Öykü

Otogar

Donmaya yüz tutmuş toprakların üzerinde sapsarı otlar, anız külleri vardı. Yer yer kendilerine bölge seçmiş olan ağaç kümelerinin kuruluk yeşilliği, sarı denizin içinde hemen fark edilebilen bir ada gibi duruyordu. Bu adaları kendine ev bellemiş bazı göçemeyen kuşlar günlük mesailerini yerine getirmekte gayretlerini önlerine katmıştı. Kimisi ağaçların hemen üzerinde uçuşup sabah sporlarını yapıyor kimisi de insan artıklarının olduğu asfalt kıyılarına doğru geliyordu. Bu, göçemeyen kuşların market turlarıydı.

Yokuşa doğru tırmanışa geçen otobüsün hızını toparlayamamasından sebep oluşturduğu ufak çaplı zelzelenin etkisi çok geçmeden cama yaslanmış tüm yağlı saçlı kafalara ulaşmıştı. Kafa taslarını peş peşe darbelerle otobüsün kirli camına vuran yolculardan bazılarının kısık sesli inlemeleri duyulabiliyordu. Otobüsün içerisinde ne bir çocuk ağlaması ne de sesi yüksek çıkan yolcular vardı. Otobüs adeta dışarıdaki soğuk ve donuk havayı içerisinde sessiz sedasız yaşatıyor gibiydi. Böylesine bir durgunluk içerisindeyken yaşanan ufak çaplı zelzele, otobüsün içerisinde kısık sesli sohbetlerin fitilini ateşlemişti sanki. Bir kişi hariç.

O, geride kalan kuşları düşünüyordu hala. Göçemeyen kuşları kendiyle bir tutarak izliyordu otobüs firmasının logosunun kapladığı kirli camdan bakıp. Kendi göç edişine şaşırıyordu biraz da. Şaşkınlığını dokuzuncu koltuğa yerleşmiş hüzünlü bir yüzün ardına saklanan çocukluk anılarına yakın bir yerde taşıyordu. Büyüdüğünü söylemek için henüz erken olsa da yaşa değil yaşanmışlıklara bakınca büyüdüğünü kabul edebilirdi herkes. Buna kendi de dahil. Ama zihnin buna müsait olduğu söylenemezdi. O, şu an idrak etmekte zorlandığı bir yolculuğun içerisinde seyrediyordu.

Nereden mi biliyorum?

Hemen yan koltuğunda ben oturuyorum. Yola çıktığımız Balıkesir’den beri onunlayım. Bileti alırken yanımdaki kişi inşallah şişman biri olmaz, demiştim nitekim olmadı da ama bana yüklenen sorumluluğun ağırlığını hisseden tarafta olmayı da ummuyordum. Otogara geldiğimde koltuğumun baş üstü kısmına sırt çantamı yerleştirirken arkadan bir ses işittim, “9 numara bu mu?” diyen ince bir sesti bana gelen. Sesin kaynağına dönüp bakınca oturacağı koltuğun numarasından birkaç rakam büyük olabilecek yaşta bir çocukla karşılaştım. Anne babası da hemen çocuklarının arkasında duruyorlardı. Sahici ve bir o kadar da içten gülümsemeyle sorusuna yanıt verdim. Verdiğim yanıttan sonra hemen koltuğa geçip oturdu. Annesi de benden müsaade isteyerek benim oturacağım koltuğa geçip oğluyla duygulu şekilde konuşmaya başladı. Neler olup bittiğini anlamaya çalışırken çocuğun babası imdadıma yetişti.

“Beyim, sizinle konuşabilir miyim?”

Alnı kırışıklıklarla dolu bir adamdı çocuğun babası. Sivri çenesinin köşe noktalarında beyazlıklara yer verdiği sakalını kaşıya kaşıya otobüsten iniyordu, ben ise arkasından ilerleyerek ne konuşacağımızı merak ediyordum. Konuşmaya başlamadan önce her ikimiz de derin bir nefes aldık. Benimkinin sebebi sıcaktan soğuğa geçişle ilgili refleks tepkisiydi ancak alnı kırışıklarla dolu bu adamın derin nefes alışının derin bir iç çekiş olduğu, ağır bir yük olduğu anlattıklarını dinlemeye başlayınca anladım. Birkaç dakikalık konuşma içerisine dertlerini boşaltmıştı. Bana yüklenen sorumluluğun boyutunu daha iyi idrak edebiliyordum. Kültürün, törenin, anlayışın, niyetin, düşüncenin, yaşantının, yaşantıların ne denli farklı olduğuna dair birkaç dakikalık yaşanmışlıklar sunumuydu duyduklarım.

“İşte böyle beyim, oğlum önce Allah’a sonra sana emanettir. Yarın sabah onu karşılamaya gelecek dedesi.”

İlk kez dedesini görecek olan bir çocuk emanet edilmişti bana. Razı gelinmemiş evliliğin meyvesi olan bir erkek çocuğuydu artık yolculuk arkadaşım. Babası benden neredeyse yirmi dört saati bulacak olan yolculukta oğluna göz kulak olmamı istiyordu. Muavinden de bunu istemiş, onun da haberi varmış ama muavinin “Yanındaki ağabey de aynı yere gidiyor.” demesiyle beraber benimle görüşüp işi garantiye almak istemiş. Konuşmanın bir yerinde verdiği bu detayla adamın hassasiyetini daha net görebiliyordum. Görebildiğim yalnızca bu değildi elbette.

Yıllardır memleketinden uzak bir yerde kendi yağlarında kavrulup bir başlarına büyüttükleri oğullarını bana emanet etmenin az da olsa iç rahatlığını yaşadığını görebiliyordum adamın gözlerinde. Kolay değildi elbet tüm ailenden, akrabalarından uzakta ve kimsesiz şekilde aile olmaya çalışmak. Şimdi ise yıllardır gitmediği yere bir baba olarak, daha önce orayı hiç görmemiş olan oğlunu hiç görmediği dedesine uğurluyordu kolay değil elbet anne ve baba için bu durum. Empati yaparak bunu anladıkça insani hislerim benim de yüzüme yansıyordu. Empatimi biraz da madalyonun diğer yüzüne çevirmiştim. Yıllar sonra razı gelip yalnızca torununu görmek isteyen dedenin yerinde kendimi buldum.

“Aşağıda yolcu kalmasın.”

Kalmamıştı. Tüm yolcular otobüse geçmişti. Çocuğun annesi otobüsten inerken bana dönerek “Allah razı olsun.” dedi. Üç kelimeden oluşan cümlenin içerisinde çokça anlam ve söylenmek istenilen şeyler vardı. Adamla gerçekleştirdiğim kısa sohbetin tesiriyle hislerin gizliliği kalmamıştı önümde. Ayan beyan anlayabiliyordum her şeyi. Yolculuk bu hisleri içimde dinginleştirmeyle başlamıştı. Zaman zaman onunla sohbet ediyor, yanımdaki atıştırmalıklardan ikram ediyordum. Yarı yıl tatili boyunca dedesiyle beraber kalacağından bahsediyordu.

Gideceği yere dair pek bir bilgisi yoktu. Gerçi benim de yoktu, ilk defa gideceğim yerlerdi. Orada yaşayan öğretmen ablamın yanına birkaç günlüğüne gidiyordum ben de. O ise Balıkesir’den dışarı ilk defa çıkıyordu. İlk defa… Hem gerginliği hem de heyecanı iç içe yaşadığını açık yüreklilikle söylediğinde şaşırmıştım. Kısa süren şaşkınlığın ardından onun yaşadığı hayatın, babasının anlattıklarının topraktan hamurun ruhuna şekil vermesindeki etki gücünü gözlemleyebiliyordum. Yol boyunca bu gözlemlerime eklemeler yaptım durdum. Tam da bu anda yaşandı ufak inlemeler. Kafalarını cama vurup canları yanan herkesin inlemesiyle pürüzsüz sessizliğin tortuları dile gelmeye başlamıştı. O ise geriye doğru devrilen gözleriyle kuşları izliyordu. Bir ara gözleri kısılmış yolculuğun uykusuna yol almıştı. Kıpırdaman durdum o uyurken. Sanki hareket etsem onu rahatsız edip uyandıracakmışım gibi hissettim. Belki de biraz acıdım ya da üzüldüm. Duygularımı bulmakta zorlandığım gerçekti. Kaygan zeminler üzerinde ilerleyen düşüncelerimin nihayetine yaklaşıyorduk. Yolculuk boyunca birbirimize arkadaşlık ettik. Ben iş hayatımdan bahsettim o okul hayatından bahsetti. Molalarda ailesiyle telefonda konuştu. Birkaç kez adımın geçtiğine şahit oldum bu telefon görüşmelerinde. Minnet duydukları kesindi.

Yirmi saati aşkın zamandır yollarda oluşumuzun yorgunluğunu bağıran seslerle otobüs otogara giriş yaptı. Sabah saatleri olmasına karşın otogar kalabalıktı. Yarı yıl tatili olması sebebiyle gelenleriyle gidenleriyle doluydu. Otobüs yanaşacağı perona doğru yavaş yavaş ilerlerken tüm otobüs ayaklanıp inme hazırlıklarına başlamıştı. Otobüs çalışır durumda park halindeyken yolcular birer ikişer inmeye ve çantalarını, bavullarını almaya başlamıştı. Ben de tam bu anda onunla vedalaştım. Dedesinin birkaç metre ilerideki bankın yanında kendisini beklediğini söyledi. Ben çantaları alırken telefonda konuşup buluşma yerlerini belirlemişlerdi. Dedesinin yanına kadar eşlik ettim ona. Boyundan daha kısa pek de ağır olmayan küçük bir valizle dedesine doğru yürüyordu. Ben de bir iki adım gerisinden geliyordum. Her şeyden emin olduktan sonra onu dedesine teslim ettim. Bir süre durup onları izlemeye başladım. Kalabalığın sesini duymadan görüş alanıma giren hiçbir şeyi görmeden yalnızca onları izledim.

Çatılardan buzların sarktığı bu şehirde sıcak bir karşılamanın o çocuk için ne kadar iyi olacağını düşünüp duruyordum. Çünkü dede torununa sarılmamış, bir çift sıcak söz bile söylememişti. Yan yana yürüyordu her ikisi de. Çocuğun valizini alır taşır diye beklediysem de dede bunu da yapmamıştı. Yalnızca yürüyorlardı. Küçük adımlarıyla dedesine yetişmeye çalışırken çocuk bir yandan da valizini ardından getirmeye çalışıyordu. Asfalt alan bitip otogar binasının içerisine girecekleri esnada yerdeki buzlanmadan kaynaklı olarak dedenin ayağı kaydı. Torunu hızlı bir refleksle dedesinin elinden tuttu. Sendeleyen dede birden dengesini bulmuş, buz da kayıp düşmekten son anda kurtulmuştu. Dengesini bulmuş ve yüreğinde ki buz da erimeye başlamıştı. Torununun elini kendi hamlesiyle sıkıca tutmasından belli oluyordu. Bunun yere düşme korkusuyla ilgili olmamasını umarak aynı buzlu yolu kendi başıma yürümeye başladım. Onlar çoktan otogar binasına giriş yapmışlardı.

Ömür Demir

Otogar” için 4 Yorum Var

  1. Kalemine sağlık canım Ömür.
    Ne güzel betimlemelerdir bunlar.
    Okuyan herkes o otobüste seninle yolculuk yapıyor adeta.
    Başarıların daim olsun!

    1. Betimlemeler anı yaşatıyor resmen. Sizinle beraber bir otobüste yolculuk etmek büyük şerefti. Elinize, kaleminize ve yüreğinize sağlık.
      Yolunuz açık olsun!

  2. Ömür hocam kaleminize sağlık. Çokça yaptığım öğrencilik yolculuklarımı yaşadım yeniden. Anılar tazelendi sayenizde.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *