Telefonla yaptığı görüşmenin süresi giderek artmıştı. Yazmakta olduğu kitaba dair fikir alışverişinde bulunmak istemişti. Arkadaşını aramıştı. Bir kez daha. Daha önceki kitaplarını yazarken de zorlandığı, cümleleri cümlelere ekleyemediği anları olmuş ve hatta bu anlarda kendisini; kapısı tam kapanmayan duşa kabin içinde fıskiyeden akan suyun altında yine kendisiyle konuşurken bulmuştu. Kendisinden kaçarken yine kendisine sığınmıştı. Yıllardır kendine sığınan biri olduğunu herkes bilirdi. Herkes bunu bilir, bir tek o bilmezdi. Çevresindeki insanların, ki bu iki elin dört eksikli parmakları kadar, kendisi hakkındaki hükümlere rast gelmediği için bilememiş de olabilir. Sevgilisi biliyor mudur? Onu ben de bilmiyorum.
* * *
Telefonu açarken yaşadığı hışım hali telefonu kapatırken kaybolmuş, yerini sükûnetin getirdiği dingin hal almıştı. Yazma eyleminde barikatları aşması bu kez önceki kitaplarına göre zor oluyordu. Birkaç kez olay örgüsünü tamamen değiştirmiş, birkaç kez en başta planladığı ilerleme sürecinden sapıp bambaşka yollara adım atmış, birkaç kez de kahramanlarını öldürmeyi düşünmüştü. Her şeyi birkaç kez yaşadığı bir başınalık bir dönemdeydi. Gönlünde bir güzel yahut aradaki bağın kuvvetinden kuşku duymadığı dostları olsa da yazım süreçleri başka bir duruma sahipti.
Birol Yekpare. O, edebiyat dünyasına genç sayılabilecek yaşlarda adım atıp adından sıkça söz ettirmişti. Daha önceden çıkarmış olduğu kitaplarından “Nur Ormanı” ile ülke genelinde hatırı sayılır ödüllere sahip olmuştu. Hemen ardından ikinci kitabı “Ev Kıyıları” ile benliğini evi bellemiş insanların dünyasına mercek tutmuştu. Aslında kendisini anlatmıştı, dense yeriydi. Yazar; üçüncü ve son kitabı “Şanlı Ömür”de ise bedeninden ayrılmış ruhun, bulutlar ülkesindeki masalsı öyküsüne davet etmişti okuyucuları. Şimdi ise yeni yolculuklara yelken açmayı, yeni masalları öykülerle buluşturmayı istiyordu ya da öyküleri masalsı bir dünyada tutmayı. Hayalle gerçek arasında bir yerdeydi. Bu arada kalmışlık, onun hangi yönde ilerleyeceğine de etki ediyordu. Uykudan bîdar olup işe koyulurken önceleri, şimdi bir sıkışıklık içindeydi. Birkaç yazar arkadaşı ile yaptığı uzun telefon molalarının müsebbibi kendisindeki bu ruh haliydi.
Kapattığı telefonunu çalışma masasında yazı ekranı açık ve hazır vaziyette duran bilgisayarının hemen sol yanına bıraktı. Aldığı derin nefeslerin ünlemi “Of!” mu yoksa “Oh!” muydu? Anlaşılırlığı yitik bir nidaydı bu. Yatağa uzanıp dinleme fikri geldi aklına. Yazım sürecinde de böyle net olabilmeyi istedi odasına giderken. Perdeleri dalgalandıran sıcak yaz rüzgârı açık pencerenin kanatlarını da hareket ettiriyordu. Kanatlanıp uçan bir pencere, manzarasını beğenmemiş olabilirdi. Bu anın yazara ilham olabileceğini düşündüğümden seslendim ona ama çoktan terk etmiş odayı. Manzara bana kalmıştı.
…
Bilgisayara çevirdim yüzümü.
* * *
— Hah! Ses geldi odasının kapısından. Uzunca bir süre uyur artık. Gerçekten buna ihtiyacı vardı. Bizi bir türlü bir maceraya sokamadı, bizi bir türlü düzleme sokamadı. Ya aslında birkaç ay önce bize yaşattığı macera fena sayılmazdı ama ne olduysa ansızın o fikirden caydı. Sen de ben de mutluluğa ulaşacaktık. Bunu niye istemedi ki?
— Niyesi çok basit aslında Güneş. Hatırla, ikimiz de yaşadığı çeşitli trajediler sonrası birbirimize denk gelmiş iki karakteriz. Hayatlarımızı birbiriyle kesiştirme işini yazar yaptı ve bu kesişme öncesi yaşadığımız trajedileri de yine o bize yaşattı. Elbette, bu durum onun kendi hayatıyla ilgili oldu. Hüzün de mutluluk da. Hatırla, bu kitabı yazmaya başladığı dönem onun en mutlu dönemleriydi aslında. Biz de bunu yeni yeni anlıyoruz. Misal seninle beni bir otogarda buluşturmuştu. Evet biliyorum, sen bunu hiç istememiştin ama hatırlasana… O buluşmanın bir benzerini kendisi de yaşamıştı. “Backspace” ile silinen geçmişimde çok fazla anı kalmadı ama bunu çok net hatırlıyorum. Otogarda buluşmuştuk Güneş. Ben sana doğru gelirken ağır adımlarla ikimiz de titriyorduk heyecandan. Hatırla, bu satırlar yazılırken yazarımızın nasıl da heyecanlı ve hevesli olduğunu. Hatta duurrr! Bak, şimdi geliyor aklıma. Bu buluşma anını, kendi buluşma anından feyz ile o günün akşamı pansiyonda kalırken yazmıştı. Doğruuuu!
— Bu kitapta sana çizilen karakter böylesine coşkun değildi, birden nasıl böyle coşkun olabiliyorsun allasen? Bazen beni çok şaşırtıyorsun Aygün. Ama söylediklerini düşününce haklı olduğunu söyleyebilirim. Biz, aslında yazarın duygu durumuna göre geleceği şekillenen ve kaderi yazarın ve hatta yazarın etrafında ona etki eden diğer insanlarla geleceği belirlenen kahramanlarız. E sen de hatırlasana… Yazar sevgilisiyle beraber çıktıkları tatilde bizi de yanlarında götürmüştü. Olay örgüsünün gidişine baktığımızda bizim tatile çıkmamızın manası yoktu o anki roman kurgusu içinde ancak kendini o kadar bu sevdaya vermişti ki yazdığı kitabın kahramanlarını bile kendiyle beraber yaşatıyordu.
—Çok haklısın Güneş. Ya bak şimdi, bunları konuşuyoruz ama farkındasın değil mi sen de, yazarımız hayatındaki kadınla hâlâ beraber ve hiçbir sorunları yok. Peki, bize niye mutluluğu çok görüp bu öyküden tamamen vazgeçti? Kendi öyküsünü buraya yazıyorken neden sildi?
— Aygün, bence şunu dedi yazar: “Sevdamı giz ardında tutmalıyım.” Evet evet, bu kadar silinip tekrar yazılmalı “word dosyası” dünyamızda karşılaşılan her mürettep fikri, henüz tamam olmasa dahi, yaşayan bir roman kahramanı olarak ifade edebilirim ki yazar, sevdasının gizini kendinde kalmasını istedi. Kendisi bu aşkı keşfederken başka kaşifleri bu aşka dahil etmek istemedi. Hatırlamaya çalış, bazı zamanlar bizi öyle uzunca süre yarıda bıraktığı olurdu ki biz bile romanı bitti sanırdık. Öyle düşünülen günlerde yazdığı poetik metinleri, makaleleri, dergi yazılarını hatırla. Hemen bitişiğimizdeki dosyalarda yer alıyordu. Ne demişti orada yazar:
“Roman da insan da bir keşfetme sürecidir. Yazar için de okuyan için de bu böyledir. Romanı oluşturan çeşitli unsurların birleşimi arasında kalan boşluklar okuyucu nezdinde tamamlanması icap eden bir süreçtir. Kitabın pusulası okuyandır. Bu, bazen bir insanın insanı okuması ile de mümkün olur bazen bir kitabı okuması ile ve hatta şu hakikatin sarihliğini de unutmamak gerekir. İnsanın pusulası da yine insandır. Keşfetme sürecinde kâşiflik rolünü üstlenen biz insanlar, bir insanı keşfeder gibi kitapları keşfetmektedir. (…) Kurgusal metinlerin tabii yapısı dahilinde yer alan ve bir anlamda sığ sulara sahip olması mümkün olan bu keşif sürecinde esas manada insanı yoran şey insanı keşfetmektir. Ol sebepten mütevellit insan her daim yeni bir insanı keşfetmekten korkup kitaplara sığınmıştır. Kitapların kendisini az acıtacağını düşünen insan, en cesur keşifleri kitaplarla yapacağı kanısındadır. Buna karşın keşfettiği insanın ruhuna dokunan yanlarını kendinde saklamaya çalışan insanların varlığı da yadsınamaz gerçeklerdendir. (…)”
Bu satırları göz önüne getirince yazarımızın kendi aşkının keşfedilme korkusundan endişe duyuyor olabilir. Bu, elbette ki bu aşkı kimse bilmesin düşüncesi değil. Zaten evlenmeyi istediği biri hayatındaki kadın. Sen de biliyorsun bunu Aygün. Sadece kitaplarının ne denli ilgi gördüğünü bilmesi ve akademik incelemelere tabii olması sebebiyle özelini insanlara açmak istemiyor. Sanırım bizim bir türlü tamamlanamayan maceralara sahip olmamızın en büyük ya da tek sebebi bu. Bize yeni bir hayat yeni bir keşif süreci çizmek yerine kendini anlattığı bu kitap, bizim sığ suyumuz oldu. Biz de özgür kalamadık bu kitapta.
—Yazarın sana neden Güneş adını verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Gerçekten bakış açınla aydınlattın beni. Beni aydınlatan sen oldun. Bi dakka bi dakka! Aaa kızım! Yazarımızın sana neden Güneş; bana neden Aygün adını verdiğini şimdi fark ediyorum. Ay, ışığını güneşten alırmış; onu aydın gösteren aslında güneşmiş. Sen benim Güneş’imsin. Ben aramızdaki bu duyguların uydusu. Evet evet! Bu böyledir. Bazı taşlar yerine şimdi şimdi oturuyor sanırım. Az önce ifade ettiğin görüşleri şimdi anlıyorum, yazarın poetik metnindeki görüşlerini şimdi anlıyorum. Yazar, bizi bu kitapta birbirimize sevdalı kılmayı en başından beri düşünmüş olmalı ki böyle bir adlandırmada bulunmuş. Aslında biz hep yazarın gölgesi olmuşuz. Gerçekten anlayabiliyorum şimdi. Niye kendini anlatmayı sürdürmekten vazgeçtiğini. Bu kitabın içinde yer alan bizler bile kısa bir sohbet anında bu örtülü anlamlara ulaşırken başkaları kim bilir nasıl didik didik eder. Hele ki magazinsel bir konuya da yatkın bir kitabı. Aramızdaki bağın ifadesini, yazarın bakışını keşfeder olmakla daha iyi anladım.
— Aygün, biz galiba az evvel el ele verip yazarı keşfettik. Birkaç ay önceki maceradan uzaklaşıp yepyeni bir maceraya dahil edilmemizin sebebini bulduk. Dahası yazarın bu sıkıntılı halini de çözdük. Yazar, birkaç ay önce yazdıklarını kendi hayatından damıtıyordu. İşini kolay kılan bir durumdu. Şimdi ise bizlere ne kendinden ne sevdiği kadından nefes veriyor. Bize bahşedilen her an sıfırdan oluşturuluyor. Yorgunluğu ve bedbaht hali bundan. Evet Aygün, yazar bize taklit bir yol değil. Yepyeni, daha önce hiç kullanılmamış ve denenmemiş bir yol veriyor. Neyle karşı karşıya kalacağımızı bilmediğimiz bu yolda ilerlerken yanımda senin olacağını biliyorum. Yazar bizi, bize düşman etmeyecektir. Yazarın bu yolu çizerken zorlanması şimdi anlaşılıyor. Yol üzerinde bulunan taşları temizlemenin zorluğunu, keşfedilme korkusuyla yaşadı. Mahremiyetine bağlılıktan aslında her şey.
— Zor olsa da yazarın bizi zora sokacağını düşünmüyorum Güneş. Bence yazar mutlu son istiyor ve bu mutlu sonu kendi mutlu sonundan ayrı kılmak için uğraşıyor. Bence yazar birbirimizi keşfetmemizi istedi. Günlerdir süren bu durgunluk neticesinde biz birbirimizi keşfetmekle kalmadık yazarı da keşfettik. Yazarın düşlediklerini bilemiyoruz lakin bize yaşatacağını düşündüğümüz hayatların bizi birbirimize daha çok bağlayacağından eminiz. Doğruymuş. “Kitabın da insanın da pusulası birmiş.”
* * *
Bilgisayarın ekran parlaklığı gözümü rahatsız edecek biçimdeydi. Yazılanlara göz atmak için ekrana eğildiğimde yazı sayfasında bulunan sözcükler gözüme oldukça garip gözükmüştü. Kendi aralarında ahenkli duran sözcüklerin zihinlerini meşgul eden konular var gibiydi. Sesler duyacak gibi olsam da yazar Birol Yekpare’nin odasının kapısı açılınca tüm her şey dağıldı.
* * *
Açılan kapı kapanmaya niyetsiz zaman arşınlarken Birol Yekpare ise gayet kararlı bir edayla adımlıyordu çalışma masasına. Bilgisayarının hemen sol tarafına koyduğu telefonunu eline aldı. Saate baktığında odada geçirdiği uzanma süresinin yalnızca dört dakika olduğunu gördü, telefonunu yine aynı noktaya bıraktı. Geçen zamana çok şaşırmadı zira bu dinlenme anını bölen düşünceleri kendi iradesiyleydi. Parlaklığını biraz azalttığı bilgisayarına yaklaştı. Ekrandaki sözcükler zihnindeki hallerinden çok daha büyüktü. Dört dakikalık dinlenme anında zihninde kuluçkadan çıkan düşünceler ise hepsinden daha büyüktü. Yazmayı planladığı yeni kitabının nasıl başlayıp nasıl biteceğini bu kitabın başkahramanları olan Güneş ve Aygün’e bırakmaya karar vermişti. Sevgilisiyle yaşadığı ilişkinin yarı otobiyografik yansımalarını kullanarak yazmaya çalıştığı yeni kitabının başkahramanlarına hüviyet vermeye kararlıydı. Onları kendi sevdalarını keşfe mazhar kılmak istiyor, onları bir başka sevdanın gölgesinde taklit etmeye mecbur bırakmak istemiyordu. Hem kendi sevdasını özel kılmak hem de onların sürecini manipüle etmemekten geliyordu bu istek. İnsan başka güneşlerle ısınamaz. Her insanın güneşi farklıdır ve gölgesi kendinden düşer önüne. Birol Yekpare bunun farkına şimdi varıyordu. Güneş ve Aygün bu kitabı kendi keşifleriyle tamamlayacaklardı. Onların sesini duyan yazar artık vardı. Onlar birbirlerini duyanlardı.
- Kukla - 23 Mayıs 2024
- Mahalleme Hoş Geldin - 1 Mayıs 2023
- İnsanın Pusulası İnsandır - 1 Şubat 2023
- Dikiz Aynasına Konuşan Şoför - 1 Aralık 2022
- Radionette Duett – P - 1 Kasım 2022
Yazarken, bilhassa uzun soluklu bir yazı türü yazarken oluyor bu, karakterler adeta kendi kaderlerini çizerler. Yazar bile müdahale edememektedir sanki. Onu anımsatan bir öykü oldu.