Gömleğinin üst düğmesinin açılmış oluşundan habersizce yürümeye devam ediyordu. Pantolonun arka cebinde taşıdığı cüzdanını ön cebine almış olmasını yeterli bulmayıp sol elini cüzdanının olduğu cebine sokmuştu. İstanbul’a ayak bastığı anda arka cepten ön cebe gelen cüzdanına eliyle de destek oluyordu. İstanbul’da her an soyulabilecek olduğunu düşünürdü yıllardan beri. Hatta bir keresinde ayakkabı boyacılarının sırnaşık taktiklerine kurban gitmeye çok yakındı. Önlerinde yürüdükleri kişilerin dikkatini çekmek adına ayakkabı fırçasını yere düşürmüş gibi yapıp arkalarındaki kişinin kendilerine seslenmeleri üzerine kurulu olan bu tezgâhta, şayet kişiyi kafalayabilirlerse ayakkabısını boyayıp iyi niyet göstergesini ticaretle birleştirmek ve parsayı toplamaktı amaç. Stajını birkaç kez yapmıştı.
Büyükşehirde doğup büyüdüyse de İstanbul’un büyüsü parmak şıklatmaya fırsat vermeden uyandırılacak kadardı. Bu sefer yerli turist edasıyla gelmemişti bu şehre. Atanmış bir öğretmen olarak buradaydı. Gecesini gündüze borçlanarak çalıştığı sınavdan avantajı pek de olmayan bir sıralama elde etmişti. Tercih listesinin sonlarına doğru bir rast geliş ile yazdığı okula ataması gerçekleşmişti. O okul İstanbul’daydı. Kendi gibi…
Ait olamamanın dengesizliğini adımlarına yükleyerek ilerlediği yollarda düşünceleri anılarına uğradı, uğrarken acılarını görüp mola verdi. Düşündü… Ruhunu köşeye sıkıştıran günlerin şimdi geride kaldığını, ucuz biralar içip filmler izleyip sarhoşken yalnız ağladığını, sigara kullanmıyor oluşundan ötürü “ah ulan şimdi bir sigara yakacaktık var ya” diye söylenip durduğu dost meclislerini, ellerini semaya açıp medet beklediğini, defalarca anlatmasına rağmen anlaşılmak istendiği zamanları, kazanmaya yakın kayıplarını, penceresinde duran dikensiz gülünü…
– Aman abi, pardon, vallahi görmedim. Kusura bakma iyisin di mi?
– İyiyim iyim, ahh! Ayağım acıdı biraz. Sorun yok.
Sorun yok, cümlesi öyle yarım çıkmıştı ki ağzından sorunun var olduğunu duy, bil dercesine bir haykırmayla söylüyordu Öğretmen Bey. Sitemi muhatabını bulamadan yoluna devam etti. Kendisine zaman kaybı olacak hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyordu. İstanbul’da kiralık ev bulup anlaşma yapmak için son hafta sonuna sahipti. Birkaç gündür evlerine konuk olduğu akrabalarında daha fazla kalmak istemiyordu. Hem düzenini oluşturmak hem de yaşlılığı emeklilikleriyle tescillenmiş akrabalarına yük olmamak adına bir an evvel yuvasını bulmak için İstanbul’un köhneliğini hayranlığa karıştıran sokaklarında yürümeye devam ediyordu. Bu yürüyüşün en dalgın anında bir gençle çarpışıp ayak bileğini incitmişti. Hâlâ daha ayağını tam basamıyordu.
“Yine sol ayak bileğim.” diyerek acı bir iç çekiş yaşadı. Yine sol ayak bileğiydi. Ortaokul yıllarındayken henüz öğretmen olmasına zaman varken sol ayak bileğini burkmuştu. Okul koridorunda öğretmen zili çaldıktan sonra sınıfa girip sessizce öğretmen beklemeyi reddeden grup içerisinde yer aldığı için koridorda fink atıyordu. Bu esnada yaşadığı coşku anında havalara uçup konmayı başaramamıştı. Arkadaşının ayağına denk gelen sol ayağını burkmuş ve uzunca bir süre bunun acısını yaşamıştı. Az evvel yaşadığı çarpışmada da bu ana ışınlanmıştı düşünceleri İstanbul’da niçin bulunduğunu unutarak. Neden İstanbul’da olduğunu kendisine yine “kendisi” hatırlattı. Sol elini cebine attığında cebinde dünden kalan market fişleri dışında bir şey olmadığını fark etti. Bu hareketiyle gözü açık uyuduğu anılar uykusundan uyanmıştı. Annesinin en sevdiği fincan takımını kırarak takımı bozan çocuklardan daha tedirgin ve çaresizlik içindeydi. Tanıdığı bildiği bir şehirdeydi ama yine de yabancıydı buraya. Her insanın tanıdığı insanlara karşı yabancı oluşu karşısındaki çaresizliğin şehirleşmiş biçimi yaşıyordu. Kentsel dönüşümü kafasında taşıyordu.
“Allah’tan giden yalnızca kimlik oldu, bir miktar da para… Banka kartlarını telefonun kılıfında tutuyordum. Neyse çok teşekkür ederim tekrardan Memur Bey.”
Kiralık ev bakmak için sokakları arşınlarken yaşadığı kapkaç olayı sonrası kendini polis karakolunda bulan Öğretmen Bey zihnini toparlamaya gayretliydi. Sakin tutumlu kişiliğe sahip olması onun kişilik özelliklerinden biri olsa da bir diğer özelliği ile de çelişiyordu bu durum. Bazı anlarda yaşadığı el titreten panik… Ellerinin titremesi polis memuruna ifade verip robot resmini çizdirdikten sonra azalmıştı. Polis memuruyla yaptığı veda tokalaşmasıyla kalan el titremeleri de gitmişti. Zihninde kalan dert tortularını dağıtmasına daha vardı. Şimdilik onları yüklüğe atılmış kışlıklar gibi rafa kaldırdı. Kendine ait bir yuva aramaya devam etti. Dolandırıcı kılıklı emlakçılardan çıkıp “bekara ev vermem” diyen ev sahiplerinden kaçtı. Evin dışına bakıp yanıldığı da oldu. Parasının çıkışmayacağı güzellikte evlerde ise gözü kaldı.
* * *
Gözlerinin yılkısı bağrındaki bezginliği içine teptiriyordu. Öğretmen Bey, yeşilliği gizli kalmış bir parkta üzerinde aşıkların isimlerini kazıyarak kendilerini açık ettikleri bankta oturuyordu. Yürürken kiralık ev yazısı kollayan Öğretmen Bey şimdi oturduğu banktan insanları izliyordu. Bir hipnoz seansı gibiydi insanlara bakmak. Birkaç saattir yaşadığı yorgunluk ve kapkaç sonrası hırpalanmış bedeni artık mukavemet gösteremiyordu. Gözleri uslu uslu kapandı. Ellerini göğsünde birleştirip bacak bacak üzerine atarak insanları izlerken uyuyakalmıştı. Parktaki insanların kimisi çocuklarını eyliyor kimisi yeni sevgili olduğu partneriyle oturup utangaç hallere bürünüyor kimisi yan taraftaki camide ikindi namazını kılmak için vaktin gelmesini bekliyordu. O uyumaya devam ediyordu. Kısa süreceği en baştan belli olan bu uykuyu ise küçük bir kız çocuğu bozdu. Onun uyuduğunu fark etmeyen kıvırcık saçlı kısa şortlu ilkokul çağındaki kız çocuğu ona seslenmişti:
“Merhaba bir şey sorabilir miyim?”
Öğretmen Bey irkilerek uyandı. Göğsünün üzerinde birleştirdiği kolları çoktan salınmıştı yana doğru. Küçük kız çocuğu, Öğretmen Bey’in boşa düşmüş elinden tutarak ona sesleniyordu. Vücudundaki bu gevşeme halini gerginliğe dönüştürenin karşısında duran ve kendisine soru sormak isteyen küçük bir kız çocuğu olduğunu görünce kendine geldi hemen.
“Merhabalar güzel kızım, tabii buyur.” diyerek küçük kızın cesaret girişimine destek oldu.
Bandanasından sarkan bukle bukle saçlarını minik elleriyle yüzünden kovan küçük kız, derin nefes alarak bir kere de sordu sormak istediğini:
“O şiirleri, sözleri gerçekten birine karşı bir şey hissetmeden nasıl ortaya çıkarabiliyorsunuz?”
Öğretmen Bey muhatabı olduğu bu soruyla neye uğradığına şaşırdı. Kendisinden başkasının bilmediği bir şeydi bu. Yazdığı şiirleri, öyküleri kimse bilmiyorken şimdi karşısına geçip kendisini sorguya çeken hiç tanımadığı bir kız çocuğu vardı. Şaşkınlığını atmak için bir sonraki nefesinden borçlanarak karşılaştığı bu durumun ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kendisini iç ısıtan tebessümle izleyen kız çocuğuna uzunca bir süre baktı. Bakakaldı… Sol yanından bir ses yükselmesi yaşayınca yönünü oraya çevirdi. Ne olduğunu anlamaya çalışan Öğretmen Bey, sesin geldiği yönden başını alıp kız çocuğuna doğru döndürmüştü ki bu kez kız çocuğunu göremedi. Birkaç dakika içerisinde üst üste şaşkınlıklar yaşıyordu. Oturduğu banktan fırladı. Gözünü alan güneşe bir eliyle siper olurken diğer eli sol gözünü kaşıyordu. Kendisine en yakın mesafede oturanlara az evvel karşısında duran kız çocuğunu tarif ediyor ve görüp görmediklerini soruyordu. Bugün verdiği ikinci robot resim tarifiydi bu.
“Yoksa ben rüya mı gördüm lan?” dedi. Bunu öyle yüksek sesle söylemişti ki etrafındaki diğer insanlar ona şüphe ile bakar olmuşlardı.
“Yok ya rüya değildi. O kız gerçekti. Gerçekti ama şimdi neredeydi abi? Hem bir dakika! Ben bir rüya gördüm, doğru. Hatırlıyorum. Yeşil bir alandaydım. Evet evet, ormanlık bir alanda… Arkamda bacası tüten bir kulübe vardı. Ve bir dakika… Karşımda da beyaz elbiseli bir kadın vardı. Hafiften yağan yağmura aldırış etmeden çıplak ayaklarıyla dans eden bir kadın…”
Küçük kız çocuğuyla yaşadığı şaşkınlığın üzerine yeni bir kat çıkılmıştı şimdi. Az evvel ki canhıraş aranışına şahit biri, “Şu tarafa doğru bir kız çocuğu gitti.” diyerek Öğretmen Bey’in yönünü belirlemişti. Adımlarını bu sefer tam basarak yürüyordu. Sabahki bilek burkulmasının acısı hissedilmiyor, yürekte oluşan burukluğun peşine yol alınıyordu.
* * *
Sonsuzluk ormanında bir tavşanı köşeye sıkıştırmak imkansızdır. Köşeye sıkışan avcının kendisidir. Öğretmen Bey’in kendisi köşeye sıkışmıştı. Karşısına çıkan insanlara sorarak ve onların yönlendirmelerini kendine yol tarifi belleyerek küçük kızı aramaya devam etmişti. Sabah saatlerinde kiralık ev aramaya dair başlayan adımları akşama yaklaşılan saatlerde bir sırrı çözme arzusuyla birleşmişti. Bilmediği yerlerden geçiyor adından habersiz mahallelerde dolanıyordu. Amacının, önceliğinin değişmesine de aldırış etmiyordu. Merakı önceliğinden cazip geliyordu. Emlak dükkanının önünden geçerken bu cazibe yok olmuştu. Önceliği bu kez birinci sıraya yerleşmişti. Dükkânın camında yazana göre aradığı evi bulmuştu. Atandığı okuldan çok da uzak durmadığını telefonun haritalarından görüp onayladıktan sonra dükkâna girmeye karar verdi.
Dükkandaki kısa süreli görüşmeyle beraber evi görmek için dükkândan ayrıldılar. Artık akşam saati olduğu için emlak dükkanının sahibi de bir daha dükkâna dönmeyi düşünmediği için dükkândan gerekli tüm eşyalarını alarak çıktı. Buna kira sözleşmesi de dahildi.
Öğretmen Bey evi çok beğenmişti ve hemen oracıkta tutmuştu. Depozito gibi gerekli ödemeleri cüzdanına koymadığı ve telefonun kılıfında duran kartından çektiği parayla yapan Öğretmen Bey bomboş haldeki evin içinde bir süre dolaşmak istedi. Evi hemen terk etmedi. Tüm yaşanmışlıklarını düşünerek vardığı yerin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ailesinin büyük emekler vererek okuttuğu biri olarak emeğinin karşılığını almıştı. Bu rahatlamayı nefesi yankılanan evin içerisinde yaşadı. Ama onu rahatsız eden bir şey daha vardı. Bugün yaşadığı hırsızlık olayından daha fazla rahatsız eden o küçük kız çocuğunun kim olduğu ve şiirler, öyküler yazdığını nereden bildiğiydi. Güneş batmak üzereydi. Kapı çaldı. Kiralık olarak haftalardır boş duran ve daha birkaç dakika önce kira sözleşmesini imzaladığı evin kapısı çalıyordu. Ürkek bir ceylanın adımlarını taklit edercesine kapıya doğru yürüdü. “Kim o?” dedi, bir karşılık alamadı. Kapının dürbünü bir önceki kiracının yaramaz oğlu sebebiyle zarar görmüş olduğu için oradan da ulaşamadı kapının arkasına. Son çaresi vardı. Kapıyı açtı.
Kapının açılmasıyla beraber Öğretmen Bey’in şaşkınlığı bulutları aştı. Karşısında bugün gördüğü kız çocuğunun büyümüş haline benzeyen bir kadın vardı. Bankta otururken görmüş olduğu rüyanın kahramanı olan beyaz elbiseli kadının elbisesini taşıyordu kapıdaki kadın. Beyaz renkte ve kendinden işlemeli desenlere sahip dikdörtgen biçiminde yakalı, kollu bir elbiseydi bu. Daha da ilginci kadının elinde çalınan cüzdan vardı. Kapıdaki kadın gülümseyerek Öğretmen Bey’e baktı.
Kimsenin bilmediği şiirleri, öyküleri hayal ettiği bir kadına yazan Öğretmen Bey, hayalini gerçek şekilde karşısında görüyordu. Edebi kaygıları yok saymadan ama biraz da duayı içinde barındırarak yazmış olduğu yazıların, şiirlerin kendine dair bir kader yazgısı olduğunu çok sonra anlayacaktı. Dilini yutmuştu. Konuşamadı. Konuşan yalnızca kapıdaki beyaz elbiseli kadın oldu:
“Mahalleme hoş geldin.”
- Kukla - 23 Mayıs 2024
- Mahalleme Hoş Geldin - 1 Mayıs 2023
- İnsanın Pusulası İnsandır - 1 Şubat 2023
- Dikiz Aynasına Konuşan Şoför - 1 Aralık 2022
- Radionette Duett – P - 1 Kasım 2022
Join the discussion at Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.