Öykü

İki Anahtara, İki Dünya

“Her zora girdiğimde, günün kuytu saatlerinde dibimde bitivermek zorunda değilsin.” dedi, karanlıkta karşısında duran gölgeye.

Gölge gülerek, “Zora girmek mi? Sen bence yolunu bulup, itinayla yaptıklarının içinden çıkarsın. Ben her seferinde, ne zaman akıllanacaksın diye yanında bitiveriyorum” dedi. Gölge, elinde bulunan iki anahtarı masanın üstüne yavaşça koydu. Anahtarları kendisine getiren, kaçıncı gölgeydi hatırlamıyordu ama tek bildiği her gölgenin olan bitenden haberdar olduğuydu.

Işığı açmak için, yerinden doğrulduğunda karşısında ki ses, “Sakın ışığı açma, ışığın gölge oyunları benim gölgemi siler ve bunu çok iyi bilmene rağmen niye yapıyorsun anlamıyorum.” derken, ayakta elektrik düğmesinin yanına bir adımda gidip, sinsice gülmeye başlamış, “Her zaman ki şakalarımdandı. Niye yaptığımı sorma ne kadar şansım olursa olsun ben buyum anladım artık. Bu yüzden bana vereceğin bu anahtarlar bende bir boka yaramayacak” dedi.

Aynı anda içinde ki sesi de susturamıyordu. İçin de ki ses diyordu ki, “Sana ilk şans verildiğinde, sen yalanlarla iyiliği ve aşkı hakkettiğini, gölgelere düşündürttün. Düşündürtme çabası içindeyken, anahtarları kendi mezarına gömmen gerekirken, heyecana kapılıp, başka mezara gömdün. Ve yakalanınca, geldiğin yere geri gönderildin. Herkese ikinci şans verilmez bari bu sefer önce kendini, sonra gölgeleri kandırma.” diyordu.

Gölgenin sesi, kendi sesi, içinde ki ses derken yeniden aklı karman çorman olmuştu. Bildiği tek şey vardı, geldiği yere yeniden git gel yapmak istemiyor, artık bu dünyada kalmak istiyordu.

İçinde ki diğer ses, bir anda diline dökülüp, karşısında duran gölgeye bakarak, “Tekrar geri dönmek istemezken, başaramayacağımı da iyi biliyorum. Kendim ile ilgili bu kadar umutsuzken, birbirinden haberdar olan farklı her gölge, benden nasıl bu kadar emin olabiliyor?” dedi, kırgın, umutsuz ses tonuyla.

Gölge sakince, “Herkes ikinci şansı bizim alemde hak eder. Önemli olan hak ettiğine sahip çıkman. Bu sefer ne kendini ne bizi kandır. Mış gibi aşkı, iyiliği yaşama, parayı ve çıkarı seçme. Bu zamanda insanlar aleminde geçerli olmayanı seç. Bu sefer gerçekten bizi inandırdığında, kendi mezarının en dibine, gece yarısı iyilik ve aşk anahtarların göm. Zaten bu durumda buradaki yerin geçerliliğini kazanacaktır.” dedi.

Oturduğu yere çöküp, başını geriye yasladı, “Yapamıyorummmm!!! Olmuyorrrrrrr!!!Ruhum bir yerde tıkanıyor. İhtiras, para ve çıkar önden koşturuyor. Yalvarıyorum uğraşma benle, beni geri gönder.” dedi, titreyen ses tonuyla.

Gölge bir anda şiddetlenerek, “Yeterrrrrrr!!!Sus artıkkkkk!!! Sen burada kalmak zorundasın. Diğer alem için bir iyilik yap ve burada kalmayı başar. Eğer kalamazsan, yani başaramazsan sen son kişi olduğundan diğer alemin inançlarını yok edeceksin ve artık dünyada kimsenin ikinci şansı olamayacak.” dedikten hemen sonra iyiliğin ve aşkın anahtarlarını ortadaki sehpanın üstüne koydu.

Gözyaşları içinde, başı geride tavanı seyrederken, olduğu yerde ne kadar kaldığını bilmezken, ortalığın sessizliğe gömüldüğünü fark edince, ışığı yakmak aklına geldi. Işığı yakmıştı çünkü gölgelerin sessizlik içinde kaybolduğunu artık öğrenmişti. Olduğu yerde doğrulup, orta sehpada duran iki anahtarı eline alıp iyice okşadığında, sis perdesi aralandı. Yolculuğu başlamıştı. Aslında sahne ve oyuncular arasında bir fark yokken, henüz kendisi farkında değildi. Farkında değildi çünkü artık eski ruhu bedeninden ayrılmış, gözetleme kulesine dönüşüp, tüm yaşananları ve yaşanacakları köşeden izlemeye başlamıştı.

Bankada, müşteri temsilcisi olarak çalışıyordu. En yakın arkadaşı Bayramdı. Bu koca şehre tayini çıktığında, işi hazır olsa da pansiyon köşesinde sürünmek üzereyken, kalacak yer bulması zaman alacağından, Bayram ona ailesi ile yaşadığı evi açmıştı. Bayram, hesapsız, hemen güvenen, sevgi adamı olmasına karşılık kendisiyle zıt karaktere sahip dünyalar güzeli bir nişanlısı vardı. Gerekli parayı biriktirdiklerinde, evleneceklerdi. Gerçi Bayram ile kendisi de yakın iki arkadaş olarak, zıt karakterlerdeydiler.

Gel zaman, git zaman, kendisine ev bulmuş, Bayramın da yardımı ile kararınca evini döşemişlerdi. Evinde ilk olarak ağırlayacağı misafirleri, zamanla kardeş gibi olduğu Bayram ve nişanlısı idi. Bayram ve nişanlısı evine geleceği gün, sis perdesi aralandığı gibi kapanmış, ruhu yeniden bedenine girivermişti. Artık köşeden bir yerden izlemiyor, tamamen sahnenin ortasına düşmüştü.

Bayram’ın nişanlısı fazlasıyla meraklı, güzel bakan bir genç kızdı. Bayramın nişanlısı ile arasında bilmediği bir heyecan vardı. Kızın gözlerine bakınca eriyor, sanki göz göze gelince aralarındaki sır her neyse sadece gözleriyle konuşabiliyorlardı. Bayram aralarında olmalarına rağmen, hiç umurlarında değildi. Bayram ise her iki sevdiği insanın kardeş kadar yakın olduklarını düşünüp, içten içe seviniyordu. Gün bitiminde, Bayram ve nişanlısı evinden ayrıldığında, kulaklarında dinmeyen uğultu yerini dinmek bilmeyen baş ağrısına bırakmıştı. Hiç düşünmeden yatağına uzanıp, derin uykuya daldığında, ruhu yeniden bedeninden çıkmış, köşeden kendisini izliyordu ve şimdi bilinmedik bir düşün içine girmişti.

Düşte, Bayram’ın nişanlısı ile el elle sahilde oturuyorlardı. Kızın buğulu, zeytin karası gözleri içini eritirken, Bayram onları uzaktan hem mahcup hem şaşkın izliyordu. Ama onların umurunda olmadan birbirlerine kur yapıp, öpüşüyorlardı. Bir an ruhu bedeninde sarsıldı, üzüldü, ne yapacağını şaşırdı, hangi evrende olduğunu bulamayıp, tökezledi.

Ruhu onu cezalandırmak üzereyken, karanlıktaki ses ile irkilip uyandı. Sesin geldiği yöne doğru, yataktayken kafasını çevirdiğinde, gölge dedi ki, “Gördüğün düş veya rüya da diyebiliriz, birinci şansın yani sana verilen ilk hayatın. Sen bu gördüklerini bire bir yaşadın, yaşattın. İkinci şansını iyi değerlendir diye, sadece küçük bir hatırlatma yapmak istedik. Zamanında bunları yaşarken, pek umursamadığından ruhunun bu düşle bu kadar incineceğini düşünmemiştik.”

Gölgenin söyledikleri ile sarsılıp, erkek halinden utanmadan ağlamaya başlamıştı. Bir yandan ağlarken, bir yandan duygularını dile getirmeye başlamıştı. “Ben şimdi hatırlıyorum. Yani siz düşlerime müdahale edince, daha net hatırladım her şeyi.”

Gölge, omzuna sıcak bir temas hissettirdikten sonra, “Bizim için önemli olan ruhunun hazır olmasıydı. Ama daha fazla denemeye gerek yok çünkü sen ilk defa yaptığın hatadan acı çekip, gözyaşı döktün. Bence burada kalmayı hakkettin ve bu gece yarısı kendi mezarına gidip, anahtarları en derine gömmelisin.” dedi.

Pür telaşla, yatağından fırlayıp ışığı açtı, gölgeyi başından savıp, hemen üstünü giyindi. En yakın taksi durağından, taksi çağırıp, mezarlığın yolunu tuttu. Mezarlığın önünde, gece yarısının olmasını bekledi. Saat gece yarısını vurduğunda, anahtarları gömmek üzere mezarını kazmaya başlamıştı. Anahtarları toprağın en derin yerine yerleştirirken, arkasında bir ses işitti. Kendi sesinin yankısı, “Herkesi kandırabilirsin ama beni asla. Ben kim miyim? Tabi ki senin ruhun. İnsan bir tek kendine yalan söyleyemez. Ebediyetin artık bu dünyada değil, sonsuza dek geldiğin yerde. Senden gölgeler olarak, insanlara verilecek ikinci şans ihtimalini, dünyadan yok etmeme iyiliğini istedik, onu bile beceremedin.” dediği gibi, havalandı. Gölge havalanırken, O’nu da içine aldığını hissetti. Avuçlarında, anahtarlar yoktu, ceplerini yokladı, ceplerinde de anahtarlar yoktu. Kendini ne yerde ne gökte hissettiği sırada, mezarına uzaktan bakabiliyordu ve anahtarlar gömülmeden toprağının üstünde kalıvermişti.

Pınar Kumsal Başdağ

1975 yılının Ekim soğuğunda dünyaya gelmiş biri olarak, kendimi bildim bileli yazıyorum, okuyorum. Herkesin besin kaynağı vardır, benim besin kaynağım yazmak. Yolda yürüyen kadınlardan herhangi birinin önünü kesip, çantasına baksanız kadınsal her türlü malzeme vardır. Benim çantama baksanız, cüzdan, not defteri ve kalem dışında bi rde evimin anahtarlarından başka bir şey bulamazsınız.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *