Öykü

Alakor’un Laneti

Akşam güneşi parlaklığını yitirmeye başlamıştı. Aramar Denizine yaslanmış bir an önce görevini aya teslim etmeyi bekliyordu. Suyun üzerinde bıraktığı parıltı en değerli güney ganimetine değişilmezdi. Aniden bir sarsıntı hissedildi ve Mete’nin koyu yeşil gözleri göz kapaklarının hapsinden kurtuldu. Gördüklerine inanamayıp tekrar yumdu ve açtığında bir gemide yolculuk ettiğini anladı. Hava gemi seyahatine çok uygundu, yelkenler alabildiğine şişmişti. Ara ara gemiyi döven dalgaların sesi kulağına çalındı.

Geminin güvertesinde bir başınaydı. Ne annesi nede babasını görebildi. Sadece tahta zemine uzanmış hareketsiz yatan bir kız çocuğu gördü. Kendisinden üç dört yaş küçük gibi duruyordu. Kar beyazı yüzünün yarısı seçilebiliyordu. Minik kalbi küçük bedenini yukarı kaldırıp indiriyordu. Yeşil gözler daha sonra birkaç kirli adama rast geldi. Hepsi geniş, siyah kıyafetler giymişti. Bellerinde ince, uzun kılıçlar asılıydı. Biri hariç siyah bereleri vardı. Kendi aralarında şakalaşmış olmalılardı çünkü beresi olmayan hariç gülmeye başladılar. Beresiz olan yeni yetme gibi duruyordu ama yinede Mete’den yaşça büyüktü ve daha iri yarıydı.

Arkasına dönünce üst güverteyi gördü. Üst güverteyi ve dümeni örten, beyaz zemin üzerine işlenmiş gösterişli şekillerin bulunduğu tentenin üstüne bir karga tünemişti. Karga oldukça besili ve bakımlıya benziyordu. Havalandı geminin pruvasına kadar süzüldü pike yapıp Mete’nin üzerinden geçti ve dümendeki adamın omzuna kondu. Bu adam siyah bir gömlek üzerinde bir yelek, altında koyu renkli deri bir pantolon giymişti. Uçları sivri ve çamur içinde olan çizmeleri dizlerine kadar çıkıyordu. Sol kulağında halka bir küpe, yaralı ve yanıklar içinde olan parmaklarında altın ve gümüş yüzüklerle gayet etkileyici duruyordu.

Karganın Mete’nin üstünden geçtiğini görünce ona doğru dönüp sevecen bir ifadeyle

-“Şamar evcildir, kimseye zarar vermez.” diye bağırdı. Adamın ten rengi üzerindekilere yakın denecek kadar esmerdi. Koyu gür sakalı ve uzun saçları birbirine karışmıştı. Birden üst güvertede kayboldu. Biraz sonra aşağıda belirdi. Doğrudan Mete’nin yanına geliyordu. Adam yakından daha korkunçtu. Sağ kaşından başlayıp saç hizasına varan, düz bir çizgiyi andıran yara izi güneşin soluk ışığının yardımıyla seçilebiliyordu. Üstelik sağ gözü sola göre daha kısıktı. İçinde zeytin karası gözleri yuvarlanıyordu. Ana güvertedeki mürettebata dönüp ters ters baktı.

-“Hiçbir şeyin ters gitmesini istemiyorum. Korkulacak bir şey olmadığını gelirken gördünüz. Bu deniz kuzeylinin evidir ve Alakor’un Laneti çocukları kandırmak için uydurulmuş bir masaldır.”diye gürledi. Bu gürleyiş mürettebatı daha çok ürkütmüş olmalıydı ama hiç biri belli etmedi. Beresiz olan elindeki çalı süpürgesiyle güverteyi temizlemeye devam etti. Diğeri kovayla güvertede biriken suyu boşalttı diğer adam ise üst güverteye yöneldi. Muhtemelen yelkenleri kontrol edecekti.

-“Şansımız yaver giderse gemim Karasaka yarın akşam eve varmış olur. Bundan böyle bana, Kaptan Saka’ya aitsin. O gece ağılda uyuman baskından sağ kurtulmanı sağlamış olabilir ama ölmüş olmayı isteyeceğin anlar gelecek. Bir adın var mı?“

-“Mete.”

Adam bunları söylerken Mete o geceyi anımsadı. Kaptan Saka’nın dediği gibi gece çok yorulduğundan ağılda sıza kalmıştı. Uyandığında ağılın kapısının alevlere teslim olduğunu, alevlerin onun yattığı saman yığınına yöneldiğini görmüştü. Hemen ağılın camından dışarı atlamıştı. Köy içerideki yanan odun ve samandan daha beter kokuyordu. Çünkü tüm köy halkı yakılmış ve köyün meydanındaki meşe ağaçlarının dallarına yanmış bedenleri asılmıştı. Bu gördüğü ve hatırladığı son şeydi. Sonrasında kafasında bir acı hissetti ve gözlerini Karasaka’da açana dek baygın yatmış olmalıydı.

Saka’nın omzundaki Şamar iki kez gakladı ve adam onun başını sıvazlayıp arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Saka’nın kokusu Mete’nin kapalı olan burun deliklerini yenice açtı. Adam sanki aynı anda küflü peynir, terli ayak ve yanık et kokabiliyordu. Mete daha fazla dayanamadı ve midesini oracıkta boşalttı.

Saka ona dönüp bakmadan gülmeye başladı.

-“Bir şey yemeyeceğin için olanı bari çıkarmasaydın Mete. Çocuk şuna bir bez ve kova ver, kendi pisliğini temizlemekle işe başlasın.” dedi beresiz olana. Eski yırtık pırtık bir bez ve ıslak bir kova onun önüne fırlatıldı.

Mete tekrar kusmamak için kendini zor tutarak pisliğini temizlediğinde güneş denizin üzerinden kaybolmuş, ayın ışığı iyiden iyiye yüzünü göstermişti.

-“Bu gece hava açık olacağa benziyor. Dün gece kapalıydı ve hepimiz fırtına çıkmasından korktuk, Alakor’un lanetinin bizi yakalamasından. Sen Alakor’un lanetini bilir misin?” dedi beresiz genç. İnce bir ses tonu vardı, en azından Saka’ya göre.

-“Hayır”

-“Siz güneyliler iyi beslenmekten başka ne bilirsiniz ki. Dur da anlatayım. Bundan asırlar önceymiş. Kuzey kralı Terelok tüm kuzey halklarından en iyi savaşçıları toplamış ve üç gemiyle Aramar denizine açılmış. Kutsal yazıtlarımıza göre biz kuzeylilere Aramar denizinin güneyini yağmalamak yasaklıdır. Yağmalayan denizcinin gemisinin üstü deniz tanrısı Alakor’un örtüsüyle örtülür ve üzerine tanrının gazabı iner. Terelok kibri yüzünden tanrıya kafa tutmuş ve güney köylerini yağmalamış. Dönüş yolunda, tahminen şu an bizim bulunduğumuz bu bölgede önce üzerlerine bir sis çökmüş, ardından bir fırtına çıkmış iki gemi o gece batmış. Kurtulan gemide ise sadece bir ihtiyar ve bir genç kuzeye dönebilmiş. Terelok’un gemisine ve diğer gemiye bir daha ulaşılamamış. Kaptan Saka o geri dönen gencin soyundan gelir ve Korunaklılar olarak bilinirler.”

Beresiz genç Mete’nin gözlerindeki korkuyu sezmiş olmalıydı. Bir süre sesi soluğu kesildi

-“Korkmuşa benziyorsun. Bana kalırsa sen Sakadan kork, onun gazabı daha gerçekçi oluyor. Öyle olmasa bu kadar adam onunla güneye açılmazdı.”

-“Bize ne yapacak?” dedi Mete, yanındaki küçük kızı göstererek.

-“hizmetinde çalışacaksın, ev işlerine yardım edeceksin. Söz dinlersen Saka’nın evinde uzun yıllar yaşarsın. Hatta belki mürettebatına bile girersin. Neyse çok konuştum, güneylilerle konuşmak uğursuzluk getirir.”

Bunları söyleyen genç geminin kıç bölgesine yöneldi. Uzun burunlu, yağlı ve dağınık saçlı bir gençti. Saka’ya göre açık bir ten rengi vardı. Laneti anlatırken bir ara o bile ürpermişti. Mete onun lanete inandığını sezmişti.

O gece gayet sakin geçti. Sabaha karşı üşümüş olmalıydı, kıza sarıldı. Güneşin doğuşuyla yanındaki kız uyanmış ve Mete’yi dürtmüştü. Kız hiç konuşmuyordu. Beresiz genç onlara ilk kahvaltılarını getirdi. Bir parça kokuşmuş balık ve adeta taşlaşmış bir parça ekmek. Mete yemeğin çoğunu kıza verdi, o an açlığa dayanabileceğini düşündü. Krallara layık kahvaltının (!) ardından alt ve üst güverteyi temizlediler. Temizliğin yanında birde kavurucu güneşle uğraştılar. Birde ayak bağı olan siyah giyimli kuzeyli adamlar vardı tabi. Mete onları saymaya çalıştı ama birbirine benzediklerinden karıştırdı. Tahminine göre on yada on beş kişilerdi. Öğleden sonra Sakanın kamarasında temizlik devam etti. Kilitli kapının olduğu bölme hariç her yeri pırıl pırıl yaptılar. Akşam yine balık ve ekmek önlerine konuldu. Gece yine sakin ve hızlı geçti.

Ertesi gün Mete kızı uyandırdı. Yeşil gözlü, kumral bir kız çocuğuydu. Nereden geldiğini sorduğunda hiç cevap vermemiş, kirli parmağıyla güneyi göstermişti. yine aynı şeyler yendi ve temizlik yapıldı. Akşama doğru hava bozmaya başladı. Mete’nin sıcağına dayanamayıp içten içe küfrettiği güneş bulutların arasına gömüldü. Yelkenleri şişiren rüzgar durdu. Rüzgarla birlikte Karasaka’da denizin ortasında çakılı kaldı. Bir saat içinde nerden geldiği anlaşılmayan bir sis bulutu Karasaka’nın üstünü bürüdü. Siyah giyimli adamların hepsi ana güvertede toplandı. Onlardan yükselen homurtu Saka’yı kamarasından çıkardı. Üst güverteden mürettebatına seslendi.

-“Bu sis bulutu kuzeye yaklaştığımızın işaretidir. Evlerimize çok yaklaştık bu geceyi atlatırsak kendinizi evde sayın. Şimdi herkes işinin başına dönsün. Yelkenleri toplayıp, dümenin kontrolünü sağlayın.”

-“Bunun sıradan bir sis bulutu olduğunu nerden biliyorsun?” diye sordu kalabalıktan biri.

-“Başka ne olabilir. Güneyin sıcağını terk edip, kuzeyin dondurucu soğuğuna merhaba diyeceğimiz noktadayız.”

-“Ya Tanrı Alakor’un sualtı şehrinin üstündeysek. Bizim yağma yaptığımızı biliyor Saka; çaldığımız altınların ağırlığını, kokusunu hissedebiliyor. Şu anda örtüsünü üzerimize çekti.” dedi mürettebattan bir başkası.

-“Kâhin seni uyarmıştı, güneye yönelmemeni söylemişti.” dedi mürettebatın en yaşlı görüneni.

-“Kâhin bunağın teki. Bu denizler sis oluşumuna müsait. Şimdi herkes işinin başına dönsün” diye gürledi. Bu sözler tehdidin çok ötesindeydi.

Mürettebat dağılmaya başladığı sırada gökyüzü aydınlandı. Ardından çok uzaklardan, belli belirsiz bir inilti hissedildi. Bu gökyüzünün çığlığıydı, bu Aramar Denizinin Tanrısı Alakor’un çığlığıydı.

Kuzeyli adamların tedirginlik eşiği çoktan aşılmıştı. Az önceki homurtular yerini çoktan bağırış ve yakarışlara bırakmıştı. Kimi tanrıya geç kalmış duasını ediyor, kimi Saka’ya lanet okuyordu. Adamlardan biri kendini öne attı. Boyu Sakaya yakındı, gayet iri yapılıydı. Kızıl saçlı sakallı bir kuzeyliydi. Siyah kıyafeti ten rengini daha belirgin hale getirmişti. Yanakları akşamın soğuğuyla al al olmuştu.

“Beni dinleyin, susun ve beni dinleyin. Yıllar önce olan tekrar gerçekleşmek üzere. Eğer bu gemiyi terk etmezsek hepimiz öleceğiz. Lanet bu gemiyi esir aldı ama hemen filikalara binersek Alakor’un gazabından kurtulabiliriz.”

Kızıl saçlı kuzeyli diğerlerini ikna etmişe benziyordu. Adamlardan birazı geminin iskele, kalanı ise sancak tarafındaki filikaya yöneldi. Mete’nin keşfettiği kadarıyla zaten gemide iki filika vardı.

“Küçük filikalar kolayca dalgalara yem olur, yapmayın. Gemide kalın ve Karasaka’yı beraber eve götürelim.” diye seslenen Sakayı kimse kaale almadı. Kuzeyliler bir an önce filikalara binip Karasaka’yı terk etmek istiyordu. Zaten kimse isteyerek bu sefere çıkmış gibi durmuyordu. Aniden bastıran sis ve fırtına alarmı (gök gürültüsü) bardağı taşıran son damla olmuştu.

Mete o an korkup ona sarılan kızı fark etmemişti. Çünkü en az kız kadar oda bu duruma şaşırmıştı. Mete kızın yeşil gözlerinin içine baktı.

-“Korkma, bu kısa süreli bir hava olayı. Biraz sonra bulutların arasından akşam güneşini göreceğiz.” Bu dediklerine Mete bile inanmıyordu ama kızı sakinleştirmesi gerekiyordu.

Biraz sonra Saka ana güverteye indi. Bir elide çift ağızlı bir balta vardı. . Saka’nın baltası görünüş itibariyle çok özel bir yapımdı. Baltanın boyu yanındaki kızın boyuna yakındı. Saka başta baltayı güvertenin kaplamalarına sürterek ilerledi. Sonra kaldırıp omzuna koydu ve iskele tarafına yöneldi. Balta siyah zemin üzerine gümüş taşlarla bezenmişti. Sap kısmında bir adam silueti vardı. Ağız kısımlarına işlenmiş adamların yüzleri sap kısmındaki adama yönelmiş ve onun önünde diz çökmüş gibi duruyordu. Sonradan fark ettiği kadarıyla sap kısmındaki bir adam değildi, daha çok bir tanrıyı andırıyordu.

Mete biraz sonra olacaklardan korkarak kızı alıp kıç bölümüne götürdü. Kıç bölümünde, Sakanın kamarasının altında mürettebatın kamarası vardı. Siyahlı kuzeyliler normal zamanda arının bal peteğine girip çıktığı gibi kamarayı kullanıyordu. Kamaraya girmediler, kapının önünde çömelip güneyi, evlerinin olduğu yönü izlediler. Sisin izin verdiği kadar eve dönüş hayalleri kurdular. Arkalarında bağırış, çağırışlar ve tiz çığlık sesleri duyuluyordu. Arada bir yine o yönden gökyüzünün derin homurtusu insan gürültüsüne karışarak soğuktan kızaran kulaklarına çalındı.

Az sonra gök gürültüsü şiddetini arttırırken insan sesi duyulmaz oldu. Bir yandan olan biteni merak ediyor, bir yandan da göreceği manzaradan çekiniyordu. Fırtınanın yaklaştığı aşikârdı, kaybedecek saniyeleri yoktu. Ama fırtınayı engellemek için ellerinden hiçbir şey gelmezdi. İşin garibi beklide gerçekten bu bir fırtına değildi. Mete o an neye inanacağını şaşırdı. Kızı orada bırakıp ana güverteye dönmeliydi.

-“sen burada bekle içeriden sana bir battaniye bulup geliyorum.” dedi. Mürettebatın kamarasına daldı. Bura Sakanın kamarasından beter görünüyordu. Üstelik hergün yedikleri kokmuş balıktan bile daha keskin bir koku vardı. Ama Mete kokuya aldırış etmedi. Kokuya dayanmaya ve kusmamaya alışmıştı. Kamaranın dört tarafında ranzalar vardı ve orta yere asılı dört hamak bulunuyordu. Her yatağın üstünde dağınık vaziyette çarşaf ve battaniye bulunmaktaydı. Kapının hemen yanındaki ranzadan koyu renk bir battaniyeyi alıp kıza verdi.

Ana güverteye vardığında dalgalar şiddetini iyiden iyiye artırmış, boyları Karasaka’nın ana güvertesine ulaşır olmuştu. Saka’yı sancak tarafında oturur vaziyette gördü. Baltası iskele tarafında bir kuzeylinin sırtına saplanmıştı. Adam yüzükoyun boylu boyunca uzanıyordu. Kanı dalgalara karışıp güvertenin zeminine yayılmıştı.

-“Şimdi ne olacak?” dedi. Sesi gök gürültüsüne karıştı.

-“Bir kız ve çelimsiz bir oğlanla ne yapacaksın?”

Saka arkasına döndü. Kestane karası gözler onu süzdü. Gözleri dolmuşa benziyordu ama hiç belli etmedi. Kan içindeki güverteye tükürüp ayağa kalktı.

-“Asıl yolculuk şimdi başlıyor. Kuzeye varması gereken bir gemim var. Sizler bana yardım edeceksiniz ve Karasakayı eve götüreceğiz. Kız nerede, yapılacak çok iş var.”diye emir buyurup, sessizce küfürler etti.

“Kız buraya gel. Bulabildiğin tüm kovaları topla ve biriken suyu denize dök. Mete sen benim yönlendirmemle yelkenleri toplayacaksın. Bende bu arada gemiyi dengede tutmaya çalışacağım. Fırtınalı havada hiç denize açıldın mı?”

-“Hiç deniz yolculuğu yapmadım.” dedi Mete

-“Sorun değil ben hepimiz için yeterince yolculuk yaptım.”

Beraber üst güverteye çıktılar. Saka Meteyi yanına alıp yelkenleri nasıl toplayacağını öğretti. Ardından kıza baktı. Güneyli kız var gücüyle elindeki küçük kovayı suyla doldurup aşağı boşaltıyordu.

-“Küçüğüm daha hızlı daha hızlı” dedi ve dümenin başına geçti.

Mete önce ortada bulunun yelkeni toplayıp sıkıca bağladı. Ardından pruva son olarak kıç bölümündeki yelkenleri topladı. O bunları yaparken Saka dümenle ve dalgalarla boğuşuyordu. Bir ara Karasaka iskele tarafına öyle bir yattı ki Mete geminin ters döneceğini zannetti. Sonra nasıl olduysa Saka dengeyi sağladı.

-“Yelkenler tamamsa aşağıdaki kamarayı boşalt. Gereksiz yük bizi aşağı çeker.”

Mete o pis yere tekrar girmeyi hiç istemedi ama başka şansı yoktu. Bulduğu tüm battaniye ve çarşafları suya attı. Hatta bir ranza hariç tüm yatak minderlerini de attı. Kamaranın arkasında gizli bir kapı keşfetti. Bu kapıyı açınca nefis kokular burnuna doldu. Onlar kokmuş balıkla idame ederken mürettebatın midesi bayram ediyordu. Bunlardan beklide Sakanın bile haberi yoktu. Mete oraya hiç dokunmadı, kapıyı çekip ana güverteye çıktı.

İki büyük kova alıp kıza yardım etti. Onlar ne kadar hızlı dökseler de iki katı su geri geliyordu. Üstelik inceden bir yağmur bastırdı. Üstleri çoktan ıslanmıştı ama yinede yağmur çok canlarını sıktı. Bir ara su yüksekliği güvertenin yarısına ulaştı. Artık neredeyse tüm ümitlerini kesmişlerdi. Tam o sırada rüzgâr dindi, dalgaların şiddeti azaldı. Sadece yağmurla uğraştılar Ter içinde kalan Saka da aşağı indi ve iki koca kovayla onlara yardım etti.

Gecenin karanlığı iyice çöküp, hilal tek ışık kaynakları olduğunda yağmur azaldı. Kız yorgunluktan olduğu yere uzandı ve uyumaya başladı. Saka onu kucaklayıp mürettebatın kamarasına götürdü. Geri dönüp Mete’ye seslendi.

-“Sende git uyu, yarın ola hayrola.”

Alakor’un Laneti” için 2 Yorum Var

  1. Selamlar,
    Hikayelerin yazılışında olayların sıralamasının doğru zamanda verilişinin okumayı her zaman kolaylaştırdığını düşünmüşümdür. Özellikle, hikayenin ileri ya da geri sarmasına neden olan yapılar dışında, hikayenin ritmini bulmuşken öncesinde ve daha sonra verilmesi gerekirdi, diye düşündürten paragrafların okuyucunun hızını kestiğini tecrübelemişimdir. Yazıların okuyucuyu çarptığı anlar vardır ve bunlar genelde bir “veriyi” karşı tarafa verirken olur. Örneğin, “havaın gemi seyehatine uygun olması”ndan ziyade “Mete’nin saçlarını gözlerinin önünden çeken rüzgarın geminin ana direğine sıkıca tutunmuş ana yelkeni alabildiğine şişirirken, gemiyi ara ara döven dalgalar kulağına çalındı.” gibi …. Güney gaminetinin ne olabileceğini ancak yazının sonunda anladım. Buraya bir belirteç fena olmazı, “geldiği yerlerin saraylarını dolduran” gibi. Yoksa ben Güneşe rakip olabilecek, Güney’e özgü, deniz üzerinde ne olabilir ki diye düşündüm açıkçası 
    Bir gemide uyanınca anne ve babanı arıyorsan, köye yapılan baskın/köle olmak koşullarını bu bilgiye uygun verilmesi okumayı kolaylaştırabilir. Neden sonuç ilişkileri okuyucun olan bizlerin daha kolay anlamasını sağlar.
    Bir gemi içinde yazmak gerçekten zordur. Gemini içinde yaptığın tarifler eğer bu terimleri bilmeyen varsa biraz zorlar. Mesela üst güverte geminin ana güvertesidir. Acaba sen burada kaptanı Köprü üstünde mi hayal ettin?
    Hikayeleri anlatırken, kullandığımız fantastik öğeler hikayenin yapısına okunma zevki katar, ancak okunabilirliği sağlamak için düş gücünden çok kendi içinde tutarlı bir dünya yaratarak olur. Ki bu dünyada hiç birimize temelden yanlış gelen bir şeyler olmasın; Örneğin, tekneyi çalı süpürgesiyle süpürmek, gibi 🙂 Denizin ortasından balıklar güverteye sıçramıyorsa bu biraz burada olmamış sanki ne dersin?
    Bazen bazı kelimeler melodik olarak çok hoşumuza gider. İlla kullanmak isteriz.Aynı şekilde cümleleri, tasvirleri, kendi başına akıp gitmek isteyen hikaye akışını hiç saymıyorum bile. İşte yazar, tüm bu kendine münhasır deryadan uygun bir kaç damla ile bir eser çıkarmaya çalışır. Bu yüzden kontollü, kuralcı ve patron kişi olmalıdır. Neyi neden yazdığını açıklayamadığın hiç bir ifadeye yer vermemeye çalışırım mesela… Senin de kendini bir çok yerde daha fazlasını söylemek isterken tuttuğunu gördüm. Bunun çok çok önemli olduğunu ve senin de çok haklı olduğunu söylemek isterim. Mesela, “bir bez ve ıslak bir kova”: kova metaldir ve ıslanmaz ama aslında ıslak olması gereken burada bez parçası olmasın sakın? İşte bu kadar çok hakim olmalısın yazdıklarına. Hakim olmanın yanı sıra bir de neden sonuç ilişkilerine dikkat etmeni öneririm,. Mete, henüz hiç konuşmadığı kıza neden sarılıyor. Onda bir koruma içgüdüsü mü doğdu? Ama biz görmedik? Başka bir şey; eğer ben olsaydım, Yeşil gözlü olmasını da onunla ilk karşılaştığında verirdim. İkinci tur tanıtıma geldiğimde de onun iç dünyasını açardım. Bambaşka bir şey, görsel sanatlarda zamanın geçtiğini anlatmak için gün içinde belli aktiviteler gösterilebilir. Günbatımında ufka bakmak öğle sıcağında güneşi izlemek, akşam yemeği için toplanmak gibi ama hikayeler de bu zamanlamayı “illa” vermek durumunda hissetme kendini. Örneğin “Aynı yemeklerin yenilmesi” burada hikayene bir faydası yoksa silip çıkarmak daha güzelleştirebilir metni.
    Bunların yanında, Korunaklılar’ı hikayene yedirmen, onları anlatmak ve attığın temeller bir harika. İşte bu yöntemi alıp bütün yazıya uyarladığında elinde ciddi bir metin olacaktır. Hikayenin sonundaki gemiyi temizleme faaliyetlerinde detaylar görüyorum. Belki burada Kaptanın hikayenin devamı için kritik bir açıklaasına ya da hareketine imkan sağlayacak bir alt yapı da verilebilirdi. Veyahut, hikayeye ismini verdiğin Alkor hakkında biraz daha yazmanı isterdim….

    Yeteneklisin, düş gücün de kuvvetli. Lütfen, hikayelerini daha iyi anlayabilmemiz için bize yardım et 🙂
    Eline ve düş gücüne sağlık
    Sevgiler Dipsiz

    1. Selam,
      Hikâyeyi okuyup, üstüne birde irdelediğin için teşekkür ederim.
      İlk paragrafta belirttiğin gibi derin betimler yapamadığımın farkındayım. Birde zaman sıralaması var. Aslında Mete başta esir alındığının farkında değil. Saka hatırlatana kadar köyde yaşananlar bilinç öncesinde yer alıyor. Bunun nedeni yaşadığı travma. Bu şekilde hikâye içinde anlatsam olmazdı. Saka hatırlatınca o geceyi tüm ayrıntılarıyla anımsıyor ve bizde öğrenmiş oluyoruz. “Neden geç öğreniyoruz, hikâye köye yapılan baskınla başlasa olmaz mıydı?” diye sorarsan hikâyenin sadece gemide geçmesini istedim.
      Gemi temalı bir hikâye yazmak, özellikle yelkenli bir ortaçağ gemisi üzerine odaklanmak gerçekten zor oldu benim için. Yani sonuçta bu yaşıma kadar yelkenli bir gemi seyahati tecrübem olmadı 🙂 terimler konusunda belki yanlışım vardır ama benim gözümde kaptan kamarası ve dümen üst katta esirler ve mürettebat alt katta yer alıyordu. Eksiklere rağmen “bermuda şeytan üçgeni” teması benim için bir yelkenli gemi seyahatini hak ediyor. Çalı süpürgesiyle güverte süpürme olayı ise senin gözünde tam fiyasko olmuş anladığım kadarıyla. Aslında benim orada amacım genci çalışıyor imajı vermekti. Gencin orayı çalı süpürgesiyle süpürmesinin amacı belki Saka’nın emridir. Yâda belki mürettebat onunla sırf bu yüzden alay ediyor. Bu arada benim gözümde kova tahtaydı (ve ben bunu nasıl belirtmemişim) ve ıslanması çok doğal gelmişti. Yani okurun bu kadar ayrıntıya takılacağı hiç aklıma gelmezdi. Yâda kıza sarılması. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan, korumasız bir canlıya sarılması kadar doğal bir şey olmamalı bana göre.
      Bir ayrıntıyı daha seninle paylaşmak isterim. Belki de anlaşılırlığı etkileyen bir detaydır. Ben yazarken okuru hep sanki o evrendeymiş ve anlattığım dünyanın gerçeklerine şahitmiş gibi görüyorum. Bazen o kadar kaptırıyorum ki aman okur bunu zaten biliyor, değinmeye gerek yok diyorum. Birde belki fark etmişsindir hikayelerimin devamı gelecekmiş gibi duruyor ama sonra onlara devam etme isteğini kaybediyorum. Yâda seçkiyi devamı için uygun yer olarak görmüyorum. Bu nedenledir ki “Alakor” ve “Korunaklılar” yarım yamalak kaldı. Devamı gelirse daha ayrıntılı tanırız.
      Uyarıların için ayrıca teşekkür ederim. Daha anlaşılır öykülerde görüşmek dileğiyle…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *