heykelcikler oyuyorlar. Bu heykelcik toprak ananın ilk temsili oluyor ve daha sonra bu figür zamanla değişimlere uğrayarak tüm Anadolunun bildiği bir tanrıça oluyor 🙂 Tek bir kelime, çok derin bir kelime 🙂

      Öneriniz için teşekkürler, Mabet ağacını detaylıca inceleyeceğim, ilginç bir ağaca benziyor 🙂

      Yeni seçkilerde buluşmak üzere, kendinize iyi bakın.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *