HAYAL ETMEK
“Bu bir saldırıııı..!”
“Metin! Sana koca bir kar topu geliyooor! Bu top sana kardan adamın laneti! Ahaha!”
“Metin saklan! Metin saklan! Kafanı yarmaya niyetli bu Ulaş gerizekalısı!”
“Geliyooooor!”
“Seni pis şişko! Kafamı şişirdin! Gel buraya!”
Gülüşmeler kafasının içini tam anlamıyla kemiriyor gibiydi. Nefret ediyordu kış aylarından ve kar topu oynayan yaşıtlarından.
“Bunca neşe ve kahkaha! Yüce Hephaistos ve Tanrıça Hestia! Hele şu lanet olasıca kardan adama ne demeli! Şapşal suratına yakışan tek şey olmalı o havuç ve beyaz buz kütlesi bedeni!”
Kıvılcımların üzerinden dilek tutup, kahkahalarla atlarken farketmişti ateş saçan bedeninin harlı ateşle bütünleştiğini. Ateş Tanrıçası Hestia adeta ellerinden tutuyordu büyük yangının üzerinden atlarken, ve 5 Mayısta ellerinden tutup kulağına emretmişti..
“Yak-Erit Menekşe Nesretan!”
Bu cümle beyninde binlerce kez yankılandı o gece. Ayağını burktu, düştü çok kerelerce, kimse aldırmadı ona çünkü kahkahası yankılanıyordu tüm evlerde.
“Sen kimsin?”
“Ben Hestia… Senin evin, tüten bacan, harlı ateşin.. Yak-Erit Menekşe Nesretan!”
Bu cümleyi ilk duyduğu gece, sekiz veya dokuz yaşınlarındaydı. Ateşe olan çılgın tutkusu küçük bedenini o zamanlarda ele geçirmişti. Kimseye Tanrısını gördüğünden bahsetmeye niyetli de değildi.
“Aciz su ateşten ne anlar, aciz toprak ateşten ne anlar, aciz balçık ateşten ne anlar!”
Herkes gözünde gittikçe küçülüyordu. Bir su damlası kadar ezik ve aptal olduklarını düşünüyordu. Gittikçe içinde büyüyen yangın onun ruhunu ele geçirmeyi başarmıştı. Artık şeytanın bile ürktüğü, ateşlerin sultanının kulu olmuştu.
Bu kış da arkadaşlarını uzaktan izliyordu. Belki önümüzdeki diğer kış ayları da sadece onları izleyerek ve nefret kusarak geçecekti. Gözlerinden ateş fışkırdığını hayal ediyordu, bu ateşle pis şişko Ulaş’ı, kar topu oynayan çocukları küle çevirdiğini, hatta kış aylarını takvim yapraklarından silip atmayı düşünüyordu. Bu donuk suratlı çocuktan hiç haz almadığını düşünerek tekrar yüzünü ekşitti.
“Kardan adamın lanetiymiş! Aynı sana benziyor zaten o, koca götlü pislik!”
Ve Metin… Ondaki farkı bir sene önce adam akıllı anlamıştı. Bir seçim yapmakta zorlandığını hissediyordu. Ona karşı hareketleri bazen bir buz kadar kesici, bir kor kadar da alev alevdi. Soğuk ve sıcak arasındaki anlamlı seçim…
“Doğru yolu bulacaksın Metin.”
Çocukluğunun en güzel, en masum olabilecek yıllarını ateşe duyduğu hürmetle ve de hizmetle geçirdi. İzlediği süper kahraman çizgifilmlerinde bile olmayan “Volkan Kız’ı” seçerdi kendine. Hayaliyle süslerdi karakterini, beyaz kanatlı karlar kraliçesinin gırtlağına çöküp onu eritip ufak bir göle dönüştürdüğünü zihninde canlandırıp zevkten dört köşe olurdu.
BÜTÜNLEŞME
Seneler seneleri kovalarken, beyaza olan nefretle geçerken uzun yıllar, içindeki gerçeğini vücudunda hissedecek ve değişecekti, tam on sekizi arefesinde.
On sekizler güzeldir. Ateşler Tanrıçasını kıskançlıktan çıldırtacak kadar güzel ve alev alevdi her zerresi. Volkanların Kızı… Dokunmasına bile gerek kalmadan eriteceği buz kütlelerine savaşı on sekizine girdiği gecenin arefesinde Hestia’nın onu kutsamasıyla gerçekleşecekti. Ocaklardan, evlerden etrafa sıçrayan, Hestia’nın Menekşe’ye bir nevi hediyeleri olan kıvılcımları bugüne kadar toparlayıp biriktirmişti ceplerinde.
Yine bir mayıs gecesi arkadaşlarıyla ateş yakıp, etrafında şarkılar söylemişlerdi. Üzerinden atlayıp dileklerini dilemişlerdi. Her sıçrayışta kıvılcımlardan şeffaf bir örtü yapmıştı bedenine Menekşe. Son kıvılcımını da ceplerine doldurdu.
Herkes dağıldıktan sonra, yere diz çöktü ve ellerini son sıcaklığını da tüketmek üzere olan küllere uzattı. Derin bir iç çekip Metin’i düşündü. Belki o, bu etrafa ufak ufak sıçrayan kıvılcımların içerisinden onu izliyordu. Gülümsedi,
“Biliyorum Metin, sen de ateşlerin kulusun. Belki de sultanısın.” dedi kısık, anlamlı ve içten bir ses tonuyla.
Kanatsız göğe yükselen kara duman bulutu birden bire etrafını sardı, ürktü ve geriye attı kendini. Bağdaş kurup olduğu yere oturdu. Gözlerini kıstı, sarı bir duman arkasından görünen kırmızı alevler etrafını sardı. Küller tekrar kutsal ruhla bütünleşti. Ateşlerin ve savaşların Tanrısı Hephaistos “Yan!” dedi. Kıvılcımlar alevlendi ve tanrılar ellerinden tuttu, göklere çıkardı Nesretan’ı. Bir ara Hestia’nın alevden saçlarını ve gülümseyen yüzünü gördü. Sonra sesini; “Yak-Erit!”
Gözlerini kapatıp açtığında bir ateş topunun üzerinde oturuyordu. Yerden hemen hemen yirmi metre yükseklikteydi. Önce aşağıda gittikçe alevlenen harlı ateşe,sonra ellerine baktı.. Parmak uçları.. Yanıyorlardı. Ayaklarını ateş topunun üzerinden aşağıya salladı. Bedeninin çıplaklığını hissetti. Kırmızı ve sarının ahenkle buluştuğu renk cümbüşü güzel bedenine çok yakışmıştı..
Şimdi planını daha kolay gerçekleştirecekti. Başarmaya az kalanın verdiği duyguyla suratına yakıcı gülüşü yerleşti ve üzerinde oturduğu ateş topuna emretti, yere yakınlaştı. Ani bir hareketle yere attı kendini, dizlerinin üzerine düştü. Ateşin önünde secde etti üç kez ve ayağa kalktı…
ANLAMLI KONUŞMA
Soğuk gecede Metin’le yanyana oturmuşlar, yıldızların parlaklığından söz ediyorlardı. Bu kez iki güne bir buluştukları yerde değil de başka bir yerde buluşmayı teklif etmişti Metin. Onunla konuşmak istediği bir şeyler olduğunu söyledi. Ve hiç tereddüt etmeden kabul etti Menekşe. Karlara bata çıka yürüdüler. Tiksiniyordu bu gıcırtılı sesten ama katlanmak zorundaydı. Metin ona sonunda açılacaktı, bu fırsatı kaçıramazdı.
Yıllardır Metin’i kendi safına çekmek için karların asaletinden söz etmeye bile katlanmıştı. Tepkisini ölçmeye çalışıyordu, biliyordu Menekşe ve bu yüzden gayet açık bir şekilde tarafını belli etmişti en başından. Emin olmak için açtığı sohbetlere tepkisini koymuştu bugüne kadar. Ve tabi ki Metin’in tepkileri de gözünden kaçmamıştı. Yüzünden okunuyordu hissettikleri, kar, su, şeffalık ve beyazın birlikteliğinden bahsederken sesi titriyordu. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki? Onunla birlik olup bu soğuk geceleri kavuracağı günleri sabırla bekledi. Ve belki de o gün gelmişti.
Bir dağın yamacına geldiler. Tehlikeli bir yerde durduklarının farkına vardı Menekşe ama Metin’in ona korkusuz olduğunu, ateşin kulu ve Hephaistos’un savaşçısı olduğunu kanıtlaması için daha iyi bir yer seçmesini beklemeyemezdi.
Zamanın ne kadar da çabuk geçtiğinden söz ettiler bir süre. Tanışalı kaç sene olmuş diye hesaplar yapıyorlardı.
Ve konu Ulaş’a geldi. Metin açıkça dile getirmese de nefretini, Menekşe anlıyordu.
“Sen de ateşsin Metin.”
GERÇEKLER
Seneler sonra yapılan bu konuşma Menekşe’nin içini huzurla doldurdu. Sona yaklaştığını iyiden iyiye hissediyordu. Bunca sene boyunca içinde tuttuğu güç ve yaptığı planlar boşa çıkmayacaktı. Bunları düşünürken kendini kaybetmişti. Arka taraflarından gelen sesle irkilince hayallerinin içinde boğulduğunu anladı.
Aniden döndü arkasına. Koskoca suratıyla gülümseyen kömür gözlü kardan adam üzerine doğru geliyordu yavaş yavaş. Karlar sürüklüyordu onu Menekşeye doğru. Menekşe’yi de heybetli buz kütlesine… On metreye yakın boyuyla buz kütlesine dönmüş bedeni parlıyordu. Gittikçe yakınlaşıyorlardı birbirlerine. “İşte vakit geldi.” diye düşündü. Ve;
“Metin neredesin!” diye hiddetle bağırdı.
“Bu bir saldırııııı!” Bu sesi çok iyi tanıyordu. Kardan adamın arkasından şişko gövdesiyle çıktı ortaya Ulaş. Bu değişimi ne ara gerçekleştirdi diye düşünmekten kendini alamadı. Üç metre boyunda şişko ve buz kütlesi bedeniyle, elinde gözleri kamaştıran buzdan kılıcı ve masmavi gözleriyle lanet bir pisliğe dönüşmüştü.
Gözleri Metin’i ararken cebinden çıkardığı çakmağı ateşleyerek çıkan kıvılcımları cebindekilerle birleştirdi. Tam değişeceği sırada suratına inen buz parçasıyla geriye fırladı. Karlara gömüldü. Şansını burada denemek için kendisine hızlı bir şekilde çukur açtı. Çığlar ardı sıra düşüyor ve ardından birleşiyor olmalıydılar ki bu gıcırtılı seslerin başka bir açıklaması olamazdı. Acele etmesi gerekiyordu. Cebinden çıkardığı kıvılcımları birleştirdi ve alev alev yanan vücuduyla suya dönen buzların içinden hızla göğe fırladı. Gözlerini açtığında fırladığı çukurun etrafını saran değişik boyutlardaki kardan adamlarla gözgöze geldi. Hepsi kartopu kafalarını yukarıya kaldırmış lanet eder gibi ona bakıyorlardı. Birkaçı Menekşe’nin etrafına yaydığı ısıya dayanamayıp erimeye başlamıştı bile. Eriyen karlar keyfini yerine getirdi.
“İşte şimdi sıra bende! Ateşe karşı geleceğinizi, beni küle çevireceğinizi mi sanıyordunuz?!” diye haykırdı.
Anlamlı bir kahkaha attı. O sıra sırtına saplanan ok sendelemesine neden olmuştu ama çok geçmeden eriyen buz, yere düşene kadar tekrar donmuştu.
“Kardan adamın laneti… Ben Kraliçe Zima!” sesiyle irkildi, arkasını döndüğünde gözleri kamaştı. Buz parçasını elleriyle şimşeğe dönüştüren Kraliçe Zima’nın büyük kanatlarından saçılan ışıklar parçalanarak yayılıyordu etrafa. Donuk yüzüne yakışan beyaz uzun saçlarıyla kraliçe sıfatını fazlasıyla taşıyordu, beyazların göz kamaştıran güzel kulu.
Üzerine oturduğu ateş topunu hareketlendirdi, bir kaç metre geriledi. Ellerini birleştirdi, büyük bir yangın oluşturdu. Ve tek bir hamleyle Kraliçe Zima’ya savurdu lav haline gelen ateşleri.
Büyük bir ışık saçıldı etrafa. Hestia’nın sesini duydu;
“Yak-Erit Menekşe Nesretan! Yak ve erit!”
“Yardım et Hestia! Yardım et Metin!”
Tanrıça Hestia, Kraliçe Zima’nın önünde durmuş, Menekşe Nesretan’ın saçtığı lavları tek el hareketiyle durdurmuş ve lavların yönünü değiştirmişti. Kraliçeyi kendisine sakladığı kırmızı gözlerinden okunuyordu. Hestia’nın bu isteği, onun için bir emirdi. Sakin bir baş hareketiyle Hestia’yı selamlayan Menekşe, yönünü yerdeki kardan adamların tarafına çevirdi. Hızlı bir şekilde Hestia’nın yönlendirdiği lavları büyüttü ve en koca gövdeli olana savaşını ilan ederek buz kütlesinin olduğu tarafa ilerledi.
O sırada heybetli kardan adamla bütünleşmesini bitiren Ulaş ellerini kaldırdı, çarpışmaya bir metre kala havada dondu kızgın ve intikamla dolu lavlar, parçalanarak yere düştü. Ne yapacağını şaşıran Menekşe, şaşkınlığı ve çaresizliğine yenilerek hızla yere çakıldı. Düştüğü alan büyük bir göle dönüştü. Üşüdüğünü hissetti ilk kez, gittikçe dibe batıyordu. Kardan adamları gördü dibe battıkça, alay edercesine bakışları görmemek için gözlerini sıktı, nefesini tutmaya çalışsa da başaramıyordu. Yirmi altı yaşındaki bedeni suya yenik düşmüştü, kendini erimiş karlardan oluşan gölün insiyatifine bıraktı.
Olanları yukarıdan izleyen Hestia sinirden deliye döndü. Kraliçe Zima ise sevincini Hestia’ya yönledirdiği buzdan şimşeklerle kutladı. Senelerdir eğittiği kula ateş tüküren Hestia, tam karşısında duran Kraliçe Zima’ya hışımla ayaklarının altında birleştirdiği kırmızı topu fırlattı. Ateşle buzun çarpışmasını, su ve kül kazandı. Ardından kapkara bir duman olup şehrin evlerinin bacalarına parça parça yayılarak yok oldu Hestia.
Gittikçe dibe batan Menekşe dalgalara kapıldı. Gözlerini açtığında ilk hissettiği şey parmak uçlarındaki sızlamaydı. Çırılçıplak bir vaziyette olduğunu biraz daha kendine gelince farketti. İlk işi yattığı yerden ellerine bakmak oldu. Parmak uçları kara bir kömüre dönüşmüştü. Kıyıya vurmuş bedeni karlarla bütünleşmiş, beyazlığın esiri olmuştu sanki.
Ayağa kalkınca aniden bembeyaz bir örtü kapladı üzerini. Yankılanan bir ses duydu;
“Gerçekleri görmek istemedin. Tarafını bana en başından belli ettin. Ben Kraliçe Zima’nın kulu Metin. Kraliçemin affına sığındım, seni erittiğin buzların asaletiyle buraya getirdim Menekşe Nesretan.”
Ne olduğunu anlamak için daha fazla kendini zorlamasına gerek kalmadı. Savaş bitti bu mevsim, Menekşe yenildi ve Hestia bile onu terketti, evlerde yanan şöminelerde huzuru buldu. Şimdi ise Menekşe bir kardan adamın içinde hapis, öylece baharı bekleyecekti.
“Bir sonraki mayısa and içerim ki, intikamım hepinizi cehennem ateşiyle yakacak!”