Öykü

Girdap

Ilık bir bahar rüzgârı batıdan taşıdığı nemi Karaköy’ün üstüne bırakıyordu. Güneş yüzünü çoktan göstermesine rağmen köy yenice uyanıyordu. Haydar dede salonun başköşesindeki döşeğine oturmuş, sırtını duvara yaslamıştı. Havalar ısınmaya başlamasına rağmen onun cılız kemikleri hala soğuğu hissediyordu. Bu nedenle onun sobası mayısın ortalarına kadar yanardı. Haydar dede çok sevdiği iki şeyden birini yapıyordu. Gür bir şekilde yanan sobanın deliğinden çıkan ışığı seyrediyor, odaya yaydığı sıcağı iliklerine kadar çekiyordu. Sırtındaki minderi düzeltmek için eciş bücüş hallere girdi, yüzü de eciş bücüş bir hal aldı. Sırtındaki çıban canını yakmıştı. Yine de 98 yaşında bir adama göre fazlasıyla hayat dolu bir bakışla torununu ve onun arkadaşını süzdü.

“Nerede kalmıştık?” dedi. Torunu Himrit’e ve onun arkadaşı İpek’e.

“Nerede olacak, çocukların aklını savaş zırvalıklarıyla dolduruyordun,” dedi Himrit’in babası Serhat Bey.

“Savaştan anlamayan biri, savaşa ancak zırvalık der. Sen git bir keşif gezisinde gözünü kör et gel, sonrada savaşa zırvalık de. Ben son büyük savaşta, Kilit Kıran savaşında (78 yıl evvel) bir sıyrık bile almadan tam yüz otuz altı Tan askerini kılıçtan geçirdim,” dedi Haydar dede.

Babası daha fazla savaş anısı duymak istemiyorum diye mırıldanarak odayı terk etti.

“Sabahları masal satmayı çok sevmem ama sabahları anlatılacak bir masalım var. Gece adı anılmaması gereken,” dedi ve kuru öksürükler eşliğinde derin düşüncelere daldı.

“Bundan yıllar yıllar önceydi. Belki beş yüz belki bin yıl önceydi. Zifiryanın kuzeyi yeni yeni keşfediliyordu. Kuzeye akınlar düzenleniyor, Kornat toprakları aydınlatılıyordu. Kornat topraklarında buzu seven bir bitki bulundu, bildiğin buğdaya benziyordu evlat. Zifir dendi adına zifiryanın son oğlu manasında. Siyah tohumlu, yumrulu bir bitki. Buralarda ekimi imkânsızdı, bitki sadece karın olduğu yerde yetişebiliyordu. Neyse Kornat topraklarında bu bitki üretildi, değirmende öğütülüp, ekmeği yapıldı. Bu ekmekle beslenip büyüyen yeni nesillerin bir kısmı üreme organı olmadan dünyaya geldi. Bu yetişen nesile sonradan kısır anlamına gelen Tan ismi kondu ve koruma altına alındı. Ama zamanla Tanlar asileşti. İnsanlara karşı geldi, isyan ettiler. Kornatın hâkimiyetini ele geçirdiler. Sayıları anlamsız bir şekilde çoğaldı, Annata kafa tutacak sayılara ulaştılar. Söylenene göre toprağa ekilen zifirler her elli yılda bir topraktan Tan bebekler verdi. Onlarda yirmi yıl içinde yetişip bize saldırıyor. Yani ortalama her yetmiş yılda bir sayıları akla hayale sığmayan tan ordusu üzerimize geliyor. “

Himrit ve İpek ağızları açık bir şekilde bu masalı dinlerken kapı açıldı. İçeri Himritlerin ikiayaklısı Kemik girdi. Sobayı maşayla karıştırıp elindeki odunları attı ve kapağı kapattı.

“Kemik yapar,” dedi. Tek bildiği cümle buydu. İkiaayaklıların zekâ seviyesi normal insanların çok altındadır. İnsanlar onları korumaları altında tutar, onlarda insanlara ev işlerinde yardım eder.

“Çocuklar hiç odun kalmadı, Kemikide alın ormana odun toplamaya gidin,” dedi Himritin annesi Gülnur Hanım, tiz bir sesle.

Himrit masalsı dünyadan sıyrılıp kendine geldi ve “tamam anne, hemen çıkıyoruz” diye mutfağa doğru seslendi. Himrit on yaşına yeni girmiş, yaşıtlarına göre cılız, gösterişsiz ve kısa boylu bir çocuktu. Dedesinden masal dinlemeyi, İpekle ormanda gezmeyi ve Karaköy’e has olan tarhana çorbası içmeyi çok severdi. Gözleri elaya çalan kahverengi, saçları kestane rengi, yanakları al al ve çilliydi. Saçlarını uzun tutmaya çalışırdı ama genelde çabuk yağlandığından babası tarafından ayda bir kesilirdi. Saçları kesildiğinde anormal derecede dışarı çıkık duran elmacık kemikleri daha belirgin olur, yanağındaki çillerin yüzüne dağılışı net bir şekilde göze batardı.

Saçları yine uzamaya başlamıştı, eliyle saçını düzeltip mutfağa yöneldi. Gülnur hanım mutfakta bulaşık yıkamaktaydı. Çok hamarat bir kadındı. Dedesi kızımla evlenmese baban aç kalırdı evlat diye dedikodusunu bile yapardı. “Oğlum akşama kalmadan bir an önce Karaormandan odun getirin. Kendini çok yorma, biliyorsun ciğerlerin normal çocuklarınki gibi değil, bunu hekim Cevdet’te söyledi,”

Hekimin söyledikleri ona sürekli hatırlatıldığından unutma lüksü yoktu. “Ciğer kapasiten normal bir çocuğunkinin çok altında. Kendini çok yorarsan, çok koşarsan yâda ağır yük taşırsan ciğerlerin bunu kaldıramaz. Kendine dikkat etmelisin, nefessiz kaldığında sakinleşmeyi beklemeli, daha düzenli nefes almaya konsantre olmalısın,” Hekim tam olarak bunları söylemişti iki yıl önce sekiz yaşında iken. O gün nefessiz kalıp baygın düşmüş, karşısında hekim varken gözlerini açabilmişti. O günden beri annesi her saniye oğlunu uyarırdı. Sonraki iki yıl nefessiz kaldığı birkaç anısı olmuştu ama kimseye söylememişti.

Dedesinin odasına dönüp ipek ve kemiğe el işareti yapıp “hadi Karaormana” dedi. Evden dışarı adım atınca, sabahki güneşli havanın yerini puslu bir havaya terk ettiğini gördüler. Yıllardır yaşadığı onu yanıltmazsa yarım saate kalmaz sis çökerdi. Sisli ve nemli havaya çok alışkındı, ama yağmurda ıslanmaktan nefret ederdi.

Evleri Karaormanın hemen bitişiğinde, köyün çıkışında yer alırdı. Küçükken bir seferinde ormandan geldiğini düşündükleri bir yaban domuzunun gece çitlerine zarar verdiğini hatırlıyordu. Bunun haricinde ormandan yana bir şikâyetleri olmamıştı. Köy ağası Ömer’in dediğine göre ormanın derinliklerine kadar gidilmedikçe bize bir zarar gelmezmiş. Zaten köylülerde ormana odun toplamak, bazen de avlanmak haricinde girmezdi.

Avlanmak demişken köyün en iyi avcı çocuğu hiç kuşkusuz İpektir. Geçen yıl vurduğu geyikle bunu tüm köyün önünde tescillemişti. Onun kadar iyi ok kullanan bir tek köy bekçilerinden Naima hatundu, Himritin görüp bildiği. Tabi bu av oyunu da ormanın giriş kısmında yaşanmıştı. Ormanın ortaları, bilhassa köye uzak kısımları bilinmezdi. Kış geldi mi elli metreden sonrasına girilmesi dahi imkânsız bir hal alırdı.

Himrit ve ipek evi arkalarında bırakıp ormana giden patikaya saptılar. Güneş iyice bulutların arasına saklandı. Muhabbeti kemik başlattı “Kemik yapar”.

“Evet kemik yapar, İpek yayını yanından hiç ayırmaz mısın sen?”

“Orman tehlikeli olabilir, babam ormanın tanlarla dolu olduğunu düşünüyor. Hem ayrıca sende dedenin hançerini yanından hiç ayırmıyorsun,”

“Bu dedemin son savaştan kalan hançeri ve bana verdi. Büyüdüğümde gerçekleşecek ilk savaşta onunla yüzlerce Tan öldüreceğim,”

“Annem savaş olmayacağını düşünüyor. Son on yıldır hiç tan görülmediğini onların neslinin tükendiğini söyledi,”

“Babamda öyle söylüyor ama dedeme göre yeni bir savaş kapıda. Onun zamanında son savaştan 69 yıl sonra yeniden saldırmışlar. Saldırmak için hiç bu kadar uzun beklemediklerini, çok kuvvetli bir ordu hazırladıklarını düşünüyor,”

“Ama biz güvendeyiz, yani daha önce hiç bizim köye saldırmamışlar.

“Evet bizim köy biraz sapa kalıyor, ilk hedefleri her zaman Köyümüzün de bağlı olduğu Gemit beyliği olur. Karaköy daha önce saldırıya uğramadı,”

Konuşurken koruluğa varmışlardı. Her zaman odun topladıkları yığının önünde durup, tek tek kuru odun seçtiler. Seçilen odunların büyüklerini Kemik’in sırtındaki heybeye kondu. Küçük parçaları Himrit kucakladı. Geri dönüş yoluna koyuldular. Dönüşte güneş artık tamamen görünmez olmuştu. Himritin tahmin ettiği gibi yavaş yavaş sis yüzünü göstermişti. Ormanın girişine geldiklerinde normalde köy görünür bir hal alırdı ama şimdi sis nedeniyle köyü göremiyorlardı. Tam köye giden patikayı dönecekken karşılarına kısa boylu yüzü gözü kan içinde kalmış üzerindeki deri cübbe parçalara ayrılmış bir adam çıktı. Adamın ellerinde iki küçük kanlı kılıç vardı. Bağırarak üzerlerine koştu.

Kemik korkmuş bir şekilde “kemiiikk” diye Himrite sarıldı. Himrit elindeki odunları düşürdü. Adam onlara saldırırken nasıl olduysa kendini yerde buldu. Uzunca bir kılıcın darbesiyle nefessiz yerde yatıyordu.

Hırıltılı bir ses “Çocuklar siz iyimisiniz?” dedi. İpek yayını adama doğrultmuş, Himritte hançerini kavramıştı. Adam ters bir hareket yaparsa var gücüyle saldıracaktı. Himrit ciğerlerinin daralmaya başladığını hissetti. Soluk alıp verişleri hızlandı.

İpeğe dönüp “Onun nesi var, size yardım etmek istiyorum. Sizi bu Tan pisliğinden kurtardım, ben bir Annat askeriyim,”

Adamın üzerindeki zırh bayağı yıpranmış ve kanlar içinde olsa da Annat armasının olduğu göğüs işlemesi seçilebiliyordu, hilalin altında oturup dua eden adam. İpek yayını indirdi “Neler oluyor, bu Tanın burada ne işi var?”

Köyünüz tanların istilasına uğradı, biliyorum bu daha önce hiç yaşanmamıştı. Beni istiyorlar, benim peşimden buralara kadar geldiler. Her şeyi size anlatacağım ama güçlü olmalısın.

Himritin nefes alış verişi iyice kontrolünden çıktı. Yolun kenarındaki taşa oturdu. Adam yanlarına geldi “Nesi var?”

“Himritin ciğerleri normal bir çocuğa göre zayıf ama birazdan normale döner,”

“Pekâlâ, ben olanları anlatayım, bana yardım etmelisiniz. Ormanın derinliklerinde bir kulübemiz var. Annatlı bir ajanımızın bıraktığı raporlar orada onları alacağız ve Gemite döneceğiz.

“Annem, babam, dedem “dedi himrit hırıltılı bir ses tonuyla.

“Köyünüzü yaktılar evlat köye yaklaşırsak bizi de öldürürler. Buradan hemen uzaklaşmalıyız. Güçlü olmalıyız, maalesef onlar en iyi ihtimalle öldü,” dedi yabancı sesi yavaş yavaş kendini buluyormuş gibiydi.

Şimdi İpekte tedirgin olmuştu. “Ailelerimiz orda, belki yaşıyorlardır, belki yardımımız dokunur,”

“sayıları çok fazla, benim için bile fazla. Ben Gemit beyliğinin son şehzadesi Balamir’im.

“Üç yıl üst üste Gemit turnuva şampiyonu seçilen Balamir mi?” dedi heyecanlı bir şekilde Himrit.

“Evet benim, aynı zamanda babasına ve kurultayın kararlarına karşı gelen Balamir. Kalanı kulübe yolunda anlatırım. Gemite vardıktan sonra köyünüze bir keşif ekibi göndeririz, isterseniz bende size katılırım ve ailelerinizi ararız ama şimdi burada bekleyemeyiz. Hemen ormanın derinliklerine dalalım.

Himrit köyün olduğu yerdeki bulut kümelerine son kez baktı. Artık on metre ilerisi bile görünmüyordu. İpekte onunla aynı duyguları paylaşan bir yüz ifadesi takınmıştı. Köye gelen tüccardan Balamirin şanını dinlemişlerdi. Gemitteki turnuvalarda rakip tanımadığını, kılıçta, binicilikte, cirit atmada ve kalan tüm müsabakalarda üç yıl üst üste birinci olduğunu işitmişlerdi. Birinci olacak kadar gösterişli bir vücudu vardı. Uzun boylu, geniş omuzlu, sivri çeneli bir gençti. Siyah uzun saçları omuzlarına kadar iniyor, gür bıyıkları üst çenesini kapatıyordu. Sesi de her saniye daha bir gür çıkıyordu sanki. Koyu siyah gözleri yuvalarında zor hareket ediyor, gözaltında oluşan mor halkalar uzun süredir uykusuz olduğu izlenimi veriyordu. Ama kolları hiçte öyle yorgun birine ait değilmiş gibiydi. Tan askerini yere kolayca sermişti. Himrit kılıcının adının ihtişam olduğunu biliyordu, İhtişam tanın elindekinin üç belki de dört katı uzunluktaydı. İhtişamı yere yaslayıp Himritin yanında diz çökmüştü. Ayağa kalktı kılıcındaki kanı yerden aldığı meşe yaprağıyla gelişi güzel temizleyip belindeki kınına soktu.

“Benimle misiniz? ” dedi ikisine de soran gözlerle bakarak.

“Kulübe nerede?” dedi sormayı akıl eden Himrit. Nefesi tekrar normal seyrine dönüyordu.

“Ormanın iç kısımlarında ama merak etmeyin en fazla yarım saate buluruz, yerini çok iyi biliyorum. Yanımda ormanın haritası da var,”

“Himriti çok yormamalıyız, biraz ağır ilerleyeceğiz sana da uyarsa yola koyulalım” dedi Himrite onaylama bekleyen bir bakış atan İpek. İstemeyerekte olsa köyünü arkada bıraktılar geldikleri yere ormana döndüler. Balamir yolda başına gelen her şeyi sırasıyla anlattı, nasıl olsa yol uzayacak gibi duruyordu. Bir yandan yürüdüler, bir yandan da Balamir hikâyesini anlattı.

“18 yaşını doldurup yenice kurultaya katılmaya başlamıştım. Bir hafta önce Kornattaki ajanımızdan bir mektup geldi. Mektupta Kornatın en büyük askeri karargahı olan Kitinle ilgili verilerin yer aldığı bir raporu Karaormandaki gizli karargahımız olan kulübeye sakladığı, Tanlardan önce ona ulaşmamızı iletiyordu. Kurultaya Alplerimle beraber bu göreve talip olduğumu belirttim ancak babamı ikna edemedim. Gençliğin verdiği aşırı özgüvenle kurultaya ve babama karşı gelerek Alplerimle ormana girdim. Kulübeye varmadan bir tan sürüsünün pususuna uğradık ve Alplerimin tamamı öldü. İki gündür ormanda saklanıyorum ve Tanlardan kaçıyorum. Benim peşimden köyünüze kadar geldiler.

Himrit duyduklarından sonra Balamir’e hem öfkelenmiş hem de gösterdiği cesaret karşısında hayran kalmıştı. Onun ergenlik gururu yüzünden tüm köyü yağmalanmış, ailesi yamyam kabilesi Tanlar tarafından büyük ihtimal yenmişti. Bir an Balamir’e saldırmayı düşündü ama bu onlara bir fayda vermezdi. Ayrıca Balamir’e söz vermişlerdi. Yaklaşan bir savaş olduğu ortadaydı. Eğer Kornat ordusuyla ilgili bilgilere ulaşmak söz konusuysa Balamir yaşamalıydı. Ayrıca ciğersiz bir çocuk, düşük zekâlı bir ikiayak ve zarif bir kızla ormanda Tanlara karşı bir şansları olmazdı. Sanki İpekte Himrit gibi durumu mukayese ediyordu. Bir süre hiç konuşmadılar. Ormanda ağaçlar sıklaşmaya başlamıştı, sis kalkmasına rağmen on metre ilerisi yine görülemiyordu.

“Neredeyse vardık, geçen sefer bu kadar yaklaşamamıştık. Tanlar meşgulken sorun çıkmadan bu işi halledebiliriz. Sonra söz veriyorum beraber köyünüze döneceğiz. “

Biraz ilerleyince bir açıklığa geldiler, karşılarında barakadan bozma bir kulübe duruyordu. Bu tarz binalar eskiden ormanda konaklayan avcılar için inşa edilmişti. Geceleri burada konaklar ve gündüz yola koyulurlardı. Aradıkları raporlar kulübede olmalıydı. Birkaç adım ilerlemeye kalmadan her yerden soluk tenli, cılız adamlar belirdi. Kulübenin etrafını kuşatmış olmalılardı. Şimdi hepsi birden gözlerini bu hezeyana uğramış gruba dikti.

“Daha kötüleriyle karşılaştım. Şurada üçlü, şurada beşli şurada da ikili üç grup görüyorum. Ormanın içinde de tahmini on tan vardır genelde yirmi kişilik gruplar halinde gezerler. Ormandan çıkanlar için hazırlıklı olun ve arkamızı kollayın,”

“Kemik yapar” dedi kemik yanlarında Balamir varken güveni yerine gelmiş görünüyordu. Sırtındaki heybeyi yere bırakınca odunlar yere saçıldı. Odunları tamamen unuttuğunu, zavallı ikiayakı boşa yorduğunu fark etti Himrit. Kemik düşen odunlardan düzgün tutabileceği sağlam görünen bir odunu kavradı ve tanlara doğru savurup adeta bağırarak “kemik vurur” dedi. Himrit kemiğin ağzından ilk defa farklı bir ses duyduğuna mı yoksa cesur tavrına mı şaşırsın karar veremedi.

Bir anda oldukları yerde konum aldılar. Kemik ve Balamir ön safta, onların arkasında okunu yayına sürüp hazır pozisyonda bekleyen ipek, arkadan gelebilecek tehlikelere karşı sırtına ipeğe dönen himrit. Himrit arkada olanları çok fazla göremedi. O anda ciğerlerini ne olur dayanın, burada değil, şimdi değil diye dizginlemeye çalışıyor. Diğer tarafından geldikleri yoldan saldıran var mı diye yolu ve etrafını izliyordu.

“bu sefer kurtulamayacaksın çocuk, yanında senin yerine ölecek Alplerinde yok. “

“Annat için ölmek bir şereftir ama bu şerefe bu gün ulaşacağımı hiç sanmıyorum, seni yamyam dedi,” Yamyamlık tanların kısır olmalarından sonra ikinci önemli meziyetleriydi. Üçüncü ve başa bela meziyetleri ise çok kıvrak bir şekilde savaşabilmeleriydi. Genelde iki ellerinde küçük kılıçlarlar taktiksiz bir şekilde düşmana hücum ederlerdi. Sayısal üstünlükleri ve kıvraklıklarıyla şu anda baskın taraf onlardı.

İlk olarak Balamir’in gösterdiği üçlü “eeet” diye bağırarak beraber koşmaya başladı. İpek soldakini temiz bir atışla başından vurup yere serdi. Ortadakini Balamir kılıcı ihtişamla karşıladı. Tan Balamir’in sol kolunu ıskaladı ama Balamir onun açıkta kalan karın boşluğunu boş geçmedi. Kılıcı ihtişamı tanın içinden çıkartırken yaratığın iç organları göründü. Sağdakinin kafasına ise kemik odunuyla öyle sert vurdu ki yaratığın beyin parçaları yere sıvandı, ardından da yaratık aynı şekilde yere.

Himrit bir yandan başını çevirip olanları izliyor bir yandan da geldikleri yolu süzüyordu. Olanların ardından kalan yedi tan birden hücum ettiler. İpek onlar üzerlerine gelmeden dört ok saldı iki tan onlara ulaşamadan düştü kalan üçü Balamir’e, ikisi kemiğe yöneldi. Balamir gelen darbeyi soluna hamle yaparak savurdu ve ortadakinin boynuna ihtişamı indirdi. Diğerinin kılıç darberini yine ihtişamla savundu. İhtişamı iki eliyle kavrayıp bir tanı daha indirdi. Kemikte ona saldıranı halledip yardımına geldi. İkisi aynı anda sona kalan tanı bertaraf etti. Yaratık inleyerek dizlerinin üstüne çöktü. İpek ayakucuna düşen yaratığın kılıçlarını tekme darbesiyle uzaklaştırdı.

Hepsini yere serince bir Tanın kulübenin saçağının altında, yarı gizlenmiş bir vaziyette yere asasıyla bir şeyler çizdiğini gördü. Tanın dudakları hareket ediyor bir şeyler mırıldanıyordu. Tan kendi etrafına iki daire çizmişti. Küçük dairenin dışında, büyüğünse içinde kalan yerleri sembollerle donatmıştı. Çizimi tamamlayıp ayağa kalktı. Artık mırıldanmıyor normal ses tonuyla Himritin anlamadığı dilde bir şeyler söylüyordu.

“Bu Tan büyüsü, kara büyü ona engel olmalıyız. Ayini tamamlamamalı, tamamlarsa girdap Alplerimi yuttuğu gibi bizi de yutar,” dedi Balamir. Himrit o kadar Tanı alt eden genci ilk defa bu kadar korkmuş gördü. Onun uyarısıyla hepsi büyücüye yöneldi, aynı anda ormanın içinden Balamir’in tahmin ettiği gibi tanlar belirdi ve büyücüyle aralarına set oluşturdu. Bu sefer onlar saldıran, tanlar savunandı.

“Kenarlarda iki ortada yedi tam olarak dokuz kişiler. Acele edelim okçu sen kenardakileri al himrit sen ben ve kemik seti yarınca büyücüye yönel ve onu tüm gücünle çizdiği dairenin dışına at,” dedi Balamir bir ordu komutanı edasıyla derme çatma bir ekibi organize ederken. Himritin elaya çalan gözlerinin içine öyle keskin bakarak ve içten konuşmuştu ki çocuk heyecandan dilini yutmuş vaziyette ancak başıyla onaylayabildi.

“Kemiiiik vuruuuuuuur!” nidası onların savaş borazanı yerine geçti ve hep beraber hücum ettiler. İpek sakince kenardaki iki tanı peş peşe yere serdi ve gelişigüzel ortadaki tanlara iki ok gönderdi. Önüne Balamir ve kemik gelince büyücüye nişan aldı ama hem hedef uzaktı hem de yayı uzun menzillerde etkisiz kalıyordu. Himrit Balamir ve kemiğin arkasında güvendeydi. Onlar düşmanı karşılayınca bir boşluk aramaya başladı. Balamir dört Tan tarafından etrafı sarılmış vaziyette kemikte karşısına üç tanı almış kan damlayan odununu onlara yöneltmişti.

Büyücünün ses tonu iyice yükseldi “harima tasanu kome ividya masus”. Her cümlesinde bir sembol çemberlerin dışına çıkıyordu. Başta bu şekilleri büyücünün elle dışarı çizdiğini düşündü ama semboller kendileri daireleri terk ediyordu. Himrit olanı kavradığında üçüncü sembol dairenin dışına taşındı. Altı sembol kalmıştı ama önünde hala bir tan duruyordu. Dedesi Haydar’ın yadigârı hançeri tana savurdu. Tan çevikliği sergileyip darbeyi savuşturdu. Ama Balamir’in ihtişamından kaçamadı. Balamir o sırada iki Tanı yere sermişti bile.

“Kalanları ben alırım sen büyücüye engel ol.” O arada büyücü beşinci sembolü çıkarmış, altıncı için kutsal sözleri söylüyordu. Her sembol için farklı cümleler kurduğunu az çok anlamıştı. Üç sembol kalmıştı ki Himrit tanın üstüne atladı ve onu daire dışına sürüklemeye çalıştı. Tanlar sıska olsalar da on yaşında bir çocuğun kuvvetine dayanabilirlerdi. Ama Himritin hançer darbesi hedefini buldu. Tan Himriti savurdu ve eliyle sol göğsünün altındaki yarayı kapatmak istedi. İnleyerek büyülü sözlere devam etti.

“Yapabilirsin Himrit, üzerine atla, yarasına bastır,” dedi Balamir, bir yandan da kılıç darbelerini indiriyordu.

“Kemik,” diye inleyen bir ses duyuldu. İki tanı öldürmüş son tanla mücadele ediyordu. İpekte yakına gelmiş, oklarından biri büyücüye isabet etmişti. Tan altıncı sembolü tamamladı, her şeye rağmen dairenin içinde kalmaya devam etti.

Himrit Balamir’in güven dolu sözlerine istinaden tanın üstüne atladı ve yaratığı devirdi. Üstüne çıkıp hançeri kalbine sokup çıkarmaya başladı. O sırada ipek gelip onu uzaklaştırdı. Yere oturup bir süre öylece kaldılar. Balamir’de hepsini halledip yanlarına geldi, kemik ise o sırada son tan savaşçısına odun darbelerini arkası arkasına indirmekle ve “kemik vurur” diye bağırmakla meşguldü

“Başardın Himrit, başardın. Eğer büyü tamamlansaydı elli metre yarıçaptaki tüm insanlar girdaba kapılıp hepsi ölünceye kadar girdabın içinde savrulacaktı. Bu büyüyü derslerimde görmüştüm ama karşılaşmayı hiç beklemiyordum.”

Hepsi küçük çapta yaralanmıştı ama ciddi bir şeyleri yoktu. Himrit ciğerlerinin bu hengâmeye nasıl dayandığını yeni yeni sorgulamaya başladı. “Raporlar nerede onları alalım,” diyebildi.

Balamir kuma çizilen daireleri ayağıyla karıştırıp kulübenin kapısını açtı. İçeriden birkaç parça parşömenle geri döndüğünde kemik elindekini odunu temizleyip okşuyordu “kemik yapar”.

“Hadi çok fazla kayıp gördüm eve dönmek istiyorum,” dedi Balamir. Böylece ekip Gemit’in yolunu tuttu.

MEKÂNLAR

Karaköy: Himrit’in köyü

Gemit: Karaköy’ün bağlı olduğu beylik

Annat: Gemit’in bağlı olduğu imparatorluk

Kornat: Tanların anavatanı. Annat tarafından sadece %10’luk bir kesimi keşfedildiği düşünülmektedir. Çok eskiden bu topraklar kuzeyde yer aldığı ve dondurucu soğuklar olduğu için insanlar buralara pek yerleşmemiştir. Günümüzde Tanlar tarafından istila edilmiştir.

Zifirya: Yaşanılan dünya

Karaorman: Karaköy’le Kornat arasında yer alan, sık ağaçlardan oluşan 100m sonrasının tehlikeli olduğu bilinen orman

Kitin: Kornat’taki en büyük askeri karargâhı.

Girdap” için 2 Yorum Var

  1. Öncelikle Seçkideki ilk hikayen sanırım? İsminin altında sadece bu öykü vardı. Öyleyse, öncelikle bol şans, kalemine kuvvet ve düş gücüne sağlık 🙂
    “Haydar dede” karakter isimleri için ilk harfler büyük yapsan tıpkı Serhat Bey derken, doğru kullandığın gibi… Sadece bu konu için öyküyü bir kez daha gözden geçirmeli, konuşma ifadelerinin yer aldığı tırnak işaretinden sonraki harfleri de kontrol etmeni öneririm. Aramızda kalsın, yer, ülke isimleri her zaman büyük harf “zifirya” gibi :). Dil ve imla yanlışları zamanla düzelir. Bu yüzden ilave yorumları kendime saklıyorum.
    “Zifiryanın kuzeyi yeni yeni keşfediliyordu. Kuzeye akınlar düzenleniyor…” derken, görüşünü öğrenmek isterim. Mesela bence bir yerin keşfinin olabilmesi için önce akın yapılması gerekir. Bu mantıkla, acaba önce akınlar yapıp sonra mı keşfetseler? Hatta bu ifadeyi tek cümleye koysak fiil kalabalığını da elimine mi ederiz acaba? 🙂 Bir de merak ettim, bu keşiflerle Kornat toprakları nasıl aydınlandı? İnsanların önünde yeni dünyalar mı açıldı, ufuklar mı tazelendi? Gidip oraya mı yerleştiler? Haydar Dede’nin Zifir’in bulunduğunu anlatan konuşması çok önemli bir nokta. O kısımdaki hızı azıcık düşürüp, biraz geliştirmek istersen okuyucu yarattığın dünyaya daha emin adımlarla girebilir. Örneğin, cinsiyetsizlik biraz daha detayı hak ediyor. Şöyle ki, kadın yada erkek olmak bir fizyolojik gerçek olmanın yanı sıra aynı zamanda kendi içinde genel geçer sınırlılıkları, özellikleri olan birer karakterdir de… Bir hikayede kahrama sadece Kadın ya da Erkek dersen okuyucunun aklında az çok bir şey canlanabilir ama cinsiyetsiz bir ırk yarattığında ona kadın-erkek dışında üçüncü bir genel geçer kimlik de yaratman gerekir. Hele ki onu önce koruma altına alındığını söylüyorsan… Bence çok ilginç bir fikir. Biraz daha irdelenmeyi hak ediyor, ne dersin? Topraktan Tan bebeklerin doğması ise; önceki nesil normal doğumla geldiyse, bitki Kornat dışında ekilemiyorsa –yani kendi doğal yaşam alanındaysa – o zaman ben bu bebeklerin nereden çıktığını sorarım. Deli bir Tan, kornatta kendi kanını mı enjekte etti bitkilere acaba? Amaçları ne Annat ülkesini mi ele geçirmek? Aşağıdaki açıklamada Tan’ların Kornat’ı işgal ettiği yazıyor. Orası Annat’a mı ait. Yani Tan’lar bir tür özgürlük mücadelesi mi veriyor. Annatla alıp veremedikleri nedir? Her 70 yılda bir saldırıyorlarsa Annat neden içinden bebek çıkan bitkileri köklerinden sökmüyor acaba daha kızeyde, korunaklı ve keşfedilmemiş bir yerlerde gizli bir ülkeleri mi var 🙂 Bu kısım bir kere düşüp düzeltmeni öneririm. İlave olarak, Tan’ların “Yamyam” bir kabile olduğunu söylemişsin. Zaten çok kolay ve hızlı üreyebiliyorlar. Üstelik bir de kendilerine özel büyü güçleri var. Bunun yanı sıra kıvrak birer savaşçı olmaları da pastanın üstündeki kiraz olmuş. Bunlar bana biraz fazla geldi. Kötü adamı kötü adam yapan şeyler olmalı ama biraz sadeceleştirmen iyi olur. Yoksa Annat’ı Dünyayı Kurtaran Adam, kurtarabilir 🙂 Bu biraz fazla olmuş bence.
    “Annat”dan sonra “güzel yuvamız, derin vadilerine aşık olduğumuz sıcak ve aydınlık ülke” gibi ekleme ile ben kendi Annat’ımı betimledim. Senin ki?
    Tan Ordusu’nun ne zaman saldıracağını sayıyla belirtmek senin tercihin. Belki bunu matematiksel bir hesaba koymaktansa belki vurguyu “her iki nesilde bir” ya da “her üç nesilde bir” gibi bir noktaya getirmen daha faydalı olabilir mi – çünkü okuyucu yarattığın dünyanın büyüklük kavramını kendi dünyasındaki ile karşılaştırıp yeteri kadar büyük bulmayabilir. Hele ki Annat’ın büyüklüğü hakkında elde hiç bir veri yokken, hikayede bahsedilen ordunun korkunçluğunu anlamakta yetersiz kalınabilir – ? Bir de orduyu korkunç yapan sayısı değil kahramanların çekeceği ızdırap, keder ve sıkıntılardır. Hatta çoğu hikayede bizi strese sokan şey ölümün kendisi değil kahramanın çektiği ızdıraplardı. Aslında burada verdiğin mesaj belli. Zamanınız yaklaşıyor çocuklar…
    İkiayaklı fikrini çok beğendim. Kemik ismi bir harika. Bununla beraber, “Koruma altında” kavramını ikinci kere kullanıyorsun. Hikayenin başında yine koruma altına alınan Tan’lar isyan ettiği için, bu kavram hikayede insanların başarısızlığı ile ilgili bir anlama bürünmüş gibi. Himaye demiş olsaydın belki ikiayaklının sınırlı zekasına bir de “insanoğluna muhtaçlık” eklenir ve onların karakter yapılarını derinleştirebilirdin.
    “Şimdi hepsi birden gözlerini bu hezeyana uğramış gruba dikti.” Tan’lar neden hezeyana uğradılar? Avcı kulubesini mi yerle bir edip çılgınca yakıp yıkıyorlardı? Belki buradaki ifadeyi bir kere daha düşünmek istersin.
    Anlaşılan kaleminden çıkmak için bekleyen bir çok fikrin var. Hayal dünyası kocaman dişli bir makine ve çalışıp duruyor. Bu takdir edilmesi gereken bir yetenek. Biraz daha kesin çizgiler, net yaratımlar ve karakterlerin taşıyabileceği kadar özellikle önümüzdeki günlerin güzel öykülere gebe olduğunu hissediyorum. Elinize ve Düş Gücünüze sağlık.

  2. Evet seçkide ve yazı dünyasında ilk hikayem.
    Acemiliğin verdiği heyecanla yazım kurallarına dikkat etmemişim. Acemiliğin yanında başka bir bahanem daha var. Yazdığım şeyleri peş peşe okuyunca hikâyenin büyüsünün kaybolduğunu, sıradanlaştığını hissediyorum. Bu nedenle hikâyeyi 4-5 kez okuyup yazım hatalarını bulmak zor geliyor. Yine de bundan sonraki çalışmalarımda yazım kurallarına daha çok dikkat edeceğim.
    Haydar Dede’nin anlattığı masal hikâyenin bel kemiğini oluşturuyor. Bu masalın tek paragrafta verilmesini bende istemezdim. Hatta bu paragraftan bile bir hikâye çıkar. Hikâyenin çok uzamasını istemediğimden masalı tek paragrafta verdim. Bu anlatılanlar sonuçta masal, gerçeklik payı olduğu kadar hayal payı var. Ayrıca Zifirya’nın geçmişiyle ilgili anlattıklarımın tamamı sıradan bir Karaköylü’nün bildiği kadar. İlerde Gemit yolculuğuyla beraber Zifirya hakkında daha fazla şey öğrenebiliriz.
    Sıradan bir karaköy vatandaşının bildiği kadarıyla Zifirya iki ayrı bölgeden oluşuyor. Kornat denen kuzey topraklarının büyük bölümü insan yaşamına olanak tanımayacak kadar soğuk. Burada soğukta yaşamaya elverişli bir ırk olan Tanlar yaşıyor. İnsan ırkı ise güneyde yer alıyor ve beylikler ve köylerin birleştiği topraklar Annat diye adlandırılıyor. Normal zamanlarda Tanlar birkaç asi küçük grup haricinde Annat’ta bulunmaz. Ama sizin deyiminizle her nesil olgunlaşan tanlar güçlü ordular ile Annat’a saldırıyor. Zifir bitkisi ise insan ırkının mutasyona uğramasına neden oluyor. Bu bitkiyle beslenen insanların çocukları üreme organları olmadan dünyaya geliyor. Yani görünüşte kadın yâda erkek olabilir, ama üreme organları yok. Bu yeni ırk insanlara karşı geliyor ve isyan ediyor. Her yeni nesilde bir Tan ordusu daha yaşanabilir yerler olan Annat topraklarını işgal etmek için savaş açıyor. Yamyamlık ise Tanların tamamında yok, belli bir kesimi çok acıkınca insan veya İkiayak yiyebiliyor. Ben Tanları Moğollardan esinlendim diyebilirim. Yani bin yıl önce onları durdurmak için Dünyayı Kurtaran Adama ihtiyaç duyulmuş. Bu yaşanmamış bir hadise değil. O nedenle Tanları bu kadar güçlü yaratmak istedim.
    “Şimdi hepsi birden gözlerini bu hezeyana uğramış gruba dikti.” Tanlar hezeyana uğramadı. Hezeyana uğrayanlar Himrit, İpek, Kemik ve Balamir’den oluşan grup.
    Ben yaptığım tüm açıklamaların yeterli olacağını düşünmüyorum. Bu hikaye devamını hak ediyor. Devamını gelir mi bilemiyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *