Öykü

İskender’in Kapısı

Tibet’ten sonra Brezilya’nın Güneyinde gizemli tünellerin izindeydim. Yıllardır oyuk dünya kuramının peşinde dünyayı dolaşıyorum. Burada da çok sayıda, tam tarihini belirleyemediğimiz tüneller ağı keşfettik. İnancım o ki, bu yaşlı kabuğun altında bir yerlerde başka bir paralel yaşam devam ediyor.

Ailem her zaman benim bir kâşif olmamı desteklemişti, işin maddi yanını asla dert etmek zorunda kalmamıştım. Şanslı olduğumun farkındaydım ancak yıllardır o kadar çok macera ve mücadele içinde oldum ki sanırım mesleğimin hakkını vermişimdir.

Amazon etrafında çok sıcak ve zorlayıcı 7 ayı bitirmiştik. Okyanus kıyısındaki otel odamda dinlenirken cep telefonum titremeye başladı. Arama 12,000 km uzaktan geliyordu, arayan ses ise yıllarca öteden.

“Ali? Ben Katay!”

Katay 8 yıl önce Dağıstan’da rehberliğimi yapan bir Nogay Türkü idi.

“Katay? Kardeşim nasılsın?”

“İyiyim beni dinle. Buraya gelmelisin, ilgini çekecek bir şey oldu ama onu senin için çok saklayamam!”

“Ama ben Brezilyadayım!”

“Umurumda değil, hâlâ oyuk Dünya’nın izinde misin?”

“Evet?”

“Şimdi sana belki de bu teorini kanıtlama şansı vereceğim diyorum ama Ruslar farkına varmadan önce buraya ulaşmalısın! Bekle bir şey yolluyorum telefonuna.”

Sesi telaşlı ve heyecanlıydı ne olduğunu anlayamamıştım ta ki WhatsApp’a yolladığı fotoğrafı görene kadar.

“Ali bu fotoğrafı bu sabah çektim. Dün akşam Gürcistan sınırına bazı belgeler bıraktım, dönerken büyük bir deprem oldu. Tepelerden ana yola kayalar düşüyordu, karanlıkta motorumu içgüdüsel sürdüm. Girdiğim kanyonda kayalar girişi de çıkışı da kapadı, işte o anda bunu gördüm. Sabah motoru orada bırakıp kanyondan tırmandım şimdi evdeyim. Bu yerin altına açılan büyük bir kapı, depremden sonra ortaya çıktığını sanıyorum!”

Fotoğraf net değildi ancak gördüğüm yapı gerçekten de bir kapıya benziyordu ve üzerindeki sembol beni şok etmişti

“Bu gerçek mi? İnanamıyorum?”

“Hemen buraya gel!”

Sadece adrenalin bağımlısı olduğum için ya da keşfetme hastalığım yüzünden değil, o fotoğraftaki sembol ve kapının heyecanıyla 31 saat uçak ve 10 saat araba yolculuğu sonrası Derbent’teydim. Katay’a merhaba diyemeden beni başka bir kamyonete soktu ve çok rahatsız 600 km’lik bir başka seyahat başladı. Ancak yolculuk boyunca uyuyamayan bedenim tüm o sallantıyı beşik gibi algılayınca uyuya kaldım.

Sabah erken saatlerde Rusya Gürcistan sınırının 700 m. gerisinde bir tepenin arkasında durduk.

“Bu tepeyi yayan tırmanacağız, bahsettiğim kanyon diğer tarafta. Kamyon dikkat çekmemek için bizi 1 km ötedeki tır parkında bekleyecek.”

“Artık anlat bakalım beni dünyanın öteki ucundan getirme hikâyeni bir daha.”

“Sabret Ali, az kaldı.”

Katay’ın önceden hazırladığı ekipmanları sırtlayıp tepeyi tırmandık ve kanyona doğru inmeye başladık, ben hâlâ bir şey görmüyordum. Ne zaman ki tam olarak aşağıya indik o zaman tamamı tepenin içindeki dev bir oyukta kalan böylece yukarıdan görülmeyen, belki de bu yüzden Rus devriyelerinin gözünden kaçan o “şeyi” gördüm!

Kafamın içinde şimşekler çakıyordu, düşünceler, sesler… Paralize olmuştum!

Tahminen genişliği ve yüksekliği 4 ‘er metre bir kare şeklinde, döküm ya da benzeri metal bir malzemeden, iki kanatlı büyük bir kapıydı!

Üzerinde bakıra benzeyen başka bir malzemeden süslemeler, işlemeler vardı. En önemlisi ise üst tarafta ,ortadaki büyük yuvarlak semboldü. Bu sembol 16 ışınlı güneşti, Makedon krallarının simgesi!

Tüm o yüzyıllar boyunca onu gizleyen kaya tabakası, bir deprem sonrası ufalanıp kanyona yayılmıştı. Kapı derin bir nefes almış gibiydi.

Gizemli kapı dik durmuyordu, geriye doğru tahminimce 30 derece kadar yatıktı. Bu da arkasından ziyade aşağıdan yukarı açılacak şekilde yapıldığını gösteriyordu. Yan duvarları ve muhtemelen göremediğimiz tavan kısmı zemine saplanıyordu.

Dar kanyonun iki tarafındaki dik ve yüksek tepeler bu yapıyı saklayan oyuğu çok iyi gizliyordu.

“Şimdi anladın mı neden acele et dediğimi? Bu kesinlikle o!”

Gözlerimi kapıdan ayıramıyordum, gerçekten bu o olabilir miydi? Yıllar önce yaşım genç olduğundan akademik çevrelerin ciddiye almadığı genç bir kâşiftim, bu coğrafyada İskender’in ve Hazar’ın Kapısını arıyordum. Şimdi, yıllar sonra gerçekten de efsanelerde anlatılan yerin çokta uzağında değildi aradığım. Sadece bu dünyadaki değerli her şey gibi saklı kalmıştı.

Katay kameraları kurdu ve üstlerine dallardan bir kamuflaj hazırladı, böylece yukarıdan görünmeyeceklerdi. Kapının yakınına gidip detaylarını inceledim, bakırla işlenen şekiller süsleme değil bir tür yazıydı. Detaylı fotoğraflarını çekip İstanbul’da Kafkas, İran ve pek çok eski dil konusunda uzman olan bir arkadaşıma yolladım ve tercümelerini istedim.

Kapı çift kanatlıydı ve iki kanadın birleştiği noktada kilit olması gereken yerin üstünde metal bir tür halattan yapılmış karışık büyük bir düğüm vardı! Bu düğüm şeklini bir yerden tanıyordum.

“Gordion düğümü!”

Tabii ya eğer bu İskender’in kapısı ise Gordion düğümüyle mühürlenmiş olması çok mümkündü. Sorun şu ki bu metal düğümü çözmek mümkün görünmüyordu ve bizim bu keşfi dünyayla paylaşmadan önce çok az vaktimiz vardı! Sınıra yakın olduğumuzdan Rus askerleri bizi eninde sonunda fark edecekti ve bu olmadan ben bu kapının arkasındakini görmeliydim.

Birkaç saat boyunca olabildiğince dikkatli şekilde düğümü kesmeye çalıştık ama başaramadık. Gün batarken İstanbul’daki dostum mesaj attı, kapı üzerindeki yazıların bir kısmı İskitçe bir kısmı ise Baktriya diliyle yazılmıştı.

“Tercüme edebilirim ama zaman lazım!”

“Lütfen acele et! Bu gece halletmen lazım.”

Geceyi kanyonda ışık ya da ateş yakmadan geçirdik. Yaz aylarında bu bölge ılık oluyordu şansımıza.

Ay o kadar büyük ve parlaktı ki kanyondaki her detayı görebiliyordum. Katay’la samimi ama mesafeli şekilde sohbet ettik. Yıllardır görüşmüyor olabilirdik ama tıpkı ilk işimizde olduğu gibi bunda da hakkını vereceğimden emindi, bu yüzden beni aramıştı. Tabii bir Avrupalıyı ya da Çinli’yi aramamasının nedenlerinden biri de aynı etnik kökenden geliyor oluşumuzdu kuşkusuz, bu topraklarda yaşayan Türk kökenliler kendilerinden olanı kollarlardı.. Kapının hemen dibinde uykuya daldım. Soğuk metale yaslandığım için mi yoksa yorgunluk yüzünden mi bilmiyorum ama sabaha dek kabuslar gördüm. Gün ağrırken Katay oksijen kesici almak için Derbent’e geri döndü.

Beklerken pilini değiştirdiğim telefonuma peş peşe sesli mesajlar düşmeye başladı!

“Dostum çevirileri yaptıkça anladığım kadarını sana anlatacağım. İlk kısımda iki kapıdan bahsediliyor, biri Hazar kıyısında Pers kralı 2.Kiros tarafından yapılmış demir bir kapı. Diğeri de Büyük İskender olduğunu sandığım başka bir kral tarafından dağlar arasına yapılmış. Bu iki kapı aslında aynı yere açılıyormuş!”

İşte bu! yıllar önce bu konuda bir yazı yazmıştım ancak herhangi bir bilimsel kanıtım olmadığından kimse umursamamıştı! Teorim şuydu, bahsedilen İskender kapısı ve Hazar kapıları aynı tarihi yapının iki ucuydu. Bir tür Çin Seddi gibi! Ancak kapılardan hiçbiri bu güne dek bulunamamıştı bu yüzden sadece bir efsaneydi. İki kapı arasında olması gereken duvar ise geçen 3000 yıla yakın sürede savaşlar ve doğal afetlerle kaybolmuş olmalıydı. Bu kapılar oyuk dünyaya giriş için kullanılıyor olabilirdi çünkü İskender Kafkaslardan Tibet’e dek gizemli bir arayış içindeydi.

Diğer kapıyı, Kafkas duvarı denen tarihi yapılarda aramış ancak onu da bulamamıştım! Zaten Dağıstanlı yetkililerde beni o yıllarda pek hoş karşılamamışlardı. Şimdi çok daha fazla heyecanlanmıştım, adrenalin derimden dışarı fışkıracak gibiydi.

Bir yandan güneşten korunmak diğer yandan görünmemek için Katay dönene dek kapının yan tarafında oturup bekledim.

İsfirar vaktine çok kalmamıştı ki gibi Katay geldi, oksijen kesici tüpleri tek başına tepeye çıkarıp indirmişti.

“Hava tam kararmadan ateş işini bitirelim ama önce biraz soluklanayım.”

On beş dakika sonra oksijen kesiciyi yaktık. 3000 yıl önce İskender’in açamayıp kılıcıyla kestiği Gordion düğümünü şimdi biz de kesmeye çalışıyorduk.

Katay oksijen kaynağıyla dikkatlice kesime başlamıştı, güçlü alev kapının geri kalanına zarar vermesin diye çelik düğümü bir levyeyle geriye doğru çekiyordum, o sırada kulaklığıma ikinci sesli mesaj geldi.

“Ali diğer parçalardan anladığım kadarıyla, bu kapılar yer altı dünyasının iki çıkışına yapılmış ve amaç bir şeyi hapsetmek ya da kapalı tutmakmış! Açmayın diyor birkaç yerde, sadece göklerden gelecek olan kral açabilirmiş o kapıları!”

Oksijen kaynağı çelik halatı yavaş yavaş eritirken keyfim yerine gelmişti. Öyle ya bu kadar önemli ve efsanevi bir kapıyı bulmuştum ve onu ilk açan olacaktım! Kim bilir arkasında neler saklıyordu?

Belki de bizim cennet dediğimiz o efsanevi ülke buradaydı belki de Atlantis’ten kurtulanların kurduğu o masal şehri.

Katay’ın kaynak gözlüklerinden aşağıya ter akıyordu, ben ise kaynak ışığına bakmamak için kafamı yana çevirmiştim. Derken gergin kablo aniden koptu. Ağır metal düğüm yere düşerken, düğümün arkasından çıkan ve önceden göremediğimiz bir başka ince telin ucunun yukarıdaki büyük Makedon güneşi panosun bağlı olduğunu ve tepki veremeyeceğimiz bir hızda, bir bubi tuzağı gibi aşağı düşeceğini görememiştik. Panonun tam altındaki Katay’a çarpmasıyla onu yere yapıştırması bir oldu.

“Katay!”

Katay sırtüstü yerde yatıyordu ve bayılmıştı, alnının sağ tarafı başının arkasına dek kızarmıştı, muhtemelen bir iç kanama ya da sarsıntı olabilirdi. Onu hemen oyuğun iç kısmına çektim, başının altına gömleğimle destek yaptım. Yüzünü yıkadım, nabzı biraz yavaştı ama düzenliydi.

O sırada nereden çıktığı belli olmayan bir askeri helikopter üzerimizden geçti. Helikopter bizi görmüş müydü bilmem ama bir an önce bu kapıyı açmalıydım. Üstelik Katay’ı bir hastaneye götürmem gerekti ancak lanetli doğam gereği önceliğim o kapıydı.

Kurduğumuz ve kamufle ettiğimiz kamera uygun bir açıdan her adımımızı kaydediyordu. Eğer kapıyı açtıktan sonra yakalansam bile ilke bulanın ve açanın ben olduğum kayıt altında olacaktı.

Kapının ön tarafına geçtim, düğümün düştüğü yerde halka şeklinde bir kulp vardı, düz şekilde çekmeyi denedim ama olmadı. Bu kez halkayı sağa sola çevirdim, saat yönünde dönerken mekanik bir kilit sesi geldi kapıdan. İşte o anda asıldım metal çembere. Derken kapıdan inanılmaz tiz ve sağır edici bir ses yükseldi!

Kapının sol kanadını iki elimle açmak için zorlamaya başladım ancak o kadar ağırdı ki, üstelik kapı yukarı doğru açılı açıldığından bu işimi çok daha zorlaştırıyordu.

Kulaklığıma yeni bir ses mesajı geldiğinde kapının sol kanadı biraz hareket etmişti. Büyük bir hırsla tekrar asıldım, biraz daha açıldı, derken biraz daha.

Hiç dokunmadığım halde sağ kanadın da açılmaya başladığını fark ettiğimde yeni, gelen mesaj otomatik olarak okunmaya başlamıştı.

“Buna inanmayacaksın ama kapılar Gog’un ülkesine açılıyormuş yani İslam inancındaki isimleriyle Yec’üc ve Mec’üc. Tüm dinlerde dünyanın sonunu getirecek bir vahşeti yaratacaklarına inanılır. İslam kaynaklarına göre binlerce yıl önce dünyada büyük bir vahşet yaşatmışlar ama Zulkarneyn peygamber tarafından bir kapının ardına hapsedilmişler. Hıristiyanlar ise aynı efsaneyi Büyük İskender’in başından geçmiş olarak anlatırlar. Kapılar onları tutmak için yapılmış. Eğer açılırsa serbest kalacaklar! Gerçek olmadığını biliyorum ama bu yazılanlar beni huzursuz etti Ali.”

Ben mesajı anlamaya çalışırken kapının kanatları, arkasında bir şey patlamış gibi büyük bir basınçla menteşelerinden sökülerek dışarı fırladılar! Kanatlardan birinin çarpmasıyla geriye doğru düştüm, aynı kanat tam üstüme devrilirken kendimi geri çektim ama sağ ayağım metal bloğun altında kaldı. Ezilen ayağımı acıyla çekmeye çalıştım ama ağır parça hareket etmedi.

Kendimi zorlukla doğrultup oturma pozisyonuna geldiğimde kapıdan dışarı siyah bir sel gibi boşalan sürüyü gördüm. Kimisi iki ayak üstünde kimisi ellerini de kullanarak kendini dışarı atıyordu, Tiz ve yüksek bir sesle haykırıyorlardı. Bu ses özgürlüğün mutluluğu muydu yoksa kurbanlarına geldiklerini haber vermek için miydi?

Binlerce yıldır yerin altında kapalı tutuldukları oyuk dünyalarından, yaratılış amaçlarını gerçekleştirmek için çıkıyorlardı. O amaç insanlığı yok etmekti!

O kadar hızlı koşuyorlardı ki bir saniyede kanyonu ve tepeleri kaplamışlardı. Bu sonsuz akın hiç durmayacaktı ta ki dünyayı kaplayıp yok edene dek! İçlerinden biri beni fark edip bana doğru gelirken son bir mesaj daha geldi.

“Ali sakın o kapıyı açma!”

Hayatım boyunca yerkürenin altında bambaşka, mucizevi yeni bir dünya keşfetmeye çalışırken bulduğum şey dünyanın sonu olmuştu!

Siyah çirkin yaratık ayaklarını göğsüme bastırıp yüzüme doğru yaklaştığında bir damla gözyaşı kontrolsüzce yanağıma süzüldü. Dipsiz karanlıktan önce son gördüğüm şey yaratığın dişleriydi.

Ömür Durmuş

Merhaba, ben Ömür Durmuş. Endüstriyel tasarımcıyım. Yarım yüzyıl önce doğduğum İstanbul'da yaşıyorum. Bir gün Borges gibi yazabilmek hayali kursam da haddimi biliyorum. Eski toprak bir rock and roll dinleyicisi, çizgi roman ve sinema seven bir faniyim. Burada yetenekli yazarlarla aynı ortamı paylaşmak inanılmaz. Bu güzel deneyim için teşekkürler.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Kalemine sağlık arkadaş güzel bir yazı olmuş. Kurgu iyi olmuş ve sonuna kadar okuttu kendini.

  2. çok teşekkürler…yayınlanırsa gladyatör hikayemi de kaçırmayın ) primus palus olacak adı…sevgiler saygılar

  3. Heyecanlı bir öyküydü. Kaleminize sağlık. Tarih ve mitler çok güzel bir şekilde bağlanmış. Oyuk dünya teorisi macera kurgularına açık bir konu.

  4. çok teşekkürler…biraz çizgi roman tadında kısa ,okunası bir şeyler yazmaya çalıştım.yayınlanırsa gladyatör konulu hikayemi de okuyun lütfen .adı primus palus olacak.sevgi ve saygılarımla

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for babyidontcare Avatar for azizhayri Avatar for acimatriyarka

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *