Öykü

Kırmızı Burun

Bir sabah saçlarımı, okşayıp da rüzgâr

İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz

Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden

Yeni bir yüz gösterecek, üzülerek biraz…

Şehrin sisten görünmediği bir gün daha başlamıştı. Aslında bu kasveti seviyordu, hiçbir zaman cıvıl cıvıl bir ruha sahip olamamıştı. Ona göre ruhu doğarken ölmüştü. Buna sebep olan ise ailesiydi. Kimse ona sormamıştı dünya denen bu zoraki hapishaneye gelmek isteyip istemediğini.

Öylesine gelmişti dünyaya ama, öylesine çekip gidemiyordu. Kendi kendine bir karar almıştı, onun gibi olanların bu dünyadan gitmelerine yardım edecekti. Hangi maskeyi takarsa taksınlar tanırdı gözlerinden onun gibi acı çekenleri. Dünyadan onları yolcu ederken de böyle gitmelerini istemezdi.

Güneş batarken çıkardı evden, ara sokakları. İzbe yerleri sabaha kadar dolaşırdı. ‘Acı çeken insan avı ‘derdi kendince buna da.

Tam umudunu kesmiş dönerken, biri dikkatini çekti mum ışığını yakmış kitap okuyordu. Anlam veremedi, diğerleri gibi değildi. Yanına yaklaştı o gözlerinde ki acıyı görmeliydi.

Adam kafasını kaldırdı, birinin yaklaştığını duyduğu için. Adamla yüz yüze gelince daha çok şaşırdı, gözleri bembeyazdı. Adam göremiyordu, elleriyle okuyordu kitabı. Ona rağmen yüzünde acı yerine gülümseme vardı. O bembeyaz gözleri parlıyordu.

– Kimsiniz ses verir misiniz?

Afalladı, daha çok korktu aslında gördüğü ışık karanlığını zedeleyebilirdi. Kaçtı oradan konuşmadan, aslında kaçtığı kendinden başkası değildi. Arkasına sığındığı bahanelerini kimse ondan alamazdı umutlu insan görmek istemiyordu, bu yola bunun için çıkmamıştı. Burası bir hapishaneydi ve o tüm mahkumlara özgürlüğünü verecekti.

Bu düşüncelerle eve varmıştı bile, sabah oluyordu ışıklarla dolu bir dünya görmek istemiyordu.

Gece çökmeye başlamıştı şehre, evden çıkması gerekiyordu ruhunda bir ağırlık hissediyordu, eli boş dönmüştü eve bu sefer şehrin en karanlık sokağına doğru yürümeye başladı. Etraf çok sessizdi, göremiyordu kimseyi de.

Sokağın en ucunda biri dikkatini çekti. Kafası sabit bir şekilde hareketsizce, uzaklara dalmıştı. Yanına yaklaşarak kısık bir sesle

– Merhaba ben John iyimisiniz?

Adam hiç tepki vermemişti.

– Benimle konuşmanıza gerek yok, ben anlıyorum sizi. Bu taşıdığınız ağır yükten kurtulmanıza yardımcı olacağım. Doğduğunuzda ayağınıza vurulan bu prangayı çıkartabiliriz. Bu hapishaneye gelmeyi siz seçmediniz, ama gitmeyi siz seçebilirsiniz.

John adamın karşısına geçip gözlerinin içine bakmaya çalışıyordu. Evet acı oradaydı görebiliyordu.

– Özgürlük yanımda. Ne dersiniz?

Adamın gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Evet anlamında gözlerini kapatıp açtı. John’a bu yetmişti.

Cebinden adına özgürlük dediği zehri çıkardı. Ve onun deyimiyle adamı prangalarından kurtarmıştı. Adamı banka uzandırıp, elleriyle göz yaşlarını sildi. Böylelikle acısını da silmişti. Son bir işi kalmıştı.

Çantasından diğer özgürlük malzemelerini çıkardı. Adamın yüzünü boyamaya başladı. Palyaço makyajı yapıyordu. Ona göre ‘palyaço’ gizlenendi. Onların yüzünde ki acıyı da bir tek o makyaj gizlerdi. En sonda burnuna kırmızı topu takarak bitirdi işini.

Hızlıca uzaklaştı oradan, sabah olmaya başlıyordu. Eve girmesi gerekiyordu.

Ertesi gün haberler de aynı şey yazıyordu kırmızı burunlu katil kim?

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *