“Her sabah kalkarım, ben gökyüzünü boyarım. Bazen de eğer kötü günümdeysem belki, griye boyarım. İnsanlar sabah kalkıp baktıklarında derler ki:
“Bugün yağmur yağacak”
Ama yağmaz ve biz burada üçümüz: Yağmur Dede, Rüzgâr Hanım ve ben, hep beraber bu konuşmaları seyredip, kahkahalarla güleriz. İnsanlarınız bizim bu gülmelerimize “gök gürültüsü” derler. Oysa çok da gürültülü gülmeyiz, hem neşelerimiz ne zaman gürültü oldu?
Ben, Dalgacı Orhan. Maviş pullarımla dolu derimle, 2,5 metreye yakın boyumla bir ejderhayım. Siz nasıl boyuyorum sandınız gökyüzünü? Hem de her sabah, hem de o sabahı yaşayan bütün insanlar uyanmadan? Eskiden bu daha kolaydı-eh, dışarıda gezilecek pek yer yoktu ve Edison henüz doğup ampulü bulmamışken tabii- insanlar evde oturur kitap okur, ailesiyle sohbet eder, akşam karanlık basınca da uyurlardı. Şimdiyse öyle değil. Sabah 5’e kadar sokaklar yine insan dolu oluyor-bunun nedenini de bir tıp makalesinden öğrendim. Uykunun en çok bastırdığı saatlermiş- 5’den sonra meydan bana kalır ve gökyüzünden inerek, yeryüzüne gelirim. İnsanlar oraya o kadar çok uydu, roket göndermelerine rağmen yine de bizleri keşfedemez. Hayır, aptal olduklarından ya da beceriksiz olmalarından dolayı değil-ki öyleler- değil. Boyut duvarından dolayı göremezler. Bu boyut duvarı göğün bilim varlıkları tarafından oluşturulmuştur. Ancak belli varlıkları geçirir içinden bu duvar.
Yeryüzüne inince ben kuyruğumu sallarım orada ve sabaha masmavi bir gökyüzü armağan ederim. Pullarım her günün sabahında bu şekilde gökyüzüne dağılır, ertesi güne kadar da kuyruğum tekrar pullanır ki yine gökyüzünü boyayabileyim. Akşama kadar gökyüzünde kararan pulları-gece de işte böyle olur, evet. Onu yapmak için ayrıdan biri yoktur. Gök dairesinin bütçesi ancak bir kişiyi görevlendirmeye yetiyor- sabah ben toplarım, küçük bir ağım var. Tabii bu ağın küçüklüğü benim ölçüme göredir, size göre bu ağ bahçesinde havuzu olan, 3 katlı bir ev büyüklüğünde olabilir. Önce göğün yukarısına çıkarım, uzaya, sonra onu atarım gökyüzüne ve kararan pulları toplu olarak çeker alırım. Güneşi gören tarafa ayrı, görmeyen tarafa ayrı yaparım bu işlemi, yoksa her şey karışırdı. İnsanların gündüzü, gecesi hep aynı olurdu. Kutuplara ise üşengeçliğimden sadece 6 ayda bir uğrar, bu işi görürüm. Topladığım kararmış pulları pul torbama doldururum. Onları da uzaya, boşluğa bırakırım. Endişelenmeyin, sizin uydularınız gibi uzayı çöp olarak kullanmıyorum. O kararmış pullar uzaya bizim gördüğümüz siyah rengini verir yani yine yararlanılır onlardan. Sadece bu sefer Dünyanın gecesinin bir parçası değil de genişleyen evrenin boşluklarının siyah bir parçası oluverirler.
Günler benim için hep böyle geçip gider, ölümü ya da zamanı dert ettiğimden değil. Ne ölüm, ne de zaman bize işlemez. Gök dairesinin kurucusu Kayra Han bizi bunlardan muaf tutmuş ve sadece işimizi yerine getirmekle görevlendirmiştir. Bir gün tekrar bu şekilde göklerdeki odama çekildim. Her zaman ki gibi Kader beyin yan odada çalışma sesleri geliyordu-çoğu insanın sandığının aksine o bir hanım değil beydir ve sürekli bir daktilonun başında durmadan insanları yazar- Her gün yeni birileri doğuyordu ve onların bir ömrünün atamasını yapıp yazıyordu. O yüzden ben de alışmıştım artık yan komşusu olarak daktilodan gelen tıkırtılarına. Sonra daktilo durdu, ayak seslerini duydum. Birkaç saniye sonra daktilo tıkırtıları tekrar başladı. Arada çalışırken Kader Bey susardı, dairesindeki semaverde sürekli çay kaynatırdı bu yüzden. Sanırım yine onu almak için çalışmasına ara vermiş sonra da tekrar daktilosunun başına oturarak kader tayini görevine geri dönmüştü. Benim işim günlüktü ve sabahtan sabahaydı. Ya onun ki? Zor işti tabii, her gün kalk sabahtan akşama kadar bilmem kaç milyon insanın hayatını yaz, kaderini tayin et. Tabii bu zorluğu çekmeyen bilemez. Benden sonra Kader Bey’de gelmiş gök dairesine Kayra Han tarafından görevlendirilip, insanların Dünyaya gelmesiyle beraber o da yazma görevine başlamıştı. O gün bugündür de yazardı. Ben bile sayamamıştım, ne kadar zamandır böyle yazdığını.
Ama içimizde en zor işe Doğa Ana sahipti. Dünya’da yaşardı, bizim gibi gökte yaşamazdı. Zaten o yüzden de işi zordu ya. Yağmur Dede ile birlikte çalışıp insanlara meyve-sebze verir, onlara rahat rahat nefes alıp versinler diye ağaçlar yetiştirirdi ama kimse kalkıp da ona teşekkür etmezdi. Teşekkür etmedikleri gibi bir de ona kendi üretimleri olan plastik, naylon gibi zararlı atıklar atarlardı. Doğa Ana bu yüzden her zaman üzülürdü ama o görevini hep yapmaya devam ederdi. Bir kere Yağmur Dede ona sordu:
“Sana bu kadar zarar veriyorlar da sen niye hala onları düşünüyorsun?”
Doğa Ana o zaman hiç düşünmeden yanıtlamıştı soruyu.
“Onlar Dünya’nın içinde, kendi kendilerini öldürmek konusunda kararlı olabilirler ama ben buna izin veremem. Hepsi benim bir parçam”
Doğa Ana işte bu kadar özveriliydi. Bütün o işlere, gördüğü bütün o muameleye rağmen yaşamdan, neşeden ve umuttan asla vazgeçmiyordu. Zaten umut olmasa ne insanlar ne de biz ayakta kalırdık. Umut olmasa Kayra Han bile yaratmazdı ki bu Dünyaları, hadi yaratsa kendi işleyişine bırakır bizi görevlendirmezdi. Bütün bu çabalarımıza rağmen bu Dünya ne kadar dayanırdı bilinmez ama biz işlerimize devam edecektik.
Tabii koskoca Gök dairesinde herkesin işi zor değil. Aramızda boş zamanı çok olan ve işi kolay olanlar da var. Rüzgâr Hanım gibi mesela, kışın çok esmesine karşılık yazın pek esmez. Bu kış, yaz tanımına tabii ki sonbahar ve ilkyaz da dâhildir. Sabahları hafif ılık eser, öğlen Güneş hanım tam tepeye durduğunda ise esmeyi bırakır. Akşam saatlerine doğruysa hafif hafif serin hava üfler. Böylece günü kapatırdı, gece yarısından sonra da zaten sadece kışları eserdi. Yazları gündüz bile doğru düzgün pek esmezdi ki gece essin. Yine de iyi biridir o, Kayra Han’ın ona verdiği bu görevi kayırmaz ya da küçümsemez. Her zaman işini tam zamanında ve tamamen doğru bir şekilde yapmaya gayret eder.
Gelelim Güneş Hanım’a… Rüzgâr Hanım’dan bahsederken zaten onun da adı geçti. Güneş Hanım’ın işi de kolaydır, zira sabahları doğar, akşamları ise batar. Bütün gün yapması gereken budur. Dünyanın her bir yarısı için bunu aynen tekrarlar. Kendisi oldukça hoşsohbettir. Fazla konuşmaz ama konuşacağı zaman da hoşsohbet biri olduğu kolayca görülür.
Dünya bey ise Güneş Hanımla ilgilidir, tıpkı insanların Güneş Sistemi dedikleri sistem içerisinde yer alan 8 gezegen gibi. Kayra Han’ın isteği üzerine bütün gün Güneş Hanım’ın etrafında döner, Ay Nine’de onun etrafında dönerek onu kontrol eder. Dünya Bey çevresinde pervane olup dönerek Güneş Hanım’a aşkını anlatırken Ay Nine’de, Dünya Bey’in etrafında döner. Ay Nine, sürekli Dünya Bey ile konuşur ve birbirleriyle şakalaşırlar. Hatta yer yer üzerindeki insanlar konusunda Dünya Bey, Ay Nine’den nasihat almıştır.
Sizlere anlatabileceklerim bu kadar. Gök dairesinin kısıtlı bütçesi ancak bu kadar kâğıt kullanmamıza olanak veriyor. Ben de onu sizlere ayırdım ki bizleri tanıyın diye, bir de istek üzerine sizden bir ricamız var:
“Gök dairesinde değil ama Dünya’da çalışan dostumuz Doğa Ana’ya karşı biraz nazik olun, lütfen”
SON
Dipçe: Öykünün esin kaynağı Orhan Veli’nin Dalgacı Mahmut şiiridir. Şair’e atıf yapmak amacıyla şiirin adı Dalgacı Orhan olarak değiştirilerek öykünün adı yapılmıştır.
- Sencer Tigin Destanı 3 - 1 Mayıs 2023
- Chris Hemsworth’e Tapıyoruz - 1 Kasım 2022
- Sultan Mustafa Hân’ın Hayat Ameleliği Meselesi - 1 Eylül 2022
- Ayı Postuna Büründüm Ayı Diye Göründüm - 1 Ağustos 2022
- Sencer Tigin Destanı - 1 Temmuz 2022
Şiirden esinle yazılmış olması çok hoş.
“Hayır, aptal olduklarından ya da beceriksiz olmalarından dolayı değil-ki öyleler- değil.” Sanırım burada yazım hatası olmuş değilse kulak tırmalıyor sesli okuyunca.
“Sabah 5’e kadar sokaklar yine insan dolu oluyor-bunun nedenini de bir tıp makalesinden öğrendim. Uykunun en çok bastırdığı saatlermiş.” Eleştirmek için eleştirmiş gibi anlaşılmasın lakin bu kısım biraz yapay durmuş. “Tıp makalesi” bilgisi olmasa daha mı iyi olurdu acaba?
Tema aslında zor bir tema en azından ben öyle düşünüyorum. Farklı bir anlatım yolu seçmişsiniz, iyi de etmişsiniz. İlhamınız bol olsun.
Vakit ayırıp yorum yaptığınız için teşekkür ederim 🙂
Orhan Veli hayranı olup da şiiri ezbere bilince hemen çevirdim tabii öyküye 🙂
Evet orada bir yazım hatası olmuş: Değil sözcüğü iki kere tekrar edilmiş aslında ”Hayır, aptal olduklarından ya da beceriksiz olmalarından dolayı değil-ki öyleler-” şeklinde olmalıydı. Benim hatam
Tıp makalesi bilgisi bana da sanki eksik gibi geldi. Mesela ”Ya tıp da ne tür bir tıp makalesi? Adam resmen bilgisizlikle geçiştirmiş bu kısmı” diyecekler diye düşünmüştüm ama yapay durmuş da olabilir. Siz öyle diyorsanız öyledir. Okur ne derse odur 🙂
İlham dileği için de ayrı teşekkürler ama tema bence fantastik kurguya alışkın biri kolay yazılabilir bir temaydı. Ne var ki ben fantastik kurguya alışkın değilim, o yüzden anlatabileceğim en iyi şekli seçtim ben de.
Üslubunuz bir harika. Güzel ahenkler yakalayabiliyorsunuz. Yarattığınız dünyayı rahatça hissedebildim. Bu şiirsel üslubunuzla harika eserler çıkartacağınızı umuyorum.
Göz ardı edilebilecek sınırın üzerinde yazım hatası gördüm. Fakat aynı hatalar bir çok yerde doğru olarak yazılmış. Sanırım kurallara aşinalığınız var, fakat düzeltme okuması için zaman bulamamışsını gibi. Ayrıca, daha fazla paragraf başı kullanmanız, okuyucu için kolaylık sağlayacaktır.
Güzel ve farklı bir öyküydü. Elinize sağlık.
Vakit ayırıp okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim-sabahın 7’sinde girip yorum yazmak da ayrı bir teşekkür sebebi- 🙂
Övgüleriniz için de üçüncü kez teşekkür ederim 🙂 Yazım hataları yaklaşan ara sınavlarımın bir sonucu, aralarda aynı sözcüğü doğru yazarken başka yerde yanlış yazdığım oldu ne yazık ki. Bir sonraki sefer zaman sorununa dikkat edeceğim. Paragraf başı, karakter birinci ağızdan anlattığı için genelde iç konuşma olarak devam etti, o biraz kısıtladı paragraf. Eğer paragraf başı kullanımı konusunu doğru anladıysam böyleydi?
Teşekkür ederim -dördüncü defa – Sizden yorum ve eleştiri almak önemli, hepsini değerlendirip sonrakilerde dikkat edeceğim
İkinci paragrafta, “Şimdiyse öyle değil.” cümlesini paragraf başı yapabilirsiniz gibi.
Üçüncü paragrafta, “Onu yapmak için ayrıdan biri yoktur.” cümlesini paragraf başı yapabilirsiniz gibi.
Gerçi bu cümleyi “Bu işi yapabilecek fazladan kimse yoktur.” gibi bir şekilde değiştirmeniz de gerekebilir.
Dediğim gibi, yukardaki hali de kullanabilirsiniz, ama belirttiğim noktalarda paragraf başı yapmanız, hem akıcılık sağlayacaktır, hem konu okuyucunun zihnine daha rahat girecektir, hem de eserinizin görünüşü bir zariflik kazanacaktır.
Bir sonraki seçkide görüşmek dileğiyle.
Öneriler için teşekkür ederim 🙂
Sizinle de efenim…