Öykü

Karanlık Günler 4 – Bozulan Denge

NOT: Okuyacağınız bu öykü KEPENEKLİ ADAM, BEYABAN ve KUSURSUZ DENGE adlı öykülerin devamı niteliğindedir.


Tahir yorgun arkadaşının koluna girmiş yürümesine yardım ediyordu. Mağaradan çıktıklarından beri fırtına dinmişti ama develer ortalıkta yoktu. Arkadaşını taşımak ise şimdi develerin değil, Tahir’in göreviydi. Ali zaman zaman eğdiği başını kaldırıyor, bir şeyler mırıldanıyordu ama söylediklerinin çoğu anlamsız şeylerdi. Kâh küçükken yaşadığı köyü, kâh Tahir’in hiç bilmediği olayları kendi başından geçmişçesine anlatıyordu. Ali’nin durumu kötüydü, tıpkı Tahir gibi. Tahir mağaradan çıktıklarından beri ilginç bir şekilde tüm gücünü kaybetmişti ve şimdi eski halinden tek farkı daha yorgun olmasıydı.

Dinen fırtınanın pürüzsüzleştirdiği bir kum tepesine vardılar. Çöl gecesi her zamanki gibi soğuktu. Tahir kurumuş dudaklarını yaladı ve ufka baktı. Ayın beyazlaştırdığı kumlardan oluşan engin bir deniz fersahlarca öteye uzanıyordu. Tahir koluna girdiği arkadaşını kendine daha sıkı kenetledi ve yürümeye devam etti. Ne kadar yol aldığının farkında değildi ve yanında ordunun kendisine verdiği kılıç dışında hiçbir silahı yoktu. Zırhını ve envaı çeşit silahını mağaranın içinde bırakıp yola koyulmuştu. Zaten yeterince iri olan Ali, Tahir’i zorlamaya yetiyor, hatta artıyordu.

Tepeden inerken her adım bir öncekinden titrek olmaya başladı ve sonunda Tahir soluklanmak için tekrar durdu; çok yorulmuştu. Ali’yi yavaşça yumuşak kumların üzerine yatırdı. Vücudundaki her bir kas Tahir’e isyan edercesine sızlıyordu ama o bu tür durumlara alışıktı. Bundan daha kötülerini de görmüştü ve pes etmek için daha çok erkendi.

Kısa bir anını ayakta geçirdikten sonra Ali’nin başucuna oturdu Tahir. Mayışmadan birkaç dakika dinlenmesi kötü olmazdı. Yorgun adam nefesini düzene sokana kadar ufku inceledi. “Salih burada olsaydı ufku benden daha iyi görürdü.” Tahir’in sesine karşılık, Ali yarı araladığı gözleriyle gökyüzüne baktı ve mırıldandı. Bu sefer bir gemideyken başından geçen macerayı anlatmıştı Tahir’e. Olay hiç yaşanmamıştı ama Ali hikâyenin tüm detaylarını biliyordu. Kelimeler Ali’nin ağzında yuvarlanıp anlamsızlaşmaya başlarken Tahir ufku bir kez daha inceledi. İleride, kum yerini büyük kayalara bırakıyordu. Devasa kayalar kumların arasına serpilmiş gibiydi. Yorgun adam, Ali’yi kaldırıp omuzladı ve yürümeye devam etti. Kayaların arkasında göremediği bir şey olduğundan neredeyse emindi.

* * *

Kayalara iyice yaklaşmıştılar. Ali’nin durumu ise giderek kötüleşiyordu. İri adamın üzerinde fiziksel hiçbir yara yoktu ama zihninin çökmek üzere olduğu aşikârdı.

Zorlukla geçen dakikaların ardından ikili kayalık bölgeye vardı. Gelişigüzel dizilmiş kayaların aralarından geçip karşı tarafa çıktılar. Tahir gördüğü şey karşısında hem şaşırmış hem de umutlanmıştı.

Kayaların ardında, bir ev öylece duruyordu. Kum rengindeki taşlardan inşa edilmiş ev, farklı renkteki fenerlerle süslenmişti. Mor, açık yeşil, kırmız, mavi… Fenerler eve mistik bir hava katıyordu. Tahir birkaç adım daha atınca kokuyu hissetti. Böğürtlen, çilek ve karanfil harmanı tatlı bir koku çevreyi sarmıştı. Böğürtlenin kokusu o kadar kuvvetliydi ki Tahir genzinin şekerlendiğini hissetti. Ev sıradan bir çölde olabilirdi ama ev sahibinin sıradan olmadığı kesindi.

Tahir gizemli eve biraz daha yaklaştı. İçerden belli belirsiz müzik sesi geliyordu. Önce bir adam pürüzsüz ve tok sesiyle şarkının sözlerini söylüyor, sonra birkaç kişi aynı sözleri koro halinde tekrarlıyordu. Vurmalı ve telli çalgılar, koro halinde söylenen şarkıya karışıyor ve evi tamamıyla ilginç bir yere çeviriyordu. Tahir kum rengindeki evin kapısına yaklaştı. Ya buradan yardım alacaktı ya da Ali’yle beraber ölüme gidecekti. Şansını denemeye değerdi. Yorgunluktan bitap düşmüş adam kapının önündeki basamağa yavaşça bastı. Kapıyı tıklatmak için hamle yaptığı sırada müzik aniden kesildi ama o müthiş koku ve fenerlerin yarattığı ihtişam hâlâ yerli yerindeydi. Tahir kapıya yaklaşan bir çift ayak sesini işitince dikkat kesildi.

Durgun geceyi kapının çekilen sürgüsünün sesi doldurdu. Tahir’in önündeki gizem yavaşça, gıcırdayarak aralandı ve gizemin ardından çıkan kadın eşikte öylece durdu. Kadın ikiliyi bir süre süzdü. Şekilli bir burnu, geniş çene kemikleri vardı. Esmer kadının ince kaşları buz mavisi gözlerinin altından ilginç görünüyordu. Kadının teniyle gözleri arasındaki zıtlık mistik havayı güçlendirmişti. Mistik kadın Tahir’e anlamsızca baktı ve geldiği yoldan geri döndü. Giderken kapıyı açık bırakmıştı. Bu bir “buyur” muydu yoksa “defolun” muydu anlamak güçtü. Tahir çaresizliğinden güç alarak bunu bir “buyur” olarak kabullendi ve Ali’yi kendine çekerek açık kapıdan içeri girdi.

* * *

Eşikten içeri adımını attığında onu dar bir koridor karşıladı. Koridorun zemini türlü halılarla süslenmişti. Duvarlara gelişi güzel asılmış lambalar evin bazı yerlerini gölgede bırakıyordu. Tahir yarı gölgeli koridoru geçti ve sola saptı. Karşısına genişçe bir oda çıkmıştı. Yoğun kokunun kaynağı burasıydı. Yere serilmiş halıların üzerine dizilmiş insanlar bir yandan nargilelerini tüttürüyor diğer yandan Tahir’e bakıyordular. İçerde Tahir’in sayamadığı kadar çok insan vardı. Nargile dumanı o kadar yoğundu ki odada neler olup bittiğini anlamak güçtü.

Odanın sol köşesinde sessizce duran sazcıları fark etti Tahir ve kapıyı onlara açan kadını da. Kalabalıktan biri oturduğu yerden kalktı ve Tahir’in yanına yaklaştı. Meraklı gözlerle Tahir’i inceliyordu. Adam, ikiliyi odanın eşiğinden çıkarıp tahta kapıyı çekti. Kapanan kapı, ardında boğuk bir müzik sesi bıraktı; içerdekiler yine şarkı söylemeye başlamıştı.

Tahir loş ışık altında karşısında duran adamı inceledi. Yabancı adam, üstüne yeşil bir kaftan gitmişti, kıyafetinin beline doladığı koyu kırmızı kuşağın üstünde mavi, parlak işlemeler vardı. Dışarda yanan fenerlerin renklerine kavuşmak için uğraşmış gibi görünüyordu. Kapıyı açan kadının tenine sahipti ama gözlerine değil. Kadının gözü ne kadar maviyse adamınki de bir o kadar yeşildi. Birbirlerini merakla süzdükten sonra adam söze girdi.

“Senin normal biri olmadığın kesin.” Ev sahibi, başı önüne düşmüş Ali’ye baktı. “Yardıma ihtiyacın olduğu için geldin sanırım, arkadaki odaya geçebiliriz.” Tahir’in ardındaki odayı gösterirken önden yola koyuldu.

“Benim adım Nasaf, bu evin hem sahibiyim hem de hizmetkârı.” Nasaf’ın sözleri bitince odanın kapısını açtı ve ikiliye yol verdi.

“Arkadaşını şu köşeye yatırabilirsin.” Tahir kendisine gösterilen köşeye yürüdü. Tahmininde haklı çıkmış sayılırdı. Ev sahibi en az sahip olduğu ev kadar ilginçti. Tahir, Ali’yi köşedeki minderlerin üzerine yatırırken Nasaf onu izlemekle yetindi.

“Buranın neresi olduğunu biliyor musun?” Tahir minderlerden birine oturdu; oldukça yorulmuştu ve Nasaf’ın sorusunu cevaplayacak bilgiye sahip değildi.

“Yardıma en çok muhtaç olduğum sırada karşıma çıkan gizemli bir ev.” Nasaf Tahir’e anlamsızca baktı; merakı kaybolmuş gibiydi.

“Ruhlar,” diye devam etti Nasaf. “Ruhlar da diğer her şey gibi bir döndü içindedir. Bir insan hayatını kaybedince kimileri onu toprağa gömer, kimileri ise ölüyü yakar ama sonuçta insan, öldükten sonra döngünün devam etmesi için doğaya karışır.

“Bu durum ruhlarımız için de geçerlidir. Bedeni terk eden ruh yeryüzünde bilinçsizce dolaşır. Geçmiş hayata dair her şeyi unutmuş vaziyettedirler. Döngünün devamı için bilinçsiz ruhları toplayıp yeni hayatların başlamasına yardımcı olmamız gerekir. Kısacası biz kayıp ruhları yeni bedenlerine kavuştururuz. Işıklar ve kokular ruhları buraya toplamamıza yardımcı oluyor ama görünüşe bakılırsa ışık ve koku bu gece ruhtan başka misafirleri de buraya çekmiş. Kapıyı sana açan kardeşim, seni bir ruh sanmış olmalı yoksa sıradan insanlara kapımızı her daim kapalıdır. Açıkçası seni ilk gördüğümde bir ruh sanmıştım. Çevrene yaydığın enerji bir insanın yaydığından farklı ama bir ruhunkine eşdeğer değil, bunu hissedebiliyorum.”

Tahir son birkaç ayda o kadar çok şey yaşamıştı ki Nasaf’ın konuşması ilgisini çekmeyi başaramamıştı.

“Peki, bu anlattıklarının arkadaşıma bir yardımı olacak mı?”

“Her ruh kendine has bir renk taşır. Arkadaşının ruhu bulandırılmış. Henüz geçmişini unutmayan onlarca ruh, arkadaşının bedeninin içinde birbirleriyle savaşıyor. Arkadaşın kendine ait olan ruhu bulmaya çalışıyor fakat zihninde yaşanan keşmekeş onu ve beynini oldukça zorluyor. Yoldaşın güçlüyse hayatta kalır, değilse ne olacağını ben de kestiremiyorum. Buraya gelmeden önce arkadaşına ne olduğunu kestirmek güç ama önemli değil benim işim içerde şarkı söyleyen ruhlarla, sizle değil.” Nasaf karşısındaki adamın sessiz kaldığını görünce odayı terk etti. Ev sahibi odadan çıktıktan sonra Tahir birkaç günlük sakalını sıvazladı. Yorgunluk tıraşsız adamın gözlerinden okunuyordu. Uzun süren sessizliğin akabinde Tahir göz kapaklarının ağırlaştığını hissetti. Kapaklar ağırlaştı, ağırlaştı ve ağırlaştı…

* * *

Kapı çarptığında Tahir derin bir solukla uyandı. Ne kadar uyuduğunun farkında değildi. Tahir’in tam önünde bir tabak yemek ve iki tas içecek bırakılmıştı. Oda boştu, kapıyı çarpan Nasaf olmalı, diye düşündü Tahir. Odaya Nasaf’ın kendine has kokusu hâkimdi. Oturduğu yerden doğrulup gümüş taslardan birine uzandı. Tasların deve sütüyle dolu olduğunu anlaması pek uzun sürmedi. Tabağın içindeyse haşlanmış buğday, bir parça et ve tabağın yanına bırakılmış bir bakır kupa dolusu su vardı. Tahir hasta arkadaşına yaklaştı. İri adamı sırtından destekleyip bir tas sütü içmesine yardımcı oldu. Tahir tası dostunun ağzına dayadıkça Ali sütü bilinçsize içti.

Tahir ikinci tası da arkadaşına içirdikten sonra kendine verilen yemeği yemeye koyuldu. Birkaç dakika içinde tabağını bitirip eski yerine geri döndü. Oturduğu minderin yanına bırakılan kaftan Tahir’in gözüne çarptı. Karnını doyuran adam koyu mavi kaftanı, üstündeki kirli kıyafetlerle değiştirdikten sonra odadan dışarı çıktı. Müzik sesi kesilmiş, mistik koku yerini kuru çöl havasına bırakmıştı. Birkaç saat önce çalgıların çalındığı oda şimdi tamamen sessizdi ve cılız bir sarı ışık odanın kapısının altından dışarı sızıyordu.

Tahir koridoru geçip odaya yaklaştı. Kapının boğduğu sesleri anlamak için kulak kabarttı, birileri ağlıyor gibiydi. Tahir eski kapıya biraz daha yaklaştı ve kulağını kapıya dayadı. Evet, şimdi emindi. İçerde iki farklı kişinin ağladığını duyuyordu. Tahir kapının kirli sürgüsüne doğru yöneldi, sürgüyü çekti. Odanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Nasaf ve kardeşi başları öne düşmüş, hıçkırıklar içinde ağlıyordular. Tahir kapıyı kapatamadan, eşikte durdu. Nasaf kafasını yavaşça kaldırdı; gözleri kan çanağına dönmüşü. Hıçkırıkları bertaraf edip konuşmaya çalıştı.

“Sen ne yaptın, ne!” Tahir’in şaşkınlığı yüzüne vurmuştu. Ne yapmış olabilirdi ki.

“Ben yanlış bir şey mi yaptım? Odaya girmem sorunsa çıkabilirim.” Nasaf burnunu çekti hâlâ ağlamasını bastırabilmiş değildi.

“Hiçbir şeyden haberin yok değil mi? Yarattığın kaostan bihabersin.” Tahir’in vücudu gerildi, sebepsizce suçlanmak hoşuna gitmemişti.

“Kaos mu?”

Nasaf Tahir’in sorusuna cevap vermeden köşesine çekildi ve ağlamaya devam etti. Soruya cevap veren, Nasaf’ın kız kardeşi oldu. O da en az Nasaf kadar ağlamıştı.

“Kader ağacının yaprağı artık yazı tutmuyor, sen insanlığın sonunu getirdin.” Düşünceler Tahir’in kafasında savaşıyordu adeta. Bilmediği takdirde bu kadar büyük bir kaos çıkarabilir miydi? Pek sanmıyordu.

“Gerçekten hiçbir şeyden haberin yok.” Nasaf kendini toplamış gibi görünüyordu.

“Kader ağacı denilen bir şey var, bilinçsiz ruhlar yeni bedenlere kavuşmadan önce ruhlara ön görülen gelecek, bu ağacın yapraklarına yazılır. Artık o ağacın yaprakları yazıyı tutmuyor yani ruhları yeni bedenlere gönderilemiyor, gönderilseler bile onları bir gelecek beklemiyor.” Tahir şokla karışık kızgınlık hissediyordu.

“Peki, bunun benimle ne alakası var?” Nasaf kızarmış gözlerle doğrudan Tahir’e baktı. “Senin kader yaprağını okudum Tahir. Kader yaprağına yazılan şeyler insanın seçmeye eğilimi olduğu kararlardan ibarettir. Yalnızca yüksek iradeye sahip olanlar yaprakta yazılanı değiştirebilirler. Yazılanı değiştirmek hayatını şekillendirebilir ama her insan ölüm vakti geldiğinde ölmelidir. Sen yazılanı değiştirmekle kalmadın, ölümünü bertaraf ettin. Yazılanlara karşı çıkmasaydın o mağarada arkadaşınla beraber ölecektin ve ağaçtaki yaprağın kuruyup yok olacaktı; tıpkı senin olman gerektiği gibi ama sen o mağarada ne yaptıysan tüm yaşamları alt üst ettin.”

Tahir’in yaşadığı şok suçluluk hissine dönüştü. O sadece anı kurtarmak için kemiği kalbine gömmüştü.

“Ruhların bir geleceği olmazsa o zaman bebekler ölü doğacak demektir Tahir. Denge bozuldu, artık yeni yapraklar tomurcuklanmayacak. Var olan yapraklar bir, bir kuruyacak ta ki yeryüzündeki son insan ölene kadar. Dünyanın sonu geldi, artık insanlığın nesli sonbahara girdi. Belki de kıyameti kopardın, ne dersin.” Nasaf sözlerini bitirdiğinde yüzünde acı bir gülümseme vardı.

“Ne yapacağız peki, durumu düzeltmenin bir yolu yok mu?” Tahir’in sorusu ağlayan adamın ilgisini çekmemişti. Nasaf öne eğdiği başını kaldırmadan öylece durdu; sözleri kısa sürdü.

“Dünyadaki görevimiz bitti. Arkadaşını burada bırak, uzun yola dayanamayacak kadar kötü durumda. İri dostuna son ana kadar bakarım ve sen de git Tahir. Başka bir felakete daha neden olmadan git veya açtığın felaketi düzeltmenin bir yolunu bul; imkânsızı ara.”

Tahir yüzünü koridora döndü ve son bir kez arkasına baktı. Nasaf perişan halinden bir şey kaybetmemişti. Açık kapıdan koridora çıktı ve dış kapıya yöneldi. Tahir ilk defa bilinmezliğin ve çaresizliğin gerçekliğini bu kadar derinden hissetmişti. Dünyanın sonu diye düşündü evin dış kapısını açarken.

Gün doğmaya başlamıştı ve hava Tahir’in üşümesine neden olacak kadar soğuktu. ”Dünyanın sonunun hiç böyle olacağını düşünmemiştim.” Kelimeler Tahir’in ağzından döküldüğü an bir garip olmuştu. İlk defa “dünyanın sonunu” bu kadar somut bir şekilde söylemişti ve ilk defa insanlığı korumak adına onca çabasının bir hiç olduğunu düşünmüştü…

– SON –

Sefa Tursun

Karanlık Günler 4 – Bozulan Denge” için 2 Yorum Var

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *