Öykü

Kuzey Denizinin Değerlisi

“Bu Norveç ne de güzel ülkeymiş!” Pelin kollarını açarak olduğu yerde döndü. “İyi ki geldim!”

İki gündür Norveç’in kuzeyindeki Nordstrand adlı bu şirin kasabadaydı. Rengârenk, kutu gibi evleriyle, yemyeşil doğasıyla bambaşka bir yer olan bu kasabayı daha görür görmez çok sevmişti. Bir saattir bu sahil yolunda yürüyüş yapıyordu. Ne iyi gelmişti bu gezi, şimdi ilerideki küçük limanı da gezecekti.

Önünden geçtiği yerin tabelası dikkatini çekti. Nordstrand Viking Kültürel Müzesi. İçeriye bir göz attı. Bin yıl öncesinden kalma kılıçlar, kalkanlar, başlıklar, takılar ve çeşitli resimlerle dolu bir yerdi. Arkası dönük uzun boylu kahverengi saçlı bir adam ziyaretçilerle konuşuyordu. “Bir gezeyim bari,” dedi. Tam adımını atmıştı ki vazgeçesi geldi. “Bu günlük güneşlik havada müzeye mi tıkılacağım, sonra gezerim.” Gerçi bu günlük güneşlik hava sürekli devam edecekti, ne de olsa yaz mevsimiydi ve beyaz geceler yaşanıyordu. Limandan sonra bir taksiye atlayıp kasaba merkezine gidecekti. Boynundaki nazar boncuklu göz şeklindeki altın kolyesini tuttu. “Aman şu ana kadar seyahat çok güzel gidiyor, nazar değmesin.”

Limana geldi. Birbirinden güzel yatlar, tekneler sıra sıra diziliydi. “Bir mavi yolculuğun tam da sırası, acaba beni teknesiyle gezdirecek biri çıkar mı?” Limanda ilerlerken iki büyük tekne arasında bunlardan biraz daha ufak, garip, eski püskü bir tekne dikkatini çekti. O pırıl pırıl cilalı tekneler arasında pek harap duruyordu. “Bu ne biçim şey?” dedi, biraz daha yaklaştı. Teknenin kabinesinden bir adamın çıkmasıyla irkildi. Ne acayip görünüşlüydü. Üzerinde tarihi kostüme benzer garip bir giysi vardı. Zırhlı kısa kollu bir bluz altına daha uzun kollu başka bir şey, pantolon ve botlar giymiş, beline kemer takmıştı. Pelin içinden “Yakınlarda gösteri filan mı var? Tiyatro müsameresi mi olacak?” diye sordu. Biraz daha yaklaştı. Adam yere çömelmiş, bir şeylerle meşgul gibiydi. “Merhaba,” dedi. Adam başını kaldırıp bakınca Pelin gözlerine inanamadı. Kahverengi saçları ve beyaz teniyle güzel bir kontrast oluşturan deniz mavisi gözleri vardı. “Bu İskandinavya’da gerçekten acayip yakışıklı erkekler var,” diye düşündü. Adam eliyle Pelin’e ‘Gel,’ işareti yaptı. Pelin teknenin iyice kenarına gelerek, “Merhaba, siz oyuncu filan mısınız üzerinizde eski çağ kostümleri var,” diye sordu. Bunu İngilizce sormuştu, çünkü tek kelime Norveççe bilmiyordu. Adam “Hayır,” dedi. “Bana yardım eder misiniz?” O da İngilizce cevap vermişti, ama aksanlı ve garip bir İngilizceydi. Teknenin iki tahtasının arasına düşmüş bir taşı çıkarmaya çalışıyordu. İşaret parmağı aralığa zor giriyordu. Pelin onunkinden daha ince olan parmağıyla taşı dikkatlice yerinden çıkardı. Taşın üzerine garip şekiller çiziktirilmişti. Adam taşı bir iki ovaladı sonra teşekkür ederek kabine girdi.

Pelin’in merakı iyice uyanmıştı, kabinin penceresinden adamı gözlemeye başladı. Adam yere garip şekillerle dolu bir bez yaydı, bezin üzerine deminki taş gibi birkaç taş koydu, dua gibi bir şeyler okudu. Birden yeşilimsi sis bulutuna benzer bir şey belirdi, adam içine girip gözden kayboldu. Bu da neydi böyle? Pelin şok geçiriyordu, sis bulutuna korkuyla baktı, sonunda korkudan daha baskın olan merak duygusuna yenilemeyerek kabine daldı, buluta elini sokmasıyla bulut onu da içine doğru çekti.

Kendisini birdenbire bambaşka ve daha büyük bir gemide buldu. Daha öncekilere hiç benzemeyen kahverengi ahşap bir gemiydi bu. Sahil tarafına baktı. Arabaların gidip geldiği asfalt yolun yerini kumluk bir alan almıştı. Evler daha farklı, daha azdı, tek katlı ortaçağ evi gibiydiler. Yatlardan eser yoktu, yerine tarihi gemilere benzer bir gemi daha vardı. Ama yer aynıydı, bunu tepelerin şeklinden anlamıştı. Bu sırada gemi kıyıdan uzaklaşmaya başladı. Pelin arkasını döndü ve bir grup insan gördü. Şoktan kalbi duracaktı. Tıpkı demin gördüğü adam gibi tarihi kostümler giymiş olan bu insanlar, ona dikkatle bakıyorlardı. Erkeklerin başında Viking filmlerindeki gibi boynuzlu başlıklar, bellerinde kılıçlar vardı. Kadınlar da upuzun elbiseleriyle Ortaçağ’dan kalmış gibiydi.

Pelin korkuyla tir tir titremeye başladı.

“Olamaz şaka mı bu? Neredeyim ben?”

“Sen burada ne arıyorsun?” diyen bir erkek sesiyle başını çevirdi. Demin kendisinden yardım isteyen adamdı bu.

“Burası neredesi? Ben neredeyim?” diye soruyla karşılık verdi Pelin.

“Sadece bana yardım edecektin benimle gelmeyecektin.” Adam çok enteresan bir İngilizceyle konuşuyordu ama yine de Pelin az çok anlayabiliyordu. Sonra adam Norveççe gemidekilere bir şeyler söyledi. Gemidekiler Pelin’e iyice yaklaştı. Yüz hatları adama benzeyen açık kahve saçlı bir kız Pelin’in saçlarını okşadı, sarışın bir kız elini tuttu. Hepsi daha önce hayatlarında böyle bir şey görmemiş gibi Pelin’i incelemeye başladı. Pelin korkuyla geri çekildi. Adam Pelin’e “Sana her şey anlatacağım,” dedi.

Pelin allak bullak bir halde adamın gösterdiği banka oturdu. Adam anlatmaya başladı. “Adım Ingvar, seninle karşılaştığımız yere geçmişten geldim. Yani aslında şimdiki zamandan. Köyümüzün başına bir felaket geldi. Bu felaketi sonlandırmak için dedem Anders’in büyücülük tariflerini kullanarak zaman içinde yolculuk yapıyorum. Amacım geçmişe dönmek ama nedense bir yerde hata yapıyorum, geçmiş yerine sürekli geleceğe gidiyorum. Şimdi 2017 yılına gitmeye başladım. Sonra seninle karşılaştım, gerisini biliyorsun.”

“Anlamadım ben şimdi geçmişte miyim yani?”

“Evet.”

“Kaç yılında?”

“Sizin takvime göre 1056 olmalı.”

Pelin iyice etrafına baktı. Başı dönüyordu.

“Peki geri dönemeyecek miyim bir daha?”

“Döneceksin. Önce bizim sorunumuzu çözelim, sonra seni geri döndüreceğiz söz.”

Kızlar Pelin’in elini tuttular. Ellerinden geldiğince konukseverlik gösterip cesaret vermeye çalışıyorlardı. “Peki bu felaket nedir? Onu bir anlatsanız?”

Kızlar Pelin’i anlamadılar. Ona gemiyi, etrafı gösterdiler. Herkes Pelin’e büyük bir ilgiyle davranıyordu. Tarihin eski yapraklarında kalmış bir çağdan Vikingler. Teknolojiden uzak, sadece insan gücüne, birebir iletişime, doğanın unsurlarına dayalı, yeşilin, mavinin, beyazın birbirine karıştığı dans ettiği, duru, sihirli, başka, bambaşka bir dünya. Doğal güzellik bakımından eşsizdi burası. Denizin üstünde güneş altın ışıklarını saçıyordu. Kızlardan birinin adı Ingrid, öbürünün Astrid’miş. Ingrid, Ingvar’ın kızkardeşi Astrid de nişanlısıymış. Pelin’in 2017’de kasaba diye ziyaret ettiği köyde nesillerdir yaşıyorlarmış. Ingvar, İngilizce’yi 5 yıl önce sefer için gittiği İngiltere’de bir süre yaşarken öğrenmiş. Orada çeşitli sebeplerle geleceğe birkaç kez ziyaret yapınca sonraki yüzyılların İngilizce’sine de biraz vakıf olmuş. Pelin’in Bizans imparatoruna paralı askerlik yapan Vikingler aracılığıyla Miklagard olarak bildikleri İstanbul’dan geldiğini öğrenince bütün gemi çok şaşırdı. Pelin’in görünüşüne, kahverengi saçlarının kısacık kesimine, kot pantolonuna, büzgülü tişörtüne, sırt çantasına, boynundaki nazar boncuklu kolyeye büyük ilgi gösterdiler. Pelin de bu müthiş Viking gemisine, gemidekilerin hal ve tavırlarına, giysilerine hayretle bakıyordu. Böyle bir şey kaç kişiye nasip olabilirdi ki? Hayretler içindeydi. Ingvar’ın tercümanlığında sohbet ilerledikçe, kızlar şarkılarımızı öğretelim dediler, Pelin’e Viking şarkıları söylemeye başladılar. İskandinav pagan/folk metal gruplarından aşina olduğu şarkıların orijinalini canlı canlı dinlemek Pelin’i pek mutlu etti. Pelin de onlara çantasındaki makyaj malzemelerini, not defterini, cep telefonunu gösterdi. Cep telefonunun şarjı bitmiş olduğu için içindekileri gösteremedi. Sonra “Belki de daha önce geleceğe ziyaret edip görmüşlerdir,” diye düşündü. Her şey böyle gayet güzel sürerken geminin kenarındaki adının Olaf olduğunu öğrendiği köylülerden biri uzaklara bakıp duruyor, arada bir de sanki bir şeyi arar gibi bir elini gözlerine siper yapıyordu. Sonunda endişeli bir yüzle yanındaki Helge adlı köylüye bir şeyler söyledi. O da gitti Ingvar’a bir şeyler söyledi. Ingvar herkese seslenip Vikingce bir şeyler bağırdı. Bütün gemi halkının yüzlerine bir endişe, bir kasvet çöktü, sanki görünmez sihirli bir değnek etrafta gezinmiş, bu güneşli havayı bulutlandırmıştı.

“Ne oldu?” diye sordu Pelin.

“Yine geliyor,” dedi Ingvar.

“Gelen nedir?” diye sordu Pelin.

“Kuzey Denizi’nin Değerlisi.”

“Kuzey Denizi’nin Değerlisi mi?”

Hepsi başlarını eğmiş yere bakıyordu.

“Gerçek adını söyleyemiyoruz.”

“Neden ki? Hem bu dediğiniz şey nerede? Ben göremiyorum.”

Birden gemi feci bir sarsıntıyla yerinden sıçradı, herkes yere devrildi. Pelin ne olduğunu anlayamadan kendini koca geminin içinde yuvarlanırken bulmuştu. Güç bela tutunacak bir şey aradı. Ingvar elini tuttu, onu çekti. “İşte buraya tutun,” dedi, geminin zemininde çıkıntı bir yeri gösterdi. Pelin hemen tutundu, ama ne çare gemi zıp zıp zıplıyor, kocaman sular geminin içine doluşuyor, gemi lunapark gondolları gibi bir o tarafa bir bu tarafa kayıyordu. Pelin “Nedir bu? Çabuk söyleyin bu ne?” diye bağırıyordu. Gemidekiler denize düşmemek için bulabildikleri her yere kollarıyla bacaklarıyla sımsıkı sarılarak tutunuyordu. Gemi bir süre daha böyle sağa sola sarsıldı, dalgalandı, çalkalandı, sonra yavaş yavaş sarsıntılar azaldı, gemi yine düzgün bir oturuşa geçti. Herkes güç bela yerinden doğruldu. Pelin dahil hepsinin üstü başı sırılsıklam olmuştu. Gergin tavırlarla birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Sonra Ingrid elindeki bir bez parçasını, Ingvar’ın yeşil sisin içinde kaybolmadan önce yere serdiği garip şekillerle dolu bez parçasını Ingvar’a uzatıp sinirle bir şeyler söyleyip gitti ve bir yere oturup başını ellerinin arasına aldı. Astrid ve diğer Vikingler gemiye dolan suları boşaltmaya çalışıyorlardı. Pelin Ingvar’ın yanına gitti. “Bana ne olduğunu anlatmayacak mısın?” diye sordu. Ingvar “Vaktimiz yok durum çok acil,” dedi. Yine bez parçasını yere serdi. Beze Pelin’in yardımıyla taşları koydu. Yine dua gibi bir şeyler okudu. Yine yeşil sis gibi bir şey çıktı. Ingvar içine girdi, kayboldu, bir süre sonra başında 17. yüzyıldan kalma bir şapkayla sinir içinde geri döndü.

“Ne oldu?”

Ingvar “Olmuyor işte olmuyor,” diye ayağını yere vurarak tepinmeye başladı.

“Ne olmuyor?”

“Dedemiz Anders’in yeteneğine hiçbirimiz sahip değiliz, o büyücülüğün gerçek bir ustasıydı.”

“Çalışırsan sen de başarırsın, ama önce sorunu tam olarak bana anlat yoksa yardımcı olamam.”

Tam bu sırada Olaf gelip bir şeyler söyledi. Pelin söyleneni anlayamasa da Thorsten kelimesi dikkatini çekti, çünkü bu kelimeyi söyler söylemez Olaf hemen telaşla elleriyle ağzını kapattı, Ingvar da sinirle ona bağırıp çağırmaya başladı.

“Ne oldu?” diye sordu Pelin. Bugün bu soruyu sormaktan dilinde tüy bitmişti.

“Adını söyledi,” dedi Ingvar.

Bir anda yine alttan bir şey gemiye vurdu, gemi hızla havalandı. İçindeki insanlar zıplayıp yere indiler ve yeniden panikle bağırarak tutunacak bir şeyler aramaya başladılar. Pelin bir yandan kendini sağlama almaya çalışıyor bir yandan da bu şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Etrafına baktığında yeşil kocaman bir gövdenin geminin kenarından yükseldiğini gördü, gövde yükseldi yükseldi sonra hepsinin üzerinden uçarak geminin öbür tarafından yeniden denize daldı. Oluşan dalga gemiyi hızla birkaç metre öteye savurdu. Gemidekiler var gücüyle küreklere asılıyor, kendilerini bu canavar gibi şeyden kurtarmaya çalışıyordu. Pelin, Ingrid, Astrid ve diğerleri gemideki suları kovayla dışarı döküyordu. Sonunda 10-15 metre ötede denizin içinden yeniden kocaman bir gövde çıktı, bu sefer Pelin o şeyin ne olduğunu tam olarak görebildi. Ejderha başı gibi bir başı, upuzun, karın bölgesine doğru gittikçe genişleyen yeşil pullu gövdesi, sırtında diken gibi hörgüçleri, yarasa kanatları gibi kanatları olan bir canavardı bu. Gemidekilere öfkeyle bakıyordu. Ingrid ve Astrid bir şeyler söylüyordu, galiba dua ediyordu. Bazıları kılıçlarını ve baltalarını kaldırmış, saldırı pozisyonunda bekliyordu. Thorsten öfkeyle baktı baktı sonra yeniden gemiye doğru dalış yaptı, gemidekiler hızla tutunacak yer aradılar. Gemi sağa sola yattı, öne arkaya kalktı bir süre yalpalanarak çalkalanarak gitti, sonunda yeniden düzeldi. Pelin güçlükle doğrularak etrafına baktı, geminin etrafı yüksek tepelerle sarılıydı. Daracık bir koya gelmişler.

Ingrid ve Astrid telaşla dövünmeye başladılar. Ingvar ikisinin arasına oturup onları teselliye başladı. Kendisine merakla ve sinirle bakan, artık “Ne oldu?” sorusunu sorma gereğini bile duymayan Pelin’i gördü. Ona, “Özür dilerim, bir açıklama beklediğini biliyorum, hemen sana anlatayım,” dedi. Pelin yanına oturdu. Ingvar anlatmaya başladı.

“Dedem Anders’in büyücülük yetenekleri birçok torununa geçti ama hiçbirimiz onun kadar becerikli olamadık. Yalnız amcamın oğlu Ragnar, dedem kadar yetenekli görünüyordu. Sadece zamanda yolculuk değil, yapamadığı şey yoktu diyebiliriz. Bu gördüğün canavar, Kuzey Denizi’nin Değerlisi, Ragnar ile tanışmadan önce denizde başıboş gezen bir yavru ejderhaydı. Galiba anne ve babasını kaybetmiş, tam bilmiyoruz. Ender rastlanan bir türün son örneklerinden. Şimdi olduğu gibi sürekli civardaki köylere ve gemilere saldırırdı. Ragnar yeteneklerini kullanarak onunla iletişim kurdu, onu yetiştirdi, besledi. Canavar da ona çok bağlandı, Ragnar nereye gitse yanından ayrılmaz oldu. Ragnar onu çok seviyor, Kuzey Denizi’nin Değerlisi diyordu, onu evcilleştirmeyi nasıl başardığını soranlara “Fazla bir şey yapmadım, sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur,” diyordu.

Bir gün o büyük felaket oldu. Babam ve amcam balık avlamak için kuzeye sefere çıkmak istedi. Benim ve Ragnar’ın da gelmesi için ısrar ettiler. Fırtına tehlikesi vardı, Ragnar bunu öne sürerek bu sefere engel olmaya çalıştı ama amcam diretti ve Ragnar da gelmek zorunda kaldı. Tahminimizden çok daha güçlü, görülmemiş bir fırtına çıktı. Ragnar denize düştü ve öldü. Kuzey Denizi’nin Değerlisi onu çok aradı ama bulamadı ve kurtaramadı. O zamandan beri ölümünden bizi sorumlu tutuyor, sürekli bize saldırıyor. Hem köye saldırıyor hem de denizdeyken gemimize. Ama bizi öldürmeye kalkmıyor, sadece saldırıyor.

Benim de amacım zamanda yolculuk özelliğini kullanarak geçmişe gidip Ragnar’ı bulmak ve onun ölmesini önlemek. Böylece hem kuzenimi kurtarmış olacağım hem de kendimizi canavardan kurtarmış olacağız.”

Pelin başını çevirip deniz tarafına baktı. Thorsten ileride o koca gövdesiyle denizden çıkıyor sonra tekrar dalıyordu. Arada bir başını doğrultup gemiye öfkeyle bakıyor sonra yeniden dalıp çıkıyordu.

“Bizi buraya hapsetti ya mutlu. Buradan bir an önce çıkmamız lazım. Tek yol zaman yolculuğunu bir daha denemek.” Ingvar yeniden kalktı. Söylene söylene bez parçasını aldı. Yere serdi. Pelin tekrar canavara baktı. Thorsten denize batıp çıkmaya devam ediyordu. Hüzünlü hikayesi karşısında duygulanmamak elde değildi. Biraz daha hassas bir kız olsa oturup ağlayabilirdi de. “En canavar görünen varlığın bile ne dertleri var. Sahibini kaybetmiş kolay mı, onu babası gibi seviyordu herhalde,” diye düşündü.

Ingvar yeniden o yeşil sisi çıkardı, içeri girip çıktı. Sonra Pelin’e dönerek “Yeniden senin zamanına gelmişim, seni tanıdığım güne. Bence sen geri dön, hayatını yeterince alt üst ettik. Biz başımızın çaresine bakmanın bir yolunu buluruz”, dedi.

Pelin, “Yardım edebilirim,” dedi.

Ingvar, “Nasıl yardım edebilirsin ki? Aksine hayatını tehlikeye atıyorsun, senin ailen, her şeyin orada. Merak etme biz kurtulacağız, eninde sonunda kurtulacağız,” dedi.

Pelin gemideki herkesle vedalaştı, sonra sisin içine daldı.

Evet yeniden günümüze gelmişti. Yine sahil kenarındaydı. Ama limandan birkaç metre daha ileriye ışınlanmıştı. “Ne maceraydı be,” dedi içinden. “Herhalde ömrüm boyunca unutamayacağım.”

Sonra birden bütün vücudunda bir huzursuzluk hissetti. Sanki birileri kendisini bir yerlere çekiyormuş gibiydi. Başı dönmeye başladı. “Neler oluyor?” İleride deniz kenarında bir kalabalık toplanmıştı. Polis arabaları gelmişti, bir vinç denizden bir şey çıkarmaya çalışıyordu. Pelin’in merakı uyandı, oraya kadar yürüdü. Denizden bir taksinin çıkarıldığını gördü. Sonra deniz kenarında iki sedyede birilerinin yattığını farketti. Onlara doğru ilerledi. Birisi taksici olmalıydı, öbürü ise bir kadına benziyordu. Pelin dikkatle baktı. “Olamaz!” dedi sarsılarak. Ta kendisiydi. Denizden çıkarılmış, sedyede ölü gibi yatıyordu. Başında birkaç sağlık görevlisi vardı. Birden etrafının bir sisle kaplandığını gördü, sanki bütün ağırlığı çekilip alınmış gibi bir hafifleme hissetti. Sağlık görevlileri birbirilerine telaşla bir şeyler söylediler. Sonra bir örtüyle Pelin’in üstünü örttüler. Ölmüştü. Pelin kendi ölümünü seyrediyordu. “Burada ölüyor muyum ben şimdi? Bitti mi yani, buraya kadar mı?” Derken birden gökte yükselmeye başladığını hissetti. Artık maddi beden içinde değildi, bedenini yukarıdan seyreden bir hayaletti. Tıpkı gazetelerde internette arada bir hakkında yazılara rastladığı ölüm ötesi deneyimlerinden birini yaşıyordu.

Tam o sırada bir mucize oldu, yeşil bir sis Pelin’in cesedinin tam yanında belirdi, Ingvar sisin içinden çıkarak cesedi tuttuğu gibi kucaklayıp hızla sisin içine dalarak kayboldu. Bir anda ortalık karıştı, insanlar korkuyla kaçışmaya başladı, bir polis sise doğru birkaç kez ateş etti. Bu olaya tanık olan birkaç araba önüne bakmadığından birbirine çarpıp kaza geçirdi, bütün bu karışıklıklar olurken bir anda hayalet Pelin’in etrafını bir sis bulutu sardı, Pelin hızla bir yerlere çekildiğini hissetti ve kendisini birden bir arabanın içine buldu. Yine günümüzdeydi, yanında şöför koltuğunda bir adam vardı. Pelin onun kaza geçirdiği taksinin şöförü olduğunu hemen anladı. “Dur kaza geçireceğiz, dur,” diye bas bas bağırmaya başladı. Adam şaşkın şaşkın ona baktı. Pelin adamın kolunu çekiştirdi, adam duracağı yerde direksiyonu sağa kırdı, taksi hızla denize yöneldi. “Eyvah, işte kaza oluyor!” dedi Pelin. Tam bu sırada taksinin önüne bir adam atladı, elleriyle dur işareti yaptı. Taksici o telaşla frene bastı ve denize iki metre kala durdu. Taksiyi durduran Ingvar’dan başkası değildi. Pelin hemen taksiden indi. Gelecek senaryosu değişmiş, Pelin de taksici de kurtulmuştu.

Şimdi Ingvar ile sahildeydiler. Pelin “Hayatımı kurtardın,” diyerek Ingvar’a sarılıyordu.

Ingvar “Senin öldüğünü görünce bedenini kendi zamanıma getirerek kurtarmaya çalıştım, başaramayınca bir saat öncesine dönmeye karar verdim. Kaza anına gelmeyi başardım, neyse ki artık hayattasın. Bundan sonra daha dikkatli olursun,” dedi.

Sonra ekledi, “Ama biz hâlâ kurtulamadık. Thorsten, evet bu ismi burada rahat rahat söyleyebiliyorum, Thorsten bir türlü gitmiyor. Onun uyuduğu saati bekleyeceğiz sonra koydan gizlice kaçacağız.”

“Karadan kaçamıyor musunuz?”

“Orası bir adanın koyu. İşte şu adanın.”

Pelin ufuk çizgisine doğru baktı. Oradaki Sedef Adası büyüklüğündeki ada, geldiğinden beri dikkatini çekiyordu. Demek Thorsten’in nasıl bir gücü varsa kısa sürede gemiyi oralara kadar sürüklemeyi başarmıştı.

Ingvar’a “Pekâlâ size bol şanslar, kalbim hep sizinle olacak,” dedi. Vedalaştılar. Ingvar gözlerden ırak bir yere geçti. Bezini yeniden serdi, yeşil sisini yeniden çıkardı. İçine daldı. Sis tam kaybolacaktı ki Pelin’in aklına kendisinden bir hatıra bırakmak geldi. Boynundaki nazar boncuklu kolyeyi vermeye karar verdi. “Bir dakika hemen gitme, size verecek bir şeyim var,” diyerek başını sisten içeri daldırdı. Sis onu da içine çekerek kayboldu.

Pelin kendini tekrar gemide bulmuştu. Bütün Vikingler etrafına toplanmış ona hayretle bakıyordu.

Ingvar ona “Ama nasıl olur? Niye tekrar buradasın?” diye sordu.

“Size hediye verecektim de.”

Vikingler gelip ona sarıldılar. Her şey galiba yeniden başlayacaktı.

Ingvar zaman tünelini tekrar çalıştırdı. Ama olmuyor bir türlü 2017’ye denk getiremiyordu.

“Demin oluyordu şimdi niye olmuyor!” diye sinirle tepinmeye başladı.

Pelin “Eyvah burada hapis mi kaldım!” diye düşündü. Artık iyice endişelenmeye başlamıştı. Ingrid, Ingvar’a bir şeyler söyledi. Ingvar tercüme etti.

“Belki de senin burada yapman gereken bir şey vardır, şu an burada olman kaderin bir parçasıdır.”

“Ne olabilir ki?” dedi Pelin. Kafasını hiç spiritüel düşüncelere yoracak hali yoktu doğrusu.

Thorsten uyuyana dek beklediler. Bu arada kendi aralarında konuşuyor, birbirlerine sarılıp endişeli gözlerle etrafı seyrediyor, gemide bir ileri bir geri gidiyorlardı. Ingrid ve Astrid yine şarkılar söylediler. Ama bu seferki deminki gibi neşeli canlı şarkılar değil, hüzünlü bir tonu olan içli şarkılardı. Sonunda Thorsten’in batıp çıkmaları görülmez oldu. Biraz daha beklediler. Thorsten’in uyuduğundan iyice emin olunca, koydan sessizce çıkmaya karar verdiler.

Küreklere asıldılar, ellerinden geldiğince ses çıkarmamaya, denizi dalgalandırmamaya çalışıyorlardı, böyle çok yavaş ilerleyebiliyorlardı ama elden ne gelir.

Sonunda koyun ağzına kadar geldiler. Nihayet sola dönecek ve hızla uzaklaşacaklardı. Belki de karanın iç taraflarında daha uzak bir köye kaçacak ve geçmişe gitme sorununu orada halledeceklerdi. Yeter ki şu dönemeci bir atlatsınlar.

Tam açık denize gelmiş, uzaklaşmak üzereydiler ki deniz yine kabarmaya başladı. “Olamaz!” dedi Ingvar.

Thorsten’in hızla denizden fırlamasıyla kocaman bir dalga üzerilerine hücum etti. Gemi yine beşik gibi sallanmaya, dalgalanmaya, çalkalanmaya başladı. Thorsten burnunun ucuyla geminin direklerinden birini kırdı, o sarsıntıyla Pelin, Olaf ve Astrid denize düştü. Pelin denizin derinliklerine kadar daldı ve güç bela yukarı çıkabildi. “İşte kendi zamanımda hayatım tam kurtulmuşken şimdi burada öleceğim.” Direk şimdi suyun üstünde yürüyordu. Pelin buna tutundu, sonra Olaf ve Astrid’e kadar götürdü. Üçü direğe tutuna tutuna gemiye kadar yüzdüler. Bu sırada gemi yeniden koya girmişti, Ingvar, Ingrid ve Helge, suya düşmüş diğer üçünü yukarı çektiler.

Pelin yorgunluktan bitap düşmüştü, yere serildi. Gökyüzüne baktı. Masmavi nordik gökyüzünde parlayan sapsarı güneş sanki moral vermek ister gibi sarıp sarmalayıcı bir sıcaklıkla insanın adeta içini ısıtıyordu. Pelin tam bu güneşin ışığıyla biraz olsun teselli bulacaktı ki kara bir gölge güneşin önünü kapattı. Pelin “Ne oluyoruz?” diyerek hızla doğruldu. Thorsten kocaman sarımsı gözleriyle ona hışımla bakıyordu. Pelin sapsarı kesildi. Tam bitti derken bu canavarın midesine mi misafir olacaktı yani? Olduğu yerde hızla geri çekildi. Thorsten ona bakmaya devam ediyordu. Sonunda başını iyice yaklaştırdı ve Pelin’i dikkatle süzmeye başladı. Herhalde ilk defa gördüğü bir yabancı olduğu için, belki de üstünün başının bir değişik olmasından, halinden tavrından, onun bambaşka bir yer ve zamandan geldiğini sezdiği, onun o an orada oluşunda bir anormallik bulunduğundan içten içe emin olduğu için Pelin’den gözlerini ayıramıyordu.

Thorsten’in iri dişli canavar başı, kocaman ateş saçan gözleri, açılıp kapanan burun delikleri Pelin’in iyice görebileceği kadar yakındı. Pelin korkudan üç buçuk atıyordu. Gemideki herkes güvertenin içine kenarına kadar kaçışmıştı. Pelin ise kımıldayamıyordu bile. Hayatta kalmak için derhal bir şeyleri hemen şimdi yapmalıydı. Ingvar’ın Thorsten ile ilgili anlattıkları ister istemez birer birer aklından geçmeye başlamıştı. “Ragnar onu çok seviyor, Kuzey Denizinin Değerlisi diyordu, onu evcilleştirmeyi nasıl başardığını soranlara “Fazla bir şey yapmadım, sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur,” diyordu.” Birden kafasında bu cümle dönüp durmaya başladı. Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur… Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur…

Ne yapması gerektiğine dair fikirler kafasında bir sis bulutu halinde belirmeye başladı. Bunlar onun bilincine değil de bilinçaltına nüfuz etti, Pelin farkında olmadan sanki bir güç onu hareket ettiriyormuş gibi ayağa kalktı. Thorsten’e şefkatli bir yüz ifadesiyle baktı,

“Biliyorum çok üzgünsün,” dedi. “Kim böyle bir şeye üzülmez ki. En sevdiğin insanı kaybettin. Belki yalnız kaldığını düşünüyorsun, öfkelisin, kırgınsın, bilemiyorum. Ama yalnız değilsin aslında. Bak bizler de varız. Hepimiz seni çok seviyoruz. Ragnar, sana Kuzey Denizi’nin Değerlisi diyordu. Çünkü öylesin. Sen çok değerlisin. Ragnar öldü diye üzülüyorsun ama aslında ölmedi sadece uzaklarda bir yere gitti. Bunu bir şekilde biliyorum işte. Bir gün yeniden karşılaşacaksınız. Hayat devam ediyor. Daha yaşanacak ne güzellikler, tanıyacak ne insanlar var. Bak bu insanlara. Hepsi Ragnar’ın arkadaşları, akrabaları. Onlar da Ragnar için üzülüyor. Onlar da seni çok seviyor. Dediğim gibi hepimiz seni çok seviyoruz. Hatta al bu senin olsun.” Nazar boncuklu kolyesini çıkarıp Thorsten’e uzattı.

Thorsten bir süre kolyeye baktı baktı baktı, sonra hızla başını kaldırdı, kulakları yırtan bir sesle gürledi. Gemide herkes korkuyla kaçışmaya başladı. Pelin de kaçarken kolyesini elinden düşürdü. Sonra Thorsten’in başı hızla güvertenin kenarına Pelin’in iki üç metre ötesine düştü. Thorsten ağlamaya, sarsılarak hıçkırarak ağlamaya başladı. Pelin sözlerini bilinçli olmadan Türkçe söylemişti ama belki sesindeki şefkat tonundan belki sözlere eşlik eden bir nevi telepatik his iletiminden, Thorsten bunun özünü anlamış ve derinden duygulanmıştı. Böyle bir süre ağladı. Vikingler cesaretini toplayıp geldiler, Thorsten’i sevip okşamaya başladılar. Neden sonra Thorsten kalktı, döndü ve denize dalarak gözden kayboldu.

“Gitti,” dedi Ingvar.

“Bir daha gelmeyecek, hissediyorum,” dedi Ingrid.

Sonrası tam bir bayram havasıydı. Köye döndüler, Pelin’e köyü gezdirdiler. Pelin diğer köylülerle de tanıştı, hepsi ona büyük ilgi gösterdiler. Şölen verdiler, şarkılar söylediler, danslar ettiler. Pelin onlarla dans ederken bir yandan ‘Acaba hiç gitmesem, burada bu güzel insanlarla, bu sade yaşam içinde kalsam ne olur,’ diye düşünüyor, yeniden o yorucu iş temposuna dönmek istemediğini hissediyordu. Sonra hemen ailesinin, dostlarının, hayatındaki güzelliklerin aklına gelmesiyle geri dönememek ve bir daha onları görememek korkusu ağır basıyordu. Sonra bu kasvetli düşüncelerden uzaklaşmaya, bu eşsiz anların keyfini çıkarmaya bakıyordu.

Nihayet vedalaşma vakti geldi.

“Umarım bu sefer başarabiliriz,” dedi Ingvar.

Yeniden bezli sisli uygulamayı yaptı. Başını sise soktu baktı. “Evet başardık, senin zamanındayız,” dedi.

Pelin ağlayarak hepsine teker teker sarıldı. “Sizi hiç unutmayacağım,” dedi ve gözden kayboldu.

Kendisini yeniden günümüzde buldu. “Evet neredeyim şimdi? Öldüm mü hayatta mıyım, önce bunu bir öğrenelim.”

Yine limana 50 metre uzaklıktaydı ama kaza geçirdiği tarafından değil, öbür tarafından. Etrafında göz gezdirdi ve birden kendisini gördü. Bir taksiye işaret ediyordu.

“Olamaz! Hayır binme Pelin, sakın binme!”

Bir anda vücudunun bir yöne doğru çekildiğini hissetti ve ne olduğunu anlayamadan taksi çağıran Pelin ile bütünleştiğini gördü. Şimdi taksi çağıran Pelin’in ta kendisi olmuştu. Taksi önünde duruyordu. Aynı şöför. Pelin hemen hayır anlamında elini salladı ve arkasını döndü. Taksi geçip gitti. 20 metre kadar ötesinde iki kadın taksiyi çağırdı. Taksici onları aldıktan sonra kazanın olduğu yere varmadan bir U dönüşü yaparak ters tarafa gitti. İşte adamcağız da kurtulmuştu.

“Ne yapsam acaba şimdi?”

Olup biteni sakin kafayla düşüneceği bir yere ihtiyacı vardı. Birden gözünün önüne tanıdık bir tabela ilişti. Nordstrand Viking Kültürel Müzesi. Demin burayı gezecekken vazgeçmişti. Şimdi ise gezmek için bin türlü sebebi vardı.

İçeri daldı. Yine aynı adam arkası dönük olarak müşterilerle konuşuyordu. Eşyalar, bütün eşyalar o kadar tanıdıktı ki. Ingvar ve diğerlerinin giydikleri elbiseler, aynı kılıçlar, köyde gördüğü eşyalar, tabaklar, çanaklar, boynuzlu başlıklar, hepsi aynıydı. Duvarda bir gemi resmi gördü, yaklaştı. Evet bu az önce, yani 1000 yıl önce bindiği gemiydi! Yanındaki resme bakınca gözleri dehşetle büyüdü. Bu Thorsten’in illüstrasyonuydu. Önünde de bir insan elini ona doğru uzatıyordu.

Arkasında bir ses duydu. Biri kendisine Norveççe bir şeyler söylemişti.

Döndü. Demin müşterilerle konuşurken gördüğü adam yanına gelmişti. Pelin şaşkınlıktan donakaldı. Bu adam Ingvar’ın ta kendisi değil miydi? Burada ne arıyordu? Hem de bu sefer günümüze uygun beyaz bir gömlek ve kumaş pantolonla, saçları düzgün kesilmiş bir halde karşısında gülümsüyordu.

“Ingvar ne arıyorsun sen burada?” diye sordu İngilizce.

Adam şaşırarak “Tanışıyor muyuz?” diye İngilizce, hem de günümüz İngilizcesiyle cevap verdi.

“Anlayamıyorum,” dedi Pelin. Durumu bir an önce anlamalıydı.

“Adı Ingvar olan size çok benzeyen bir tanıdığım var,” diye onun ağzını aradı.

“Ne tesadüf benim de adım Ingvar,” dedi adam. Yaka kartını gösterdi, Ingvar Anderson yazıyordu. Sonra güldü. “Herhalde bir akrabam olmalı, bizim ailemizde bu isim sık kullanılır.”

Pelin kendisini toplamaya çalışarak, “Ben müze hakkında Vikingler hakkında genel bir bilgi almaya gelmiştim,” dedi.

“Elbette,” dedi Ingvar. “Bu müze 1970’lerde babam tarafından kuruldu. Bu kasaba uzun yüzyıllar küçük bir köy olarak kalmıştı ve yüzyıllardır süregelen çeşitli eşyalar ve diğer hatıralar köy halkı tarafından titizlikle korunuyordu. Bu eşyaların envanterinin çıkarılması, geleceğe güvenle taşınabilmesi ve Norveç’in kültürel mirasına bir katkı olarak sunulması için babamın girişimiyle bütün köy halkı bu müzeyi oluşturdu ve sakladıkları eşyaları bağışladı. Viking tarihi ile ilgili çok ilginç bulgular burada sergileniyor. Siz nereden gelmiştiniz?”

“Ben İstanbul’dan geldim.”

Ingvar’ın gözleri heyecanla büyüdü. “Sahi mi? O halde köyümüzde yaygın bir efsane sizi çok ilgilendirir.”

“Nedir o?” Pelin heyecan içinde adamdan gelecek cevabı beklemeye başladı.

Ingvar Pelin’i Thorsten illüstrasyonunun önüne götürdü. “Efsaneye göre Thorsten adında bir canavar köyümüzün yakınında denizde yaşarmış. Ragnar adında bir köylünün evcilleştirdiği bir hayvanken Ragnar’ın ölümüyle bunalıma girerek sürekli köy halkına saldırmaya başlamış. Ingvar adlı bir büyücü köyü Thorsten’den kurtarmak elinden geleni yapmış. Sonunda yaptığı bir büyü neticesinde İstanbul’dan, evet sizin oradan, bir genç kız gelmiş, Thorsten’e bir şeyler söylemiş. Kimse onun ne dediğini anlamamış ama Thorsten ondan sonra sakinleşmiş ve köyü terk ederek bir daha hiç uğramamış. Köylüler o zamandan beri kızdan kurtarıcımız olarak bahsederler. Hatta ona ait olduğu söylenen bir hatıra günümüze kadar gelmiştir.”

Ingvar sonra Pelin’i müze salonunun en ucuna kadar götürdü. Gördüğü şey karşısında Pelin sapsarı kesildi, olduğu yerde titremeye başladı. Nazar boncuklu kolyesi tam karşısında, üstünden tam 1000 yıl geçmesiyle eskimiş, paslanmış, yer yer ezilmiş bir halde duruyordu.

“İyi misiniz?” diye sordu Ingvar.

Pelin “Benim buna çok benzeyen bir kolyem vardı da ondan şaşırdım,” diye geçiştirdi. “Bu arada siz büyücüyle de adaşmışsınız ne tesadüf.” Acaba Ingvar ve diğerlerine ne olduğu hakkında başka şeyler de öğrenebilecek miydi?

Ingvar Anderson, “Aslında övünmek gibi olmasın bizim büyücü Ingvar’ın soyundan geldiğimiz söylenir, yani kendisi benim büyük büyük dedem oluyor,” dedi. Bir süre durdu, “Nedense size daha birçok şey anlatma ihtiyacı hissediyorum. İsterseniz bir yerde bir kahve içelim, o sırada köyümüzün tarihi konusunda ayrıntılı konuşuruz.”

“Tabii neden olmasın?” dedi Pelin.

“Bu arada adınız neydi?”

“Pelin.”

Ingvar gözleri büyüyerek “İnanmıyorum,” dedi. “Kurtarıcımızın da adı Pelin’miş. Hatta biliyor musunuz, onun köyü Thorsten’den kurtardığı adanın bir adı da Pelinøy’dur yani Pelin Adası.”

Yok artık bu kadarı Pelin’e fazlaydı. Ağlayacaktı, ama sevinçten mi duygulanmaktan mı ağlasa bilemiyordu. Gözünden bir iki damla yaş geldi.

Ingvar hemen bir mendil çıkarıp ona uzattı. “Evet güzel ve duygulandırıcı bir hikayedir gerçekten.”

Pelin ve Ingvar bir süre daha konuştular. Pelin her şeyi günümüz Ingvar’ına anlatıp anlatmamakta kararsızdı. Önünde iki ihtimal vardı. Ya Ingvar gerçeği kabul edecek ve bu inanılmaz hikayeyle kendi tarihine bambaşka bir bakış açısı edinecekti ya da inanmamayı seçerek Pelin’i deli yerine koyacaktı. Ya da kimbilir, dedesinden gelen büyücülük yetenekleri ona da sirayet etmişti ve bu Ingvar da geleceğe yolculuk keyfinden mahrum kalmıyordu. Pelin nihai kararını onunla kahve içerken iyice ağzını aradıktan sonra verecekti. Şimdilik tatilinin keyfini çıkarmaya devam etmeliydi, ne de olsa hayat devam ediyordu.

Kuzey Denizinin Değerlisi” için 5 Yorum Var

  1. Merhaba;
    Bir önceki öykünüz gibi bu öykünüz de gayet keyifliydi. Temayı güzel kullanmışsınız.
    Yapıcı eleştiri olarak şunu ekleyebilirim. Öyküde biraz eksiltmeye gidebilirsiniz, biraz fazla tekrar var gibi. Aynı anlamı veren iki cümleden birini çıkarmak mesela.
    Kaleminize kuvvet.

  2. Merhabalar, fantastik bir öyküye göre bile gerçekçilik dozunun altında kalındığı taraftarı olsam da Sayın Öznür gibi düşünüyorum ben de, gayet keyifliydi. Gerçekçilik dozundan kastım olayların genelinde değil Thorsten isimli yaratıkla ilgili kısımlardaydı. Öykünüzü okurken belli bir yaş altına yazılmış hissine kapıldım bu açıdan. Benim öyküm olmuş olsa o gemidekilerin vay haline 🙂 Aralarından ayrılan ve geri dönen genç bir kıza sarılan Viking ahalisi var bir de :)) Ayrıca Ragnar’ın gerçek ölümüne gönderme yapsanız tarihi açıdan daha iyi olur, seyre de renk gelirdi gibi. Fazla kurcaladım kusurumu mazur görün. Öykünüzü gayet eğlenceli ve güzeldi kurcalamam bu sebepten. Gelecek seçkilerde de görüşebilmeyi umarak ellerinize sağlık diyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *