Kuzey kutbu yakınlarında bir gün dönümü daha gelmiş çatmıştı. Gezginler, ellerinde türlü sıcak içeceklerle dolu maşrapalarla oturmuş, gözlerini gökyüzünden ayırmayıp, gerçekleşmesi yaklaşan bu güzelliğin tek bir saniyesini kaçırmamaya çalışıyorlardı. Eos’un önemli başka bir işi yoksa yahut bir yakınının doğum günü değilse gökyüzünü süslemeyi hiç ihmal etmezdi. Ayrıca gelenler gökyüzünün güzelliği kadar Eos’un da güzelliğini görme şansına erişmeyi diliyorlardı.
* * *
Uzaktan küçük ve keskin bir parıltı herksin gözünü aldı. Sonra bu parıltı bir zayıflayıp bir güçlenerek, geceleri ayın bulutların ardında kaldığındaki okyanus rengi kadar koyu renkteki, gökyüzüne yükseldi. Parıltı hızla yaklaşıyordu derken bu beyaz ışığın önüne mavi, yeşil, sarı ve kırmızı renklerinde ve beyaza nazaran daha küçük ve sönük parıltılar geçti. Bu beyaz ışık geçtiği her yere kendisi kadar gösterişli olmasa da insanoğlu için büyüleyici yıldızlar çizdiğinden gezginler onun Eos olduğunu anladılar ve onu görebilmek umuduyla gözlerini kısarak pürdikkat baktılarsa da nafile…
* * *
İnsanların ona bakışından pek tatmin olmuş olmalı k Eos’un dudaklarında abartısız ancak devamlı bir gülümseme oturmuştu. Daha yalnızca yıldızlardan selam almış olmasına rağmen -bilirsiniz yıldızların selamlaması pırıl pırıl parlamaları demektir- herkes hayran hayran izliyorken birazdan yapacağı gösterinin onlarda nasıl bir iz bırakacağını kestiremedi ve bu onu daha da keyiflendirdi. Kanatlı dört atının çektiği arabayla gezginlerin görüş açısından ayrılınca yere indi. Şimdi de çuvallarındaki boyaları atlarının kanatlarına sürecek ve kuzey ışıkları yapacaktı. Aslına bakarsanız Eos’un işi pek de marifet gerektiren bir iş değildi. Onun dikkat etmesi gereken tek şey boyaları doğru atın kanatlarına sürmesiydi. Mavi atının uzun süre kızıl kızıl parlaması pek de hoşuna gitmeyebilirdi. Zaten yıldızlar konusunda da uğraş göstermesine gerek kalmıyordu. Önceleri onları her gece özenle çizer sonra hepsinin halini hatırını sorardı ama bir süre sonra yıldızlar onu öylesine sevdiler ki, Eos her gökyüzüne yükselişinde kendileri mutluluktan parıldayıp onu selamlar oldular. Hatta bazı yıldızlar sırf onun eteklerini süslemek için vazgeçiyorlardı hayatlarından. Eos da pek bir alışkın olmuştu artık bunlara.
Arabasında arkaya doğru uzandı ancak eline bir çuval çarpmamıştı. Bu garipti, çünkü her seferinde bunu yaparken kolu çuvala çarpar, boyanın bir kısmı arabaya dökülür, sonra uzun sure pırıl pırıl parlardı da hiçbir temizleyici çıkaramazdı izini. Hatta bir keresinde yıldızları uyandırmaya üşenip kendine bir elbise almaya gitmişti de parıltıdan paçayı ele verinde yıldızlar uzun süre küsmüştü ona.
Arabadan indi, arkaya doğru yürüyüp iyice bakınca iki küçük çuval gördü. Derin nefes alarak rahatladı. İki renk, iki renktir. Gösterisini yapabilsin de…
Çuvalı eline alıp açtığında içinde kesinlikle boyadan farklı bir şeyler olduğunu fark etti.
* * *
“Böyle iş olur mu?” sinirlenerek yeni bakım yaptırdığı elini yumruk yaparak masaya vurdu. “Benim boya paketlerim nerede? Şimdi bu gösteriyi yapmazsam ne kadar izleyici kaçırırım tahmin edebiliyor musunuz? Alın, bakın bana gönderdiğiniz çuvala. İçinde şu tişörtler ve bir çift çorap var,” diyerek kar tanesi desenli çuvalın iplerini gevşeterek ters çevirip içindekileri masaya döktü. Bu sırada küçük bir not defteri de masaya düştü. Defteri eline alıp açtığında sayfaların pastel boyalarla yapılmış acemi çizimlerle dolu olduğunu gördü. Bu defteri alıp kurşuni pardösüsünün iç cebine yerleştirdi. Sonra boğazını temizleyip konuşmaya devam etti, “Boya paketlerimi acilen geri almalıyım, anlayacağınız.”
Zavallı görevli bu güzel kadından beklenmeyecek hiddet karşısında gözlerin pörtletmiş, donmuş kalmıştı. Kafasını sağa sola sallayıp konuşmaya çalıştı, “A-affedersiniz hanımefendi, ıhım. Bir ya-yanlışlık olmuş olsa gerek. Şey, ıhım, ama bunu düzeltmemiz, şöyle söyleyeyim, ıhım, bir haftayı bulabilir.”
Bu sefer de Eos gözlerini büyütmüştü, “Bir hafta mı? HAFTA diyorsunuz yanlış duymuyorsam! Bu kadar beklememin imkânı yok, bana bir an önce adresi verin, sanırım bu işi ben ve sevgili atlarım sizden daha düzgün ve hızlı yapacağız.”
* * *
Atlarıyla bir buçuk gündür gökyüzünde yolculuk yapıyordu. Evinden çok uzak yerlere gelmişti. Hiç hoş olmayan yerlere… Burada insanlar devasa yığınların arasında koşuşturmakla meşguldüler devamlı. Yüzlerinde samimiyetten mahrum bakışlar, kollarında evraklar yahut uyuşturucularla dolu çantalar bir yerlere yürüyorlardı. Başlarını önlerine eğmiş hızlı ve ritmik adımlarla ilerliyor, sadece trafik ışıklarında durup lambaya bakıyor, sonra tekrar eğiyorlardı başlarını. Sahi, ne vardı insanları bu kadar bezdirecek hayattan, hayret etmişti Eos. Oysa o boya çuvallarını bulabilmiş olsaydı pek de dertlenmezdi. Ha bir de son doğum gününde bir öncekinden tam dört tane eksik hediye almış olmasaydı. Bunlara da pek takmamıştı çünkü gitmiş, onun yerine kendine dört tane elbise almıştı.
Atları da kendisi de hatta ve hatta tahta arabasının çivileri bile rahatsızlık duymuştu bu insanların umutsuzluğundan. Daha hiçbir şey başlamamışken her şey bitmiş gibi davranmalarına bir türlü anlam verememişti. Bir de sürekli somurtmalarına.
Gece olmuştu, perdelerini kapatmış, yataklarına girmiş, büyük ihtimalle rüyasız uykulara dalmışlardı. Hayır. Hepsi değildi. Bir perde açıktı ve ardından iki göz cam gibi parıldıyordu. Gökyüzünü seyrediyordu. Şehrin ışığından dolayı zayıf düşmüş yıldızları yokluyor, bir sokak lambasına bir de aya bakarak hangisinin daha büyük olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Eos elindeki kâğıda baktı. Adres buraya yakın bir yeri tarif ediyordu. Artık sokağa inmenin ve evi bulmanın vakti gelmişti.
On üç numaralı ev. Evet, on üç numaralı buralarda olmalıydı. “Ah! Buldum seni,” diye iç geçirdi eve yaklaşırken. Önce evin etrafında dolanmaya başladı derken bir çift göz cam gibi parlıyordu pencerenin ardından. Bu, uçarken gördüğü gözlerdi. Çocuk gözlerini şaşkınlıkla büyültmüş dikkatle Eos’a bakıyordu. Eos, en merhametli gülümsemesini takınarak çocuğa baktı, sonra kapı tarafını işaret etti. Çocuk iki kere gözlerini istemsiz kırptıktan sonra odanın karanlığında kayboldu. İç geçirdi Eos, “Çok nazikçe…”
Birkaç saniye sonra dış kapı açıldı ve Eos’un kalçasının hizasına gelecek kadar küçük bir çocuk, cam gibi gözlerini ona dikti. Sessizce yutkundu, “Ne istiyorsunuz hanımefendi?”
“Merhaba çocuğum, bu çuval sana ait olmalı, öyle değil mi?” diyerek elindeki çuvalı havaya kaldırdı.
Çocuk sadece başını onaylarcasına salladı.
Eos, “Sana bunu vermek için çok uzaklardan geldim ancak, sende de bana ait bir şeyler var biliyorsun değil mi? İçi boya dolu birkaç küçük çuval. Bana onları getirmek ister misin?”
Çocuk bu sefer de sadece başını onaylarcasına salladı. Bir iki saniye bekleyip hızla içeri doğru koştu. Elinde küçük bir çuvalı sürükleyerek getirdi. Sonra geri dönüp teker teker diğer çuvalları da getirdi.
Eos, “Sen çok akıllı bir çocuksun,” diyerek çocuğun başını okşadı, “teşekkür ederim.” Çuvalları alıp arabasına yerleştirdi ve kendisi de binmek için bir adım atmıştı ki arkasından ince bir ses geldiğini fark etti. Daha iyi duyabilmek için arkasını dönüp yaklaştı. Ses, çocuktan geliyordu.
“Affedersiniz hanımefendi,” dözlerini ovuşturdu. “Kusura bakmayın ama ben boyalarınızın bir kısmıyla resim çizdim,” dedi.
Eos birden bir kahkaha kopardı. “Eminim resimlerine çok güzel bir hava katmıştır. Ama unutma gizlice bir yerlere gideceksen o defteri yanına almasan iyi olur, insanı yakalatma konusunda çok iyidir! Aslında bu boyaları bu iş için kullanıyor olmalıydım.”
Çocuk çekingen tavrıyla konuşmaya devam etti. “Bu boyalarla uzaklarda neler yaptığınızı biliyorum hanımefendi. Okulda öğretmenim bir kitapta okumuştu. Rengârenk oluyormuş gökyüzü ve herkes çok beğeniyormuş. Ama bunun her zaman benim göremeyeceğim kadar uzaklarda olduğunu söyledi. Acaba, sizden bir şey istesem? Onları bir kerecik ben de görebilir miyim?”
Eos işaret parmağıyla çenesini kaşıyarak düşündü. Sonra gökyüzüne baktı. Yıldızlar solmuştu ve çocuk kadar o da şüphe etmeye başlamıştı: Sahiden de, ay mı daha büyüktü yoksa sokak lambası mı? “Şey, aslında bilemiyorum. Buradaki insanlar gökyüzünü bile yeterince kirletmiş. Boyalarımın bir kısmını harcamaya değer mi emin olamıyorum,” derken bir sağa bir sola yürümeye başladı. Sonra olduğu yerde durdu, çocuğa döndü. “İlk günlerim gibi biraz uğraşmam gerekecek ama senin için bir şeyler ayarlayabiliriz delikanlı,” dedi. Bir kere daha başını okşadı çocuğun, “Haydi odana git, pencerene çık ve gözlerini gökyüzünden ayırma.”
Eos atlarıyla beraber gökyüzüne çıktı ve her yıldıza dil döküp tek tek halini hatırını sorup onlardan selam aldı. Bilirsiniz ay en nazlılarıdır. Ondan selam almak pek de kolay olmadı ama bunu da başardı. Sonra yağmur bulutlarını ikna etti gitmeleri için. Sonra atlarının kanatlarına boyalar sürüp onları çocuğun evinin yukarısında küçük bir gezintiye çıkardı. Atlar her kanat çırpışlarında mavi, yeşil, kırmızı ve sarı renkte boyalar dalgalar halinde uçuşuyor, havada asılı kalıyorlardı. Eos böylece birkaç daire çizdi ve çocuğu penceresine kadar indi. Bir çift cam gibi göz pencerenin ardından bir ona bir atlarına bir de gökyüzüne hayranlıkla bakıyordu. Camına tırnağıyla iki kez tıklatıp göz kırptı ve hızla gökyüzüne yükselip uzaklara uçtu. Camda dokunduğu noktada küçücük bir renk cümbüşü belirdi.
Eos’un dokunduğu yerdeki renk cümbüşü her gece olduğunda ve bulutlar ayın önünde siper olmadıkça kendini belli etti ve çocuğa ninniler okudu. Umutsuz olduklarını bile fark edemeyecek kadar umutsuz olan insanlar o gece gördükleri manzarayla kalplerinden küçük bir yükü attılar. Birkaç saniyeliğine güzelliği düşlediler. Belki pek etkili olmadı onlar için, ancak bu küçük delikanlı için çok şeyi değiştirdiği bir gerçekti.
Cok seri bir hikaye olmus.Yeni hikayelerini bekliyoruz nursena.
Teşekkürler. ^^
Atmosferi ve okuyuşu çok hoş bir hikâyeyi. Kurguyu yaparken gökyüzüne değen ama onu çizmeden ona çizen fırça dokunuşlarının serin melodisini sevdim. Gerçekten hoş bir kurgu.
Yanlış hatırlamıyorsam bir yerde minik bir yazım yanlışı ve birkaç yerde basit anlatım hataları vardı ve yine birkaç yerde anlatımı sekteleyen cümleler barındırıyordu ama onlar hemen her hikayede okur zaten.
Çocuğun gözleri ve pencere ile ilgili betimlemeni neden bu kadar çok kullandığını anlayamadım fakat okurken yorgundum, normal karşılanabilir.
Düşlere dalmaya devam:)
Merhabalar ^^
Öncelikle yorumlarınızda çok haklısınız. Sınavlarımdan dolayı son güne bıraktım ve tabiri caizse cezasını da çektim. Son saatlerde yolladım ve inanın yazdıktan sonra bir kez olsun dönüp bakmaya bile vaktim olmadı. Ama tabi ki bunlar bahane olamaz.
Çocuğun gözlerindeki betimlemeyi aslına bakarsanız bilinçli olarak tekrarladım. Pek oturmamış olabilir ama herkesin o çocuğun gözlerinde yatan şeyleri, çocuk her sahneye çıktığında hatırlamasını istedim.
Yapıcı yorumunuz için gerçekten çok teşekkür ederim. İyi günler. ^^