Öykü

Kızıl Ayın Efsaneleri

Genç adam, ne kadar uğraşsa da titremesine engel olamıyordu. Rüzgâr cübbesinden bir açıklık bulup tenini adeta bıçak gibi kesiyordu. Kıtanın bu kadar kuzeyine ve iç kısımlarına ilk kez geliyordu. Okuldakiler onun şu anki halini görse, ona acırdı. Onunla çokça dalga geçmiş ve hatta bazen ona deli gözüyle bakmışlardı. Ama bütün bunlar genç akademisyenin umurunda değildi. Evet, belki aptalca bir düş onu Haatmurg’a getirmişti. Soğuk havanın haricinde trol diyarında bir insanın seyahat etmesi korkudan da titretecek bir sebepti elbette.

Evfuzun’u bu işe sürükleyen bilim insanlarına özgü o merak ve objektif tarih yazımı düsturunu şiddetle savunmasıydı başlarda. Ama kuzey diyarlarının mitlerinin peşinde koşmak aşina olunan insan dünyasının materyalist sınırlarını aşıyordu. Nihayetinde rüyalarının peşinde, gizemli biriyle buluşmak üzere o amansız soğukta dikilmekteydi. Kalın yün cübbesine iyice sarıldı. Yanında duran kalın kürkten cübbeler ve botlar giymiş, kaba görünüşlü iki uzun boylu koruması, bu koşullara oldukça aşina olsalar da, önlerinde rüzgârdan dalgalanıp duran trol çadırına kuşkuyla bakıyorlardı. Kuzeyin iri cüsseli halkı olan Khomdhal’lar, Troller ile doğal düşmanlar gibiydiler. Evfuzun, onlarınkini ayılarla kurtların ilişkilerine benzetiyordu. Aynı coğrafyada yaşıyor, benzer kültür ve alışkanlıklarla, münasebetleri asırlar öncesine dayanıyordu. Evfuzun da gerginliğin farkındaydı. Korumalar sadece reislerinin buyruklarına uyarlardı. Beş günlük seyahatleri boyunca adamlar önemli meseleler dışında onunla pek az konuşmuştu. Görevleri, bu ufak tefek görünen Edoria’lı mühim adama eskortluk etmekti sadece. Bu koşullarda bu kuzeyli adamlara ihtiyacı vardı ve herkesin elde edemeyeceği bir ayrıcalıkla onu korumak üzere vazifeliydiler. Evfuzun da gevezelik edecek durumda değildi zaten. Aklı başka yerdeydi. O yüzden bu farklı halka mensup adamları rahatsız edecek gevezelikler yapmak yerine çoğu zaman yalnızca gözlemlemekle yetindi.

Akşam henüz çökerken yıldızsız göğe baktı. Gökyüzü tuhaf bir kızıla bürünmüştü. Bir bilim insanı olsa da bu mistik atmosferin bıraktığı huşuyu görmezden gelemezdi. Önceden bildirildiği üzere çadırdan sızan ışık titreşmeye başlayınca içeri girmesi gereken vaktin geldiğini anladı. Kesinlikle yalnız girecekti. Zaten korumaların da böyle bir arzusu yoktu. Yakındaki bir kayalık duvarın nispeten korunaklı bir kovuğunda bekleyeceklerini bildirdiler. Evfuzun yüreği ağzına gelmiş bir şekilde ürkek adımlarla ilerleyip, üzeri beyaz yün dokumalı garip desenlerle süslü çadırın kapısını aralayıp içeri girdi. Gözleri gayri ihtiyari kamaştı. Lakin içerisinin çok da aydınlık olmadığını fark etti. Çadırın içi birkaç yer minderi deriden yapılmış torbalar, asılmış sarımsak, soğan ve üzerlik ve çeşitli bitki demetleri ile süslü bir ortamdı. Alışıldığı üzere ortada bir ocak tütmekte, bir çaydanlık da ateşin üzerinde tıslayarak kaynamaktaydı. Rüyalarında belli belirsiz gördüğü siluet şimdi karşısındaydı. Trol anatomisine aşina olsa da hiç canlı bir tane görmemişti. Bu humanoidlerin çarpıcı bir fizyolojisi vardı. İpince olmuş, bembeyaz püskül gibi saçları ve kırışmış cildi trol şamanın oldukça yaşlı olduğuna işaret ediyordu. Sakince tüttürdüğü piposundan yoğun bir duman üfledi ve içeri giren insan adamının varlığını hiç yadırgamadan karşısındaki mindere oturmasını işaret etti. “Safalar getirdin, genç insan. Buyur.”

“Edorian dilini biliyorsunuz, bu nasıl mümkün olabilir?” dedi Evfuzun şaşkınlığını gizlemeden. Bu ani sorunun üzerine trol şamanın kırışıklıklarla dolu yüzü gülümsedi.

“Dilini bilmiyorum, Mardgollan. Seninle konuşmak için ona ihtiyacım yok” diye yanıtladı. Evfuzun irkildi. “Adımı nereden…” diyecekti ki şamanın gerçekten de kelimelerle değil; doğrudan zihninin içine konuştuğunu fark ettiğinde iyice afalladı. Şaman onun şaşkınlığını yatıştırıp rahatlatmak için ocakta kaynayan çaydanlıktan bir kupaya çay doldurdu. Kurutulmuş bahar bitkilerinin rahatlatıcı rayihası içeriyi kapladı. Bir yudum alınca dışarının soğuğunu unuttu bile.

“Ben, Relgar- Dum. Atam Van Borg-Dum’un soyundan geliyorum. Kurt Kabilesinin şimdiki lideri ve şamanıyım. Seninle meskenimiz Kızıl Ejderin İni’nde buluşmak isterdim. Orada daha iyi ağırlardım. Lakin şimdiki zaman dilimi senin insanların ile benimkinin böylesi bir münasebeti henüz karşılayamayacağı surette. Bu henüz bize nasip olmayacak.”

Evfuzun Mardgollan sakinliğini koruyup heyecanını dizginlemeye çalışarak nefes meditasyonuna başvurdu. Az sonra zihni daha berraktı. “O halde rüyalarıma giren siz miydiniz saygın kişi ve bana buranın yolunu gösteren?

Trol şaman başıyla onayladı. “Yaptığın ve yapmaya çalıştığın girişimler bana malum oldu. Bu yolu döşemek ve ilk onda yürümek bize nasip oldu. Farklılıklarımız bariz ve baki olsa da senle görünenin ve duyulanın ötesinde bir noktada buluştuk. Aynı lisanı konuşamasak da anlaşabilmemiz bunun işareti değil mi?”

Genç adam ikram edilen çaydan bir yudum aldı. Şamanın uzattığı pipodan bir nefes çekti. İlerlemiş yaşına rağmen gri teninin altındaki kaslı kolları gözden kaçmıyordu. Sert tütünün beynini tırmalayıp ayıltıcı bir etkisi vardı. Pipoyu sahibine tekrar uzattı. Boğazını temizleyip konuştu. “Madem icraatlarim size malum oldu ey saygın kişi; bana kuzey diyarlarının hikayesinin size düşen kısmını anlatacak mısınız?”. Trol şaman gülümsedi tekrar ve seyrelmiş saçını düzeltti. Gümüşten küpeleri ocakta yanan ateşin kızıllığında parladı.

“Kızıl göğün altında, uzaklarda bu sebeple buluştuk genç insan.” dedi şaman sakince. Piposunun külünü ateşe döküp yanan közleri karıştırdı ve ateşe yeni odunlar atarken o rahatlatıcı sesiyle devam etti. Saygınlık için mütevazılığı bilmek gerekir, yükselmek için alçakta durmak. Senle ben aynı yöne doğru savrulan kar zerreleri gibiyiz. Ufacık ve narin. Bir noktada tekrar yolumuz ayrılacak. Hayattaki rolümüzü bulabilmek nihai amacımız. Bu herkese nasip olmaz Evfuzun.”

“Hayattaki rolümü henüz bilmiyorum lakin keşfedilecek çok şey olduğuna inanıyorum. Merakım ve şimdiki hayatımdaki amacım beni size kadar getirdi. Sanırım daha ötesini görmek için bildiğim şeylerin bazen üzerini örtmem de bir noktadan sonra elzem oldu.”

“Düştüğün ikilemi anlıyorum Evfuzun. Zihin öğretilmiş ve alışık olduğunun ötesine nüfuz ettikçe buzlu suya düşmüş gibi olur. Dibini göremediğin o karanlık ve buz gibi suyun derinlerini keşfetmeye hazırsan eğer sana Kızıl Ayın Öyküsünü bir de ben anlatayım.”

“Denir ki ak mehtabın bir de kızıl kardeşi varmış. Yaklaşık milyon yılda bir Yerr Dun’a görünür; hiç olmadığı kadar yaklaşırmış. Yerr Dun, yani dünyamız daha körpe iken atalarımız, çeşit çeşit canlılar hatta yüce ruhlar ve tanrılar kendi rollerini oynamaktaydı buralarda. Güneşin hiç solmadığı ve sonsuz bir baharın yaşandığı bir yeryüzü Evfuzun. Her türlü hırstan, hasetlik ve kıskançlıktan, kötülükten azade. Sizin cennet tasvirlerinin dayanağı bu olsa gerek.” Konuşurken ayağa kalktı. Cüssesi gerçekten inanılmazdı. Biraz kamburdu ama Evfuzun üç metre kadar rahat olduğunu fark etti. Birkaç ıvır zıvırın dizildiği mütevazı çadırının bir köşesinde geyik derisinden bir torbanın içini karıştırıp obsidyen renkli büyük bir testi çıkardı. Ağır adımları koyun postu kaplı zeminde ses çıkarmıyordu. Aynı köşesine geçip, Mardgollan’ın karşısına oturdu. Genç akademisyen burada konuşma gereksinimi duydu.

“Teorwin inancında ikiz tanrılar hüküm sürer evrene. Biri ak gözlü adil ve iyi Ckmord; diğeri kızıl gözlü habis kardeşi Madrukh. Akademideki kaynaklarda iki aydan söz edilen metinler var ama kızıl ayı hiç kimse bilimsel bir veri olarak kaydetmiş değil.” dedi ve sonra birden kendini çok ukala hissetti. Trol şaman yine hafifçe gülümsedi. İki kupaya Ezkeleum doldurup birini genç adama uzattı. Evfuzun ren geyiği sütünden yapılan kuzeye özgü bu içkiyi biliyordu. Bir benzerini de kuzeyli insanlar içerdi. İçkiden bir yudum aldı, oldukça ekşi ve sertti. İçtikçe hem rahatlatan hem uyarıcı; bedeni santim santim ısıtan bir etkisi vardı.

“Evfuzun, az evvel içtiğin çay sana ne hissettirdiyse; şimdikiler de bambaşka olmalı. Duygularını okuyabiliyorum. Unutma ikimiz de kar zerresiyiz, aynı yöne uçuşan. Söylesene olmayan şeyi tahayyül edebilir misin?”

Mardgollan biraz düşündü. “Hayali varlıklar bile bir noktada algılarımıza dayanır.”

“Biz aciz zihinlerin benzer şeyleri tahayyül etmeleri pek de şaşırtıcı değil öyleyse. ” dedi şaman. İçkisinden bir yudum aldı sonra derin bir nefes koyverdi. “İster kuzeye ister güneye ya da deniz ötesine git, benzer öyküler işiteceksin”

“Mardgollan da başıyla onaylayıp konuştu. “Norskiatlı kuzeyin insanları, Kızıl Ayın Laneti’nden söz etti bana. Ayaz Canavarı Vuyujhuuul, Kızıl Mehtap yeryüzüne en yakın olduğu vakit çıkıp gelmiş. Soğuk çağlar da işte o zaman başlamış.”

Trol şamanın yüzü uzaklara bakarcasına dalıp gitti bir an. “Öyle. Ayaz canavarı kuzeyli insanlara uzun yıllar musallat oldu. Neborsk dağına çöreklenen musibet adım adım bütün kuzeye ve yeryüzüne yayıldı. Ayaz canavarının getirdiği buzul çağları Sonsuz Bahar’ın sonunu getirdi. Binlerce hayat solup öldü.”

“Bana sonra ataları Khom ve Yüz askerin’den bahsettiler.” diye ekledi genç adam, deri ciltli bir not defterini karıştırmaktaydı bir yandan. Bu sırada Relgar-Dum bir kopuz çıkarıp tanıdık ama daha farklı bir melodi tutturup söyledi:

“Reislerin içinden bir reis çıktı,

Hem öksüz, hem yetim genç yaşında

Harlı ateşten bir yüreği

Bir de ata yadigarı bir gürzü vardı

Ve ölümüne sadık yüz askeri

Mevkidaşları dünyevi zevklere dalmışken

Tebasının inayetindeydi onun aklı

Vuyujhull ayazdan nefesini üflerken

Canlılar kaçıp giderken önünden

Oydu canavara kafa tutan,

Meydan okuyan kadere

Ve yüz adamıyla soldu gençliği

Tanrı Wuddn bile yüz çevirdi

Yılmaz kararlılığıyla, ölümüne yüzleşti..”

“İnanılmaz, neredeyse tüm dizeler aynı” dedi Mardgollan şaşkınlığını gizlemeyerek. Relgar-Dum kopuzu kaldırıp yakınına yatırdığında yüzünde memnun bir ifade vardı. “Güzel söyledin saygın kişi ağzına sağlık. Kültürlerinizin benzerliği gerçekten hayret verici”

“Aynı Toprak ananın bağrında, aynı Gök Baba’nın dizinde, benzer hayaller düşledik” dedi şaman yine o dalgın ve tebessüm eden simasıyla. Mardgollan ise Tapınak okulunun duvarları içinde asla deneyimleyemeyeceği şeylere uzanan, uzun, maceralarla bazen de tehlikelerle yüzleşeceği bir yolda yürümeye başladığından ve ona düşen rolünü oynadığından neredeyse emindi artık. Heyecanlı bir yüz ifadesiyle, bardağını tazeleyen şamanı memnuniyetle karşıladı.

“Khom ve yüz askerinin hazin bir sonu var” dedi şaman.

“Evet, dağın türlü türlü tehditlerini aşıp Vuyujhuul ile yüzleşmişler. Askerleri ölmüş. Khom canavarla ölümüne dövüşmüş ve nihayetinde ikisi de ölüme sürüklenmiş. Ayaz canavarı ölünce de buz çağları sona ermiş. Norskiat halkı Khom’un canavar ölmeden evvel soğuk nefesine tutulup parlak bir heykele dönüştüğüne; yüz askerin de hâlâ habis ruhları kovaladıklarına inanıyor.”

“Belki de zirveye tırmanıp kendin bakmalısın” dedi şaman genişçe gülümseyerek. Genç adam bu düşünceyle hem heyecanlandı hem de irkildi birden. “Bunu deneyimlemek istesem bile, kuzeyli halkın izin vereceğini sanmıyorum. Ata kültlerine karşı oldukça korumacı davranıyorlar”

“İnanç onlar için dayanak oluyor Evfuzun. Evinin güvenli duvarlarının ve çatısının zarar görmesini ister misin ya da bunun tehlikesi fikri bile seni rahatsız etmez miydi?”

Mardgollan düşünceye daldı. “Sanırım fırtınayı gözlemlemek pahasına evimin yıkılmasını göze alabilirdim. Elbette önce zarar görmeyeceğim bir mahzenim olsun isterdim”

Trol şaman keyifle güldü. “Senden bu yüzden hoşlanıyorum Mardgollan. Orta yolu bulabilecek nadir seyyahlardan birisin. Ölmeden evvel kısa bir süre de olsa yoldaş olduğumuza seviniyorum”

“Bilmukabele, hümetli kişi” diye yanıtladı Mardgollan. O da zihniyle konuştuğunu fark etti ve buna hayret etti. Bu deneyim lisan ve kavramlar üzerine bilinen tüm şeyleri aşıyordu. Çok çok zaman sonra, hayatının ve çalışmalarının sonuna geldiğini hissettiği bir zaman diliminde, iyi kalpli dilsiz hizmetlisiyle aynı şekilde iletişim kurduğunu fark edecek; lakin bundan hiç bir şekilde, kimselere bahsetmeyeceklerdi.

“Bana kuzeyli halkın bahsetmediği diğer öyküyü, kopuzunla sen söyleyebilir misin saygın kişi. Not düşemediğim şeyler arasında o mit kaldı sadece.” dedi birden Mardgollan heyecanla. O sırada çadırın tamamını kaplayan beyaz desenlerin kabataslak bir çizinmini yapmaya uğraşıyordu. Bu konuda daha becerikli olmayı diledi. İlk etapta yanıt gelmeyince dikkatini o yöne çevirdi. Şamanın tebessümü yüzünde donmuştu ve bir gölge gelip geçti sanki.

“Sevgili yoldaşım, ne yazık ki kuzeyin insanları onu bilmez, benim de söylemeye dilim varmaz. Işığın Ölümü’nü sana nesir olarak anlatacağım sadece.” Mardgollan değişen atmosferi hissedebiliyordu. Heyecandan elinde tuttuğu kalemin titrediğini fark etti. Relgar-Dum bitmek üzere olan içkiden birer kadeh daha koyup derin bir nefes aldı.

“Söylesene Evfuzun bir kötü bir başkasıyla karşılaştığında ne olur?” Evfuzun kısa bir süre elini çenesine götürüp düşündü.

“Yani insanlar üzerinden düşünürsek; kötülük doğası gereği bencildir. Ortak çıkarları boyunca birlikte hareket edebilirler ama en nihayetinde mutabakatları bittiğinde üstünlük mücadelesine tutuşurlar. Ta ki biri diğerini tahakküm altına alana ya da yok edene dek.”

“Ayaz Canavarı Vuyujhuul, habis bir varlık olabilirdi. Yine de doğaya içkin bir yönü vardı. Buz çağı her şeyi tamamen yok etmedi; başka türlü değişikliklere ve yeniliklere de sebep oldu. Elbette sonsuza kadar sürmesi hayırlı bir hadise değildi ve bazı fedakarlıklar sayesinde sürmedi de. Vuyujhuul’un bir de kardeşi vardı. Çok çok daha eski; varlığı belki tanrılardan bile öncesine dayanan antik bir varlık. Ona Ghammar dendi. Kuzey lisanlarında yutucu yok edici, yokluk ve hiçlik gibi anlamlara gelir.” Birden duraksadı hikayeci. “Sen de hissettin değil mi Evfuzun. Adını burada artık telaffuz etmeyelim. O hâlâ bazı şeylere hakimdir. Yüce varlıklar öylece yok olmaz.” İkisi de içkilerini aynı anda yudumladı. Ortamdaki ağır ve baskıcı atmosferin dağılması için Sonsuz Bahar’ı düşlediler. “O kardeşi gibi değildi. Varlığı bildiğimiz doğaya aşkındı; fazlaydı. Vuyujhuul, daha sonraları o geldiğinde tedirgin oldu. Çünkü onun yutucu ve tahakkümcü doğasını biliyordu. İkisi beraber Sonsuz Bahar’ı ve Aydınlığı öldürdü. Aşkın olan, bütün ışığı yuttu. Vuyujhuul ise uzun yıllar hakim olacak ayazlarını dünyaya saldı. Bir zaman ortak hareket ettiler. Lakin diğeri gittiği her yere yokluk getiriyordu. Bu dünyada büründüğü suret bile tahammül edilesi değildi. Baskıcı, boğucu ve tesir edilemez bir karanlığı etrafına yayıyordu. Vuyujhull en nihayetinde sahip olduğu her şeyin diğeri tarafından yok edileceğini anladı. Utanmazca tanrılar meclisine çıkıp dert yandı. Elbette onlar da geri çeviremediler onu. Çünkü ayaz canavarını kendi yanlarına çekmeden diğeriyle baş edemeyeceklerini biliyorlardı. Bu ikisi geldiğinden beri Yerr Dun ‘a giremez olmuşlardı. Kızıl Mehtab’ın kapıları kapanıp uzaklaşmadan, yutucu varlığı def etmeleri gerekiyordu. Lakin doğrudan müdehale edemezlerdi. Kaos’a yakardılar. Hiç bir yanıt yoktu. Evrenin döngüsünü Kaos Yargıcı dedikleri; kendilerinin bile bilmedikleri muallak bir varlık ya da yasa belirliyordu. Olduğunu biliyorlardı sadece çünkü tanrılar da ve hatta antik yutucu da bu Yasa’ya tabiydi.

“Peki bu bahsettiğin tanrıların bir ismi var mı, mit de adı geçiyor mu?”

“Norskların tanrısı Wuddnn ve trol tanrısı Vozsvaschka’dan bahseder. Kuzey mitlerinde kuzeyin tanrılarının olması o kadar da şaşırtıcı değil, değil mi?” dedi Relgar-dum hafifçe gülümseyerek.

“Haklısın, değil” dedi Mardgollan da aynı şekilde gülümseyerek. “Sonuçta ikisi de tanrıça Mielnaa’nın ilk çocukları ve antik tanrılar.”

“Evet. Lakin Mielnaa’nın bahsi geçmez burada. O çok çok daha önceleri ölmüştür.”

“Yaşamın varlığı ve devamı için öldüğü söylenir”

“Fedakarlık mı cinayet mi?” diye sordu şaman kurnazca.

“Tarihsel değeri olan şeylere ışık tutabilmek için bu işe giriştim saygıdeğer kişi” dedi Mardgollan hazırcevap bir şekilde, gülümseyerek.

Toll şaman Beyaz iri dişlerini sergileyerek gülümsedi. Elindeki testiyi salladı, “Sona yaklaştık” dedi. Sesinde hafif bir hüzün dalgası vardı.

“Işığın Ölümü Nasıl sonlanıyor, saygın kişi?” diye sordu Mardgollan karşı konulmaz bir merakla. Trol şamanın yüzüne ise çarpık bir sırıtış yerleşti.

“Kuzey tanrıları bir fikir sundu. İşlerine de bu geliyordu. Vuyujhuul’dan gücünün bir kısmını vermesini istediler. Onu zayıflatmış olacaklardı. Ama ruhunu tamamen def etmeyeceklerine yemin ettiler. Ayaz güçlerinin bile dünyevi döngüye etki edip bir parçası olabileceğini kavramışlardı çünkü. İki tanrı’nın kutsadığı seçilmişler, ölmüş bir antik tanrının kalıntısı olan Sönmeyen Alevi Bulup, Hiçbir ölümlünün ayak basamadığı karanlık diyarlarda yutucu varlığın inine girip, onunla amansız bir mücadeleye tutuşmuşlar. Sonunda habis varlığa üstün gelmişler. Lakin Sonsuz Işığı yuttuğu için dünyaya yaydığı karanlığın varlığını tamamen silememişler. Derler ki o en karanlık gecede ve kuytu köşede bile hâlâ hakimdir.

“Bu seçilmişlerden biri senin atan Van Borg-Dum değil mi? Diğeri kimdi, Kuzey halkından biri mi?”

Trol şaman omuz silkti. “Böyle olduğunu varsayabiliriz. Ama Norsklar Işığın Ölümü Miti’ni anlatmayı yeğlemezler.

“Haklısınız. Çıkış noktası aynı olan bu mitlerin başka bir bölümünden Norsk’ların bahsetmemesini ben de tuhaf bulmuştum. Aklıma Occiam’ın Usturası’nı uygulamak geldi. Bahsetmiyorlardı; çünkü anlatacak bir öyküleri yoktu.” Yine ukala davrandığını düşünüp yüzü kızardı. Relgar-Dum koyu gri gözlerini kısarak içtenlikle gülümsedi. Testinin dibinde kalan son içkiyi de kadehlere döktü. Evfuzun son sözlerin edileceği zamanın geldiğini anladı.

Belki de bir Norsk olmadığı içindir, kim bilir?” Soluna uzanıp solmuş bir çantadan eski bir parşömen rulosu çıkardı. Trol dilinin eski bir versiyonuydu yazılar. Ama esas dikkat çekici olan şey renkli bitkisel boyalar kullanılmış çok eski bir çizimin tasvir edilmiş olmasıydı. Simsiyah dumanvari şekilsiz bir figürde sadece kızıl gözleri öne çıkıyordu. Karşısına dikilmiş ellerinde meşale tutan iki figür vardı Mardgollan uzun figürü hemen seçti: Trol şamanın atası Van Borg-Dum. Relgar-Dum gençliğinde böyle görünüyor olmalıydı. Aralarındaki benzerlik barizdi. Yanında insana benzeyen kuzeye özgü kıyafetler giymiş bir figür vardı. Lakin bir Norsk kadar cüsseli ve uzun değildi. Mardgollan büyülenmiş gibi bakakaldı. Bu tarihi eser eşsizdi ve muhtemelen paha biçilmezdi. Akademideki ustalardan birinin yaptığı restorasyon ile yeni gibi olurdu. Acaba bir replikasını çıkarmak üzere almasına izin verilir miydi? Kafasında sorular dönüp duruken Relgar –Dum’un sesi düşüncelerini dağıttı. Aklını okumuş gibiydi.

“Bazı şeyler olduğu gibi kalmalıdır Evfuzun. Niyetin iyi olabilir lakin iyi niyet her zaman iyi sonuçlar doğurmaz. Biz iki kar zerresi yoldaşız hatırla. Sadece bir noktaya kadar bir ölçüde ilerlemeye yetecek kudretimiz var; fazlasına değil.

“Anlıyorum hürmetli kişi” dedi Mardgollan hayal kırıklığıyla. Relgar-Dum ‘un sözlerini kavrayacak olgunlukta değildi o vakitler henüz. “Norsk değilse kim olabilir sizce?”

Trol şaman yine o alışıldık gülümsemesiyle omuz silkti. “Kim bilir. Atam Van Borg-Dum ile yoldaş olduklarını biliyoruz. Lakin gizemli adamla ilgili bir şey anlatılmaz. Van Borg-Dum ise zaten çok geçmeden öldü. Karanlık varlığın lanetinin bedenine sirayet ettiği söylenir. Yine de soyunu sürdürebilecek kadar yaşamış ve büyük saygı görmüş. Adam ise sırra kadem basmış. Belki de tanrıların bahsettiği şu Kaos Yargıcı müdahale etmiştir. Öylesi karanlık bir varlığı başka türlü alt edebilirler miydi?

“Keşke daha çok şey bilebilseydik. Sizin sağduyunuz takdire şayan.”

“Bu noktada tahminden öte gidemeyiz. Tohum zamanı gelmedikçe topraktan baş verip filizlenmez. Kişi alçalmadıkça, yükselemez. Unutma biz kar zerresiyiz Evfzun. Yollarımız ayrılıp, kesişebilir. En nihayetinde toprağa düşüp sonra eriyeceğiz ve su damlası olup denize karışacağız birlikte”

Korumalar destek olup onu götürürken, şaşkın bakışlar atıp gülüştüler. O bildik içkinin kokusunu almışlardı ve çadıra girmesiyle çıkması bir olan ufak tefek tuhaf adamın ne ara bu kadar içip kafayı bulduğuna anlam veremediler. Mardgollan, içkiden aldığı son yudumun tadını hâlâ duyumsarken sarhoşlara özgü bir rehavetle sendeliyordu. Korumaların ona destek olmasına izin verirken bir kez daha arkasına baktığında Relgar-Dum’un çadırının silikleşip şeffaflaşmaya başladığına yemin edebilirdi. Zihni ise oldukça berrak ve açıktı biliyordu. Bir kar zerresi olarak kendinin daha gidecek çok yolu olduğunu; Relgar-Dum’un ise son yolculuğunu onunla birlikte tamamladığını o an idrak etti.

“Okyanusta tekrar buluşmak üzere hürmetli kişi” diye mırıldandı hâlâ kar yağan kızıl göğe bakarak.

Deniz Eylin

1991 doğumlu, İzmir Ege üniversitesi Felsefe Bölümü ve Öğretmenliği mezunuyum. Fantastik edebiyata ilgim hayalperest biri olduğum için çocukluğuma dayanıyor. Üstat Tolkien bu yolda tanıştığım ilk yazardı. David Eddings’in de beni etkileyen bir sözü var: “Dünyasını kaybedenler yeni bir tanesini yaratmak zorundadır.” Hayalim, düşlediğim ve tasarladığım hikayeleri bir gün kitaplaştırabilmek, başka zihinlere de dokunabilmek ve hayal gücünü her zaman özgür kılmak.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *