Saygıdeğer belediye başkanım, valim; çok kıymetli Milova şehri ölümlüleri ve televizyonları başında bizleri izleyen diğer ölümlüler; hepiniz cadılar bayramı açılış şenliklerine hoş geldiniz. Öncelikle beni buraya çağırdığınız ve konuşma fırsatı verdiğiniz için…
“Sanki fırsat vermesek konuşamayacak; koskoca tanrıçasın sen!”
“Nezaketen dedi herhalde, karşısında ölümlüler var, onlara sert mi yapacak?”
“Hayır yani, tanrıça bu, ne nezaketi, dediği dedik değil mi bunun? Ne kadar da çok demek fiilini kullandım, hazır demek fiiline değinmişken, bir şey diyeyim sana; seni seviyorum Tayemni.”
“Her sözünün sonunda beni güldürmeyi başaracaksın değil mi? Bende seni Zamilovani.”
…İşte bugün sizlere arkamda fısıldaşan bu çiftin hikâyesini anlatacağım. Ne diyordum? Ha, bana burada konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ben Elpis! Zamilovani’nin dediği gibi, bir tanrıçayım, umut tanrıçası… Aynı zamanda Zamilovani’nin en yakın arkadaşlarından biriyim. Size arkamdaki çiftin hikâyesini anlatacağımı söylemiştim. Bu hikâye aynı zamanda cadılar bayramının ortaya çıkış hikâyesidir.
Bundan yıllar yıllar önceydi… Ölümlüleri yeni yeni oluşturuyoruz, o yıllar. Evimde aylak bir şekilde otururken, kapımın sert bir şekilde çalınmasıyla irkildim. Ee bizler de, ölümsüzler olarak, ihtiyaçlar hiyerarşisinin bir yerinden tutunuyoruz. Evimiz falan var yani. Neyse, kapıyı bir açtım, Zamilovani karşımda… Gözyaşları şuan ki Milova nehrinin azgın suları gibi akıyor, akarken irislerinden kılcal damarları çekiyor, gözler kan çanağı olmuş, koskoca tanrı; çocuk gibi ağlıyor! Ağlarken bağırıyor; “İstemiyor beni! Anormal dedi, istemiyor!”
Hemen içeriye aldım, sakinleşmesi için tahtadan yaptığım sandalyeye oturtup, bir bardak su verdim.
“Önce derin bir nefes al sevgili dostum, sonra tane tane anlat.”
Zamilovani her nefes almaya çalıştığında hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Yüzüne sertçe bir tokat attım.
“Sana diyorum! Sakinleş! Bak aldığın her nefesin kıymetini bil, hayat kısa diyeceğim ama bizler ölümsüzüz, fakat ölümsüzüz diye de cılkını çıkarman gerekmez. Yine de arada bir aldığın nefesin kıymetini bil!”
Neye uğradığını şaşıran Zamilovani aniden gülmeye başladı, birkaç saniye geçti geçmedi, yeniden ağlamaya devam etti. Ağlarken dilinde yine aynı sözler; istemiyor beni, istemiyor…
Omuzlarından tutup, sertçe sarstım Zamilovani’yi.
“Bak dostum, ne dediğini anlayamıyorum. Ya güzelce anlat, ya da kapıyı biliyorsun, git dışarıda ağla!”
Zamilovani derince bir nefes aldı ve başladı anlatmaya.
“Elpis, sevgili dostum ve umut tanrıçası, ulu Elpis! Umudumun en çok kırıldığı yerdeyim. Kelime oyunu yapmıyorum, gerçekten ummaktan vazgeçmek üzereyim. Ve bu sebeple sana geldim. Sence umayım mı? Yoksa sen de mi umma diyeceksin, bunu çok merak ediyorum. Eğer umut bile sana umma diyorsa, ortada umulacak bir şey kalmamış demektir.
En başından başlayacağım. Ben birini sevdim Elpis! Yüreğimdeki yangın… Ölümlülere bahsettiğimiz cehennem ateşi var ya; işte onun kaynağı bu yangın. Öylesine büyük, öylesine derin; fakat bu yangın beni üşütüyor. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ateş beni üşütüyor. O’nun yokluğu bu ateşi besliyor adeta. Çünkü O varken üşümüyordum. Yüreğim sıcacıktı, gülüşü, söyledikleri, her şeyiyle tam aradığım tanrıçaydı zât-ı âlileri…
O’nu ilk gördüğümde etraf çok karanlıktı, tam seçilemeyen gülüşünü gördüm, uzaklarda parlıyordu. O’na yaklaştıkça aydınlığa yaklaşıyordum sanki, dünyam için düşündüğüm güneş bence O’ydu. Güneşimi bulduğuma emindim. Adımlarımı hızlandırdım O’na daha erken ulaşabilmek için… Yanına vardığımda önce varlığımı yadırgadı. “Kim ola ki bu yabancı” diyen bakışlarını gördüm. Tamam, kabul, ilk görüşte âşık olunacak bir tanrı değilim. O an bana âşık olacağını düşünmemiştim zaten. Ama ben güneşimi bulduğumu söyledim ya, ben O’na âşık oldum.
Sonra aradan zaman geçti, birkaç defa kısa kısa sohbetler ettik. Aslına bakarsan tam iki defa… İkisinde de gözlerini kaçırdı gözlerimden. Korktu mu, yoksa aşkımı mı istemedi anlayamamıştım. Ama güzel sohbet ediyorduk, onu güldürebiliyordum en azından. Hani tanrıçalar kendilerini güldürebilen tanrılardan hoşlanıyor demişlerdi ya. O hesap, mutluydum bende. Benden hoşlanır diye düşündüm Elpis!
O’nu güldürmeyi çok seviyordum, çünkü çok güzel gülüyordu, güldüğünde dünyam aydınlanıyordu, bence güneş O gülünce doğuyordu. Hani güneşin doğuşundan batışına kadar her ânını, bir gezegenden izlediğini düşün, işte öyle… Konuştuğu zaman sanki evrenin en güzel melodisini dinliyordum, söylediklerini anlamıyordum –anlamıyordum derken yoğunlaşamıyordum anlamlarına sözlerin- sanki sözsüz bir şarkıydı dinlediğim.
Sonra, görece daha uzun bir sohbet etme imkânı bulduk. O, ilgimi anlamış olacak ki, sohbetin ortasında neden üzerine çok fazla düştüğümü sordu. Ben de daha fazla dayanamadım. Anlatıverdim kalbimden geçenleri. Açıkçası güzel sohbet ediyorduk ve sürekli iltifatlar ediyordum, bundan cesaretle en azından bana bir şans vereceğini düşünmüştüm. Fakat tanrı da olsan bazen yanılıyorsun, hele de karşındaki tanrıçaysa yanılma ihtimalin ölümlülerden farksız oluyor. Ben de çok kötü yanılmıştım, başka bir tanrıyı sevdiğini söyledi. Yapacağım bir şey yoktu. Peki dedim, ama yüreğim peki diyemiyordu. Dedim ya Elpis; güneşti O benim için. Karanlıkta kaldım ve kulağımda o iğrenç sayısız, cevapsız çınlama. Yalnız Elpis; cevapsız çınlama güzel olmadı mı? İleride şarkı falan yapılsa patlar. Neyse konumuza dönelim. Aradan zaman geçti, ben yeniden umut ettim. O’na sonsuzluğa dair hayallerimden bahsettim. Galaksiler arası seyahatlerimden, ilerde sahip olmayı istediğim küçük küçük tanrıçalardan, yaratacağımız o güzel gezegenlerden ve oralardaki güzelliklerden… Bana anormal deli bir tanrı muamelesi yapıp, bir daha görüşmek istemediğini söyleyerek gitti. Şimdi söyle bana Elpis, ben ummaktan vazgeçeyim mi?”
Zamilovani artık sakinleşmişti, sadece üzgün bir tanrıydı karşımdaki. Yüzüne baktım, yeni yeni gözyaşları kuruyan gözleri benden bir umut ışığı görmek istiyordu.
“Zamilovani, tanrı aşkına ne yaptın sen?”
“Tanrı aşkına değil Elpis, bir tanrıça aşkına…”
Yeniden ağlamaya başladı Zamilovani, kelimelerle oynamayı seven bu koca yürekli tanrı mutsuz oldukça, benimde içim sıkılıyordu. Gözlerinin içine baktım.
“Bak dostum, umabilmek için emek vermen gerekir. Sen ummak istiyor musun? O zaman emek ver. İsmi neydi hanım kızımızın?”
“Tayemni”
“O halde Tayemni için bir şeyler yaz. Ben Elpis, umut tanrıçası, yazdığını Tayemni’ye götüreceğim. Hem tanrıça tanrıçaya daha iyi anlaşırız belki. Umarım sana güzel haberlerle geleceğim.”
Zamilovani aradığı umut ışığını almıştı benden, hemen gözyaşlarını sildi. Masadaki kalemi alıp başladı yazmaya. Hızlıca yazıyordu, elleri titreyerek, gözyaşları arada süzülüyordu yanaklarından kâğıda doğru. Ama o durmuyordu, gözyaşları aktıkça daha hızlı yazıyordu ve sonunda yazmayı bitirdi. Kâğıdı katladı ve bana uzattı.
“Bunu götür Elpis! Gözyaşlarımla yazdım bu satırları, şahit oldun! Bu satırlar da yüreğimden geçenlerdir, bunlar da yetmezse ummayı bırakacağım ve sana söz artık ağlamayacağım.”
Zamilovani’yi başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Kâğıdı alıp, Tayemni’nin evinin yolunu tuttum. Yol boyunca bir yandan Tayemni’nin vereceği tepkiyi merak ediyorken, diğer yandan evdeki Zamilovani’yi düşünüyordum.
Tayemni’nin evine geldim, kapıyı açtığında şaşkın bir bakış fırlattı. “Buyurun” dedi, ne diyeceğimi şaşırdım ilk başta. “Ben Elpis!” dedim, “Umut tanrıçası.” “Tanıyorum.” dedi Tayemni, “Bende bazen umuda ihtiyaç duyuyorum ve sizi arıyorum, şimdi karşımda görünce şaşırdım sadece.” Biraz rahatlamıştım, normalde çok rahat olmam gerekirdi; sonuçta ünlü bir tanrıçaydım ama dostum için buradaydım. Diğer işler gibi bir iş değildi bu benim için.
“Bu ziyaretinizi neye borçluyuz Elpis?”
“Şey, Tayemni aslına bakarsan ben birisi için buradayım, seninle sonsuzluğu düşünen, sevgili dostum Zamilovani için… Sana bir kâğıt yolladı. Aranızda geçenler neydi bilmiyorum fakat Zamilovani çok iyi bir insandır. Kendisini sana anlatamamış olabilir. Ona bir şans versen? Elpis olarak, umut tanrıçası olarak senden bunu istiyorum. Al bu kâğıdı, burada yazılanları Zamilovani senin için yazdı, gözyaşlarını silerek yazdı, kalbi bu satırlarda gizli Tayemni.”
Tayemni kâğıdı aldı, okumaya başladı. Okurken gözyaşları yanaklarından süzülen Tayemni arada bir gülümsüyordu. Gülümserken çıkan gamzesi gözyaşlarının yanaklarından aşağıya süzülmesine izin vermiyordu. Zamilovani’nin neden bu kadar gülüşünden etkilendiğini anlamıştım. Bir gülüşe sahip olduğunuzu düşünün, ağlayamıyorsunuz, ağladığınızda; gülüşünüz gözyaşlarınızın dökülmesine izin vermiyor.
Tayemni okumayı bitirip kâğıdı katladı, gözyaşlarını sildi ve “Beni ona götürür müsün Elpis?” dedi. Tayemni ile evime döndük, Zamilovani kapıyı açtı ve Tayemni, Zamilovani’nin boynuna atladı. Zamilovani’nin kulağına şu sözleri fısıldadı.
“Madem gülüşümü bu kadar çok görmek istiyorsun, sonsuza kadar benim gülüşüme sebep olsan?”
Zamilovani neye uğradığını şaşırdı ve gülerek ağlamaya başladı.
“Sonsuzluk seninle başlar ve seninle biter benim için Tayemni… Gülüşün ise sonsuza kadar görmekten vazgeçmeyeceğim tek şey olacak. Sen benim sonsuzum oldun ya, bugün bundan sonra her yıl cadılar bayram etsin!”
İşte cadılar bayramı böyle ortaya çıktı sevgili ölümlüler. Şimdi çoğunuz o kâğıtta ne yazdığını merak ediyordur. O sihirli sözler nelerdi? O sözleri sizlere okuması için Tayemni’yi huzurlarınıza davet ediyorum.
“Herkese merhaba. Elpis’in dediği gibi ben Tayemni, o sihirli sözleri söyleyeceğim huzurlarınızda şimdi.
Gizemli güzel, ulu tanrıça Tayemni’ye…
Sapına kan bulaşmış bozdoğanını savurdu nehir
Acımasız! Vahşetten bir seyir
Kılıç sesleriyle çağlıyordu nehirden akan kan
Demirin kokusunu hissettim her geçen an
Bozdoğandan mı, kandan mı geliyordu o koku, belirsiz
Belki de sen yoktun, ondandı, çaresiz
Nehrin sahibi Tayemni!
Durdur vahşeti
Ve yürek serveti
Aşktır…
Tayemni, gizemli güzel, ulu Tanrıça! Bana anormal olduğumu söyledin, ummayı bıraktım ve umut tanrıçası Elpis’e koştum. Ona danıştım ve sana bir şeyler yazmamı istedi. Yukarıdaki şiirim senin için. Sana kendimi anlatırken belki yanlış yaptım. Belki korkuttum seni sözlerimle, anormal şeyler söyledim. Ama hiçbir kötü niyetim yoktu, bir sevda düşün; yüreğine düştüğü andan itibaren sadece ona ulaşmayı istediğin. Bir sevda düşün; ulaşamayacağını hissettiğin andan itibaren kıyameti beklediğin. Bir sevda düşün; güldüğünde; gözleri çizgi çizgi olan, yanağında bir gamze ve neşeden oluşan. Tayemni, ben o sevdayı giyindim üzerime ve karşındayım! Tayemni, gizemli güzel ulu tanrıça; umuyorum… Seni yeniden görmeyi umuyorum, seni ve anlattığım sevdayı umuyorum, Elpis’in huzurunda, sana yalvarıyorum; kanlı nehrinden kurtar beni. Elini uzat, daha fazla dayanamıyorum.”
Merhabalar. Aşk hikayelerini sevmesem de öykünüz güzeldi. Son paragrafı ise fazla buldum. Şiiriniz çok güzeldi ve şiirle son bulsaydı öykü bence daha iyi olurdu. Ama nihayetinde bu benim düşüncem. Öyküdeki isimleri çok beğendim. Nedense bana komik geldiler ama güzeldiler. Diyaloglar da bir o kadar güzeldi. Başka seçkilerde de öykülerinizi okumak isterim. Elinize sağlık.
Merhabalar, zaman ayırıp, okuduğunuz için teşekkür ederim. Aslında sadece şiirle bitirmeyi düşünmüştüm fakat kurguda Zamilovani’nin Tayemni’ye söyleyecekleri yeterli olmaz gibi geldi. Sadece paragrafı yazayım dedim; öyle de etkileyici olmayacaktı. Bende hem şiir hem de paragrafla bitirdim. Keşke sadece şiirle bitirseymişim. Şiir seven biri olarak, şiirimi beğenmeniz ayrıca mutlu etti. Yorumunuz için çok teşekkürler,
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle.
Tekrar teşekkür ederim.
Merhaba, öykü bana biraz karışık geldi açıkçası hem anlatım hem biçim olarak. Bir de “cevapsız çınlama” göndermesi bence öyküyü sekteye uğratmış. Okurken orada takılı kaldım ben. Çok iyi bir yorum olmadı farkındayım lâkin okuyup da geçmek istemedim, bu yorumların hepimiz için öğretici olduğunu düşünüyorum elbette kırıcı olmadan yazılmışsa.
Önümüzdeki seçkide görüşmek üzere.
Emeğinize sağlık.
Merhabalar, öncelikle vakit ayırıp, okuduğunuz için teşekkür ederim. Öyküyü yazarken karmaşık duygu ve düşüncelerle yazdım, öyküye de yansımış demek ki. “Cevapsız çınlama” kısmı için bir olumsuz bir yorum daha almıştım fakat biraz eğlence katmak istedim, benim içime sinmişti ama önemli olan okuyan insanların düşüncesi tabii ki. İyi-kötü yorum asla olarak bakmıyorum, dediğiniz gibi öğretici oluyor, deneyerek öğreniyoruz, bu sebeple çok teşekkür ediyorum fikirlerinizi belirttiğiniz için.
Bir sonraki seçkide görüşmek üzere.
Tekrar teşekkürler.
Merhaba, daha önce okudum. Şimdi yorum yazabiliyorum. Ben de Osman Eliuz gibi aşkla ilgili yazılanları sevmiyorum. (Aşkla ilgili her şeyin suyunu çıkarttıkları için.) Şiiriniz güzeldi.
Tanrılarla ilgili bir konu olunca aklıma yanlış hatırlamıyorsam uzun süre önce okumuştum. Montaigne’in Denemeler’inde bahsettiği yunan tanrıları aklıma geliyor. Yunanlılar insanlar gibi yiyip içen ve aşık olan tanrılar uydurdular bu da yetmeyince yarı tanrı fikriyle ortaya çıktılar.
Konuya dönecek olursak. Klasik tanrılar arasında geçen aşk hikayesine cevapsız çınlama uygun olmamış. Yanlış anlaşılmasın sizi kırmak niyetinde değilim. Öykünüzü güzel ve akıcı. Ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle. . .
Merhabalar, zaman ayırıp, okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim. Şiirimi beğenmenize sevindim. Cevapsız çınlama kısmı bir hata olmuş, genel kanı bu yönde, dikkate alacağım. Yorumlar önemli, kırılmadım, aksine mutlu oluyorum, hatalarımı görmek adına fırsat oluyor. Çok teşekkür ederim. Gelecek seçkilerde görüşmek üzere.
Merhabalar. Ne süredir yazının içinde olduğunuzu bilmediğim için biraz cüretkar eleştirilerde bulunacağım, en azından beyin fırtınası yaratırız.
Diyaloğlar arasına hareket katarsanız öykü daha yumuşayacak gibi. Örnek vermek gerekirse:
X kısa adımlarla sahnenin ortasına yerleşti. Birkaç kez mikrofona vurunca, çarpma sesi birkaç kez yankılandı. “Saygıdeğer belediye başkanım, valim; çok kıymetli Milova şehri ölümlüleri ve televizyonları başında bizleri izleyen diğer ölümlüler; hepiniz cadılar bayramı açılış şenliklerine hoş geldiniz. Öncelikle beni buraya çağırdığınız ve konuşma fırsatı verdiğiniz için…
Y burnunu çekiştirdi, hiç haz almazdı X’in konuşmasından. Daha fazla dayanamadı, kollarını birbirine dolayıp, “Sanki fırsat vermesek konuşamayacak; koskoca tanrıçasın sen!” dedi hemen yanı başında duran Z’ye.
Gibi…
“Hayır yani, tanrıça bu, ne nezaketi, dediği dedik değil mi bunun? Ne kadar da çok demek fiilini kullandım, hazır demek fiiline değinmişken, bir şey diyeyim sana; seni seviyorum Tayemni.”
“Fiil” kelimesi konuşmanın iskeletini oluşturuyor fakat üslubunuza hiç uygun gözükmüyor.
“Bende seni Zamilovani.”
“O hesap, mutluydum bende.”
Kalan her yerde doğru kullanmanıza rağmen yukarılarda yanlış kullanılmış. Kuralları bildiğiniz aşina; o halde ayda bir yayınlanan öyküyü yollamadan daha dikkatli kontrol etmelisiniz. Özellikle öykünün giriş kısımlarını.
Farklı bir öyküydü. Güzel bir dünya yaratmışsınız. İlk gözüme çarpan özellik, “dedi” kullanmadan ve konuşanı belirtmeden diyalog yazabilmeniz oldu.
Elpis ve Zamilovani arasındaki diyalog güzel olmuş, fakat daha sonrasında Tayemni’nin olaya dahil olması tam oturmamış gibi. Öncelikle sorun o kadar kolay çözülüyor ki ortaya bir hikaye çıkmıyor. Okuma kitabı okuyormuş gibi hissettim.
Fakat tüm bunlar küçük detaylar. Önemli olan gerçekçi bir hikaye yerine bu kadar orijinal bir fantastik öykü yazmak. Eh, ayrıca birçok öğeyi de iç içe katmışsınız, güzel bir uyum içinde. Özellikle daha ilk başlarda okuyucunun dikkatini çekiyor.
Öyküye şiir katmanız konusunda ise cesaretiniz için tebrik ederim. Başarısız olsak bile denemeyi, değişik yolları zorlamayı sürdürmeliyiz ki üslubunuz şekil alsın. Kayıp Rıhtım’a gelmekle doğru adım atmışsınız, bir sonraki adım bu süreci sürekli bir hale çevirmekte.
Elinize sağlık.
Merhabalar, zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim, yorumunuz için ayrıca teşekkür ederim.
En büyük eksikliğimi fark etmişsiniz. Yazarken okuyucunun da benim gördüğümü, gördüğünü düşünerek yazıyorum. Sahneyi daha betimleyici yazmam gerek. Belki sizin kurduğunuz cümleler gibi bir giriş yapsaydım, Öznur Babur’un bahsettiği karmaşadan da uzaklaşırdı öykü.
“de” bağlaçları için okuyan herkesten özür dilerim. Son anda hızlıca göz gezdirdim, gözümden kaçmış.
“dedi” kelimesini kullanmak yerine öyküde bulunan farklı karakterlerin, kendilerine özgü kuracakları cümle yapılarıyla diyalogları yapılandırmaya çalışıyorum. Bunun; okuyucuyu, öykünün içine daha fazla sokacağına inanıyorum. Tabii betimlemeleri yaparak anlam karmaşasından da uzaklaşmak gerek.
Öyküye biraz daha aksiyon katılabilirdi daha oturaklı bir hikaye olması için ama bu sefer zorlama gibi görünebilir, okuyucuyu sıkabilir diye düşündüm.
Küçük detayları güzelleştirerek kusursuza ulaşabiliriz. Konudan uzak bir örnek ama Mercedes firması, arabalarının kapıları kapanırken çıkan sesi tasarlamaları için bir grup mühendis çalıştırıyormuş. Demem o ki; en iyisi için, hiçbir kusur olmamalı. O sebepten yorumlarınız çok değerli; gelişmemiz adına.
Son olarak şiir konusunda da bir iki kelam edeyim. Aslında bu tarz bir şiir daha önce hiç yazmamıştım. Hep aşka dair yazıyorum şiirlerimi. Öykünün fantastikliğine uygun bir aşk şiiri yazmak adına oturdum, arka plana “Taht Oyunları” dizisinin müziklerini koydum ve içimden gelenleri yazdım. Ben de en iyi şiirlerimden birisi diyemem ama öyküye uyduğu için sevdim 🙂
Tekrar yorumunuz için çok teşekkür ederim, sonraki seçkide görüşmek üzere.