Yıldızlar patlıyor gökyüzünde. Pencereler titriyor. Sardunyalar yaprak yaprak dökülmekte. Salon yarı aydınlık. Mutfakta musluk damlıyor. Şıp şıp. Bulaşıklar birikmiş. Yatak odası ağzına kadar eşya, kapıya kadar kin dolu. Sevişmek yürürlükten kalkalı epey oldu.
Masallar hayatımı karartalı epey oldu.
İklim uyudu. Bir vakittir sadece kan emziriyorum. Bir vakittir bel kemiğim ağrıyor. Vücudum usanmış.
İklim’e en son ne zaman güzel bir masal anlattım, bilmiyorum.
Masallar, gerçek değilse güzeldir, gerçek olamayacak kadar güzel. Eğer reel yaşama karışırlarsa, sizi avuçlarında tutarlarsa, sizi sıkıp ezmeleri uzun sürmez.
Bir sigara yakıyorum. Arkama, kitaplığımı da içine alan mavi bir ışık vuruyor. Holden geliyor ışık. Geçitten.
Neden bu insan kostümünü giyiyorum? Giydiğim neden bir insan kostümü? Tam bedenimi nasıl buldular? Ben mi seçtim? Neyse ne…
Yıldızlar büyüyor, büyüyor patlıyor. Nokta!
Geçidi nasıl açtım emin değilim. Anneannemle ilgisi olmalı. Söyledikleriyle.
Çocuktum. Bahçemizde incir ağacı vardı. İncir ağcının gökyüzünü deldiğine inanırdım. Ufacıktım, kendimden büyük baltayı sürükleye sürükleye… Çat…
Yüzümde bir tokat. Dedem, ite kaka beni iki katlı ahşap evimize soktu. Merdivenlerde, yeşil, dönen, bitmeyecekmiş gibi hissettiğim mervidenlerde tekme tokat dövdü beni. Anneannem aldı kaldırdı yerden. Mutfağa götürdü. Yarım ekmeğe peynir doldurdu, elime verdi. Oturma odasına gittik. Az da olsa soba yanıyordu. Anneannem sobaya dayadı yün patikli ayaklarını. Mevsim sonbahardı.
“Onlar anlamaz.” dedi yorgun sesiyle.
“Eğer, masalları dinlersen. Gerçekten dinlersen, aslında bize yakın olduklarını görürsün oğul. Herkes dinlemez. Herkes bilmez.”
Gözlerimi iri iri açmış, anlamazca bakmıştım.
Büyüdüm. Çocuklar için masallar yazmaya başladım. “Kumlar Ülkesinin Sihirli Prensi” isimli bir kitap yayınladım.
İklim mi dediniz yok uyanmamıştır henüz. Uyurken yanına girmenize izin veremem kusura bakmayın. Uykusu tüy üzerindedir. Hemen uyanır. Sonra uyut tekrar uyutabilirsen. Göğüslerim mosmor bakın. Dudaklarım bembeyaz bakın. Yüzüm sapsarı bakın.
Ah, yıldızlar patlıyor bakın.
Kitabım pek okunmadı. Bana tek katkısı, bir akşam editör toplantısından eve döndüğümde holdeki geçidi bulmam oldu. Masallara fazlasıyla inanır ve güvenirseniz bir değişiklik beklersiniz. Gerçekçiliğe lanet okursunuz. Hiçbir şey de sizi şaşırtmaz.
Şaşırmamıştım.
Bir bardak su alayım. İçecek? Tamam bir bardak su da size.
Acaba?
Yalnız bırakmasa mıydım?
Ah, demek hala yerinizdesiniz. Buyrun suyunuz.
Rica ederim.
Sonra misafirlerim gelmeye başladı birer ikişer.
Kırmızı Başlıklı Kız, biliyor musunuz aslında kurda aşıkmış. Annesi izin vermiyormuş.
Leylek ile tilki. Tilki de ilk kurnazlığı Leylek’in yaptığını düşünüyor.
Uyuyan Güzel… Uyurgezermiş. Evet, doğru.
Nicesi… Masal kahramanları kanlı canlı karşımdaydı. Hepsi anlatmak, hayatlarını düzeltmek için yardım istemek için buradaydı.
İklim’e bir bakayım isterseniz ama kesinlikle uyanmadı. Tamam, devam ediyorum.
Hepsi geliyor, konuşuyor, yardım edemeyeceğimi söylediğimde geçitten geri gidiyorlardı.
Hatta, Kumlar Ülkesinin Sihirli Prensi bile geldi. Hakikaten çekiciydi. Tıpkı yalnızlığım kadar çekici. Konuştuk, onu yazdığımı söyledim. O halde nasıl olur da ona yardım edemezdim. Aklı almıyordu. Sonra gitti.
Telefon çalıyor sanırım, kim bu saatte.
– Alo, ararım sonra seni. Misafirim…
Telefonun bulunduğu taraftan onu görebilmeliydim fakat odada yoktu. Neredeydi, yoksa…
Telefonu hızla kapadım. İklim’in oda kapısı açıktı. Odanın ortasında, dağılmamış, boş yatağa bakarken buldum onu.
Ona yardım etmeliydim. Prense yani. Mutsuz bir masaldı onunkisi. Yalnızlıkla örülü, ilmik ilmik çöküşe giden bir masal. Yardım edebilirdim.
Yapmadım.
Bir gece tekrar geldi. Uykudaydım. Uçan halısıyla gelmişti. O uçan halıyı masala asla katmamalıydım. Belki İklim yanımda olurdu.
Konuşmadı. İklim’i kaptığı gibi uçan halıyla uzaklaştı.
Yükseldi, yükseldi, ilerledi. Yükseldi ve bom. Bir ateş topu.
Yıldızlar patlıyor görüyor musun?
Bir bardak su daha?