Bu hikâyedeki kişi ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
“Hurda Film heyecanla takdim eder!”
Çocukluğumuzun en maceralı saatleri bu anonsla başlardı. Işıklar söner, perdede hayaller canlanır, simit ve gazoz eşliğinde görülmemiş yeni dünyaların keşfine çıkardık. Kaptan Galaksi’nin miğferi baretten, üniforması yeşil bir yağmurluktan bozmaymış, savaştığı canavarlar köpük ve kartondan yapılmış, dekorlar suntaymış, oyunculuk kötüymüş kimin umurunda. Çocuktuk ve hayal gücümüzün ateşlenmesi için köpük, karton ve suntadan yapılan büyü yetiyordu bize. Kaptan Galaksi’nin cesaretinden şüphemiz yoktu. Güzeller güzeli yardımcısı Kızıl Yıldız’a âşıktık. Kaptan’ın çapkın bakışları başka bir kızı radarına aldığında Kızıl Yıldız’ın kıskanç nazarlarına tav oluyorduk. Şeytani tiranların elinden Dünya’yı, korkunç canavarlardan güzel kızları kurtardığında gazoz şişesinin dibindeki son yudumu zafer sarhoşluğuyla kafamıza dikiyorduk. Sinemadan çıktığımızda her birimiz yenilmez birer kahramandık. Tek eksiğimiz kafamıza geçireceğimiz bir baret ve lazer silahına dönüştüreceğimiz fiyakalı bir tahta parçasıydı. Kaptan Galaksi serisi, A’dan Z’ye yirmi dokuz bölüm sürmüştü. Hiçbir bölümü kaçırmıyorduk. İçimizden biri es kaza bir bölümü kaçırırsa ona neler kaçırdığını acımasızca ballandıra ballandıra anlatıyorduk. Kaptan Galaksi, her bölümün sonunda dünyasını ve güzel kızları kurtarsa da bir sonraki bölüme havale edilen yeni bir sorunla karşılaşıyor, gözlerini kameraya dikerek kendi tarzında harflerin üstüne bastıra bastıra artistik bir şekilde ‘Yeni bir planım var.’ diyordu. Biz bile bile zokayı yutuyor, bir sonraki bölüme kadar Kaptan Galaksi’nin nasıl bir taktik geliştireceğine ciddi ciddi kafa yoruyorduk. Öyle ki arada hararetli tartışmalar kavgaya da dönüşüyordu.
Büyüdükçe akıllandık. Kaptan Galaksi, kimimiz için çocuklukta kalmış hoş bir hatıra oldu kimimiz utançla unutmaya çalıştı onu. Kandırılmıştık. Gözümüzü dünyaya açınca seyrettiklerimizin ne kadar ilkel ve ucuz olduğunu fark etmiştik. Ben bu iki grubun da dışındaydım. Kaptan Galaksi ile başlayan sinema tutkum, beni üniversitede Sinema bölümü okumaya sürükledi. Sinema okurken Kaptan Galaksi’ye dair hatıralarım sislense de silinmedi. Bölümü bitirip senaristlik, blog yazarlığı, eleştirmenlik arasında mekik dokurken Hurda Film’in kurucusu ve Kaptan Galaksi serisinin yönetmeni Metin Kıtır ile uzun bir söyleşi yapmaya karar verdim. İşte karşımdaydı. Kitaplar, afişler, film makaralarıyla dolu evinde bana hurda filmleri anlatıyordu.
“Neden Hurda Film diye soruyorlar. Yaptığım filmler hiç eskimeyecek. Çünkü zaten hurdalar. Bundan da gocunmuyorum. Bugünün hurdası yarının antikasıdır. Filmlerimin bundan bir iki asır sonra çok değerli olmayacağı ne malûm.”
Metin abiye ulaşmak hiç kolay olmadı. İnzivaya çekilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyordu. Kitapları, plakları ve eski filmleriyle baş başa ömrünü tamamlamaktan başka arzusu yoktu. Günlerce eşiğini aşındırdım. Artık bana acıdığından mı yoksa ölmeden önce son bir kez konuşmak istediğinden mi bilmiyorum söyleşiyi kabul etti, kapısını bana açtı. Bir sürü sorum vardı. Yirmiden fazla film yapmış sonra Hurda Film şirketini kurmuş, yirmi dokuz filmlik Kaptan Galaksi serisinden sonra şirketi batırmış ve sinemayı bırakmıştı… En başından anladım ki söyleşiyi yöneten o olacaktı. Sorularıma doğrudan cevap vermek yerine canı ne isterse ondan bahsediyordu. Hakkındaki şehir efsanelerini yaya bırakacak hikâyeler anlatıyordu. Anlattıklarının yüzde yüz doğrulanması ya da tamamen yalanlanması çok zordu. Hakikat nerede bitiyor hayal nerede başlıyordu onu dinlerken karıştırıyordum. Gerçekten bazı filmleriyle Türkiye İstihbaratı adına casusluk yapmış mıydı? Bir filmiyle Orta Doğu’da istemeden savaşa sebep olacakken üç günde yaptığı başka bir filmle olası savaşı engellemiş miydi? Uçan Silindirin Esrarı filminden dolayı CİA ve KGB tarafından sorguya çekilmiş miydi? Kayıt cihazımda biriken malzeme montajla bir düzene girebilirdi. Bir de belleğime attığım kayıt dışı anekdotlar vardı. Metin abi, rengi atmış koca koltuğuna gömüldü. Gözüyle cihazımı işaret etti. Artık anlaşıyorduk. Aleti kapattım. Piposundan bir duman savurdu. “Sana asıl hikâyeyi anlatmadım biliyor musun?” Nefesimi tuttum. “Hurda Filmi nasıl kurdum ve Kaptan Galaksi serisini nasıl çektim?” Gözlerini gözlerime dikti. Dudağının kenarında muzip bir gülümseme belirdi. “Bunu ilk sana anlatıyorum kıymetini bil.” Belleğimin derinliklerinden hışırtılı bir anons kendini hatırlattı: Hurda Film heyecanla takdim eder! “Son yaptığımız filme elimde avucumda ne varsa yatırmıştım. Film gişede iki seksen yattı. Züğürtlüğün dibindeydik anlayacağın. Kahvaltıdan kahvaltıya karnımızı doyuruyor, sokakta alacaklılardan kaçmak için her gün yeni bir harita çıkarıyorduk. Filmlerim beş para etmiyordu. Açtım. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Ama biliyor musun yeni filmler yapmak için çıldırıyordum. Bildiğin kaşınıyordum. Bana destek çıkacak bir tane bile yapımcı yoktu. Tam o sırada acayip bir elektronik posta aldım. Devrim Baz adına bir eleman filmlerime bayıldığını, bana yirmi dokuz filmlik bir senaryo yollayacağını, bu seriyi yaparsam iyi para vereceğini söylüyordu. Şartları vardı: Vereceği paradan filmin bütçesine bir kuruş bile ayırmayacaktım. Düşük bütçeli yaratıcılık diye tarif ettiği kabiliyetimi kullanarak seriyi kendi tarzımda yapacaktım. Taleplerine ve kimliğine dair hiçbir soru sormayacak, senaryonun akışı ve diyalogları kesinlikle değiştirmeyecektim. Ona inanıp güvenmem için ilk filmin parasını peşin verecekti. Kimdi bu herif? İşkillendim. Eşek şakası seçeneğini elemek için hesap numaramı verdim. Bir baktım adam söylediği miktarı tırınk yatırmış hesabıma. Piyasada manyak mı ararsın. Belki parasını nereye harcayacağını bilmeyen zengin herifin biriydi. Talihin eşek şakasına bak! Paran var ama filmin için kullanamıyorsun. Tamam lan dedim. Merakımı bastırdım, endişelerimi askıya aldım. İyi paraydı. Borçların bir kısmını ödedim. Hurda Filmi kurdum. Kaptan Galaksi’nin A Planı’nı çekmeye başladım. Adam düşük bütçe demişti ama bildiğin sıfır bütçeyle film yapıyorduk. İşte bu odaya kurduk dekorları elimize ne geçerse filme dahil ediyorduk. Baretten miğfer, yağmurluktan üniforma, köpükten canavar… Başka çaremiz yoktu ki. İlk filmi Devrim Baz’a yolladım. Devrim bey memnun olduğunu, böyle devam edersek çok sevineceğini iletti. Ben bir taraftan filmleri yapıyorum ama bir taraftan da dehşetli merak ediyorum; kim bu adam, maksadı ne, işin altında nasıl bir çapanoğlu var, olmayacak bir dümene gelmeyelim. Yirmi sekizinci filmi yaptım. Yolladım. Artık meraktan çatlama raddesine gelmiştim. Eğer kim olduğunuzu ve maksadınızı açıklamazsanız serinin son filmini çekmeyeceğim dedim. Adam rica ediyor, adeta yalvarıyor: Yapmayın Metin Bey, sizinle anlaşmıştık, hepimizin iyiliği için bu sormayın sorgulamayın; anlaştığımız gibi son filmi bitirin lütfen! İnatçıydım. İşin aslını öğrenecektim. Baktı ki olmuyor. Devrim bey gerçeği iletti. Mevzu şuydu: Bunlar mesajları bana gelecekten yolluyorlardı. Üç yüz yıl sonra dünya daha berbat bir yer hâline gelmişti. Dünyayı idare ve kontrol eden rejim, kimseye göz açtırmıyordu. Bütün bilgi ve haber kaynakları rejimin denetimindeydi. İnsanlar korkuyor, hakikat fısıltıyla bile dile getirilemiyordu. Gık diyenin işi bitikti. Muhalif fikirleri seslendirmek, örgütlenmek ve direnmek neredeyse imkânsızdı. Kült filim meraklıları kisvesine bürünen devrimci bir grup insanları uyandırıp örgütlemek için çılgın bir devrim planı hazırlamıştı. Geçmişe gönderdikleri mesajlarla büyük devrimin bütün kodlarını benim yapacağım yirmi dokuz filme şifreleyeceklerdi. Filmlerim ciddiye alınmadığı için rejim şüphelenmeyecek, zararsız bir kült film derneğiyle kendilerini kamufle eden devrimciler sansür korkusu olmadan bütün hakikati yirmi dokuz filmlik Kaptan Galaksi serisiyle duyurup yayacaklardı. Bunu öğrenince kardeşim dedim baştan söylesenize, ben de gençliğimde hızlıydım. Son filmi de çektim ve yolladım. Güvenlik sebebiyle eposta hattını kapatacaklarını ilettiler. Daha sonra onlardan haber alamadım. Zaten serinin son filmini yaptıktan sonra da sinemayı bıraktım. Kardeşim, üç yüz yıl sonraki devrimi benim yaptığım film fişekleyecek ben daha ne yapayım.” Durdu. “Vazifemi yaptığıma inanıyorum. Ötesine karışmam.”
Söyleşiyi bitirdikten sonra da Metin abiyle görüştük. Bu anlattığı hikâyeyi o kadar ciddiye alıyordu ki son günlerinde bile “Bak, sana güvendim anlattım. Bu ifşa edip de karşı devrimci bir hareket yapma!” diyordu.
Metin abiyi toprağa verirken hiçbir zaman çekemeyeceği bu senaryoyu zamanın boşluğunda canlanırken hayal ediyorum. Kafalarına geçirdikleri baretlerle çoğalan kitleler geleceğin geniş ekranında hurda filmlerden devşirdikleri bir devrime girişiyorlar…
Merhaba @Refik
Öykünüz çok keyifle okudum. Elinize sağlık. Bazı metinler keşke bitmese dedirtir, sizin ele aldığınız metin de böyleydi. Konusu, barındırdığı nostalji, karakteriniz o kadar gerçekti ki, öykünün başına koyduğunuz nota şaşırmamalı. 300 yıl sonrasını göremeyeceğiz ama şimdiden bir şeyler çıkartabiliriz belki
Tekrar kaleminize sağlık
Merhaba @Muge_Kocak
Çok teşekkür ederim, öyküyü hurdaya mı çıkarsam diyordum, yorumunuzu okuyunca vazgeçtim.
Binbir Gece efektini seviyorum, öykünün içinde kaybolmayı, hiç bitmeyecekmiş zannı veren anlatılar kurmaya çalışıyorum, siz bunu fark etmişsiniz. Masal içinde masal’ı gören bir okurum var, ne mutlu bana
Kimbilir, belki : )
Tekrar teşekkürler