Kıyıdan çok uzaktayız, bir sandalda. Sandal o kadar küçük ki. Koca denizin ortasında korkudan yüzemeyen balıklar gibiyim. Biraz önce olanları anlamaya çalışıyorum, canım çok acıyor. “Canım çok sıkılıyor, istersen kuş vuralım,” diyor gözlerime bakmadan. Sanki canının sıkıntı sınırına daha önce hiç ulaşmamış gibi. Sanki bu iki adımlık yerkürenin tüm arka bahçelerini gören o değil. Sıkılmasının tüm suçlusu kuşlarmış güya. Onun canının sıkılması, benim canımın acımasının yanında nedir ki? Sorusunu umursamıyorum, umursayacak durumda değilim de. Ellerime bakıyorum sadece. Ellerim bir gerçeği örtmek istercesine kapanıveriyor. Sonra yumruk oluyor, gideceği yeri bulamayan bir yumruk.
“Sana diyorum be,” diye yineliyor, “ne oldu?” Yaşlar gözlerimden çıkmak için uygun zamanı bekliyor, tek başıma kaldığımda, hiç kimsenin sesini duymayıp kalbimin sesini duyduğumda. “Hoşuna gitmediğini söyleme, hem hoşuna gitmese hiç gelmezsin. İstiyorsun ki her çağırdığımda geliyorsun.” Bu sözler beton yığınları gibi, altında eziliyorum. Çırpınamıyorum bile.
Sandalı kıyıya çekti. Umursamaz tavırla indi ve arkasına bile bakmadan gitti. Her şeyin yükünü arkada kalanlar taşıyor hep. Oysa öyle cılız, öyle güçsüzüm ki ben. Kalkıyorum, gidecekleri yeri bulamayan yumruklarım yerden kalkmama yardımcı oluyor. Üstümü başımı temizliyorum, ellerim hâlâ sımsıkı kapalı. Sağ kolumla yüzümü temizlemeye çalışıyorum. Derken gözlerimden yaşlar geliyor. Bu yaşların ileride deniz olacağını, kendi denizimde sandal olacağımı (bu sandaldan daha büyük bir sandal), kendi denizimde hayatta kalmaya çalışacağımı bilmiyorum. Yürümeyi unutmuş gibiyim, dizlerim tutmuyor. Düşmemek için çaba sarf ediyorum, düşersem kalkmak istemeyeceğimden korkuyorum.
Günlerdir görmedim onu. Canı sıkılmıştır belki, kuş vurmaya gitmiştir. O günü hatırlıyorum, ellerimin yumruk olduğu o günü. Gözlerimden gelen yaşlar çoğalıyor. Bu sefer hıçkırıklar eşlik ediyor onlara. Bir anda patlıyorum: Salyalarıma, gözyaşlarıma ve çığlıklarıma engel olamıyorum. Koşuyorum, ciğerlerimin kanadığını hissedene kadar koşuyorum. Gözyaşım denize karışsın istiyorum, o günkü sandalın yanında dizlerimi karnıma çekerek oturuyorum. Saçlarım rüzgâra direnmeye çalışıyor, başımı dizlerimle karnımın arasına saklıyorum. Bu sonbahar gününde yaşamın dikenleri kalbime batıyor; elimi bulutların içinde gezdirmem gerekirken ellerim yumruk olup öylece duruyorlar. Bulutlar gözlerime yağmur getiriyor. İçimi kurtlar kemiriyor ama ne yazık ki malum değil bu. Ne yazık ki… Dalgalara anlatayım diyorum ama biliyorum ki aldığını geri vermez dalgalar.
Kafamı kaldırıyorum bir anlığına ve sandala bakıyorum. Kendimi bir anda sandalın içinde buluyorum, ilerliyorum, ilerliyorum. Her şeyin yükünü arkada kalanlar taşır hep, bunu tekrar söylüyorum. Dertlerimin derya olduğunu, benim de bir sandal olduğumu anlıyorum. Sandal olsam dalga vuruyor, yaprak olsam rüzgâr. O günü hatırlayarak ilerliyorum som gümüşten sular üstünde. Ta uzaklarda şafak perdelerini bir bir açar mı bilmiyorum ama şunu biliyorum: Kendimi dalgalara veriyorum ve aldığını geri vermez dalgalar.
insanın içinde kendi kendine yaşadığı duygular ancak bu kadar iyi anlatılırdı. tebrik ederim 🙂
Hocam tebrikler.. ingilizce perfect.. edebiyat perfect.. hayal gucu.. anlatimlar.. cumlelerin , kelimelerin uyumlu dizilisi.. basaramadiginiz birsey var mi merak ediyorum.. oykuyu cok begendim.. devamini diliyorum..