Öykü

Döngü…Sel

Siyahın tüm tonları vardır gecede. Belki biraz açık, biraz koyu. Yinede vardı. Tüm gecelerden farklı değildi o gece de. Önce biraz açık siyah sonra daha koyu. Hayatın kendi gibi. Önce gülüp sonra ağlatan.

Yoksa sadece bir uğursuzluk mu?

Aslında bu anlatılanları yaşanmamış, hayal ürünü ya da birkaç kelime ve cümle olarak görebilir, düşünebilirsiniz. Ancak gözlerinizi kapatıp okursanız o zaman görürsünüz gerçeği tüm çıplaklığı ile.

Siyah deri ceketinin yakasını dikleştirerek, başını omuzlarının içine iyice çekip, gömüldü sandalyesine. Yüzüne vuran sigara dumanın sıcaklığını hissediyor ve ürperiyordu. Gözleri karşıdaki tabloya takıldı. Tablodaki resim seçilmeyecek kadar kötü durumdaydı. Ama belki dünyada ki tüm insanların sayısı kadar bakmıştı, Picasso’nun uyuyan Genç Kız tablosuna. Replikaydı, ama gerçeği aratmıyordu. Tekrar etti. Sağ eliyle sol gözünü kapadı ve resme tekrar baktı bunu üç defa tekrar etti. Her üçü de yine üç defa.

Sigarasını eline aldı, içine çekti. Öksürdü, hem de çok defa. Aldığı sigarayı tekrar gümüş işlemeli küllüğe bıraktı, yine sağ eliyle sol gözünü kapadı. Üç defa. İki elini göğsünde birleştirdi ve bildiği tüm duaları okudu. Birden sırtında bir ürperti hissetti. Yerinden fırladı. Sırtına baktı. Sandalyesini kontrol etti. Hiçbir şey yoktu. Tekrar sağ eliyle sol gözünü kapadı. Sandalyeye baktı. Üç defa. Tekrar üç defa. Tekrar üç defa. Dişlerini sıktı. Dişlerinden gelen gıcırtıyı duyabiliyordu. Birden bağıdı;

“Lanet olsun sana! Lanet olsun sana! Lanet olsun sana! Baykuş.”

Ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor bir yandan sağ eliyle sol gözünü kapatıyordu. Üç d…

Bu ne kadar sürdü. Ya da ne zaman başladı. Kendisi hatırlamıyordu. Hatırladığı bir beyaz baykuşun her zaman camın önündeki ağaca konması ve ses çıkararak üç defa ona dönüp dönüp bakmasıydı.

Zaman hızlıydı. Hem de çok. Üç yıl olmuştu. Bu üç yılda ne uyunurdu ne uyanılırdı. Mahtun’un gözüne de üç yıl boyunca uyku girmedi. Her uyku onun için bir ürpertiden, korkudan başka bir şey değildi ve birde üçler, üçler, üçler, …

Bir sabah Mahtun kan çanağına dönmüş gözler ile yatağından doğruldu. Masaya yöneldi. Masayı eliyle yokladı ve gözlüğünü buldu. Gözlüğünü taktıktan sonra yatağına kafasını çevirdi. Üç defa… Tüm korkularını yenmek ve çevresindeki kâbusları yok etmek istercesine pencereye yöneldi. Perdeyi çekti. İçerisi aydınlandı. Bu onu biraz olsun rahatlatmıştı. Pencereye yöneldi, üç defa. Odanın içinde dönmeye başladı. Bir yandan İçi içine sığmıyordu, diğer yandan ise başı zonkluyordu.

“Nerde kaldı be, bu adam!”

Evin içinde üç defa döndü. Sonra tekrar üç defa. Daha sonra yine üç defa. Sonunda kapı çaldı. Kapının üç kez çalmasını bekledi. Kapıyı çalan bu durumu bildiğinden üst üste üç defa kapıyı çaldı. Mahtun kapıyı açtı.

“Nerde kaldın. Bekletilmeyi sevmediğimi bilmiyor musun?”

“Efendim, kusura bakmayın. Onu bulmamız zor oldu. Ama sonunda bulduk.”

“Peki nerde? Getirmedin mi yoksa?”

“Getirdim. Arabada.”

“Çabuk onu bana getir Falyo”

Falyo, koşar adım arabaya gitti. Arabanın arkasına özen ile yerleştirdiği kafesi getirdi.

“Mahtun Bey, bu son Puhu Kuşu.”

“Tamam, tamam, gevezelik etme.”

Mahtun Falyo’dan kuşu alıp arka kapıya yöneldi. Mahtun kendini takip etmesini beklerken Falyo’nun onu takip etmediğini fark etti.

“Ne bekliyorsun orda. Gel yardım edeceksin bana.”

“Efendim, lütfen daha öncede yardım etmiştim. Hani bu sondu.”

“Korkma, bu gerçekten son. Hadi! Çabuk ol!”

Falyo istemeye istemeye Mahtun’u takip edip açık kapıdan bahçeye çıktı. Mahtun hala “çabuk ol!” diye bağırıyordu. Falyo Mahtun’un arkasında bahçedeki odunluğa girdi. Odunluk bir laboratuar gibi düzenlenmişti. Kesilen kuş parçaları kokmaya ve çürümeye başlamıştı. Falyo:

“Bu nasıl koku? Ölmek üzeriyim Tarım!”

“Kes söylenmeyi de yardım et.”

Mahtun kafeste sıkıca kavradığı Puhu Kuşunu dışarı çıkardı. Falyo masanın üzerindekilerini eliyle masanın üstünden sıyırıp yere döktü.

“Ne yapıyorsun sen?”

“Efendim, masayı temizliyorum.”

“Bırak onları, git mengeneleri ve ipleri getir.”

Getirilen mengene ve iplerle masaya sırt üstü yatırılan puhu kuşu sıkıca bağlandı. Kuşun bir kanadı elli santimetre vardı ve nerdeyse tüm masayı kaplıyordu. Mahtun gerekli malzemeleri getirmek için eve gitti. Bunu fırsat bilen Falyo ise kendini bahçeye attı ve derin bir nefes aldı. Mahtun, mutfağa geçip geçen akşam kaynatmış olduğu pensetleri, makasları, bistürileri mutfak masasındaki havluya sarıp bahçeye çıktı.

“Senin ne işin var bahçede!”

“Çok kötü kokuyor.”

“Çabuk gir içeri elimizden kaçarsa onun yerine seni yatırım o masaya.”

Falyo korku içinde odunluğa yöneldi. Mahtun arkasında.

Masaya yatırılan puhu kuşu can havliyle kanatlarını, ayaklarını oynatmak için çırpınıyordu. Ama nafile sıkıca masaya bağlanmış ve mengeneler olabildiğince sıkıca sabitlenmişti. Mahtun;

“Önce bu çırpınmalara bir son verelim.” dedi.

“Peki öldürmeden mi, yapacağız bunu?”

“Evet, her zamanki gibi.” dedi Mahtun hınzırca gülerek.

Eline aldığı bistüri ile önce sağ sonra sol kanatlarındaki tüyleri sıyırıp gövde ile birleştiği yere üçer kesik attı. Kuşun kanatlarını kontrol eden tüm kasları iyice kesti ve kemikten deri ile birlikte ayırdı. Kuşun sesi odunlukta çınlıyordu. Falyo;

“Efendim öldürelim, yoksa tüm mahalle sonra polis başımıza toplanır.” dedi.

“Olmaz tüm işlemleri canlı iken yapmalıyız… Ama haklısın Falyo, bir tane kelepçe ver.”

Aldığı kelepçe ile puhu kuşunun gagasını sıkıca kapattı, Mahtun. Kuş ayakları ve gagasından başka bir yerini kıpırdatamıyordu. Birde boğuk bir ses çıkarıyordu. İnsanın beyinin tüm hücrelerine işleyen bu ses odadaki kasvetli havayı daha çekilmez yapıyordu. Mahtun, bistüri ile gövde ile ayak bağlantısındaki kasları kesti. Sonra kuşu gövdesinden ikiye yardı. Göğüs kafesini küçük elektrikli testere ile kesti ve pensetler ile birbirinden ayırdı. Kuşun tüm iç organları, atan kalbi çok rahat görülüyordu. Masanın yanlarında sızan kanlar ise yerde küçük birikintiler oluşturmuştu. Falyo bayılmamak için kendini zor tutuyordu. Rengi atmıştı. Mahtun;

“Biliyormusun, Falyo. Bir efsaneye göre Puhu kuşları öldükten sonra bile kalpleri atmaya devam edermiş. Ta ki vücutta kan kalmayana kadar.”

Falyo, kusmamak için boğazdan öksürdü ve yere tükürdü.

“Ben hiç duymadım.”

“Okumalısın Falyo, bunlar kitaplarda var. Derler ki bir insan evladı Puhu Kuşunun atan canlı kalbine eline atmadan dişleri ve dili yardımı ile yutarsa, onunda kalbi sonsuza kadar atar.”

“Öyle bir şey mümkün olabilir mi ki? Sonuçta hepimiz ölümlüyüz.”

“Kime ve neye göre.” dedi Mahtun, kahkaha atarak.

Mahtun, birden arkasına döndü. Sağ eliyle sol gözünü kapadı ve bunu üç kez tekrar etti. Masaya dayandı. Kuşun üstüne iyice eğildi. Diliyle kuşun kalbini yerinden kaldırdı ve dişlerinin arasına aldı. Dişledi… Ortamı bir sessizlik kapladı.

Sağ koluyla ağzını sildi. Tepsideki penset ve makası aldı ve kuşun iç organları arasındaki yağları topladı. Topladığı yağları mavi tüpe yerleştirdi ve ağzını kapadı. Falyo artık dayanamıyordu ve kendisini bahçeye attı, kusmaya başladı. Mahtun arkadan Falyo’nun omzuna dokundu. Falyo birden irkildi.

“Falyo, sigara içer misin? İyi gelir.”

Falyo uzatılan sigarayı aldı ve yaktı. Sigarayı içince kendisini engel olamadığı bir titreme kapladı. Falyo, korkuyordu, hem de çok. Mahtun sağ eliyle sol gözünü kapadı ve odunluğun kapısına baktı. Falyo’ya döndü.

“Teşekkür ederim Falyo.”

“…”

“Güle güle.”

Falyo, önce bir şaşkınlık yaşadı, sonra “Güle güle.” deyip bahçe kapısından çıkıp, arabasına yöneldi.

Mahtun elindeki tüp ile birlikte mutfağa geçti. Elindeki tüpü dolaptaki diğer tüplerin yanına yerleştirdi. Bir bardak su alıp, her zaman ki sandalyesine oturdu. Sudan bir yudum alıp sehpaya bıraktı, sehpadaki mor kaplı eski kitabın sayfalarını çevirdi.

“Neredeydi bu, nerede.” diye kendi kendine konuşmaya başladı.

“Evvveet buldum.”

Sayfayı okudukça yüzündeki mutluluk kat kat artıyordu. Kitabı birden kapadı ve bağırdı.

“Teşekkürler Baykuş! Teşekkürler Beyaz Baykuş! Sen benden aldın, bende senden!”

Sandalyesinin kollarını iyice kavradı. Sakin bir şekilde ayağa kalktı, çevresine bakındı, ışıkları yaktı ve mutfağa yöneldi.

Güneş batmak üzereydi. Güneşten gelen o insanın ruhunu ısıtan sıcaklık, mutfak da ışık oyunları oluşturuyordu. Mahtun bir süre bu ışık oyunlarını izledi. Birden irkildi. Sağ gözü ile sol gözünü kapadı. Üç defa…

Mahtun fırının yanındaki çekmeceyi açtı. İçerisinden çıkarmış olduğu bezi makasla iki parçaya ayırdı. Tezgahın üzerindeki çiçek desenli tepsinin üzerine bıraktı. Buzdolabında çıkarmış olduğu tüpleri fırına yerleştirdi. Fırının sıcaklığını yirmibeş santigrat dereceye getirdi, düğmeye bastı. Mutfağı kaplayan koku dayanılmayacak kadar kötüydü. Ama Mahtun’un aldırış ettiği yoktu. Zil sesi ile birlikte fırından aldığı tüpleri dikkatlice tezgaha bıraktı. Tüpleri sıra ile alarak yağları bezlerin sağ kısmına döktü. Bezlerin sol yanını sağ yanın üstüne katladı. Tüm işlem bitince etrafına bakındı ve tepsiyi alıp sandalyesine geçti. Tepsiyi sehpanın üzerindeki kitabın üzerine bırakıp tüm odayı inceledi. Tabloya gelince uzun süre baktı ve gözlerinde yaşlar gelmeye başladı. İç çekip sağ eliyle gözyaşlarını sildi. Tepsiden bezleri alıp gözlerinin üzerine yerleştirdi ve uyudu.

“Mahtun! Mahtun! Mahtun! Hadi kalk!”

“Ne oldu! Ne oldu! Sen kimsin! dedi uyku sersemliği ile. Kendisine cevap veren olmayınca bir süre bekledi. Bezleri eliyle yokladı. Bezlerin alt ucunda tutup kaldırdı, gözleri kamaşmaya başladı. Ama kendisini iyi hissediyordu.

“Görüyorum.” dedi kahkaha atarak.

“Görüyorum.”

“Görüyorum.”

Birden irkildi. Sandalyesinden kalktı, sandalyesini kontrol etti ve tekrar oturdu. Sağ eliyle sol gözünü kapadı. Odanın tüm köşelerini inceledi. Tabloya gelince uzun süre baktı ve ağlamaya başladı.

“Lanet olsun sana! Lanet olsun sana! Lanet olsun sana! Baykuş.”

Döngü…Sel” için 2 Yorum Var

  1. Öykünün ismi ilgimi çekti. Neyi adlandırmak için böyle bir isim seçtiğini merak etmekteyim 🙂 Okudukça bir şeyler yazmaya çalışacağım öykünle ilgili. Sanırım Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nde yayımlanan ilk eserin? Devamını şimdiden bekleyeceğimi düşünüyorum 🙂

    “Siyahın tüm tonları vardır gecede. Belki biraz açık, biraz koyu. Yinede vardı. ” Anladığım kadarıyla burada “gece” hakkında değil, “o gece” hakkında konuşuyorsun? Ya bir yazım yanlışı yaptın ya da anlatmak istediğin şeyi daha farklı anlatmalıydın diye düşünüyorum. “siyahın tüm tonları vardı gecede” demiş olsaydın, sorun olmayacaktı. Veya, belki, şöyle bir ifade?: “Siyahın tüm tonları vardır gecelerde, belki biraz açık, belki biraz koyu. Yine de vardır; o gecede de…” gibi… Sıkıntılı noktayı anlatabildiğimi umuyorum. Giriş için çok hoş bir anlatım şekli olduğunu da söylemek isterim. TRT’de yayımlanan bir programın giriş sözlerini anımsattı bana. “Hiçbir zaman tam karanlık değildir gece; sonsuz ve bütün renkler içinde” Sanırım programın adı TRT FM-Gecenin İçinden. Yalnız, tek bir kayıtlarında denk gelmiştim fakat buraya link bırakmanın uygun olmayacağını düşünüyorum. Yine de hoş bir müzik de eşlik ediyor bu sözlere.

    “Tekrar etti. Sağ eliyle sol gözünü kapadı ve resme tekrar baktı bunu üç defa tekrar etti. Her üçü de yine üç defa.” Imm, burada bir tür anlatım sorunu olduğunu düşünüyorum. ” Sağ eliyle sol gözünü kapadı ve resme tekrar baktı” dedikten sonra bir noktalı virgül(veya virgül) kullanman uygun olurdu. Belki de bir nokta? Çünkü, tekrar etme eylemi ile eylemin kendisini ifade eden iki ayrı ifade(yani cümle)var orada. Son cümlede demek istediğini ise hiç anlayamadım. Veya, alıntıladığım yer hakkında tamamen yanlış bir fikre sahibim? Yine de, o son cümlede bir yüklem yok. Üç nokta kullanılması daha uygun kaçardı ki “üç defa tekrar” hissiyatını biraz da simgelerle anlatmış gibi olurdu.
    Yazarın işine karışmaktan pek hoşlanmam. Teknikler yazar bazlı uygulanmalıdır diye düşünürüm. Yine de, bir okur olarak, fikrimi söylemem gerektiğini de düşünürüm.

    “Birden bağıdı;” Hımm. Bu konudan pek emin değilim. Yanlış söylüyor olabilirim ama bana, “dil kuralları” bağlamında hareket etmek gerekiyorsa, burada noktalı virgül yerine iki nokta kullanılması gerekiyor gibi geliyor.

    “Bu ne kadar sürdü. Ya da ne zaman başladı. Kendisi hatırlamıyordu. Hatırladığı bir beyaz baykuşun her zaman camın önündeki ağaca konması ve ses çıkararak üç defa ona dönüp dönüp bakmasıydı.” Bu kısım bana Poe’nun Kuzgun öyküsünü anımsattı. Hoş bir hissiyattı 🙂

    ““Peki nerde? Getirmedin mi yoksa?”

    “Getirdim. Arabada.”

    “Çabuk onu bana getir Falyo”

    Falyo, koşar adım arabaya gitti. Arabanın arkasına özen ile yerleştirdiği kafesi getirdi.”
    “gertirmek” kelimesinin çok sık kullanıldığını fark ettim. Elbette, özel bir şeylere karşılık gelmesi için bu şekilde yazılmış olabilirler(özellikle ikinci tekrarında bu şekilde düşünmüştüm) İkinci “getirme” de “onu bana getirmen gerekiyordu, arabaya getirmen değil” gibisinden bir kızgınlık anlamı teşıyor olabilir gibime geldi mesela fakat üçüncü tekrarı bana öyküdeki “üç” takıntısına bir gönderme olabileceğini düşündürttü. Yine de, emin olamadım. Burada düzeltilmesi gereken bir şey var mı?

    ““Mahtun Bey, bu son Puhu Kuşu.”

    “Tamam, tamam, gevezelik etme.””
    Diyaloglarla mevzunun ne olduğunu anlatma konusu çoğu yazar için sıkıntılıdır. Yapmacık durur, özellikle o şekilde yontulduğu hissettirilir. Burada bunu önlemenin güzel bir yolunu bulmuşsun gibi görünüyor.

    ““Ne bekliyorsun orda. Gel yardım edeceksin bana.”” Karakterin kibirli hareketleri düşünülürse, ilk cümlenin gerçek bir soru cümlesi olmaması muhtemel. Yine de, gerçek bir soru cümlesiyse, sonunda soru işareti olmalıydı. İkinci cümlenin “gel, yardım edeceksin bana” şeklinde yazılması daha doğru olurdu sanırım. “Gel” emri ile “yardım edeceksin bana” bilgi verici cümlesi, iki ayrı cümle. Diğer yandan, bir öyküsündeki karakterin “hızlı hızlı” düşünmesini “efektlemek” için virgül kullanmamış bir arkadaşım olmuştu. Belki, öyle bir şey yapmaya çalıştın?

    ““Efendim, lütfen daha öncede yardım etmiştim. Hani bu sondu.”” “Lütfen” ile cümlenin bittiğini düşünüyorum. “Daha önce de” denmesi daha doğru olabilir. Ya da”daha öncesinde yardım etmiştim” Şeklinde kurulmalıydı ifade.

    “Mahtun, mutfağa geçip geçen akşam kaynatmış olduğu pensetleri, makasları, bistürileri mutfak masasındaki havluya sarıp bahçeye çıktı.” Mutfağa geçerek mi o şeyleri kaynattığı yoksa onları havluya sarmak için mi mutfağa geçtiği biraz muallakta kalmış. Virgül eksikliğinden oluyor sanırım. Elbette, her iki eylem de yapılmış olabilir ve özel bir teknik kullanılmıyorsa bu şekilde iki anlama gelen cümleler kullanılmamalıdır derim ben.

    ““Peki öldürmeden mi, yapacağız bunu?”” Orada bir virgülün olmaması gerektiğini düşünüyorum. Sanırım, herhangi bir işlevi olmadığı gibi anlatımı da darmadağın ediyor. Ardışık soru cümleleri birbirine virgül ile bağlanabilir veya bağlı cümlelerin son cümlesi bir soru cümlesiyse bu şekilde olabilir fakat burada tek bir cümle var. Belirttiğim bilgilerin doğruluğundan tam emin değilim ama emin gibiyim.

    “Falyo;” Yukarıda bahsettiğim durumdan burada da var.

    ““Efendim öldürelim, yoksa tüm mahalle sonra polis başımıza toplanır.” dedi.” Sanırım yazmaya başladıktan sonra gidişatı biraz değişen bir cümle? Özel bir teknik için bu şekilde yazılmadıysa, tamamen yanlış olduğunu düşünüyorum. “Efendim öldürelim, yolsa tüm mahalle, sonra polis başımıza toplanır.”

    ““Olmaz tüm işlemleri canlı iken yapmalıyız…” “Olmaz”dan sonra sanırım virgül olmalı.

    “Derler ki bir insan evladı Puhu Kuşunun atan canlı kalbine eline atmadan dişleri ve dili yardımı ile yutarsa, onunda kalbi sonsuza kadar atar.”” Bahsedeceğim duruma benzer durumlarla çok sık karşılaşıyorum ve konu hakkındaki doğru olanın ne olduğunu bilemiyorum. buradaki “ki” bir bağlaç, buna rağmen, anlatımın daha “konuşmaya yakın” ve vurgulu olması için “ki” den sonra bir virgül gelmeliymiş gibi geliyor bana. Yine de, virgül de bağlaç olabiliyor yer yer. Bu ikisinin ardışık kullanılması dil kurallarınca nasıl oluyor, onu bilemiyorum.
    ” onunda kalbi sonsuza kadar atar.”” “onun kalbi de” olmalı diye tahmin ediyorum. Burada vurgulanan varlık “o” değil “onun kalbi.” Ayrıca, -de eki ayrılmalı.

    ““Öyle bir şey mümkün olabilir mi ki?” Buradaki de bağlaç. Bu yüzden(devamında bir yüklem olmadığı için) “?..” ile bitirilmeli.

    ““Kime ve neye göre.” dedi Mahtun, kahkaha atarak.” Evet, kibirden çıkmış bir başka cümle daha. Bence yine de bir soru işaretini hak ediyor. Retorik bir soru olsa bile, bir soru.

    ” Topladığı yağları mavi tüpe yerleştirdi ve ağzını kapadı.” Muhtemelen burada bir hata yok fakat malum tüplerden ilk ve son defa bahsedildiği için varlığını o an öğrendiğimiz bir nesne söz konusu. “mavi bir tüpe” demeni tercih ederdim. Tanışıklığın olmamasının yarattığı sıkıntıyı “evrendeki sonsuz sayıdaki nesneler arasından bir tane mavi tüp”ü ifade ederek yok edebilirsin.

    “her zaman ki sandalyesine ” Buradaki “-ki” bir bağlaç değil. Bitişik yazılmalıydı ilgili kelimesine.

    ” Sudan bir yudum alıp sehpaya bıraktı, ” nesnelerin gizli kullanımıyla ilgili zar zor anımsadığım bir kuralla ilgili şöyle bir sıkıntı oluştuğunu düşünüyorum. İlk kısımda bir suyun yudumlandığı biliyoruz, ikinci kısımda ise neyin masaya bırakıldığı “gizli” kalmış olduğu için, bir önceki bilgimize başvurmak durumunda kalıyoruz ve oradaki nesne olarak “su”yu bulunca cümleye anlam veremiyoruz. “Sudan bir yudum alıp bardağı masaya bıraktı” daha doğru bir cümle olurdu bence.

    ““Neredeydi bu, nerede.” diye kendi kendine konuşmaya başladı.” 🙂 Kibirli, aslında soru olmayan bir başka cümle daha. Evet, belki de yukarıda bahsettiğim cümlelerin hiç birisinde soru işareti olmamalıydı.

    ““Evvveet buldum.” Bence bu iki ayrı ifadenin arasında bir virgül olmalı. İlki bir ünlemi belli ederken ikincisi bir eylemin ne olduğunu gösteriyor.

    “mutfak da ışık oyunları oluşturuyordu.” bu, dahi” eki. Işık oyunu oluşturan şey mutfak değilse, bitişik yazılmalı.

    “Buzdolabında çıkarmış olduğu tüpleri fırına yerleştirdi.” “buzdolabından”? Çünkü, cümle bu haldeyken malum tüplerin, karakter buzdolabındayken çıkartıldığı gibisinden sıkıntılı bir anlam çıkıyor.

    “Tepsiyi sehpanın üzerindeki kitabın üzerine bırakıp tüm odayı inceledi.” Normalde, burada bir sorun yok fakat “tepsiyi, sehpadaki kitabın üzerine bırakıp[…]” demeni tercih ederim. Hem virgül hem de kelime tekrarı konusundaki sıkıntı…

    Karakterin bir süredir kuşlarla ilgili bir şeyler yaptığını belli etmiştin öyküde fakat bunun ne olduğunu ne vakit belirteceğini de merak ettirmiştin. Sanırım, görmekle ilgili bir kısımdı? Yine de, karakterin görmekle ilgili ne gibi bir sorunu olduğunu merak etmiyor değilim.
    Sima ve benzeri ilimlerle ilgili çok hoş değinmeler vardı. Öyküyü genelde sevdim ve yukarıda belirttiğim bazı yazımsal sıkıntılar dışında herhangi bir eksik göremedim.

    Elbette, yanıldığım kadar kaçırdığım yerler de olacaktır. Başka öykülerini de aramızda görmek isterim 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *