Öykü

Mahşerin Dört Atlısı

Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte Tanrınız RAB sizi kutsasın. (Tesniye 23;20)

Faiz alan kişi günahından dolayı af dilerse ve faizciliği bırakırsa affedilecektir. Eğer bu şeytan işine devam ederse afaroz edilecektir. (Madde 20) (2)

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmran 3/130)

Paranın icat edilişinin sebebi açık ve tektir: Bir mala izafe edilmek. Faizde ise para kendi kendine çoğalır ve bu tabiata aykırıdır. (Aristoteles)

Hiç kimse kardeşine faizli borç para verme hakkına sahip değildir. (Eflatun)

Güzel sözler bilge ve bilgili insanlar içindir. Cahiller gerçeğe sırtını dönerler

Kötülüğü sıradanlaştıran insan evladı, kendi eliyle kıyametine davet çıkarmıştır. Kıyamet gününde ortaya çıkacağı zannolunan dört atlı, insan evladının kendini inandırdığı gerçeği katleden dört cellattır. Yedi bin yıl önce, Mısır ülkesinde, kızgın çöllerin ortasındaki vahadan kızıl (al) atına binip yelelerini savurarak gelen birinci atlı, Mezopotamya düzlüklerini aşıp Truva’ya vardığında, artık iktidar zehrini yutmuş olan insan evladının başına taç olmuştu.

Kenan ilinde yasakların en kışkırtıcısı idi ikincisi. Siyah (yağız) atın binicisinin başının üstündeki teraziyi görenler, kendilerini Themis’in yeniden doğduğuna inandırmışlardı. Oysaki o Themis kılığına bürünmüş Namesis‘ti. Terazinin bir kefesinde buğday tanelerinin çokluğunu dengeleyen, kızıl atlının zehirli tacıydı.

Tek yasak: “Kendinden olandan faiz almayacaksın.” Ve böylece kendi çarmıhını yapan Nasıralı Meryem’in oğlu bile çivi almak için onu ayağına vardı. Oysaki ondan bin yıl önce bir bilge şöyle buyurmuştu. “Hiç kimse kardeşine faizli borç para verme hakkına sahip değildir.” Yağız atlının nalının değdiği her yerde insan evladı, yaptığı her şeyi, zihninde var ettiği, iradesini elinden alan ”insanlık” denen hükümdara teslim etmişti. Kendi etinden, terinden, ürettiğinden beslenen.

Kızıl atlının binicisini takip eden insan evladı; denizleri göle çevirip, gözünü okyanusun ufkuna diktiği zaman, gemilerini yürütecek yelken bezleri için kralları, bilginleri, kâşifleri Yağız atın toynağına yüz sürmeye mecbur bırakmıştı. O sayededir ki okyanuslar aşılmıştı. Ama kıyıya ilk çıkanlar, kendilerini gülerek karşılayanların kıyameti olmuşlardı. Güneş ülkesinde yaşayanlar nereden bilebilirlerdi boyunlarını, kollarını süsleyen kızıl madenin zehirli iktidar tacına dönüştüğünü.

İki atlı, yüzlerce yıl bozkırlardan, ovalara, vadilerden, karlı dağ başlarına, denizlerden, okyanuslara keyiflerince koşturup durdular. Okyanus ötesinde yaşayan güneşin çocukları hâlâ insandılar. Yelkenleri şişirenin rüzgâr, kürekleri çekenin insan olduğuna inanıyorlardı. Hâlbuki bin yüz sene evvel, Anadolu’da bir vadide zehirli kızıl tacı takan imparator, üçüncü atın dizginlerini Aizonai’den bırakmıştı. Dizginleri eline geçiren atlı, o hızla Karpatlar’ı geçip İskandinavya’ya vardı. 1487 senesinde artık insanlık(!) için, olmayan malları bir tahta üzerinde değiştiriyordu.

Altı yüzyıl boyunca dördüncü atlının, yani kurtarıcının beyaz bir at üzerinde geleceği söylenip durdu. Kehanette dördüncü atlının “soluk” olacağı da söyleniyordu ama umut, insan evladının var olduğu günden beri yeşerttiği filiziydi. Hep iyiliğin geleceğini söylerdi. Kim bilebilirdi ki binlerce yıl önce Akdeniz’de bir yarım adada ateşi çalan İapetus’un oğluna sinirlenen Zeus’un, insan evladına çalınan ateşin karşılığında en büyük kötülüğü verdiğini.

Her haşr olduğunda kıyamet mahşerini anımsayan insan evladı, iradesini devrettiği “insanlık” denen hükümdarın kendi kurtarıcısı olacağına umut ederek çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı…

Beklenen kurtarıcı beyaz atlıydı. Beyaz bulutlar içinden çelik kanatlarla süzülerek, beş ton ağırlığıyla insan evladına kendi gerçekliğini hatırlattığında “beyaz şemsiyeli kadının” hâlâ iyilik getireceğine inanılıyordu.

İki bin sene evvel batı Anadolu’da, Gediz havzasında, kızıl atlının bağrına basılan Midas’ın mührü, iki bin sene sonra ipek kâğıt üzerinde bir tütüncünün oğlunun görüntüsüyle zuhur etmişti. Elindeki beyaz bayrağıyla atının üstünde gerçek yüzünü gösteren başarısız bir bankacı, toynaklarından kan süzülen beyaz atıyla yeryüzünü dolanıyordu.

Kadim inançlarda, “dört atlının birden dünya üzerinde görülmesi kıyametin alametidir” diye anlatılır. Başka bir anlatıda da derler ki; “katil mutlaka cinayet yerine döner.”

2018 yılının bahar aylarının sonuncusu, son demlerini yaşarken, kadim Mezopotamya ve Anadolu topraklarında yaşayanlar gözlerini sabahın ilk ışıklarına açtıklarında önce ne olduğunu anlayamadılar. Söylence böyle değildi. Uzun zamandır kızıl atıyla dolanan atlı “göğ ekinleri” biçiyordu ama… İeptos’un oğlunu kimse hatırlamak istemiyordu. O gün “korkunç atlılarıyla parçaladılar nazlı seher sabah uykularını.”

Mahşerin dört atlısı; döviz, faiz, altın ve borsa hikâyelerinin başladığı topraklarda işledikleri cinayetin sonuçlarını görmeye gelmişlerdi.

Beyaz camın altından akan yazıda; Dolar: 4,95, Altın: 301 , Borsa: 101,000, Faiz: 16,5

Pandoranın Kutusu’nda ki en büyük kötülük kanatlanarak uçuyordu.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *