Sultanahmet Meydanı’nın ağaç gölgeleriyle bezendiği bir yerinde yem satan kadın yüzünü buruşturmuştu. Binbir sıkıntı, binbir dert vardı başında. Üstelik sabahtan beri yem sattığı onlarca insandan hiçbirinin yüzünü hatırlayamıyordu. Oysa en büyük zevki; yeni insanlara yeni hayatlar yazmak için yüzleri hatırlamalıydı. Her birini. En ince ayrıntıya kadar. Gözler, burun, varsa sakal, bıyık…
Hatırlayamadığını beş dakika önce fark etmişti. Para üstünü verdiği kızın ardından baktıktan sonra hikayeyi hemen kurmak istedi. Manken olabilir. Hostes de. Uzun boylu. Yüzü… İşte orada kaldı. Yüzü bir türlü hatırlayamıyordu. Kuşlara yem atan, sırtı dönük kıza baktı. Neredeyse yanına gidecek, omuzlarından tutup kendisine çevirecekti.
Diğer yüzleri düşündü. Şişko bir adam, zayıf biri, birkaç çocuk… Çocukların konuşmalarını bile hatırlıyordu.
“O kim lan?”
“Özürlü oğlum. Kolu alçıda olduğu için özürlü diyoruz ona. Bir de dokuz taş oynarken kolunu kırmayı başardığı için. Selim, Selim.”
Huzursuzca kıpırdandı yerinde. Başını ellerinin arasına almış, düşünüyordu. Bir saat önce bütün yüzler aklındaydı.
Aniden kanat çırpışlarla doldu meydan, bütün kuşlar havalandı.
Bir şey oldu, unuttum. Ne oldu?
Başına ağrı girmişti, yem isteyen kadının sesini duymadı bile. Bir eliyle alnını ovuşturup diğeriyle pakedi verdi, parayı aldı.
Kuşlara baktı. Onların yüzlerini hatırlıyordu, derin bir nefes aldı. Kanat çırpışlarının rengi, kokusu… Hepsi aklındaydı. Bazıları gider, ertesi gün gelmezdi. Onları hatırlar, üzülürdü. Yeni gelenlere gülümserdi sonra, her sabah meydana gelip tezgahını kurduğunda dört avuç yemi özellikle yeni gelenlere doğru atardı. Çekingendi yeni gelenler; bilmedikleri bir yerde, bilmedikleriyle beraber, korku içinde geçirilen o ilk sabah… Tepelerine binen eskilerden kaçmak, saçılmış yemleri kapmak gerekiyordu.
Kadın kovalıyordu gerçi oranın kuşlarını. Gün boyunca atılan yemleri eskiler yiyordu, yeni kuşlar zaman geçtikçe kaybolurdu ortadan. Gidenlerin, kalanların yüzünü hatırlardı kadın, ne var ki insanlarınkini hatırlayamıyordu o an. Kaç zamandır yem sattığını düşündü. Düşünürken gölgeler biraz daha uzadı, birkaç kişi geçti önünden. Sadece yem sattığı geldi aklına. Bir de ora kuşlarının her zaman yiyebildikleri.
Tam o sırada bütün kuşlar aniden havalandı. Kanat çırpış kokularını aldı kadın, bir kızın korkuyla bağırdığını duydu. Öksüz kalmıştı, gidenlerin ardından donuk gözlerle baktı.
Son güvercinler de havalanırken kendisine doğru yaklaşan gölgeyi farketti. Onca rengin, kanadın arasında adamın yüzü gözükmüyordu.
Haydi bakalım, belki bu kez…
Gözlerini kapadı, aklından yüzleri geçirmeye çalıştı.
Gözlerini açtığında adam tam karşısındaydı. Birden tüm yüzler aklına doluştu, sonsuza akan bir şelaleden akar gibi bir anda gözlerinin önünde çağıldadı. Çocuklar, manken, iş adamı…
Hepsinin yüzü, karşısında duran adamın yüzünde belirip kayboluyordu.
Beynine saplanan keskin sancının acısıyla ellerini başına götürdü ve dehşetle gerilerken tezgahı devrildi.
***
Önünden koşarak geçen çocukların ardından bakakaldı gölge. Çocuklar uzaklaştı, başkaları denize doğru yürüdü ve kendisine bir an şaşkınlıkla bakıp belli belirsiz gülümseyen adama göz kırptı. Kendisini gören üçüncü veya dördüncü gölgeydi bu, zamanları gelmişti artık.
Uzun boylu, güzel yüzlü kızın kuşlara yem atışını izlerken oturduğu bankta yer değiştirdi. Güneşin belli belirsiz arkasına düşürdüğü karaltının, çiçekleri yavaş yavaş soldurduğu fark edilmesin istiyordu.
Gölgeler biraz daha uzadı ve uzayan gölgelerin arasına bir yenisi katıldı.
“Sorun çıktı mı?”
“Üç yıl önce biri benimle ilgili sorular sormaya başladı. Sormamasını sağladım. Dilencilik nasıldı?”
“Kendilerinden bile korkuyor zavallılar, dilencilerden nasıl kaçtıklarını görmelisin.”
Bir süre birbirlerine baktılar.
“Kaçıncı on yıl olacak bu?”
“Bilmiyorum. Filler, atlar geçti, arabalar geçiyor. Sen hesapla.”
“Sıkıldım ben, yapamıyorum artık.”
“Eve dön o zaman. Başka bir şeyle uğraş. Ama şu işi de bitirince döneceksin zaten, sabret. Son on yılı iyi yaşa.”
Az ötede dalgın dalgın yürüyen bir adam duraklayıp banka baktı, kulak kabartıp bir süre etrafı dinledi. Gece çökene kadar bitmeyecek bir uğultudan ve güvercinlerin sesinden başka bir şey duyamayınca başını hafifçe sallayıp yoluna devam etti.
Güvercinlere yem atan insanlara doğru yürüdüler.
“Sırada kim var?”
“Nedim Yaman. Beyaz eşya mağazası sahibi.”
“Eğlenceli olacağa benziyor.”
“Ne demezsin. Sen?”
“Muhtar Kalkan.”
“Ee?”
“Birazdan görürsün. Uzun zamandır böyle bir şey istiyordum. Yemci kadından başlayacağım. Yanlışlıkla gölgemi üzerine düşürdüm, görmeye çok yakın,” dedi ve sağ elini silah gibi doğrultup kadına doğru nişan aldı, sırıttı. “Piyuv!”
“Kuşların arasında belirelim. Silaha ihtiyacın olmayacak o zaman,” dedi ve cızırtıya benzer sesiyle güldü.
İnsanlar, kuşların neden bir anda topluca havalandığını anlamayacaklardı. Farklı yönlere doğru yürüyen iki adamı, adamlardan birinin yem tezgahına doğru yöneldiğini görmediler bile.
***
Kuşlar, devrilen tezgahtan saçılmış yemlerle ziyafet çekiyordu.
Çığlık atıp banka çöken, uyuyakalmış gibi hareketsiz duran kadının dibinde meraklı bir kalabalık toplandı. Gri ve pörsümüş elleri gördükten sonra bazıları geri geri gidip hızla oradan uzaklaştı. Yerlerine yenileri geldi, bank, meraklı insanlarca kuşatıldı.
Öne eğik başı kaldırıp yüzü olmayan kadını gördüklerinde bankın etrafında kimse kalmamıştı.
Kurgusuyla, karakterleriyle, olayların geçtiği mekanla kısacası her şeyiyle dört dörtlük bir öykü okumanın keyfini yaşıyorum şu anda.Yaşlı kadının yüzleri hatırlayamaması, gölgelerin konuşmaları nasıl desem…Harikaydı.Ellerinize sağlık.
Keyifli ve mistik bir öyküydü. Oldukça hoşuma gitti, fon müziği olarak Anathema – Flying de cidden pek uydu öyküye. : )
Gölgelerin olaya girişinde hafif bir karmaşa var gibiydi, onun dışında hikâye yağ gibi kayıp gidiyor.
Özellikle ‘yeni güvercinler’in anlatılış biçimi hayli başarılıydı.
Kaleminize sağlık, başarılı bir çalışma olmuş. Yeni öykülerinizi merakla bekliyorum!
Keyifli ve karışık kelimeleri arasında kaldım. Başta her şey çok güzel gidiyordu. Güvercinlerin betimlemeleri, yemci kadının düşünceleri… Sonra ne olduysa oldu ve gölgeler işin içine girdi. O noktada hikaye birazcık karıştı ve anlama sınırımın ötesine geçti maalesef. Son paragrafta yeniden toparlansa da en önemli kısmı anlayamamanın verdiği burukluk kaldı içimde. Sonuç olarak güzeldi ama biraz elden geçirilmeye ihtiyacı var. Sonraki seçkilerde görüşmek üzere…