Kalın taş duvarlı, yüksek tavanlı, kocaman salonda sayısız masa ve masaların çevresinde ahşap iskemlelerde oturan sayısız konuk vardı. Salonun dar uzun ve gotik kesimli pencereleri içeriye loş bir hava veriyordu. Kapının sağında kalan duvarda büyük bir şöminede kalın kütükler gürül gürül yanıyordu. Ateşin biraz gerisine kurulan düzenekte kocaman bir geyik ateşin üzerinde yavaşça dönüyordu. Düzeneğin başındaki köylü kadın geyiği hafifçe çevirerek ve düzenli olarak etin üzerine yağ sürerek hayvanın her yerinin eşit pişmesini sağlıyordu.
Bu loşluğu biraz daha renkli ve isli hale getiren şamdan tavandan sarkan tekerleklerin üzerindeki kandiller vardı. Duvarlarda sıralı meşaleler bu aydınlanma çabasına destek oluyorlardı. Ağır masif ağaçtan yapılmış masaların üzeri kocaman çanaklar, yemekler, av etleriyle doluydu. Testiler ve kocaman bardaklar şaraplarla doldurulmuştu. Uzun elbiseleriyle ve gösterişli takılarıyla hanımlar göz kamaştırıyordu. Beyler, çoğunlukla zırhlı ve kürklü giysileriyle hanımlarına eşlik ediyorlardı. Çevrede dolanan yarı çıplak genç kızlar ve delikanlılar konukların bir dediğini iki etmiyorlardı. Kahkahaların baskın olduğu ve çalan otantik müziğin tatlı bir hava verdiği bir ortamdı bu. Kapının tam karşısındaki geniş, oymalarıyla göz kamaştıran ahşap tahtta oturan orta yaşı geçmiş adam olanları hafif bir tebessümle ve gururla izliyordu. Bazen oturanlarda birine sesleniyor, lordum şerefinize içiyorum deyip kadehini dudaklarına götürüyordu. Doğal olarak cevap hemen geliyordu.
Salonun bir köşesinde göze batmayacak yüksekçe bir yerde parlak ve yuvarlak metal tavana asılı duruyordu. Bir metre çapındaki bir pirinç gonga iri yarı bir siyahi yaklaştı. Belinden yukarısı çıplaktı ve vücuduna sürülen yağlardan dolayı parıldıyordu. Elindeki ahşap işlemeli tokmağı gonga vurduğunda tok bir ses dalga dalga salonda yayıldı. Herkesin dikkati kapıya çevrilmişti. Böyle bir şölende böyle bir ziyafette her şeyin olması mümkündü.
Salonun yüksek kapısının çift kanadı açıldı. İçeriye ellerinde meşalelerle birkaç adam girdi. Hopluyor zıplıyor ellerindeki meşaleleri havaya atıp tutuyorlardı. Bazen alev yutuyorlar sonra yukarıya püskürtüyorlardı. Açtıkları yolda ipekli giysiler giymiş ama yarı çıplak sayılabilecek kızlar ilerledi. Sahnedeki küçük çalgı gurubu egzotik dans müzikleri çalmaya başlamıştı. Beş kız kıvrak hareketlerle ilerledi kendilerinden önce giren ateş kusanların yanına vardılar işte o zaman kapıda soytarı belirdi.
Bu konukların beklediği ünü her yere yayılmış olan Palyaço Zozooh’du. İçeri giren genç adam kısa boyluydu, zayıftı. Üzerinde küçük beyaz puantiyeleri olan hafif bol pembe bir gömlek, paçaları çok geniş çiğ yeşil bir pantolon vardı. Yeşil ayakkabıları kocamandı ve tökezleyerek yürümesine neden oluyordu. Kapıdan ortaya gelesiye kadar birkaç defa tökezledi. Ama bilenler bunun gösterinin bir parçası olduğunu anlamışlardı. Hatta bir defasında yere yuvarlandı, takla attı ama o saniye ayaktaydı. Elini cebine attı bir avuç top çıkardı havada döndürmeye başladı. O ara yan masada duran genç bir kızdan kesme almayı unutmadı. Kızın hafif çığlığı gösteriyi izleyenlerin kahkahalar atmasına yol açmıştı. Ortaya geldiğinde kızlardan birisi kendisine toprak sürahi uzattı. Diğer bir kız elindeki testiden sürahinin içine kırmızı şarap doldurmaya başladı. Sürahi dolduğunda palyaço sevinç gösterileri yapmaya başladı. Şaşkın bakışlarıyla sağa sola bakındıktan sonra en yakın masaya yöneldi ve masada oturan hanımefendiye sürahideki şarabı boca etti. Ama o da ne şarap gül yapraklarına dönmüş kızın başından aşağı dökülmüştü. Kibarca kızın elini öptü gönlünü aldı. Salonda alkışlar tekrar duyuldu. Sonra yardımcı kızlardan birinin eteğinin altına elini soktu. Uzun abartılı bir mücadeleden sonra minik bir lir çıkardı. Lirin üzerindeki külotu eline aldı şöyle bir baktı ve hafif bir referansla kıza iade etti. Elindeki liri hafifçe çalarak bir basamak yukarıda oturan salonun efendisine yöneldi. Lordun yanında duran iki iri yarı zırhlı şövalye araya girmek istedi ama Lord Noor Hisas eliyle şövalyelerine durmalarını işaret etti.
Bir anda şölenin ve içinde bulundukları salonun efendisiyle esmer tenli beyaz yüzlü Palyaço göz göze geldi. Sadece bir an birbirlerini anlamalarına yetti. Palyaço Lordunu yerlere kadar eğilerek selamladı ve yanındaki kızlara işareti verdi. Beş birbirinden güzel kız kendilerine verilen bir kucak çiçeği sırayla salonun efendisine sundular. En arkalarında da elindeki liri yumuşak nağmelerle çalan Palyaço vardı. Çiçekleri veren kızlar yanlara çekildi. Kıymetli taşlarla süslenmiş koltuğunda kuştüyü minderinde oturan adam kendisine verilen çiçeklerden hoşnut olmuştu. Şimdi ne gelecek diye merak ediyordu. Palyaço eğilerek yanına yaklaştı ve bol pantolonun cebinden çıkardığı küçük gümüş kutuyu adamın eline verdi. Lord hazretleri önce kutuyu havaya kaldırdı ve çevresine gösterdi. Sonra yerine oturdu ve soytarıya sordu. “Ne var bunun içerisinde” dedi. Palyaço “Size ait bir nesneyi geri getirdim” dedi. Noor Hisas’ın yüzünde bir anlamamazlık belirdi. Kutuyu açınca yüzü allak bullak oldu.
Bir adım geride duran Palyaço öne çıktı ve “Ağabey bu senin çakmağın. Üzerinde adın yazıyor.” O zaman palyaçonun boyalı yüzünün altında kimin olduğunu anlamıştı. “Ve ben bunu ailemin katledildiği evde buldum” dedi. Yüzünde neşeli bir ifade vardı. O arada cebinden çıkardığı topları tekrar havada çevirmeye başladı. Renkli toplar sahiplerine mutlak itaat ediyor düzenli bir şekilde dönüyordu. Nerede sakladığı belli olmayan küçük keskin bir bıçak çıkardı. Kimse neler olduğunu anlamadan adamın boğazından kanlar fışkırmaya başladı. Renkli toplar yere düştü sağa sola dağıldı. Hemen yanında duran korumalar ileri atılmak istediler ama salonda o kadar büyük bir uğultu ve çığlıklar vardı ki en profesyoneli bile afallardı böyle bir durum karşısında. Palyaço önce mintanını ardından bol pantolonunu çıkardı. Birkaç parende ile servis kapısına yöneldi.
* * *
Servis kapısının yanında programı izleyen Marza son gördükleri karşısında epeyce afallamıştı. Onca kalabalığın arasında süslü hanımlar kibar beylerin arasında bir palyaço adamın boğazını kesivermişti. Şimdiyse kendisinin olduğu yöne kaçıyordu. O ara gerilerden gelen ses ne yapması gerektiğini hatırlattı.
“Marza, geç kalıyoruz.”
“Tamam patron son koli de bende” dedi. Kaçan soytarının içine girmesi için o son kolinin kapağını açtı.
* * *
Bir saat sonra Mars yörüngesindeydiler. “Kaptan Aleks, alacağımızın tamamını aldı mı?” dedi kontrol masasında oturan kadın.
“Biraz zor oldu. Ne de olsa büyük bir karışıklık yaşandı. Ama sistem çalışmaya devam ettiği için ödemeyi yaptılar.” Birden aklına gelmiş gibi “Peki sen gerekli hesaplamaları yaptın mı?”
“Siz aşağıda malları teslim ederken ben her şeyi tamamladım. Emir verdiğiniz anda gideceğiz” dedi.
“Hadi o zaman ne bekliyorsun” dedi. Bir saniye sonrasında hissedilir bir ivme kazanmıştı uzay aracı Storm. Kaptanın hemşerisi sayılacak kadın meraklı bir şekilde sordu.
“Aşağıda Mars’ta yaşananlar neydi öyle” dedi.
“Mal verdiğimiz zengin adam -ki kim olduğunu biliyorsun- sosyetik zengin Hisas’ın kendi şatosunda yani orta çağ tarzı yaptırdığı evinde üstelik kendi davetinde suikaste uğradı” dedi. İçi ürpermişti şöyle bir titredikten sonra devam etti. “Palyaçonun biri adamın boğazını kesti” dedi. Sonra alaycı bir şekilde ekledi “Palyaçolara da güvenemeyeceksek kime güveneceğiz, ne günlere kaldık Yarabbi”
“Bunu yapan O adama bir hayli öfkeli olmalı. Hangi gerekçeyle yapmış belli mi?” dediğinde yerinden doğrulan Kaptan Aleks, gerilerde oturan Marza’ya dönerek
“Marza, istersen yolcumuz bize neler olduğunu anlatsın” dedi. Ardından “Üstelik Storm’a yolcu almadığımızı biliyorsun” dedi.
“O yolcu değil personel adayı.”
“Ne zamandan beridir bir yardımcı personel kaptanına danışmadan hareket ediyor?” Kaptan Aleks’in sesi sakindi. Ama bu sakinliğin altında büyük bir öfke olduğunu tahmin ediyorlardı.
“Çalışma arkadaşımızı seçecek kadar yetkimizin olduğunu düşünüyordum” dedi Marza. Bu bir meydan okumaydı. Marza sözlerine devam etti. Bu aynı zamanda başımızı belaya mı sokmak istiyorsunuz” demekti.
“Koca gemi üç kişiyle zor idare ediliyor.” Tayfası haklıydı ve kaptan bir şey demeden bir süre sustu. Kendi kendine konuşur gibi ekledi
“İşe daha yeni başladık sayılır. Görüyorsun taze erzak getirmek gibi ucuz işlerle uğraşıyoruz. Tanındıkça güven kazandıkça daha seçme işlere katılacağız. İşte o zaman istediğiniz kadar personel alabileceksiniz.” Uçuş mühendisi olan Kezhb araya girdi.
“O zaman bu zaman daha ne bekliyorsun çağır gelsin” Marza’nın yüzü güldü ve içeriye dönerek seslendi.
“Zozooh…” Bir dakika sonra yüzünde hala makyajı yüzünde olan ve üzerinde gösteri giysileri olan Palyaçoyla döndü. İlk tepki Kezhy’den geldi.
“Bir suikastçıyı mı kendimize tayfa alıyoruz” dediğinde hikayesini dinlerseniz kendisine hak vereceksiniz cevabını aldı. Uzun bir sessizlik oldu komuta güvertesinde. Sadece tüm gemiye yayılan motor sesi duyuluyordu.
“Başımıza iş alacağız, bir kaçağı gemimizde barındırıyoruz.”
“Onlar bir palyaço arayacaklar, biz bir teknik eleman aldık. Ne o yoksa Kaptan Aleks korkuyor mu?” dedi Uçuş mühendisi. Sonsuz uzay boşluğunda kim bulacak bizi, kim kontrol edecek gemimizi.” Haklıydı yeni yeni keşfedilmeye çalışılan ve koloniler kurulmaya başlanılan bu zamanda kanun ve düzen geriden çok geriden geliyordu.
“Kabul etmeyecekseniz sizi anlarım. O zaman beni bir yolcu gibi kabul edin ve gideceğiniz ilk merkezde bırakırsınız. Kredim yok ama zaman içinde tüm borcumu ödeyeceğime emin olabilirsiniz.” Bir an sustu ve ardından devam etti. “Bende beceri çok ve hayatımın kalan bölümünü bir şekilde idare ederim” dedi. Kaptan güvertede bir süre dolandı. Yan duvarı kaplayan ekrana yaklaştı. Kızıl gezegen iyice küçülmeye başlamıştı.
“Anlat bakalım hikâyeni” dedi. Ardından ekledi, “uzun sürecekse bir yere otur. Güvertedeki boş koltuğu gösteriyordu.
* * *
Ben Sudan’lıyım. Annem bir Fransız’dı. Erkek kardeşimle birlikte başkentten uzakta bir büyük evde büyüdüm. Büyüdüm dediğime bakmayın Annem Valerie ve kardeşim Thamer’le bir evdeydik. Babam Nizar eve çok ender gelirdi. O zamanlar annem, babamın kentte çalıştığını işlerinin yoğun olduğunu söylerdi. Dünyanın durumu hakkında bir fikrimiz yoktu. Evimizde yüksek duvarlı bahçemizde çok mutluyduk. Ama bir gece yarısı bir gurup adam geldi o yüksek duvarları aşmakta zorluk çekmedi. Onlar geldiğinde babam evdeydi. Kalabalıktılar, silahlıydılar, karşı koyamadık. Ben canımı zor kurtardım. Başlarındaki adam yirmi yaşında ya vardı ya yoktu. Ama saklandığım yerden gördüğüm o yüzü asla unutamadım. Kaçarken de evi yaktılar. Çakmağı alevlerin arasına atmaktan da çekinmedi. Ve bu gece çakmağı sahibine iade ettim.”
“Adam kendinden başka mirasçı istemiyormuş. Ben tahmin edeyim” dedi Aleks. Çakmak Lord Hisas’ındı değil mi?”
“Kardeş katili oldun” dedi Kezybhan.
“Hayır annemin babamın ve kardeşimin katilini öldürdüm.”
“Yine de kardeş katili oldun”
“Evet, söyledikleriniz doğru. Ama önce ağabeyim olacak olan o adam başlattı. Baba, kardeş falan dinlemeden yoluna çıkabilecek olanlardan kurtuldu. Babamın bir dostu sayesinde Paris’e kaçtım. Çok sonra anladım ki Babam Nizar aynı zamanda Lord Hisas’ın da babasıydı. Amacı mirasın bölünmemesi için gayri resmi eş olan annemi ve bizleri ortadan kaldırmaktı. Babam da bir şekilde bu işe kurban oldu. Sonra kaçtım. Beni bulamamaları için izimi kaybettirdim. Bir gezici iş buldum, sirkte büyüdüm. Ustalar sayesinde el becerilerim gelişti. Tanrı vergisi yeteneğimle birleşince tanınan sevilen bir palyaço oldum. “Palyaço Zozooh.” Sizin anlayacağınız gezici bir hayat benim tarzım oldu.” Sözün burası ne iş olsa yaparım demekti.
“Peki senin gerçek adın nedir? Sana nasıl hitap edeceğiz?”
“Benim adım Nagooh. Bana Nagooh diyebilirsiniz” dedi. Kaptan Aleks’e de diğerlerine de “aramıza hoş geldin” demek düşüyordu.
- Palyaço Zozooh - 1 Ağustos 2025
- Tino - 1 Mayıs 2025
- Asman - 15 Ocak 2025
- Mürşit - 1 Eylül 2024
- Sarm’ın Sonu - 1 Temmuz 2024
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.