Elindeki kartlara odaklanabilmek için gözlerini kıstı. Aslında kartlarına yeterince odaklanamaması gözlerinin içine giren ve sanki beynini eriten ışıktan kaynaklanmıyordu. Sadece elini ortaya açabilmesi için ihtiyacı olan kombinasyonları hesaplamaya çalışıyordu; fakat ne kadar çabalarsa çabalasın rakamlar zihninde buharlaşıyordu. Balonunun ipini kaçıran bir çocuk gibi gözlerini kapatıp rakamları yakalamaya çalıştı. Artık kendini zorlamaktan başı ağrımaya başlamıştı. Kendini oyuna o kadar çok kaptırmıştı ki kaç saattir bu masada oturduğunu bile hatırlamıyordu. İşin ilginç yanı, bu odada sanki zaman kavramı yoktu. “Gereksiz düşüncelerini bir kenara bırak ve şu lanet oyunu bitir.” diye düşündü. Alnında biriken ter damlalarını işaret parmağı ile silerken etrafındaki tanımadığı yüzlere baktı. Kimse onun huzursuzluğunun farkında değilmiş gibiydi. Diğerleri – biri orta yaşlı iki erkek ve oldukça güzel bir kadın – sadece kendi ellerindeki kartlara odaklanmışlardı. Oynadıkları oyun basitti. Oyunda elindeki kartları ortaya açabilmek için 101 puanı tamamlamak gerekmekteydi. Aynı rakamlı kağıtlar yanyana kullanılabiliyordu; ya da aynı türden kağıtlarla bir seri yapılabiliyordu. Elinde sinek, kupa ve maça yedilileri vardı ve bu 21 puan yapıyordu. 4 tane 10’lu ve birkaç lüzumsuz kağıt dışında hesaplamaya çalıştığı kısım maça papazı, maça valesi ve maça onlusuydu. Maça dokuzlusunu çekerse puanı 101’e tamamlanamayacaktı. Maça As çekmesi durumunda ise üç kartı yan yana koyamadığından bir seri yakalayamazdı. Tek bir karta bel bağlamıştı. Açıkçası kartlar dağıtıldığında şansını fazla görmemişti. Yine de sonradan çektiği birkaç kart oyunun şeklini onun için epey değiştirmişti. Şimdi en büyük – ve aslında tek- şansı maça kızını çekerek 101 puana ulaşmaktı. Tabi ki ondan önce başka bir oyuncu da oyunu bitirebilirdi; ki oyunun ne kadar uzun süredir devam ettiğini düşününce bu oldukça büyük bir olasılık olarak gözüküyordu. Elindeki kartlara, hesaplamalara, olasılıklara kendini o kadar kaptırmıştı ki sıranın neredeyse kendisine geldiğini farketmeyecekti. Solundaki adam şimdi bir ortaya atılan karta bir elindeki kartlara bakıyordu. Arada da gözlerini kapayıp bir şeyler mırıldanıyordu. Sonunda yerde açılmamış desteden bir kart çekip elindeki sinek üçlüsünü ortaya attı.
Sıra kendisine gelince bir anda masadaki diğer gözlerin üzerine çevrildiğini hissetti. Yere atılan sinek üçlüsünü alıp elindeki diğer iki üçlü ile birlikte kullanabilirdi; fakat böyle 101 puana ulaşamazdı. Yine de üçlüyü alıp bir el beklemeyi düşündü; ancak diğer oyuncuların oyunu bitireceğini varsayıp bu düşüncesinden hemen vazgeçti. Biraz risk alması gerekiyordu. Zaten tek bir karta ihtiyacı olduğu için şansının ne kadar düşük olduğunu biliyordu. Muhtemelen oyunu kazanamayacaktı. O zaman risk almaktan da zarar gelmezdi. Nedense içinden bir ses oyunun başından beri herşeyin kontrolü altında olduğunu, o kartı çekeceğini söylüyordu. Elinin titremesi gerginliğini ele verse de yüzünde sahte ve rahatsız bir gülümseme ile ortadaki desteye uzandı. Kartı hızla çekmesine rağmen sanki zaman yavaşlamıştı. Kartı çevirdi ve baktı. Kart yeni yakalanmış ıslak ve kaygan bir balıkmış gibi bir an terli parmaklarının arasından kayıp masaya düşecek gibi olduysa da sımsıkı tuttu ve ait olduğu yere, papazla valenin arasına koydu. Başarmıştı! 101 puanı tamamlamıştı. Artık masadan kalkıp ceketini alıp neresi olduğunu bilmediği bu yerden sonsuza dek çekip gidebilirdi. Elindeki kartları ortaya açtı ve bu sefer içtenlikle gülümsedi. Diğer oyuncuların yüzündeki hayalkırıklığını görmek için yanıp tutuşuyordu; ancak en ufak bir duygu belirtisi bile yakalayamadı. Diğer üç oyuncu da ellerindeki kartlara bakmaya devam ediyorlardı. Sırayla kartlarını ortaya açtılar. İlk düşündüğü bunun imkansız olduğuydu. Diğer üç oyuncunun da oyunu bitirebilmesi için ihtiyacı olan kart maça kızıydı. Çok şaşırmış olsa da şaşkınlığını gizleyerek ve şansına sevinerek masadan kalkmaya davrandı. Tam doğrulmuştu ki oda büyük bir şiddetle sarsıldı. Sanki Tanrı misket oynayan bir çocuk gibi Dünya’yı yakalamış ve durdurmuştu. Sarsıntı ani ve kısaydı. Ne olduğunu anlamak için etrafına bakındı ama gözle görülür hiçbir şey yoktu. İşin ilginç yanı diğer oyuncular farkına varmamış gibiydi. Diğerleri hipnotize olmuş gibi sadece önlerindeki kağıtlara bakıyorlardı. Kafasının içinde bir ses duyduğunu sandı. Dikkatle tekrar duymaya çalıştı. İlk başta hiçbir şey duyamadı ama sonra çok uzaklardan gelen fısıltı ile hışırtı karışımı bir ses duydu. Sonra başka tonda başka bir ses daha. Farklı farklı fısıldamalar duyulmaya başlarken içini büyük bir panik kapladı. Sesler sanki beynini kemiriyordu. Panik halinde fısıltılarda ne dendiğini anlamaya çalıştı; ancak sesler dayanılamaz hale gelince bu çabasından vazgeçti. Tek düşünebildiği bir an önce kaçması gerektiğiydi. Odanın uzak köşesindeki kapıya doğru bir adım attı; aniden başı dönmeye başladı. Başı döndükçe döndü, midesi bulandı. Etraf gitgide karardı ve sonunda karanlık kollarını açıp onu kucakladı.
Gözlerini açtığında odada kimse kalmamıştı. Oda daha loştu. Neden bilmiyordu ama oynarken odaya hiç dikkat etmemişti. Yeşil duvarlı ve orta büyüklükteki odanın hiç penceresi yoktu. Odanın ortasında kare bir oyun masası ve tepesinde bir lamba duruyordu. Tek bir ahşap kapı vardı. Oyun sırasında sanki oda daha doluymuş gibi hissediyordu. Şimdi bomboş ve soğuktu. Duvarların renginde bile içini ürperten birşey vardı. Sanki yaşamın rengi içlerinden çekilmişti ve yeşil, ölü soluk bir yeşile dönüşmüştü. Masada kapalı bir şekilde tek bir kart duruyordu. Kartın ne olduğunu göremese de biliyordu. Bir anda içini kemiren bir merakla kartı açmak istedi. Hisleri ise kartı açmaması gerektiğini söylüyordu. Kapıya koşabilirdi ya da kartı açabilirdi. Bayılmadan önceki seçimi gibi ortadaki kartın ne olduğunu aslında çok iyi biliyordu. İlginç bir şekilde açmaması gerektiğini de biliyordu. Yine de dayanamadı ve karta uzandı. Parmakları karta tam dokunmuştu ki oda yeniden sarsıldı. Etrafına bakamadı. Gözlerini karttan ayıramıyordu. Kartı çevirmeye başladı. Sanki kart ağırlaşmıştı. Çevirmek için büyük bir çaba sarfetti ve alnı yine ter damlacıklarıyla doldu. Sonunda başardı. Kartı çevirdiği anda o garip fısıltıları tekrar duymaya başladı. Gitgide artan fısıltılar kartın içinden geliyordu. Ne denildiğini anlayamıyordu ama ölesiye korkuyordu. Vücudu kontroldışı bir titreme geçirmeye başladı. Dişlerinin birbirine çarparken çıkardığı sesler neredeyse fısıltıları bile bastıracaktı. Bir an için kartın büyüdüğünü hayal ettiğini sandı. Daha dikkatle karta baktı. Yanıldığını sanmıştı ama yanılmamıştı. Kart aynı zamanda gitgide büyüyordu. Bir dakika içinde kart o kadar büyümüştü ki masa altında kaybolmuştu. O ise bu bir dakika boyunca arkasına bakmadan kaçması gerektiğini hep bilmiş ama kartın başından ayrılamamıştı. Gözüne ışık tutulmuş bir tavşan gibi donakalmıştı. Kaçmak için son şansı olduğunu hisseder olmuştu. Oysa kimden ve neden kaçması gerektiğini ya da kaçıp kaçamayacağını dahi bilmiyordu. Ansızın kanlı bir el yukarıya havayı yakalayıp kendine çekmek istercesine uzandı. Yavaşlayan zamanı paramparça eden, hipnotize olmuş gözlerin kırpılmasını sağlayan sahne kanlı eli gördüğü an olmuştu. Kanlı el kartın kenarına tutunup, kendini yukarıya o’nun dünyasına çekerken arkasını dönüp kapıya doğru koşmaya başlamıştı. Bir an için kapının açılmayacağını düşündü. Kabus görüyor olsa o kapı kesinlikle açılmazdı ve kartın içinden çıkan herneyse kanlı parmakları boğazına dolanırdı. Diğer taraftan kabus görmediği fikri de oldukça saçmaydı çünkü yaşadıkları hiçbir şekilde olasılık dahilinde açıklanamazdı. Fazla düşünecek vakti yoktu. Kaçmayı başarabilirse – ki işte bundan oldukça şüpheliydi – oturup kafa yorardı. Şimdi ise içgüdüleri deli gibi koşmasını ve asla arkasına bakmamasını söylüyordu. Gerçek ve hayalle olan bağı çoktan koparmış olsa da içgüdülerini dinlemeyecek kadar kendini kaybetmemişti. Kapıdan çıkıp koridor boyunca koşturmaya başladı. Koridor sanki dümdüz kilometreler boyunca uzanıyordu. Bir sonu varsa bile o göremiyordu. Kapıdan çıkalı birkaç saniye olmuştu ki odadan insanın kanını donduran bir çığlık yükseldi. Arkasına bakmadan koşmaya devam etti. Dönüp bakmamıştı ama saniyeler içinde birşeyin odadan çıkıp kendisini kovalamaya başlayacağını hissedebiliyordu. Ne kadar koşarsa koşsun koridorun sonu ya da sığınabileceği herhangi başka bir oda göremiyordu. Bacakları iflas etmek üzereydi ama delilik derecesinde bir korku ona devam edecek gücü veriyordu. Fısıltılar tekrar yoğunlaşmaya başladı. Biri sanki kartı başının arkasına yapıştırmış gibiydi. Fısıltılar beyninin içindeydi. Koşmaya devam etti ama koştuğu her an umudunu biraz daha kaybediyordu. Çabaları boşunaydı. Sonunda ensesinde hırıltılı bir nefes hissettiği anda güçlü bir el omzunu kavradı ve onu karanlığa çekti.
“Bay Odde, Bay Odde ! İyi misiniz?”
Uyandığı anda içini büyük bir huzur kapladı. Gördüğünün bir kabus olduğu gerçeği içini rahatlatmıştı; ancak bu rahatlama uyanınca algıların tekrar açılması kadar kısa sürdü. Sonuçta bu rehabilitasyon merkezine boşuna gelmemişti. Her uyuduğunda gördüğü kabuslar yüzünden gelmişti. Daha doğrusu “kabus” yüzünden. Günlerdir hep aynı kabusu görüyordu. Başta bu durumu kafasına çok takmamıştı. Sonra kabuslarının oldukça sıradışı olduğunu farketmişti. Her uyuduğunda kabusu biraz daha uzun sürüyordu. Başta sadece oyun masasında uyanırken son günlerde koridor boyunca kovalandığı kısımlara kadar uyanamamıştı. İçindeki ya hiç uyanamazsam korkusu gittikçe büyümüş ve o da soluğu bu rehabilitasyon merkezinde almıştı. Uyanmanın verdiği anlık huzur bu yüzden gerçekle yüzleşince ateş edilen bir cam gibi paramparça olmuştu. Yine uyumuştu ve kabus biraz daha ilerlemişti. Bu sefer onu kovalayan her ne ise omzuna dokunmuştu. Bir sonraki sefer ne olacağını kestiremiyordu ama neredeyse bir sonraki sefer olmayacağından emindi. Sanki bu sondu.
“Bay Odde, Bay Odde! İyi misiniz?”
– E..Evet. İçim geçmiş.
“İyi olduğunuzdan emin misiniz? Dilerseniz bir bardak su getirebilirim.”
– Olur, teşekkür ederim.
Rehabilitasyon merkezindeki hemşire bekleme odasından çıktığı anda etrafına bakındı. Odanın bir ucundaki masada oturan yaşlı adam dışında kimse yoktu. Duvardaki saate baktı: 13.01’di. Tekrar uyuyakalmaktan korkarak kalktı ve pencereye yürüdü. Hava kapalı ve kasvetliydi. Yağmur çiseliyordu. Bir süre dışarıyı izledikten sonra göz ucuyla yaşlı adama baktı. Ben uyumadan önce de burada mıydı acaba diye düşündü. Yaşlı adam kendi halinde, sessiz sakin oturmaktaydı. Hatta onun varlığından habersiz gibiydi. Adamı incelemeye devam ediyordu ki birşey dikkatini çekti. Yaşlı adam elindeki bir desteyi karıştırıyordu. O anda içini tarifi mümkün olmayan bir korku kapladı. Yaşlı adam kartları sırayla masaya açmaya başladı. Elleri gitgide hızlanırken yüzüne de bir gülümseme yayılıyordu. Gözleri sanki kendisine ait değildi. Hipnotize olmuş gibi bakıyorlardı. Destede kartlar bir bir açılırken yaşlı adamın donuk gözleriyle tezatlık oluşturacak canlılıkla ağzı koca bir gülümseme ile açılmıştı. Sarı ve çarpık dişlerinin arasından tükürükler saçılıyordu. İnsanlıkdışı ve delicesine bir hızla kartları açmaya devam etti. Ta ki son karta kadar. Kartlar o kadar hızlı açılmıştı ki hangilerinin açıldığını takip etmek mümkün olmamıştı. Yine de hangi kartın son kart olduğunu, hangi kartın henüz açılmadığını çok iyi biliyordu. Son karta gelince, yaşlı adam durdu. Başı bir robotmuşçasına yavaşça ve pürüzsüz bir şekilde ona doğru döndü. Ama sanki onu değil de çok uzakları görüyormuş gibiydi. Yavaşça son kartı da çevirerek masanın üzerine koydu. Yüzündeki sırıtış keskin bir şekilde yok oldu. Tam o anda güçlü bir el Odde’nin omzunu kavradı.
Hikayenin sonunu tam anlayamadım.Ama başları çok hoşuma gitti,ilginçti.
Merhaba,
Öncelikle okuduğunuz için ve yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Hikayenin sonu ile ilgili böyle bir sıkıntı yaşanacağını tahmin ediyordum. Kısaca açıklayayım. Kayıp Rıhtım ve Aylık Öykü Seçkisi ile tanışmam biraz geç oldu. (Seçki yapılmadan yaklaşık 2-3 gün önce) Aynı zamanda yazdığım şeyleri birileriyle paylaşma hissi de içimi kemiriyordu. Bu nedenle temayı düşünüp gözlerimi kapadım ve hikayenin beni bir yere sürüklemesine izin verdim. Sonuç olarak dil ve anlatım olarak akıcılığı önemsediğimi söyleyebilirim. Sonunda kabusu gerçeğe mi dönüşüyor yoksa yine rüyada mı? Rüyasının içinde başka bir rüya mı görüyor? Yazıyı bitirdikten sonra bunlara ben de düşündüm ve inanın cevabı bilmiyorum. Bu seçkiyi, bu güzel ortama giriş yaparken, diğer yazarların öykülerini okurken, kendim için de bir ısınma olarak gördüm.
Yorumumu dikkate alıp cevap yazdığınız için çok teşekkür ederim.Bu konuda size hak veriyorum.Ben de bir hikaye yazmaya çalıştığımda sonunu getiremem.Bazen de hikaye uzun olsun isterim.Sonuçta gene beceremem.
Burada kendimi yanlış ifade etmek istemem. Kısıtlı süre sebebiyle, bir işi hiç yapamamaktansa, akışına bırakıp, beni götürdüğü yer neresi onu görmek istedim. Kendinize de haksızlık etmeyin 🙂
Merhaba,
Öncelikle seçkiye yeni tarzların katılmasının mutluluk verici olduğunu söyleyip size hoş geldiniz diyeyim. Umuyorum bundan sonraki aylarda da hikayelerinizi buralarda görebiliriz.
Öykü korku-gerilim türünde yazıldığından beraberinde pek çok zorluğu da getirmiş. Okuyucuya o gerginliği ya da korku hissini vermek için içine iyice çekmesi gerektiğinden bu türün diğerlerine göre biraz daha zor olduğunu düşünürüm. Sizin öykünüzde de bu durum var, ne var ki altından da gayet iyi kalkmışsınız. Oyunun ayrıntıları, masadaki karakterlerin hareketleri, adamın düşünceleri güzel yansıtılmıştı, ama oyun sahnesinde kartların açıldığı sahne biraz belirsiz olmuş gibi geldi okurken. Bunun dışında cümlelerin genel olarak aynı kalıpta olması ve kısa tutulması hikayenin akıcı yüzeyini biraz pürüzlü hale getirse de güzel ve okunabilir olmaktan çıkarmamış. Sadece geçiş cümleleri biraz daha sık kullanılsa daha güzel olabilirmiş gibi geldi. Son olarak, paragraf uzunluklarının biraz daha kısa olması okuyucuyu daha rahat ettirebilir gibi bir gözlemim de var.
Bunların dışında ilginç bir konu hoş bir şekilde işlenmiş hikayede. Okurken sonunu kestirmenin pek mümkün olmadığı, ki bu çok güzel bir şey böyle belirsiz öyküler için, bazı yerlerde okuyucunun aklına oluşan tüm fikirleri kırarak şaşırtan ve vermek istediği duyguları çoğunlukla verebilen bir öykü olmuş. Ellerinize sağlık diyor, diğer seçkilerde de hikayelerinizi okuyabilmeyi diliyorum. 🙂
Merhaba,
Görüşleriniz için çok teşekkür ederim. Umarım önümüz seçkilerde daha başarılı öyküleri paylaşabilirim.
Selamlar ve hoş geldiniz;
Güzel bir hikayeydi. Yazması zor olduğundan olsa gerek gerilim türündeki öyküleri seçkide pek göremiyoruz. Bu açıdan bizler için hoş bir değişiklik oldu. Öykünüzün giriş ve sonuç kısımlarını oldukça beğendim ancak gelişme kısmını okurken biraz zorlandığımı, dikkatimin dağıldığını söylemem gerek. Bunda kelime tekrarlarına çok fazla düşmenizin de payı büyük. Örneğin;
“Gözlerini açtığında odada kimse kalmamıştı. Oda daha loştu. Neden bilmiyordu ama oynarken odaya hiç dikkat etmemişti. Yeşil duvarlı ve orta büyüklükteki odanın hiç penceresi yoktu. Odanın ortasında…”
Bu hataya ben de dahil olmakla sıklıkla düşüyoruz maalesef. Fakat biraz dikkatle aşılamayacak bir şey değil. Bunların dışında gayet keyifli bir öyküydü. En çok da sonunu beğendim. Ellerinize sağlık.
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Yorumunuz için teşekkür ederim,
Gelecek öykülerde, söylediğiniz konulara daha çok dikkat edeceğim.