NOT: Bu öyküyü okumadan önce, Selçuk Gökhan Kalkanoğlu‘nun kaleme aldığı KUZU KOKOREÇ İYİ KOKOREÇTİR adlı öyküyü okumanız devamlılık açısından önem arz etmektedir.
Rıza, çantasını masanın üzerine bırakıp koltuğuna yerleşirken çekmecenin altındaki düğmeye basıp önündeki ekranı açtı. Adeta bir derdi varmış veya yorgunmuş gibi içini çekerek tavanı seyrederken sonraki bir kaç saniyeyi göbeğini kaşıyarak geçirdi. Ekranın açılmasını bekleme işi bunlar gibi ufak oyalanmalarla bittikten sonra yan odadaki sekretere seslendi:
“Aysun! Kızım ben yokken biri geldi mi? İş arayan bi çocuk gelecekti geldi mi o?” Aysun içeriden geçiştirirmişçesine cevap veren bir ses tonuyla “ Yok Rıza abi kimse gelmedi” dedi.
Rıza abi önündeki ekranda ilgisini çeken birşey görmüş olsa gerek gözlerini hafifçe kısarak cevap verdi:
“Tamam, gelir heralde. Sen bana bir kokoreç söylesene, açsanız siz de bişeyler alın” Aysun istenileni duyar duymaz “Tamam abi.” diyerek telefonun ahizesini kaldırdı.
Rıza abi kafasının ortasındaki dazlağı gizlemek için, kafasının bir kenarında uzattığı bir kaç tel saçı kafasınının saç uzatmadığı kısmına doğru tarayan, insanlarla iletişim kurarken genelde bıyığı ile oynamayı seven, çok kilolu olmayan ama yinede bir göbek sahibi, emlakçılık , pazarlama gibi işler yürüten ve önündeki ekrandan genelde borsa, emlak piyasası, şu piyasası, bu piyasası gibi genelde piyasalarla ilgili, fazla para kazanamayan insanların pek takip etmediği ve anlamadığı sayfalara bakmanın yanı sıra kulağından telefonu düşürmeden gün geçiren, şehir merkezinde bir ofisin sahibi üçyüz-üçyüz elli yaşlarında bir adamdı. Masanın üstüne yansıyan ekran, – masayla üzerindeki çalışma lambası ve ufak, çirkin bir sandal heykelciği ile gereksiz bir şekilde birleşmiş olan kalemlik ile birlikte odadaki diğer eşyalarında görünüş itibari ile 21.yy başlarına ait olması her nekadar günün modasına göre hoş olsa da- ortaya estetik yoksunu bir görüntü çıkarıyordu. Ekrana bakıp gözlerini kısmaya devam ederken, bu işi bir şeyler içerek yaptığında daha çok keyif alacağını fark ettikten sonra bir diğer odaya seslendi:
“Çetin! Oradamısın?!” karşılık olarak gelen ses boğuk ve kelimelerin anlaşılmasını zorlaştıracak kadar hızlıydı “ Evet abi” diyerek yanıt verdi, “Bana çay getirsene”, “Tabi abi” kısa süren bu konuşmadan sonra Rıza gözlerini kısıp göbeğini kaşımaya devam etti.
Yan odada iki sekreter kendi aralarında sohbet etmenin yanında önemli birşey yapıyormuş görüntüsü verirken, saçlarını geriye taramış, top sakallı başka bir ofis çalışanı, yüzünde eksilmeyen, adeta dudaklarının kulaklarına doğru uzamasına sebep olacak gülümsemesiyle onlara eşlik ettiği sırada kapı çaldı. Adı Handan olan sekreter neşeli yüzünü değiştirerek önündeki mikrofona seslendi:
“Kim o?” Kapının arkasından gelen ses beklemediği bir soruyla karşılaşmış gibiydi “Şey” dedi “Iııh. Ben İsmail Tunç, iş başvurusu için gelmiştimde.” Handan konuyla ilgili bir bilgisi olmadığını belli edercesine kaşlarını kaldırarak iş arkadaşı Aysun’a baktı. Aysun gözlerini kırpıp başını hafifçe sallayarak onayladıktan sonra “Buyrun” diyerek masasının üstündeki düğmeye basıp kapının açılmasını sağladı. İçeriye genç olduğu belli olan ürkek bakışlı birisi adım attı, bakışlarını çevireceği yön konusunda Aysun, Handan ve top sakallı arasında bocaladı ama en çok Aysun ve Handan arasında kaldı. Pek duyulmayan bir sesle “Merhaba” der demez, Aysun yüzünde sabit bir gülümsemeyle “Rıza bey içeride sizi bekliyor” diyerek gitmesi gereken yönü gösterdi. İsmail alnının üzerinde olan yana taralı saçları, sivilce lekeleriyle dolu çopur suratı, düşük omuzları ve zayıflığından dolayı her an kırılacak gibi duran bastona benzer boynundan taşan adem elmasıyla birlikte oldukça çirkin bir görünüme sahipti. Ayrıca giyimi özensizdi ve iş görüşmesi yapacağı odaya ilerlerken yanından geçtiği Aysun’un ona hala gülümsüyor olmasından, Handan’ın ne yaptığına dikkatlice bakamamasından yani kısaca aklı hala sekreterlerde olduğundan tedirgindi ve biraz utanıyordu. Çünkü yaşına rağmen böyle şeylere pek alışık değildi. Kapıdan içeri girmeden önce bir an top sakallının gülümsemesiyle karşılaşması canını biraz daha sıkmıştı. Gülümseme gözünün önünden silindiğinde büyükçe bir bıyık kendisini deri kaplama gibi –kasten eskiymiş gibi duran- görünen, masanın önündeki bir koltuğa davet ettiğini gördü.
“Oo hoş geldin canım, buyur otur” dedi bıyık ve ekledi “İsim neydi abicim?” İsmail kendisine uzatılan eli sıkarak yanıt verdi “İsmail. İsmail Tunç”, “ Güzel, hoş geldin İsmail, ben de Rıza. Otur yahu otur, rahatla”. İsmail’in yüzüne rahatlayamamasından ötürü aptalca bir gülümseme yerleşti, oturur oturmaz yüzünden atamadığı o aptal gülümsemeyle birlikte kısaca odayı taradı. Oda çok zevksiz dizayn edilmişti. Özellikle 21.yy’a aitmiş gibi görünen masa ve üzerindeki ıvır zıvırlar İsmail’in gözlerinin içine dik dik bakarak görünmeyen bir güç ile kafasını patlatmaya çalışıyor gibiydiler, hele odanın köşesinde duran abajurlu spot lambası, İsmail’i hiç odadan salmayacakmış gibi görünerek -çok büyük olduğu için olsa gerek- onu sürekli olarak tehdit ediyor gibiydi. Rıza bey, İsmail’in çirkin suratına “evet konuşmanın bundan sonrasını nasıl devam ettirsek” der gibi gülümserken birden kafasını kadırdı “Çetin Bey, bize iki çay getirirmisiniz?” gülmeye devam edip emrivakisini onaylatmak istedi “Çay içeriz değil mi?”. Çetin Bey içeriden “Hemen geldim abi” dedikten yarım dakika kadar sonra “Çayı yeni demledim abi buyur” diye ekledi ve çayları uzattı. Rıza bey, Çetin beye “ben az önce çay istediğimde daha yeni mi demliyordun?” der gibi bir bakış fırlatmak istediyse de tam beceremedi, bu nedenle ne Çetin Bey ne de İsmail bu bakışa bir anlam verebildi ki Çetin Bey bakışı görmemişti bile, fakat İsmail masanın üzerindeki, sandal heykelcikli çirkin kalemliğin durumu anlayabilmiş olacağını hissediyordu. Çetin Bey odadan çıktıktan sonra Rıza Bey çayını karıştırıp kısık gözlerle İsmaile gülümsemeye devam etti, gülümse süresi fazla uzayacak gibi olunca sorular soruldu:
“Eee İsmail söyle bakalım, Öğrenci misin?” İsmail retro modasının ürünü 21.yy masa lambasına kısa bir bakış attıktan sonra “Hayır efendim, mezun oldum” ,“Hangi bölümden mezunsun ki?” İsmail’e bu zor soruları soran şey adeta önünde duran kalemliğe bağlı sandal heykelciğiymiş gibi geliyordu “Mekatronik Mühendisliği”. Rıza Bey takdir edemeyeceğini gizlemek adına her hangi bir sahteliğe girişmeme kararı aldı “Mühendissin demek.” ağzını büzüp tekrar düzelttikten sonra ekledi “Sizin bölüm zor yav, iş bulması falan, şimdi herkes mühendis zaten”. İsmail biraz bozulsa da odanın köşesindeki spot lambası iddalaşmaması gerektiğini söylüyormuş gibi durudğundaz sadece “haklısınız” demekle yetinip çayını yudumladı. Rıza Bey kendi çayını yudumladıkan sonra “Şimdi” desi “Gelelim bizim işe, öncelikle bu sektörde şu an büyük bir pazarlama eksiği var. Kimse dolaşıp bu işi yapmak istemiyor”. Konuşurken bir yandan elleriyle masayı yokladıktan sonra kafasını kaldırıp sekreterlerin bulunduğu odaya seslendi:
“Aysun Hanım! Bakabilirmisiniz acaba” ritmik topuk sesleri ve dar bir etek eşliğinde Aysun Hanım içeriye girdi, o girdiğinde İsmail ürkek bir şekilde sandal heykelciğine döndü, sandal ona böyle yapmaması gerektiğini, biraz rahatlamasını söyledi. Topuk vuruşları kesilir kesilmez Aysun Hanım poz vererek “Buyrun Rıza bey” gibi kısa bir cümleyle pozu süsledi. Rıza bey çenesini iki parmağıyla ovuşturarak “Şu bizim pazarlama belgeleri nerede acaba? Oradaysa yollayabilirmisiniz?” diyor, Aysun Hanım kısaca “Tabi Rıza bey” diyerek başka bir seçeneği varmışçasına cevap vererek odadan ayrıldı. Sandal heykelciği İsmail’e ; Aysun Hanım nedeniyle tedirgin olmaması gerektiğini söylerken, Rıza bey birden dönerek “Bizde yiyecek bişeyler söylemiştik, sanada söyleyelim açsan” diyerek İsmaile yemek teklifinde bulundu. İsmail bir an önce konuşmayı bitirip ayrılmak istediğinden “ Yok sağolun, yeni yemek yedim ben” cevabını verdi. Çirkin kalemliğe bağlı sandal heykelciği “Ayıp ediyorsun bak , daha bir saat önce uyandın henüz kahvaltı bile etmedin, yapma böyle” der gibi İsmailin gözlerinin içine dik dik baktı. Rıza bey başını “Peki” der gibi salladıktan sonra yazıscısına gelen bir uyarı sesiyle irkildi, “Hah dosyalar geldi” diyerek yazıcıdan çıkarttığı fener benzeri bir aparatı dijital kağıtların üzerine tutarak yazı karakterlerinin oluşmasını sağladı. “İşte” dedi “Buyur” kağıtları İsmail’e uzatttı ve ekledi “Yaş kaçtı bu arada?”, “Yetmiş” diye cevapladı İsmail. Rıza Bey kafasını bir anda geri atıp konuşmaya devam etti “ Oo gençmişsin sen daha yahu, ama iyi yirmilerde gösteriyorsun bak. Gerçi üçyüz sene evvel insan ömrü beşyüz sene daha uzayınca hepimiz öyle olduk bak bana üçyüz altmış beş yaşındayım tam ama göstermem”. İsmail sandal heykelciğiyle birlikte adamı onayladıktan sonra kağıtları inceliyormuş gibi yaptı, Rıza Bey devam etti “Şimdi İsmail, bize dışarıda pazarlama yapacak eleman lazım. Biz böyle ev ev dolaşıp emlak pazarlığı yapacak elemanlar arıyoruz, böyle böyle bir iki kişi derken ekipler kurup işi büyüteceğiz. Bu işten iyi para kazanırsın İsmail, ama iyi çalışacaksın” İsmail kağıtlardan en ufak bir kelimeyi okumadan “Maaş, ne kadar veriyorsunuz peki?” diye sordu. Rıza Bey yüzünü ciddileştirerek “Başlangıçta maaş yok tabi, pazarlama yapınca prim yapacaksın, ama sana iyi para kalıyor, yani araba bile alırsın kendine” İsmail “Ama” diyecek gibi olsada Rıza Beyin henüz sözünü bitimediği anlaşılmıştı “Ha sonra, sürekli elemanımız olursun prim yanında maaş da alırsın, zaten biz bir ekip kuracağız ileride”. İsmail düzenli maaş beklediği için memnuniyetsiz bir şekilde sandal heykelciğine baktı, heykelcik: “Ne yapacaksın düzenli maaşı İsmail, iyi para var bu işte sen gir” dedi, masa lambası ise “Sonuçta üç beş kuruş bişey gelecek” dedi, son olarak ismailin kararsızlığını spot lambası sonlandırdı “Ne düşünüyorsun gir işte!”.
İsmail istmeye istemeye Rıza Beyin bıyıkları ve gülümsemesinin elini sıktı, sandal heykelcikli kalemlik ve masa lambasına “Sonra görüşürüz o zaman” dedikten sonra spot lambasına saygıyla selam vererek odadan çıkıtı. Ofisi terk etmeden önce sekreter kızlara -artık bir iş sahibi olduğu için yükselen özgüveni sayesinde-gülümsemek istese de sadece top sakallı ile göz göze geldi. Kapıdan çıkarken “İyi günler” dedi fakat cevap alamadı. Apartmandan çıktığında yol üzerinde bir kalabalık görünüyordu, nedenini bir anlığına merak etti, ama olayın can sıkıcılığı belli olduğundan karışmamaya karar verdi. O sırada kendisinden daha yüksek bir meraka sahip olan adamın biri olayı biliyormuş gibi davranan birine “ne olmuş yav?” diye soru yöneltti, “Ne olacak yahu trafik kazası. Kokoreç şirketi arabası adamın birini ezmiş” , “Deme be!” “Vallahi öyle gençmiş bide adam, daha üçyüz yaşındamıymış neymiş”, “Vah be abi”. İsmail uzaklaştıkça konuşmalar duyulmaz oldu, karnının acıktığını hatırladı belki bir yerlerde oturup kokoreç yese fena olmazdı.
hoş ve garip bir öykü olmuş. okurken yüzümdeki hafif tebessüm bir an olsun gitmedi. rıza bey karakterini tanımlayan ilk paragraf çok hoşuma gitti. elinize sağlık 🙂
Beğenmenize sevindim çok teşekkür ederim. Rıza bey karakterini o kadar uzun bir paragrafta anlatmak konusunda çok emin olamamıştım ama güzel duruyorsa problem yok heralde.
Zaman farkı olsa da bizden bir şeyler görmek ilginç ve hoş geldi bana. Eşyaların konuşmasına pek bir anlam veremedim. Belki de böyle yaparak bir şeyler ‘anlatmak’ istedin. Birkaç küçük yazım yanlışı dışında gayet iyi bir öykü . Tebrik ederim 🙂
evet yazım yanlışlarım çok oluyor genelde ve hoş bir şey değil ama son ana bıraktığım için çok düzeltme fırsatım olmuyor. hoşunuza gitmesine sevindim çok teşekkürler
Merhaba.
Doğrusu çok güzel bir öykü olmuş. Gelecekte geçmesine rağmen konuşmaların ve isimlerin bizden olması apayrı bir hava katmış. Tabii ilk başta insan biraz garipsiyor; ama yabancı isimlere ve yapay konuşmalara bunu tercih ederim.
Bir yerde bir zaman kayması olmuş, geçmiş zaman yerine şimdiki zaman kipi kullanılmış ama sorun yok.
Ellerinize sağlık, paylaştığığınız için teşekkürler. Görüşmek üzere.
beğenmenize çok sevindim teşekkür ederim. hikayenin yarısından sonra bilinçsizce zaman kayması yaptım ve aceleyle düzeltmeye çalıştım orası gözümden kaçmış olmalı.