Görünmez -ve zorunlu- ortağıyla, dev cüsseli bir adam kaldırımdaki insanları yararak geçti gitti. Durmadan kendi kendine sinirle bir şeyler saydığı için yanından geçtiği insanlar omuzlarının üzerinden geriye bakıp, adamın deli olup olmadığını görmek için izlemekten kendini alamadı.
Paltosunun yakalarını kaldırıp boynunu içeri çekmişti, kabuğuna çekilmiş dev bir kaplumbağa giydi. Kafasının üstü ve yere bakan gözleri dışında burnunun az bir kısmı görünüyordu. Elleri ceplerinde, kendi kendine sayıp sövüyor gibi mırmır konuşarak yürüyordu.
“Yok, ben durumu anladım! Sen benim bir hayalimsin. Son çatışmada kafama giren mermiden olmalı bu. Şizofren midir ne boksa ondan oldum!”
Yanındaki dehşet, umursamadan cevapladı:
“Son 3 aydır her gün, en az bir kere bunu tekrarlıyorsun. Sıkıcısın, sıkıcısın!” dedi esneyerek. O esnerken dev boynuzları sırtına temas etti.
“Bu korku filminden fırlama hayat, son 6 ayda ömrümün yarısını yedi!”
“Emin ol, bu bir korku filminden daha eğlenceli,”dedi hırıltılı bir gülüş.
***
6 ay önce, bir mafya babasının yanına cehennemden çıkan bir zebani gelmişti. Onun gibi tüm ülkeye nam salmış, polisleri de parmağında oynatan güç sahibi bir adamın küçük bir kız gibi bayılması da o an olmuştu. Eh tabii, tiz çığlığını da unutmamak gerek. Kimse nedenini veya nasıl olduğunu anlayamasa da, büyük patronda bir gariplik başladı ki görenler hayrete düştü.
Kim olsa aynı durumda olurdu. Kimse her gün ölmeden cehennem varlığıyla yüz yüze gelmezdi, ama onun kaderi buydu veya gelen ziyaretçi onu seçmişti. Hiçbir yaşayan insanın iradesinin kaldırmayacağı bu ağır yük, artık kitleleri adıyla bile korkutan, ancak şimdi kendi ıslak bir kedi gibi tir tir titreyen adama kalmıştı.
Konu ise basitti, cehennemin genç prensi güçleri kötülük amacıyla kullanılmak için yüzeye kaçırılmıştı(sanki kendisi iyilik meleğiymiş gibi, peh!). Dahası, çocuk her neredeyse kim olduğunu unutacak kadar uzun süredir buralardaydı. Bu olay olalı bu kadar uzun zaman geçmişti ve onu bulmaya gelen görevli zebanimiz bu kadar zaman boyunca yerin altında beklemişti.
“Madem bu velet bu kadar zamandır kayıp, sen neden bunca zaman bekledin!” demişti yeni tanıştıkları zaman mafya babası.
“Sen aşağıda her şey kolay mı sanıyorsun! Bu dünya üzerinde ölmeden zebani gören ilk canlı sensin be adam! Ayrıca yüzeye çıkmak için ne işlemlerden geçmek lazım haberin var mı? Bizde bir ahret memuruyuz burada. Oradan o izni al, şuradan şu görevi al… O-hooo! Sen durumun farkında değilsin ama ben cehennemden geldim. Başımıza gelen her yönetici durumu daha da zorlaştırıyor, adamlar kötü anlıyor musun? Yardım edecek değiller ya! Benim için birkaç gün, insan hayatı için yüzlere yıl geçti.”
“Yönetici mi?”
“E öyle tabii. Bu adamlar kötü! İşleri kolaylaştırmaları komik olmaz mıydı?”
İşte böyle bir tartışma anının sonunda mafya babası daha fazla dayanamayıp yere kapaklanmıştı. Kendisi hazmedemese de, o da sıradan bir ölümlüydü ve bunu kaldıracak iradeye sahip değildi. Belirli süreler boyunca konuşabilmesi ve sonunda şuursuzca günler geçirmesi canına tak ettiği bir zamanda, bu durumun zebaninin de canına tak ettiğini görmüştü. Kendine göre yöntemler geliştirdi. En büyük hatası yüzüne bakmaktı ve bu istemsiz bir refleksti. Geçen 6 ayda bunu yapmamaya kendini alıştırmıştı. Zaten zebaninin boyu 3 metre olduğu için durumu çabuk kurtarmıştı.
Cehennemden gelen ziyaretçinin, ya da görevli desek daha doğru olur, sivri kulaklarının üzerinden çıkan iki boynuzu vardı. Beline doğru bükülerek aşağı inen bu boynuzlar, beline değmenden içeri doğru kıvrılıyordu. Boyunun 3 metre olduğu düşünülürse, boynuzları da hayli iddialıydı hani. Koyu karanlıktan başka hiçbir rengin ve gözbebeğinin olmadığı çekik gözleri vardı. Diz ve dirseklerinden, sanki dev birer diken gibi bazı kemikler çıkmıştı. Elinin tersinde kalmak tabiri o düşünülünce hayli tehlikeli kalıyordu. Bir keresinde az daha, yanlışlıkla, dirseğindeki sivri dikenimsi kemikle ortağının gözünü oyuyordu. Burnu ve dudakları olmayan, yine de bakılmaya dayanılamayan yüzüyle bu dünyaya ait olmadığı her halinden belliydi. Hiçbir plastik makyaj ne yüzünü ne de vücudunu taklit edemezdi (mafya babası uzun bir süredir bunun ona yapılan bir saldırı, onu delirtip gücünü elinden alma planı olduğunu düşünmüştü de).
Son zamanlarda büyük patron hiç bayılmaz olmuştu. Zebani bu durumdan hayli sıkıldığı için onun bayılacağını hissettiği an iradesini kavrayıp bayılmasını engelliyordu. Tabii bu çok acılı ve mide bulandırıcı bir histi.
Artık arkasında sel gibi akan siyah takım elbiseli adamları, altında siyah Mercedes’i olmasa da o yine yanında sağlam bir korumayla hareket ediyordu. Belki de hepsine bedeldi.
“Geldiğinden beri deli damgası yemekten bıktım usandı. Hani yine insan gibi olsan, ama bak sakın o…!” Çok geçti, adam daha kast ettiğini anlatamadan yanında satanist bir genç duruyordu.
“İşte bunu bana yapma, yapma! Neden sürekli bu abidik gubidik şeylere dönüşüyorsun! Benim de bir itibarım var” sesi öfkeden titriyordu. Eli istemeden belindeki silaha gittiyse de yanındakinin hiç de onun gibi ölümlü olmadığını hatırlayıp yumruk yapmakla yetindi. Yere tükürdü sinirle ve adımlarını hızlandırdı. Bu durum ise ortağını eğlendirmekten daha öteye gidememiş bir serzeniş olarak kaldı.
“Bilmem, kendime daha uygun bir şey bulamıyorum,” dedi, dev omuzlarını silken zebani.
Adamın anlatmak istediği de buydu aslında, insana dönüş ama yine şu satanist gençlerden birine değil. Ne yazık ki zorunlu ortağı her zamanki gibi lafının sonunu dinlememişti.
“Sonuçta dönüşeceğim şeyi ben seçerim, sen sadece konuşursun. Sözlerin havada kalır çoğunlukla. Ben senin o pahalı elbiseler altındaki dandik adamlarına benzemem.”
Adam sustu. Onun öfkesini üzerine çekmek gibi aptallıklar yapmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Her ne kadar kabul etmek zoruna gitse de artık büyük patron oydu. Kendisi ise, yıllardır olmadığı bir konumda, patronun işlerini yapan sıradan bir adamdı.
Yanında siyahlar içinde, yüzü bembeyaz, dudakları kıpkırmızı, siyah saçları dik dik bir gençle sokakta yürümeye devam eden adamın durumu içler acısıydı. Artık herkes kaçamak bakışlar yerine basbayağı dönüp hayretle ve korkuyla onlara bakıyordu. Birkaç tanesi yanındaki insan taklidine birkaç söz savurduysa da zebani sadece pis pis güldü.
Adam tam yeni bir şikâyet için ağzını açmıştı ki satanist görünümlü ortağının yanında olmadığını gördü. Korkuyla etrafına bakındı, nereye gitmişti. Az sonra arkasından ona seslenen bir ses duydu. Dönüp baktığında onu bir duvarın önünde heyecanla ona işaret ederken gördü. Aceleyle yanına gitti, en sonunda bir ipucu bulmuş olmalıydılar. Çünkü ortağı bu olay dışında hiçbir şeyle fazla ilgilenmezdi.
Yanına vardığında işaret ettiği ilana baktı. Her sene düzenlenen sonbahar karnavalından başka bir şey değildi bu.
“Karnaval mı? Hayır, hayır! Bunun arkasında zombi jonklörler ve sivri dişli palyaçolar olduğunu söyleme bana! Pamuk şekerden fırlayan uzaylı böcekler ve daha adını bile bilmediğim içine sıçtığımın bin bir türlü belasıyla mı yüzleşeceğiz! Artık adamları, ya da her ne iseler, bulduğuna göre benle işin bitti. Elveda cehennem azabı, merhaba özgür dünya!” Bunu dedikten sonra arkasına bile bakmadan, hızlı adımlarla uzaklaştı.
Ancak daha az bir zaman olmuştu ki sert bir engele çarptı.
“Bu işte hala benimlesiiiin!” diye haykıran karaltılı gözleri gördü- anlaşılan zebani onunla göz göze gelebilmek için epey eğilmişti- ve ardından bayıldı.
Gözlerini açtığında evindeydi. Yatağında yatıyordu. Ona, mecbur olduğu şeyi hatırlatmak için başucuna az önce görüp arkasını döndüğü karnaval ilanı asılmıştı. Bunu kimin yaptığını sormaya bile gerek yoktu. İçeride televizyon açıktı. Gecenin geç bir saatiydi. İçerideki kahkahalara bakılırsa zorunlu ortağı yine bir korku filmi bulmuş kendini eğlendiriyordu.
“Eğer uyandıysan hadi içeri gel!” diye seslendi ona. Adam üzerindeki yoğun baskıyla (her bayıldığındaki o iğrenç huzursuzlukla) içeri gitti. Koridordan geçerken kendisini boğacak gibi olan gömleğini düğmelerini sökerek çıkartıp attı ve salona geçti. Tam salona girmişti ki zebaninden ilk defa garip bir nida yükseldi.
“Uuuu! Bu çok iğrenç! Defol buradan defol!”
Olduğu yerde kalakalmıştı. Neye veya kime dediğini bilmiyordu fakat kastedilenin kendi olma durumu daha yüksekti.
“Ne…?” diyebildi hiçbir şey anlamayarak.
“O göğsündeki iğrenç şeylerin adı neydi? Hani şu siyah ve kıvır kıvır olanlar!”
“Kıl mı?”
“Her ne zıkkımsa defol git gözümün önümden, midemi bulandırıyorsun!”
Adam hiçbir şey anlamayarak odaya koştu. Biraz düşününce durumu kavramıştı. Şimdi zebani duymasın diye yatağının üzerinde sessiz bir gülme krizine girmişti. Ne kadar da ironikti.
Hala daha gücü olduğunu bilmek gururunu okşamış, güçlü omuzlarını dikleştirmişti. Başucunda duran ilanı aldı eline ve üzerine temiz bir gömlek giyerek (ama düğmelerini kapamadı) içeri geri gitti.
İlanı zebaninin yanına koydu.
“Burada neler dönüyor ve şu veledi kaçıranlar kim?” dedi. Madem bu işte kaçamayacaktı, o da her zamanki yaptığı şeyi yapıp, kaçanları arayacaktı. Pek çok kişi ondan kaçardı, borçlular, hainler, korkaklar… Bu defaki iş doğaüstü olsa da bunun altından kalkabileceğine inanıyordu.
Zebani iğrenerek onu baştan aşağı süzdü.
“Şu lanet düğmeleri ilikle be adam!”
“Sen benim istediklerimi yapıyor musun?”
“Öldüğünde yine benimle yüzleşeceğini ne çabuk unuttun?”
“Bunu öldüğümde düşünürüm.” Çok ciddiydi. Yeni yaktığı sigarasının dumanı odayı kaplarken iki ortağın ve düşmanın enerjisi havada çakıştı ve geriye döndü.
“Koltuğa, yanıma otur da anlatayım,” dedi hırıltılı ses.
Adam koltuğa baktı. Üzerinde 3 metrelik bir dev oturduğu için -ona oturmak denirse- bütün ayakları kırılmış ve yayları fırlamıştı. Ayrıca tıpkı bir tahterevalli gibi zebaninin oturduğu kısım yerde, koltuğun diğer ucu havada duruyordu. İçinden yine bir ton küfür sayan büyük patron, seri bir hareketle resmen koltuğa tırmandı ve oturdu.
İkisi de pür dikkat ve ciddiyet içindeyken, koca bir adamla korkunç bir yaratığın bir çocuk parkında gibi oturması akıllara zarar bir durumdu.
“Prensimizi kaçıranlar cin.”
Mafya babasının uzun süre sessizleşmesi zebaninin aklına yeniden bayılacağı getirdi. Tam yüzünü ekşitmişti ki adam konuştu.
“Şeytan çıkarma ayini de yapacak mısınız?”
Adam bariz bir biçimde dalga geçiyordu. Bu durum zebaninin canını sıkmıştı.
“Planımı duyunca bu kadar hevesli olamayacaksın ama,” dedi koltukta bir ileri bir geri sallanmaya başlayarak. Tıpkı sallanan sandalyede olduğu gibi davranıyordu, tek farkla, bu bir koltuktu. Adamda istemsizce onunla birlikte bir ileri bir geri giderken soran gözlerle ona baktı.
“Karnavalları en çok kim sever?”
“Herkes sever. Beni mi yollayacaksın oraya?”
“Sen zaten gideceksin, çocuk tek gidemez.”
“Çocuk kim!” durumu anlamıştı ama bir ümitle sordu.
“Şu oğlun,” dedi.
Adam hiç düşünmeden tabancayı zebaninin kafasına dayadı. Gözlerinden hırs, derin nefes alışverişlerinde nefret vardı. Zebaninin bir bakışıyla tabanca eridi. Adam elini yakan erimiş yığın bir köşeye attı.
“Böyle güçlerim olsa ben de senin mahvederdim!”
O anda silah yeniden elindeydi. Hiç erimemiş ve köşeye fırlatılmamış bir halde.
“Buyur büyük patron, durma çek tetiği. Madem adalet istiyorsun.” Zebani oldukça eğleniyordu. Sessiz ve hırıltılı kahkahalar yükseldi boğazından.
Adam düşünmeden tetiği çekti. Sonucu biliyordu ama en azından hırsını almıştı. Ortağının kafasında iğne deliği kadar bile delik açılmamıştı. Tabancadan tüten duman dışında değişen bir şey yoktu.
“Cin min! Olay beni aşar artık! Git kendine bir din adamı bul, bunlar onların işi!”
“Tamam, o zaman şu televizyonda çıkan adamı getir yanında. Adı neydi? Dur bak hatırlayacağım. Hımm… Buldum Papaya!”
“Papaya değil, Papa!” adam çıldırma noktasındaydı ve koltuğun kenarını yumrukluyordu.
“Adı her ne ise, çağır onu madem öyle. Al sana yardım.” Umursamadığı her halinden belliydi. Ve her ikisi de biliyordu ki görev zebani ile bu adamdan başkasına verilemezdi.
“Oğlumdan ‘ne’ istiyorsun?”
“Sadece onu karnavala götürmeni. Senin tek başına gitmen her şeyi ele verir. Çocukla gez etrafta, gerisini bana bırak.”
“Ne zaman böyle desen olayın göbeğine ben düşüyorum ama! Sana başka çocuklar bulurum, kendi adamlarımı feda ederim ama benden bunu isteme!”
“Artık çok geç,” dedi ve bakışlarını kapıya kaldırdı. Bunu hisseden adamda kapıya baktı ki, kapı çalındı.
“Bak bakalım kim gelmiş.”dedi pis bir sırıtışla.
Adam aceleyle kapıya gidip baktığında, eski karısı ve yanındaki oğlunu gördü. Zebani çıkan tartışmayı zevkle izledi. Ellerini birbirine kenetlemiş halde, yüzünde mutlu -ve memnun- bir gülümsemeyle seyre daldı.
“Gidin buradan be gidin! Al çocuğu da git istemiyorum dedim ya!”
“O senin de oğlun! Benim acilen şehir dışına gitmem gerek onu götüremem!” tarzında bağrışlar eşliğinde geçen yoğun tartışmanın galibi kadın olmuştu. Adam yüzlerine kapıyı kapatmayı bile denemişti ama kapının malum güçler tarafından tutulması nedeniyle ne yaptıysa işe yaramadı.
İçeri giren çocuk her haliyle hayli ürkekti. Babası o doğduğundan beri ne kadar korkak bir erkek olduğuyla ilgili aşağılayıp dururdu.
“Baba?”
“Odana git!”
Çocuk ağlayarak odasına koştu.
“Cinler nerden çıktı açıkla bana! Bunlar da senin geldiğin yerden mi fırladı yoksa!”
“Onlar da senle birlikte cehenneme gelecek, sen üzülme,” dedi yalandan teselli eder bir biçimde dev elini adamın geniş omuzlarına koyarken.
“Yalan söylüyorsun!”
“Hayır. Bu yaptıkları hepsinin kökünü bile kurutabilir. Kendi güçleri için öbür tarafın varlığını kaçırmak, bir de onu ellerinden kaçırdılar ve çocuk yüzyıllarca serbest bir biçimde dünyada gezdi durdu. Hiç kurtuluşları yok. Bu senin olduğu kadar onların da belası. Üzülme ki sen onları göremeyeceksin. Bilirsin insanlar böyle şeyleri görmezler.
“İnsanlar ‘seni’ de görmezler.”
Bu lafın üzerine hırıltılı bir kahkaha odayı doldurdu.
“Güzel bir yaklaşım,” dedi göz kırparak.
“Madem çocuk ellerinden kaçtı neden oraya gidiyoruz?”
“Karnavalları çocuklar sever dedik değil mi? Ve o hala bir çocuk, hem de kim olduğunu unutmuş bir çocuk. Oraya gelecek. Boşuna oraya konuşlanmadılar. Korkma, dediğin gibi uzaylı pamuk şekerler ve sivri dişli palyaçolar olmayacak. Ama oğluna tam bu noktada ihtiyacımız var. Benim varlığımı hissettiğinde oğluna doğru gelecek. Bir çocuk yabancı bir adamla mı yoksa kendi yaşlarında ki bir başka çocukla mı konuşmak ister?”
***
Karnavalın dört bir yanını belinde silahla gezen adamlar çevirmişti. Sıradan insanlar gibi gezseler de bunun büyük bir iş olduğunu biliyorlardı. Ne de olsa emir büyük yerdendi. Büyük patron bu gece her yere kendi adamlarını yerleştirmiş ve oğlundan gözlerini ayırmamalarını tembih etmişti.
Onlar nasıl patrona itaat ediyorlarsa büyük patronda zebaniye itaat ediyordu. Oğlunu denek yerine koymak istemese de başka seçeneği yoktu. Kendini sürekli zebaninin onu koruyacağı yönünde telkin ediyordu.
“Baba ben korkuyorum, burada yanlış olan bir şeyler var…”
“Bok var! Her şeyden korkuyorsun! Erkek ol biraz!”
Oğlunun huzursuzluğu onu daha da huzursuz ediyordu. Durmadan eli belindeki silaha, gözleri adamlarına gidiyordu. Çocuğun hemen arkasında ilerleyen zorunlu ortağına hiç bakmıyordu. Sanki ona küsmüştü.
Siyah ceketi omuzlarındaydı. Kollarını geçirmemiş olduğu için bir mahalle kabadayısını andırıyordu. Elinden sıkıca tuttuğu oğluyla sinirli adımlarla karnavalı geziyordu.
“Benim gitmem lazım.” Bu sözler zebaniden gelmişti.
“Beni yüz üstü bırakacağını biliyordum! Sen var ya…”
“Lafına dikkat et! Olayı yakına gelmeden çözmeye çalışacağım. Çocuğu bulmak için yani, ben yokken sakın kimseyle konuşma! Bu fırsatı değerlendireceklerdir.”
“Aman ne düşüncelisin! Burada gördüğün her adamın ciğerini okurum ben!”
“Karşındakiler de adamdı zaten, değil mi?” dedi ve aşağılayan bir bakış attıktan sonra gitti.
Aradan kısa bir zaman geçmişti ki, çocuğu daha fazla korkutmamak için elini bıraktığı sırada, az ileride bir pamuk şeker arabasının önünde kendi yaşlarında bir kızla konuşurken gördü. Durumdan memnundu. En azından korkaklığı dışında kızları tavlayacak kadar onun oğluydu belki de.
“Geldim,” dedi hırıltılı ses. Arkasına bakmak için geri döndü adam.
“Gel bakalım. Sen yokken hiçbir şey olmadı.”
“Çocuk nerde?”
“Bak şu pamuk şeker… Az önce buradaydı!”
“Sana ne dedim ben salak herif! Her şeyi mahvettin!”
“Sana bakmak için dönene kadar ordaydılar!”
“Ne? Yanında kim vardı?”
“Kim olacak küçük bir kız!”
“Sakın bu kızın siyah, düz saçlı ve beyaz elbiseli olduğunu söyleme!”
“Onu tanıyor musun?”
“Senin yatacak yerin yok be adam! Sen hiç mi korku filmi izlemezsin! Öyle bir kıza nasıl güvenirsin! Tipine bakıp yorumluyordun hani!”
“Oğlumu bana geri getir. Allah kahretsin! Nasıl kurtaracağız onu şimdi!”
“Kendi kurtulacak.” Ve ardından zebani kayboldu. Adamı çıldırmış hali ve her adamına oğlunu bulması için emir veren bağırışıyla yalnız bıraktı.
Çocuk gitmişti gitmesine ama yalnız değildi. Yanındaki, zebaninin deyimiyle, tipik korku filmindeki küçük kızın aslında insan olmadığını anlamıştı. Bir anda çöken karanlığı ve etrafında fır dönen binlerce kötü amacı da sezmişti. Hüngür hüngür ağlamasına rağmen onunla alay eden seslere de büyük bir öfke birikiyordu içinde. Korkuyordu ve ona uzanan ellerin vereceği zararı biliyordu. Yine de neden onlardan daha üstün olduğunu düşünüyordu? Ağladı, durmadan saatlerce ağladı. Babasına seslendi, yardım için haykırdı. O küçük bir çocuktu, küçük… Karşı koyacak hiç gücü de yoktu üstelik.
“Güçlerin artık bizimleee!” dedi tıslayan bir ses ve o an içinde patlayan öfke bedenine yansıdı.
Karnaval halkı görmese de, uzakta bir yerden, 5 metre uzunluğunda bir dehşet yükseliverdi. Onu sadece mafya babasının ölümlü gözleri gördü. Tam ona doğru, oğlunu bulma umuduyla koşacaktı ki, hem onu tutan hem de dostça omzuna vuran bir el hissetti omzunda.
“Oğluna merhaba de ortak!” dedi hoşnut bir gülümsemeyle.
“Ne oğlu be ne oğlu! Onu öldürdünüz değil mi! Bunu yanınıza bırakmayacağım!”
“Saçmalama,” dedi hırıltılı kahkahasıyla.” Oğlun tam karşında duruyor. Hani şu sinirden deliye dönmüş ve ayağının altındakileri ezen var ya. Ah ama neleri ezdiğini göremiyorsun. Halbuki çok eğlenceliydi.”
Adam olduğu yere çökmüştü. Pes etmişti. Yanındaki zorunlu ortağından 2 metre kadar daha uzun ama daha korkunç olan şeklin tepinişini, sadece iki delikten oluşan burnundan baca gibi tüten nefesinin havaya karışmasını izledi.
“Bu şey nasıl benim oğlum olabilir?”
“Kendini sıradan bir çocuk sandığı için çocuk olmaktan başka bir şey bildiği yoktu. Bu yüzden yüzyıllarca tekrar tekrar doğdu. Ah, selam size yüce efendi!” Bu esnada adamın oğlu olduğu söylenen prens onlara doğru bakmıştı. Yanındaki ortağı gösterişli bir biçimde eğilerek onu selamlamış, bu esnada yine az daha kolundan fırlayan dikenimsi kemikle adamı oyuyordu ve saygılarını sunmuştu.
“Yürü, eve dönüyoruz!”dedi cehennemin genç prensi. Babasının yüzüne bakmamıştı bile. Dev gibi pazıları, aynı zebanininki gibi gözleri, kırmızı teni ve her daim yumruk şeklinde duran elleriyle zebaninin biraz daha değişiğiydi aslında.
Ağzından çıkan ilk ve son sözler bu oldu. İkisi de dünya üzerinde fazla kaldıklarının farkındaydılar ve daha fazla kalmak başlarını belaya sokacaktı.
Zebani efendisine itaat etti onu takip etti. Tabii, prensin öfkeyle ezdiği yığına bir “cehennemde görüşürüüüz” selamı çaktıktan sonra.
Mafya babası çöktüğü yerden olan bitene şuursuzca bakıyordu ki uzaktan ona seslenen birini duydu.
“Kıçını kaldırıp biraz iyilik yap! Seni ve o iğrenç kıllarını cehennemde görmek istemiyorum!”
Bu sözlerin kimden geldiğini anlayamadı adam. Zira artık iradesi zebani tarafından bırakıldığı için, sözlerin söylendiği anda bayılmakla meşguldü.
- Şehir Dağları Aşındırır - 15 Haziran 2016
- Bay Kuş - 15 Temmuz 2015
- İsyan - 15 Temmuz 2011
- El - 13 Eylül 2010
- Dört Mevsimin Hanımları - 9 Nisan 2010
Çok keyifli bir öyküydü. Kalemine sağlık ablacığım. Görmeyeli kalemin bayağı kuvvetlenmiş, buna çok sevindim. 🙂
Öyküye dönersek, giriş kısmında biraz daha detay verilse çok hoş olurdu. “Kim, kiminkini, nasıl, neden kaçırmış” biraz karışık geldi açıkçası bana.
Onun dışında mafya babası ve zebani arasında hafif Death Note kokulu olaylar yaşandı sanki. Bunu olumsuz bir şey olarak düşünme ama, ben en çok o kısımları beğendim.
Sonunda olayların açığa çıkışı da, olayların başlangıcı gibi birazcık karışık gibiydi. Ya da belki ben yorgun kafayla bu kadar tam olarak anlayamadım, bilemiyorum. 😛 Yine de eğlenceli ve güzel vakit geçirten bir öykü sunmuşsun bizlere. Tekrar teşekkürler.
Yeni ayda görüşmek üzere. 🙂
Evet yahu, bir Death Note benzerliği var. Yollamadan önce bir arkadaşıma okutmuştum o da senin verdiğin tepiyi verince fark ettim bende :D. Ama benimki cehennemden gelen zebani ve adamın işi gücü var :D. Eğlence aramıyor.
Baştaki belirsizlikler konusunda haklı olabilirsin. Ama tema karnaval olunca tamamen eğlence için yazdım ve okuyucuyu daha çok eğlenceye yönelsin diye detaylardan mahrum bıraktım :).
Olayların açığa çıkışı daha derinden olsaydı (şu an 10 sayfa olan bu yazı) daha da uzayacaktı :D. Pat diye bitirdim belki doğrudur :P.
Güzel yorumun ve beğenilerin için çok teşekkür ederim ^^.
darly nin yorumunu okuyunca fikirlerimi söylemek için cesaret geldi :P. çünkü hakikaten önceki yazılarla karşılaştırınca bariz olarak ortaya çıkan bir yetenek-yaratıcı yazarlık farkı var ortada.
espriler yerine oturuyor ve karakterler ayağını yere hayli sağlam basıyo artık. bunu söylemekten çok mutluyum araya sıkıştırayım :).
bütün bunlar bir yana kurguya eklenen heyecan öğeleri bi Kule hikayesindeki gibi havada kalmamış. gelişme bariz.
böyle beğenilerim var fakat cümle düşükleri ve anlatım bozuklukları var maalesef. bu konuda bi gerileme sezdim aman! mesela dört mevsimin hanımlarında daha iyiydin bu açıdan.
bunun dışında harika bi öykü tebrik ediyorum. tekrar okurların ağzını açık bırakman dileğiyle 😉
Ben beğendim valla. Okurken oldukça eğlendim. Özellikle “Şeytanın Melekleri” gibi karamsar bir öyküden sonra oldukça iyi geldi.
Fikir çok güzel, konu çok güzel, betimlemeler de çok güzel. Ama anlatımda bir zayıflık var. Sanki aceleye gelmiş gibi…
Sonundaki espiri oldukça iyiydi ayrıca 🙂 Kahkahayı patlattım orada 😉 Ellerine sağlık
İlk senin hikayeni okumak kısmet oldu bana. Baştan söylemem gerekli ki death note benzerliğini ancak yorumları okuduktan sonra göz önünde bulundurdum ama o ana dek aklıma gelmedi bile. Tarzı sende daha önce hiç görmediğim bir eğlencelilik payına sahip, ancak bir şeyleri feda etmişsin bu keyif için; tam olarak adlandıramasam dahi mit’in de değindiği gibi anlatımda zayıflık (bence atlamalar) var. Kendi gözünde canlananın okuyucuda da aynı şekilde canlandığını umarak yazmışsın adeta. Espriler güzeldi elbette.
Okurken keyif aldığım bir öykü oldu. İyi ki başta konuştuğumuzu uygulayıp yazmışsın. Acayip eğlenceliydi.
Mafya babasının karakteristik kurgusu olağanüstü olmuş! Her karakteri birbirinden ayırabilecek bir güzellikle yazmışsın. Olayı karnaval temasına da çok güzel bağlamışsın.
Her açıdan beğenerek ve eğlenerek okuduğum bir öykü oldu. Ellerine sağlık.
Death Note diyeni dövüyolarmış 😛
Herkesin söylediğinin aksine diğer yazılarından daha iyi olduğunu düşünmüyorum. Ama eğlenceli ve sürükleyici olmuş tabi, hikaye de epey güzel, sanki başka bir hikayeyi sen yazmışsın gibi sağlam. Tebrikler 🙂
Açıkca söyliyim ben sonuna kadar okuyamadım akıcılık azdı bence ama okuduğum bölümünde okumadığımdan farklı olduğunu sanmıyorum
diğer öykülerden iyiydi o şüpesiz ama Death Note dan biraz bişeylerde sezmedim deil genede betimlemeler güzeldi
Kalemine ve o kalemi tutan ellerine sağlık!!!