Öykü

Meleran Hikâyeleri: Karanlık Fırtınalar

Har daim bir rüzgârı, o rüzgârın getirdiği korkunç görüntüleri ve o görüntülerin karanlıkta savrulduğu boş sokakları ile gecelerini geçiren bir şehirden bahsediyoruz. Deniz kokan, dalga sesleri ile yankılanan bu ıssız sokaklarda geceleri varlığını kaybetmek o kadar kolay ki ve inanın bana zorda kaldığınızda, gecenin karanlığında sığınacak bir kapı aradığınızda bir anda tüm kapılar açılmaz olur insana…

Neindarin, gündüzlerin hareketliliğini işte böyle, bu ürkütücü atmosferinde kaybeden, Nein körfezinin güçlü fırtınalarından daha ölümcül olan geceleri ile bilinen, yüzyıllık varlığı ile o gece bir misafir daha ağırlıyordu bünyesinde.

Eski, tarih kokan sokakların arasından ilerleyen ve ne gece karanlığının tüm o bilindik, ürkütücü ve ölümcül sessizliğine ne de yaklaşmakta olan fırtınanın doğasına kulak asmayan bu adam sadece bir an durmuş, arkasındaki sokaklardan yaklaşmakta olan o sıra dışı uğultuyu dinlemiş, ardından kucağında duran, kolları arasındaki yükü yavaşça kolları arasında kaydırarak sabitlemiş ve yoluna devam etmeye başlamıştı.

Kolları arasında duran yük ufak, huzurlu uykusunu hiç bozmayan, kendi yanağını onu taşıyan adamın yanağına taşıyan bir çocuktan başka bir şey değildi. Çocuk daha birkaç yaşında ya vardı ya yoktu ve hafifçe titremesine bakılırsa gecenin karanlığından ürktüğü söylenemezdi; ama fırtınadan önce gelen o soğuktan üşüdüğü söylenebilirdi. Adamın sivri, karışık sakallı yüzüne dayadığı kendi pürüzsüz yanağına karşın hiç huzursuz olmaksızın uyumasına bakılırsa gerçekten yorgun düşmüştü. Koşullara karşın içinde bulunduğu bu deliksiz ve huzurlu uykusu başka türlü nasıl açıklanabilirdi ki?

Gecenin içerisinden gelen sıra dışı uğultulara karşın hiç istifini bozmayan adam yavaşça sokakta ilerleyerek birçok kapalı kapının yanından geçti ve bir süre sonra içeriden yoğun bir müzik ve gürültü gelmekte olan bir başka kapının önünde durdu. Evet, belki de Neindarin’de ki kapalı kapılardan gecenin bir karanlığında açılacak olan yegâne kapı buydu. Kapının üzerinde birbirine çarpan iki bira kupası yanında ki soluk harfler “Gecenin Misafirleri Hanı” yazısı ile adeta tezat oluşturuyordu. Doğrudur, belki de Neindarin gibi bir şehrin temasına uygundu bu yazı; ama gecenin misafirlerine kalacak bir yer değil, içecek bir yer sunuyordu bu han. Geceyi içtikleri masada geçirmekten başka bir şey de ifade etmiyordu. Ve belli ki bu durumdan, bu gecenin misafiri pek de hoşnut değildi. Suratındaki asık ifadeyle, kucağındaki minik yükü ile arkasında şiddetini arttırmakta olan fırtınayı bırakarak içeriye girmek üzere kapıyı omuzladı adam.

İşte kapı böyle aralandı; içerideki tütün, nefes, bira kokuları ile bir çeşni oluşturmuş olan o boğucu havayı ve yanında gelen, gecenin karanlığını delerek geçen ışığı dışarıya saldı. Ve aynı anda gelen, tüm o boğucu havayı ve kasveti içine alıp eriten, kendi ateşinde döverek yeniden şekillendiren o beklenmedik şarkı;

Kesik kesik nefesler ve onu bastıran hırıltılı öksürükler,

Elinde olmaksızın sallanan, dengesini koruyamayan kılıcı,

Buna rağmen dökülen düşman kanları

Ey geldi, tez geldi bizim Fırtına Fatihi…

Şehrin efsanelerinden birisi olan eski bir kaptana, fırtına fatihine ait olan kudretli hikayelerden birisini anlatan bu şarkı önce ince bir erkek sesi ile böyle dökülüyordu; ama onu kadın bir vokal takip ediyor ve şarkıyı çok farklı bir havaya çekiyordu.

Geceleri yatakta, gündüzleri savaşta,

Dostuna da düşmanına da, aynı garip iştahla,

İşinde gücünde başarısıyla geldi geçti Fırtına Fatihi,

Aşkı bana, kılıcı düşmanına verdi Fırtına Fatihi…

Ve işte yine o erkek sesi, arka planda kadının mırıldanmaları ve adamın elindeki çalgının tıngırdayan tellerine eşlik ederken şarkıyı söyleyen erkek sahnenin ortasındaki bir taburede oturuyor, ona eşlik eden kadın şehvetli bir şekilde etrafından dolaşarak Fırtına Fatihi olarak addettiği şarkıyı söyleyen erkeğe sürtünüyordu.

Denizlerde bir kâbus gibiydi, geceleri çöken Nein karanlığı gibi,

Korsanlar yedi yonca adalarında, o ise onları adalara hapseden denizlerde,

Kucağında kadınlarla, elinde ölüm getiren kılıcıyla,

Etrafında yoldaşları ve garip adalet anlayışındaydı Fırtına Fatihi…

Çocuk daha şarkının ilk mısralarında kıpırdanmaya başlamıştı; ama sözler ilerledikçe uyanmıştı. Şimdi adamın kucağında başını kaldırmış ve ela gözleri ile önce adama, ardından başını çevirerek arkasındaki kalabalığa bakmıştı. Adam daha fazla kapı önünde oyalanmadı. Kendisine içen, bağrışan gürültülü han kalabalığında bir yol bularak ilerledi ve kenarda, sessizliklerde kalan bir masaya çekildi.

Daha oturması, artık uyanık olan kumral çocuğu yanındaki koltuğa bırakması ile birlikte karşısında hancı belirdi. “Bu geç saatte başka gelen olmaz sanıyordum efendim, öncelikle hoş geldiniz, ardından size nasıl yardımcı olabilirim?” Hancı kır saçlı, orta yaşlarının sonunda bir adamdı. Üzerinde önlüğü vardı ve garip bir şekilde çok temiz bir önlüktü bu. Dökülen tek bir bira damlası dahi yoktu adamın üzerinde ve misafir, ev sahibi hancısının ne kadar titiz birisi olduğunu buradan anlayabilmişti böylece. “Yiyecek ne var?” diye sordu adam.

“İyice kaynamış fasulyem ve gündüzden kalma ekmeğim.” diyerek hızlıca cevap verdi hancı. “Çok fazla bir şey kalmadı ne yazık ki.”

Misafir başını olumlu bir şekilde sallarken yanındaki çocuk ufak koltuğa yeniden kıvrılmıştı bile yine de “İki tabak istiyoruz ve en iyi birandan iki bardak,” diyerek adamı yönlendirdi.

Hancı gittiğinde Fırtına Fatihi şarkısını tekrar duyabilmek ve en sevdiği bölümü dinleyebilmek için kulak kabartarak başını kaldırdı; ama Fırtına Fatihinin birçok ilişkisinden birini gayet açık bir şekilde anlatan o dörtlük hancının varlığı sırasında gelip geçmiş olacaktı. Şimdilerde kılıcından ve bir düşmanı ile girdiği bir savaştan bahseden bir dörtlük vardı.

Korkusuzdu iki rakip, birisi diğerinden daha ölümcül,

Ölümün acısı Fatihin kanlı darbesi,

Ve mizahından gelen o tatlı öfkesi,

Dalgalanan bir adın havada savrulan dilsiz bekâreti…

Ah, bozulan bekâreti…

Son sözler kadın vokalin şehvetle kıvranışları arasında söylenmiş, Fırtına Fatihinin sevdiği kadınla olan öldürücü savaşını nasıl da ölümcül ve ürpertici bir şekilde bitirdiğini dile getirmişti.

“Yalnız mısın yolcu?” dedi genç bir adam karşısına otururken. Misafir davetsiz gelen bu misafirine karşı cevap vermedi. Sadece o delin, itici bakışları ile süzmekle yetindi. “Umarım rahatsız etmiyorumdur.” diyerek devam etti adam. Ama ediyordu ve misafirin bakışları bunu adeta vurguluyordu.

Yine de genç adam gitmedi. “Nereden geliyorsun?” diye ısrarla sordu bu genç adam muhabbet kurmaya çalışarak.

“Fırtınanın çok daha yoğun olduğu bir yerden,” diyerek cevapladı misafir kısa bir sessizliğin ardından. Belli ki bu adamı itici bakışlarına rağmen başından savamayacaktı. Derken yanındaki hareketlenmeyi fark etti. O daha bir şey yapamadan, hiçbir şekilde engel olamadan az önce koltukta yatmakta olan çocuk doğrulmuş karşısındaki genç adama bakıyordu.

Genç adam o anda çocuğu fark etti ve çocuk ile genç adamın gözleri birbiri ile buluştu. Önceden ela olan, şimdi dışardaki Nein gecesinden daha karanlık olan bakışlar adeta o karanlığı yayarak genç adamın ruhuna aktı. Handaki kalabalık, o gürültülü atmosfer içerisinde hiç fark edilmeyen, genç adamın teslim ettiği ruhu ile donakalmasına neden olan saniyeler boyunca hiçbir şekilde onlara bakmamıştı.

Genç adam öylece, hareketsiz bir şekilde oturduğu yerde duruyordu. Misafir ise yeniden yerine kıvrılmakta olan çocuğa bakarak “Her istemediğin kişiyi içindeki fırtınaya çekemezsin,” dedi.

Çocuk bir anlığına gözlerini aralayarak “Sende rahatsız olmuştun,” dedi.

“Ama ben rahatsız olduğum kimseyi karanlık fırtınalarda boğmadım,” diyerek cevap verdi adam. Ne dese boştu, zira çocuk çoktan uykuya geçmişti bile…

Misafir bir an önce, gelecek olan fasulyesini yiyerek oradan gitmenin, tekrar Neindarin sokaklarının karanlığına kendisini bırakmayı düşünerek karşısındaki hareketsiz, ruhsuz bir şekilde oturan gence bir kez daha baktı. “Üzgünüm,” dedi kendi kendine konuşarak. “Bana bulaşmayacaktın.”

Sabaha karşı gencin bedeni oturduğu yerde bulunduğunda kimse onun karanlık bakan gözlerinin, Neindarin sokaklarında değil, kapalı hanın içerisinde meydana gelen bu karanlık fırtınasının nedenini anlayamamıştı. Evet, Neindarin sokakları geceleri insanın içine çöken bu karanlığı ile meşhurdu; ama Neindarin halkı ilk defa bunun kapalı bir yerde, birinin başına geldiğini görüyordu.

Yazarın Notu: Meleran dünyası hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Kurgu Dünyam blog’umda yer alan Meleran yazılarına göz atabilirsiniz;

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *