Öykü

Polis Katili

Cinayet masasından Müfettiş Kemal Alengir, uçan külüstür Şahin’iyle suç mahallinin önündeki dar ara sokağa paldır küldür iniş yaptıktan sonra canı sıkkın bir şekilde yağmurlu sokağa adımını attı. İşi icabı canı sürekli sıkkın olurdu ama bugün geçerli bir sebebi vardı. Sokak kamera-robotlarla doluydu, ölenler polis olduğunda hep böyle olurdu.

Diğer Kam-Bot’lar, kırmızı mavi boyanmış olan polis istasyonuna ait Kam-Bot’un önünde daha iyi görüntü alabilmek için havada birbirleriyle itişip kakışıyorlardı. Kemal o Kam-Bot’un ekranından Baş Komiser Hasan Caka’nın suratını görebiliyordu. Baş Komiser’in elini kolunu abartılı hareketlerle nasıl salladığına bakılırsa yine o meşhur söylevlerinden birini veriyordu. Kırmızı mavi Kam-Bot’un diğer bütün Kam-Bot’ları görebilmek için hızlı hareketlerle etrafında dönüp durması makinenin de baş Komiser kadar heyecanlıymış gibi görünmesine sebep oluyordu.

Kemal, sağ tekerleğin inik olması ve ‘müthiş’ uçma yeteneğiyle soldaki yüksek kaldırıma çok yakın yanaşmış olmasından dolayı Şahin’den güçlükle inen mekanik ortağına burun kıvırarak baktı ve aksi aksi, “Yine medyaya maymun olacağız,” dedi. Sonra uzun siyah paltosunun yakalarını yağmurdan ama daha çok Kam-Bot’lardan saklanmak istediği için başının üstüne kaldırdı ve suç mahalline doğru yaklaşmaya başladı.

Yeni sürüm siber polis, mekanik sesiyle, “Maymuna dönme ihtimalimiz…” diye lafa başladı.

“Kapa çeneni!” dedi Kemal öfkeyle. Siber polisler neredeyse tamamen metal bir görünüme sahiptiler. Yüzleriyse bir insanınkine benzetilmeye çalışılmıştı. Bu şekilde tasarlanmalarının asıl sebebi insanların onlara güvenebilmelerini sağlamak olsa da robotların seri katillerinkini andıran soğuk ve duygusuz bakışlarının aşılayabildiği tek duygu dehşetti.

Ah bu robottan nasılda nefret ediyordu! Ellisine merdiveni dayamış, emekliliği için gün sayan Kemal eski kafalı bir adamdı ve teknolojiye zerre kadar güvenmiyordu.

Sözde, davaların çözülme oranlarını yüzde beş yüz arttırdıkları için artık her insan bir robotla ortaklık yapıyordu. Kemal, insanların empati kurma ve ters mantık yürütme becerilerine gereklilik duyulmasaydı şu an burada olmayabileceğini biliyordu ve bundan hiç hoşlanmıyordu. Bu yürürken takırdayan ve yine de ondan daha havalı gözükmeyi başaran hurda yığınına her baktığında bunu hatırlamaktansa nefret ediyordu. Aslında onun hakkında tek sevdiği şey ismiydi. Bir siber polise ismini insan ortağı verirdi.

Tost Makinesi, onu takip etmeden önce deri ceketinin iç tarafındaki bir tuşa basıp bekledi. Nano-teknoloji ürünü olan ceketi uzayıp vücudunu boydan boya saran kalın, başlıklı, deri bir paltoya dönüştü.

“Bu canice suçun faili veya failleri adalete teslim edilene kadar dinlenmeyeceğiz,” diyordu Baş Komiser Hasan otuz iki dişini göstererek sırıtarak. “Bu davada eksantrik yöntemleriyle tanıdığınız müfettiş Kemal Alengir ve siber ortağı başı çekecekler.”

Kam-Botların yaklaştığını gören Kemal kulağa pek de kibarca gelmeyen sözler fısıldadıktan sonra cana yakın olduğunu düşündüğü besbelli olan canice bir sırıtışla kameraların karşısına geçti. Tost Makinesi ise onu geçip suç mahalline doğru tıngırdayarak yol almaya devam etti.

Tost Makinesi’ne hiç güvenemeyen Kemal’in içinden robotun arkasından yüksek sesle etrafı fazla kurcalamamasını tembihlemek geldi ama bundan çabucak vazgeçti. Kam-Botların karşısında bu tür yorumlar yapmaktan başı basınla ve Baş Komiserle yeteri kadar belaya girmişti. Hem zaten o eski, güzelim kanlı cinayet mahallerinin yerlerinde de yeller esiyordu artık. Birkaç soruya kısa ve basit cevaplar veren Kemal, Tost Makinesi’nin hemen arkasından seğirtip holografik polis şeridinin içinden geçti. Bu şeritler polislerden başkası onları geçmeye çalıştığında elektrik şoku verdiklerinden Kam-Bot’lar onları takip etmedi.

Kemal suç mahallinin tam ortasında duran, bir metre boyunda olan ve hiçbir özelliği yokmuş gibi görünen siyah direğin yanına gidip elini tepesine koydu ve “Görüntüyü ve sesi çift taraflı olarak engelle.” dedi. Bunun üzerine suç mahallinin etrafında ses ve görüntü geçirmeyen beyaz bir kubbe oluştu ve dışarıdan gelen sesler kesildi. Artık Kemal ve Tost Makinesi’nin maymun iştahlı medya mensupları tarafından duyulma ve görülme riski yoktu.

Bir polis memuruyla bir siber polisin cansız bedenlerinin ortalıktan kaldırılmış, yerlerine holografik yansımalarının konulmuş olduğunu gören Kemal yüksek sesle hıhladı. İki polisin gövdesinde de önden girip arkadan çıkan yumruk büyüklüğünde delikler vardı.

Holografik suç mahallini hiç yadırgamayan Tost Makinesi, gözlerinden çıkan kızıl bir ışık huzmesiyle cesetleri taradı. “Hedefler yakın mesafeden zırh delici lazerle vurulmuş,” dedi, Kemal’in tahminini doğrulayarak. Bugünlerde polisleri tehdit etmeye yönelik bu tehlikeli enerji silahı kapsülleri karaborsada ‘polis katili’ adı altında cirit atıyordu.

“Bana bilmediğim bir şey söyle,” dedi Kemal holografilerin üzerine eğilirken dalgın dalgın.

“Bir ağaç kütüğünden yedi buçuk milyon kürdan üretilebilir.”

Kemal birkaç saniye ona ağzı açık baktı, sonra kafasını sağa sola sallayıp ayağa kalktı. “Profesyonel işi olmalı. İlk mermiler kalbe ve güç ünitesine isabet etmiş,” dedi. “O yaralardan çıkan kan ve yağ miktarının yoğunluğu da bunu doğruluyor. Diğer yaralar neredeyse kuru. Öldükten sonra açılmışlar. Araba yok, eşyalar kayıp. Acemi bir tetikçinin soygunu eline yüzüne bulaştırması gibi algılamamızı sağlamak için her şey var.” dedi Kemal hafif bir tebessümle. Acemi biri bunları kolaylıkla gözden kaçırabilirdi. “Burada bizim kurbanların kanından ve… yağından başkasını bulabileceğimizi sanmıyorum.” dedi Tost Makinesi’ne bakarak.

Polis istasyonundaki veritabanına giriş yapan Tost Makine’sinin gözleri bir an için… her zamankinden daha donuk bakmaya başladı. “DNA örnekleri memur Yusuf Bahtsız’ınki ile uyuşuyor,” dedi Kemal’i çileden çıkaran, sanki bir ayakkabının ayağına uyduğundan bahsedermiş gibi duygusuz bir ses tonuyla. Sonra eğilip parmağının ucunu yerdeki yağa sürüp ağzına soktu. “Bu da siber polislerde kullanılan yağ, kurşunsuz. Yok Edici’den,” dedi siber polisin ismini vurgulayarak.

Kemal gözlerini kısıp şüpheyle ona baktı. Eğer robotların böyle şeyler yapmadığını bilmese ona taktığı komik isim yüzünden Tost Makinesi’nin, kendisine trip attığına yemin edebilirdi. Sinirini bastırarak, “Eh, bir şekilde buraya çekilmiş olmalılar. Olaydan önce yapılan yardım çağrılarını kontrol et,” dedi gönülsüzce. Ah, siber ortakların etkinliğini ve verimliliğini ispat eden işin bu kısmından nasıl da nefret ediyordu.

Tost Makinesi, sağ serçe parmağını yukarı kaldırdı ve ucundan telefon antenine benzeyen bir şey çıkarken bekledi. Birkaç saniye sonra aradığını buldu. “Hazır,” dedi.

“Başlat,” dedi Kemal sertçe.

Tost Makinesi’nin ağzından operatörün sesi çıktı. “007’yi aradınız. Acil durum nedir efendim?”

Bunu takiben kalın bir erkek sesi sakin bir şekilde cevap verdi. “Aşağı Sarkaç’tayım, Kapalı Kutu alt geçidinde birisi yatıyor. Sanırım ölmüş,” dedi ve kapattı.

Soğukkanlı ses karşısında tüyleri biraz ürperen Kemal, “İnsan. Tetikçimiz sanırım bu,” dedi.

“Çok fazla varsayım,” diye itiraz etti Tost. “Telefon edenin katil olduğunu varsaymak mantıksız.”

Kemal gözlerini devirdi. İşte yine başlamışlardı. Tost Makinesi, olayları istatistiklere oturtmaya, mantıklı bir şekilde çözmeye çalışıyordu. Hayatın kendisi için iyi, ama cinayet kadar mantık dışı bir olay için çok kullanışsız bir yaklaşım. Kemal bu sefer de onu duymazdan gelip kendi bildiğini okumaktansa olaya başka türlü yaklaşmayı denemeye karar verdi.

“Bu,” diye başladı Kemal elini yerdeki holografik cesetlere doğru sallayarak “önceden planlanmış ve bütün ayrıntıları düşünülmüş bir cinayet. Muhtemelen kafasında planını aylarca evirip çevirmiştir. O kadar kafa yorduktan sonra kimse… en azından hiçbir ‘insan’ işini şansa bırakmak istemez. Bu yüzden kendisi aradı.”

“Eğer öyleyse hata yaptı ve yakalanacak,” dedi Tost Makinesi balığa çıkmaktan bahsedermiş gibi bir ses tonuyla. Hala pek ikna olmuş gözükmüyordu.

“Bu onu daha az tehlikeli yapmaz,” dedi Kemal sertçe. Kendini birden bir çaylağa ders verirmiş gibi hissetmişti. “Asla katilden daha zeki olduğunu varsayma.”

“İnsan beyninin kapasitesi 110 ila 120 gigabayt arası değişir. Benimkiyse 1000 infinitebayt. Ben daha zekiyim,” dedi Tost, donuk bir sesle. Sonra Kemal’in cevap vermesine fırsat vermeden, “Ses eşleşmesi aranıyor,” dedi ve sessizliğe gömüldü.

Bu işlemin öncekinden daha uzun süreceğini Kemal bir tanık bulmayı umarak çevreyi taradı.

Birkaç dakika sonra Tost Makinesi tıngırdayarak yanına geldi ve “Eşleşme bulundu,” dedi. Kapıyı zar zor açtırtmayı başardığı sarışın güzel bayan, siber ortağını görünce küçük bir çığlık atıp daha Kemal telefon numarasını istemeye fırsat bulamadan kapıyı suratlarına kapattı. Aşağı Sarkaç’ta insanlar robotları sevmezdi.

“Size de iyi günler!” diye seslendi Kemal sesini elinden geldiğince neşeli tutmaya çalışarak. Dişlerini gıcırdatarak Tost Makinesi’ne döndü ve “Sizin yüzünüzden hem işsiz hem de bekar öleceğim,” diye mırıldandı ve robotun bu söylediklerine mantıklı bir cevap düşündüğünü gördüğünde çabucak ekledi. “Gidelim. Bulduklarını bana arabada gösterebilirsin.”

Engel kubbesini oluşturan direğin yanına geldiklerinde Tost Makinesi direğin üstüne elini koydu ve mekanik sesiyle “İşlem tamamlandı.” Dedi. Bunun üzerine cesetlerin holografileri ve engel kubbesi yol oldu.

Şahin’e vardıklarında kendilerine Kam-Botların arasından yol açmak zorunda kaldılar. Soru bombardımanını duymazdan gelen Kemal arabasına yaklaştıktan sonra cebinden uzaktan kumandasını çıkardı ve üstündeki mavi tuşa bastı. Arabanın etrafına açılan akıllı kalkan Kam-Botları itirazlar eşliğinde uzağa iterken Kemal’le Tost Makinesi’ne dokunmadı. Bu Kemal’in hırıltılı ve kaba bir kahkaha patlatmasına sebep oldu. Bu manzara Baş Komiser’den azar işitmeye değerdi… neredeyse.

Arabaya her binişlerinde hiç üşenmeden aynı şikayetlerde bulunan Tost Makinesi yine söylenmeye başladığındaysa gülümsemesi hızla soldu. Normalde susmasını söylediğinde onu dinleyen makine bu konuda onu hiçe sayıyordu. Kemal neredeyse onun korktuğunu düşünecekti.

“Bu arabayla uçarken çakılma ihtimalimiz yüzde bir milyondan daha fazla. Motorun aniden kapanma riski çok yüksek.” Konuşması her kelimeyle birlikte daha da hızlanıyordu. “Sol farının, fren lambalarından birinin ve sağ sinyalinin çalışmamasının kazaya sebep olma ihtimali…” Ve böyle devam ediyordu.

Boyası solmuş ve yer yer dökülmüş olan Şahin, babasından miras kalan tek şeydi ve bu yüzden Kemal bu konuda oldukça alıngandı. Tost Makinesi’ni dinlemekten vazgeçerek kontağı çevirdi, kendiliğinden çalışmaya başlayan silecekleri görmezden geldi ve eskiden kalma bir alışkanlıkla kimse var mı diye görmek için dönüp arkaya baktı. Halbuki kalkışlar artık uçarak yapıldığı için bakması gereken tek yer yukarısıydı. Arka cama babasının parlak kırmızı harflerle yazdırdığı ‘Rahmetli de Sollardı’ yazısını görünce sırıttı. Vites kutusunun hemen yanındaki bir tuşa bastığında tavan görünmez oldu ve araç yükseldi.

“Sileceklerin yüzünden kaza yapacağız. Arkadaki yazının oluşturduğu engelden bahsetmeyeceğim bile,” diyordu Tost Makinesi. Kemal elini kaldırınca robot onu şaşırtarak sustu.

“Ne buldun?” diye sordu Kemal.

Tost Makinesi sol elini kaldırdığında avucunun içinde düz sarı saçları olan sert bakışlı bir adamın holografik suratı dönüyordu. “Emre Şer.”

“Bak bakalım ölenlerle arasında bir bağlantı var mı?” Kemal, Tost Makinesi’nin bunları zaten hep yaptığını bilse de bunları her sefer söylüyordu. “Yoksa geçmişini araştır. Polislere karşı öfke duymasına sebep olabilecek bir tecrübe yaşamış mı bak. Elimizde polis avına çıkmış biri olabilir,” dedi sıkıntıyla. “Ve adres. Bana kahrolası bir adres bul.”

“Aşağı Sarkaç, Dikenli Sokak, Cüce Apartmanı, kat üç, daire beş,” dedi Tost Makinesi. Kemal Şahin’i oraya uçururken Emre’nin hayatının detaylarını okumaya başladı. “Ölenlerle arasında herhangi bir bağlantı yok. Doğum tarihi 2135. Burç yengeç. Yaş 36. Annesini küçük yaşta kaybetmiş. Kendisi gibi emekli asker olan babasıysa polisle girdiği bir münakaşada hayatını kaybetmiş.”

“Sebep bu olmalı,” dedi Kemal. Hedeflerine vardıklarında vites kutusunun yanındaki beyaz bir tuşa bastı. Araba artık tamamen görünmez olmuştu. “Buralardaysa geldiğimizi görmesini istemiyorum.”

Birkaç sokak ötedeki Cüce Apartmanı’nın kapısının önüce yamuk bir şekilde indiler. Rozetlerini apartmanın dış kapısına dayayıp birkaç saniye bekledikten sonra saydamlaşan sokak kapısının içinden geçtiler. Yürüyüşlerini hiç yavaşlatmadan zemin kattaki içi geniş, zifiri karanlık ve yuvarlak bir tüpü andıran Adımsör’ün içine adım attıktan bir saniye sonra üçüncü kattan dışarı çıktılar.

Emre’nin zilini çalıp cevap alamadıktan sonra Kemal, ortağına baktı ve sessizce, “Arama iznini al ve kapıyı sessizce aç,” dedi.

Gözleri yine bir an için daha donuk bakmaya başlayan Tost Makinesi birkaç saniye kıpırtısız durdu. Sonra kafasını ‘tamam’ dercesine salladı. Sol orta parmağının ucundan çıkan maymuncukla kapıyı hemen açtı.

Önde elinde lazer silahı olan Kemal, arkada iki avucunu ileri doğru açık tutan Tost içeri daldılar. Evin boş olduğunu anlaşıldıktan sonra hemen altını üstüne getirdiler. Ev binanın adını haklı çıkartıyordu. Küçük ve dardı. Bir oda ve bir salondan oluşuyordu. Bu yüzden aramaları fazla uzun sürmedi. Daha sonra Tost Makinesi, X ışınlarıyla evi tarayıp dolaplardan birinin arkasında gizli bir oda buldu.

“Yedinci dünya savaşına mı hazırlanıyor acaba?” dedi Kemal açılan cephaneliğe gözleri fal taşı gibi açık bakakalarak.

Görüntüden hiç etkilenmeyen Tost Makinesi, “Bir sonraki dünya savaşına tahminen 53 yıl 8 ay 3 hafta 5 gün 13 saat 36 dakika daha var. Müfettiş o zaman hayatta olmayacağı için endişelenmemeli.”

“Teşekkürler,” dedi Kemal bıkkın bir sesle. “İçime su serptin.”

“Önemsiz,” dedi Tost Makinesi, kafası karışık görünerek. Büyük ihtimalle bir insanın içine nasıl su serpilebileceğini anlamaya çalışıyordu.

“Demek istediğim neredeyse 30 yıllık meslek hayatım boyunca…”

“29 yıl 10 ay 1 hafta 22 saat 11 dakika,” diye lafını kesti Tost Makinesi.

Kemal onu duymazdan gelerek cümlesini tamamladı “…bunun gibisini hiç görmemiştim.”

“İstasyonumuzdaki cephanelik…”

“Tamam, sus artık ve bana burada neyin eksik olduğunu söyle!” dedi Kemal sabırsızca.

Uzun silah sıralarında sadece iki boşluk vardı. Biri ufak bir tabanca, diğeriyse iri bir tüfek içindi.

Ama Tost işleme başlayamadan sol serçe parmağından telsiz hışırtısı gelmeye başladı.

“Cevap ver!” dedi Kemal, Tost Makinesi sormaya fırsat bulamadan.

Robot parmağını havaya kaldırdı ve ağzından bir kadın sesi çıktı.

“Memur vuruldu! Tekrar ediyorum memur vuruldu! Derhal tam yardım ekibi ve destek gönderin.”

“Bu bizim adam olabilir,” dedi Kemal. Araba kumandasındaki kırmızı bir tuşa bastıktan sonra gidip bir pencereyi açtı ve arabanın oraya yanaştığını gördü. “Evin adresini ve adamımızın profilini karakola yolla. Basına henüz kimliği açıklanmasın.” İkisi birlikte arabaya bindikten sonra hızla yola çıktılar.

Meydan ve çevresi kalabalık olduğundan Kemal, Şahin’e bir blok ötede ancak yer bulabildi ve oradan yürüyerek olay yerine gittiler.

Aşağı Sarkaç Keklik Meydanı’na vardıklarında hava artık kararıyordu ve yağmur durmuştu. Olay yeri ulu orta bir meydandı. Katilleri giderek cesurlaşıyordu. Kızgın polisler meydana doluşmuş, herkesi sorguluyorlardı.

Kemal çabucak kendi kendine uçan ve robotik kolları yaralı bölgeye operasyon yapan otomatik sedyeye doğru yürüdü. Genç memure hayattaydı ama yakın mesafeden polis katiliyle vurulduğundan bacağının alt kısmını kaybetmişti. Siber ortağı o kadar şanslı değildi. Göğsünün ortasındaki bir delikle yerde kıpırtısız yatıyordu.

Nezaket için fazla zamanı olmayan Kemal direk konuya girdi. “Ne oldu? Bana neler olduğunu anlat.”

Hikaye yine aynıydı. Acil durum çağrısına yanıt vermiş ve pusuya düşmüşlerdi. Katil diplerine kadar gelmiş, sonra da ikisini arka arkaya vurmuştu. Tarif Emre’ninkine uyuyordu.

Kemal gri kirli sakalını kaşıyarak düşünmeye başladı. “Peki kızı neden canlı bıraktı ki?” diye düşündü alçak sesle. Sonra kafasını kaldırıp karşıdaki yüksek binaya baktı ve cephanelikte gördüğü tüfek boşluğu geldi aklına. Gözlerini telaşla ardına kadar açan Kemal kendini yere atarken bağırdı. “Yere yatın! Yatın dedim kavrulasıcalar!” Ve o daha sözlerini bitiremeden dürbünlü bir tüfekten çıkan kalın bir lazer huzmesi yanındaki memurun kafasının yarısını uçurdu.

Memurlar ve Siber ortaklarının hepsi Kemal’i duymazdan gelip nano-kıyafetlerini kendilerini korumaya programladılar. Bu iş bittikten sonra hala eski usul çelik yelek giyen Kemal’e güleceklerdi büyük ihtimalle. Ya da suikastçının işi burada bitmiş olsaydı gülebilirlerdi.

Elektrik yüklü, kazık şeklindeki çelik bir cisim tam ortalarındaki yere taşı kırarak saplandı, ardından etrafında elektromanyetik bir kubbe ördü. Olay yerine yeni gelmiş uçan arabalar çakıldı ve telsizler kapandı. Lazer silahları işe yaramaz hale geldi. Nano-kıyafetler çözülüverdi ve diğer polis memurları don atlet kaldılar. En kötü darbeyiyse siber ortaklar aldı. Hepsi işe yaramaz metal yığınları olarak yere yığıldılar. Tost Makinesi hariç hepsi…

Mahallenin tek giyinik polisi Kemal şaşkınca siber ortağına baktı ve “Nasıl?” diye sordu.

“Elektronik aletlere karşı olan güvensizliğiniz bu konuda birkaç önlem almam gerektiğine dair beni ikna etti. Kendimi elektromanyetik dalgalara karşı korunmak için yükselttim.” Sonra yerde parçalar halinde yatan nano-giysisinden kalanlara baktı ve ekledi. “O paltoyu seviyordum.”

“O konuyu daha sonra düşünürüz, şimdi yakalamamız gereken biri var,” dedi Kemal. İşe yaramaz lazer silahını fırlatıp attı ve elini paltosunun arkasına sokup .357’lik bir Magnum Revolver çıkardı ve kafasını kaldırıp etrafa bakındı ve gördükleri karşısında öfkeyle dişlerini sıktı.

Emre onları müthiş bir tuzağa düşürmüştü. Elektro-Kazık’ın yaydığı kubbe genişti ama onun bulunduğu binaya kadar gitmiyordu ve o da bu fırsattan istifade ateşe karşılık veremeyen polisleri ördek avlarcasına uzaktan vuruyordu. Düşmüş araçlardaki meslektaşlarına yardım etmeye çalışanları ve kendi başına arabalardan sürünerek çıkmaya çalışanları vuruyordu. Bazen ise araçların motorlarını ve benzin depolarını vuruyor infilak etmelerini sağlıyordu. Bu da yetmezmiş gibi yerdeki polislerin bozuk telsizlerinden dolayı uyaramadığı, zor durumdaki meslektaşlarına destek olma umuduyla hızla olay yerine araçlarıyla uçarak gelen memurlar bilmeden manyetik alana giriyor ve aşağıdaki meslektaşlarının üzerlerine çakılıyorlardı.

Kemal adam hakkında çıkardığı profilin yanlış olduğuna karar verdi. Adam polislere karşı öfkeli değildi. Onlardan nefret ediyordu!

Kemal, Tost Makinesi’ne baktı ve “Gidelim,” dedi ve diğer birkaç polisin de arkalarından geldiğini görünce onları “Kafanızı aşağıda tutun.” diye uyardı

Kemal ve Tost Makinesi diğer polislerle birlikte düşen arabaları siper alarak binaya yaklaştılar. Arabaların bazıları her an patlayabilecekmiş gibi yanarken ve kafalarının üzerinden vızıldayarak geçen polis katilleri siperleri delip aralarından bazılarını vururken hiçte kolay bir iş değildi.

İçeri girdiklerinde binada Adımsör olmadığını gören ve merdivenlere karşı olan tiksintisi teknolojiye olan güvensizliğinden ağır basan Kemal küfrü bastı. Bunu tahmin etmiş olması gerekirdi. Adam böyle bir hata yapmayacak kadar iyiydi. Bu da yetmezmiş gibi binaya girdiklerinden beri yukarıdan gelen ateş seslerinin kesildiğini fark etti. Herif büyük ihtimalle onların binaya girdiğini görmüş kaçıyordu.

Kemal döndü ve arkasından gelen polislere baktı. Buraya kadar anca üçü gelebilmişti ve silahları bile yoktu. Onlara çıkışı tutmalarını söylediğinde hiç itiraz etmediler. Tost Makinesi ve Kemal biraz ilerde iki merdiven gördüler. Kemal, Tost Makinesi’ne soldakini işaret etti ve kendisi de oyalanmadan sağdakine gitti. Beş katlı binanın tepesine geldiğinde zor nefes almaya başlamıştı. Tost Makinesi çoktan yukarı varmış olmalıydı. Silahı önünde köşeden fırladı ve koridorun ortasında Tost Makinesi’nin duvardaki bir pencerenin önünde durduğunu gördü.

“Gitti,” dedi Tost Makinesi, Kemal yanına geldiğinde. Eliyle havada uçan çok uzaktaki ufak bir siyah noktayı gösterdi. “Motosiklet. Sessizlik modülü takılmış.”

Kemal yavaşça başıyla onayladı, onlar bakarken havadaki motosiklet görünmez oldu. “Saklanacak,” dedi Kemal dişlerini sıkarak. “Karakola haber yolla. Emre’nin bütün akrabalarının, dostlarının özellikle de silah arkadaşlarının evlerinin kontrol edilmesini istiyorum. Altına bakmadık taş bırakmasınlar.”

“Bir taşın altına sığabilme ihtimali çok düşük.”

Kemal teslimiyetle iç çekti ve sonra gözlerini zorla aşağıdaki katliama çevirdi.

Onlar orada dururken arkalarından silahlı bir saldırı ekibi sırayla içeri geldi.

“Müfettiş Kemal Alengir?” dedi genç bir kadın sesi sıranın önünden.

“Evet?

“Çavuş Alev Parlak,” dedi kadın elini uzatarak. Daha sonra kafasındaki kaskı çıkardı ve adına yakışan kızıl saçlarını sergiledi. “Saldırı ekibinin başı. Burada neler oldu? O nasıl ayakta?” diye sordu başıyla Tost Makinesi’ni işaret ederek.

“Tost makinem sağlamdır.” dedi Kemal ona, robota pis bir sırıtış attıktan sonra. Tost Makinesi genelde diğer insanların ve robotların önünde ismini söylemekten kaçınırdı. Bu yorum insanlar arasında birkaç kıkırdaşmaya sebep oldu.

Daha sonra Kemal ona hiçbir korkunç detayı atlamadan her şeyi anlattı.

Alev başını sallayıp onayladı. “Önümüzde giden birkaç araç düşmeseydi biz de doğrudan elektromanyetik alanın içine girecektik. Ama teknisyenimiz Süper Beyin,” dedi arkasında duran robotu omzunun üzerinden baş parmağıyla işaret ederek “Ne olduğunu hemen anladı. Bizde bu sayede arkadan girmeye karar verdik.”

Kemal, Süper Beyin ismini duyduktan sonra Tost Makinesi’nin kendisine attığı dik bakışları görmezden gelmeye çalıştı. “Eh aşağıda hayatta kalma ihtimalimiz çok düşüktü,” diye başladı ve hemen, hesapladığı ihtimali söylemek için ağzını açan Tost Makinesi’ne dik dik baktı. Önüne tekrar döndüğünde Alev’in de Süper Beyin’e aynı şekilde baktığını gördü ve neredeyse gülecekti. “Biz de binaya doğru hareket ettik.” Daha doğrusu binaya girip adamın kaçmasına sebep olmuşlardı. Bu Kemal’in ister istemez kendini suçlu hissetmesine sebep oluyordu.

“Hiç kimse oradan kurtulmak istediğiniz için sizi suçlayamaz müfettiş,” dedi genç kadın Kemal’in ne düşündüğünü anlamış gibi. “Baş Komiser sizi istasyonda bekliyor.” dedi ve sonra dönüp adamlarına emirler vermeye başladı.

Kemal ve Tost Makinesi bezgin adımlarla binadan dışarı çıktılar. Araba mezarlığına dönmüş meydandan geçtiler. Elektro-Kazık’lar kullan-at aletlerdi bu yüzden artık işe yaramaz haldeydi ama oluşturduğu elektromanyetik alan yaklaşık beş saat daha burada duracaktı. Bunun en iyi yanı Kam-Bot’ların buraya gelip münasebetsiz sorular soramayacak olmasıydı. Polislerin cesetleri saygıyla ayrı bir köşeye çekilmişti. Sayıları otuzdan fazlaydı. Yaralılar tam yardım ekipleri buraya gelemediği için dışarı taşınıyordu. Yaraları ağırdı. Yanık yaraları, ezilmiş vücutlar, patlamalardan ve polis katili yüzünden kopan uzuvlar. Onların çoğu geceyi atlatamayacaktı. Atlatanlardan ise pek azı bir daha iş başı yapabilecekti. Kötü bir gündü.

Nihayet arabaya vardıklarında rahat bir nefes aldılar ve binip Yukarı Sarkaç’a doğru yükseldiler.

***

Sonunda bulutları geçip ‘Yukarı Sarkaç’a Hoş Geldiniz’ yazan aşağı doğru bakan tabelaya kadar yükseldiklerinde vakit akşamüstü olmuştu. Kırmızı ışıkta durmuş bekliyorlardı.

Derken yanlarında son model kırmızı bir spor araba durdu. Arabadaki gençler Şahin’i gösterip gülüştüler ve seslendiler “Vay dede bu arabayı çok aradınız mı ya?”

Kemal’in Yukarı Sarkaç’ın zengin şımarık veletleriyle muhatap olmak gibi bir niyeti yoktu ama sorunun alay maksatlı sorulmuş olduğunu anlamayan Tost Makinesi cevap verdi “Milattan Kalma Eşyalar tarihi eser müzesinde bir benzeri bulunabilir.”

Bu cevabın üzerine gençler gülmekten yarıldılar. Kemal ise sinirle Tost Makinesi’nin ensesine bir tane patlattı. Bunun sonucunda ise elde ettiği tek şey acıyan parmaklar oldu. “Hadi gidin işinize veletler!” dedi canı acıyan sinirli müfettiş.

Dört yana giden araçlar durup ortalarında aşağı ve yukarı gidişler için kare şeklinde bir boşluk bıraktığında gitme vaktinin geldiğini anladı. Nihayet yeşil yandığında gaza bastı ve Şahin, gençleri tatmin edici bir şekilde yerlerinden sıçratan bir egzoz patlaması eşliğinde, tekinsiz bir şekilde titreyerek yukarı doğru yol aldı.

Yukarı Sarkaç’ı anlatabilecek en iyi söz uçarı bir yer olduğuydu. Burada her şey havada süzülüyordu. Binalar, tek katlı evler, tabelalar, ışıklar hatta çöp kutuları bile. Burada adresler, posta kutuları, mahalle adları, sokak isimleri ve kapı numaraları yoktu. Bunun yerine her evin, her binanın kendine ait bir kod adı ve yer belirleyici cihazı vardı.

Karakola gitmeden önce benzinciye uğradılar. Benzinci İsmail yine haftanın o gününün mü geldiğini sorup gülerek Kemal’in asabını bozdu sonra her hafta bugün yaptığı gibi yine sağ ön tekerleği şişirdi. Daha sonra Kemal benzin alırken Tost Makinesi yağını kontrol ettirdi.

Daha sonra polis istasyonuna gittiler ve otoparka girdiler. Kemal üç kez girecek yer bulmak zorunda kaldı ve her seferinde birisi yavaş Şahin’i geçip yeri kaptı. Cinayet işlemek üzereymiş gibi görünen Kemal tam son şoförle kavga etmeye hazırlanırken nano-bot’lar tepelerinde üçüncü bir kat oluşturmaya başladı. Anlaşılan ikinci kat sonunda dolmuştu.

Hızla uçarak üçüncü kata çıkan Kemal arabasını yan koyarak üç arabalık yer işgal etti ve “Geldik!” deyip deli gibi gülerek Şahin’den aşağı indi. İkisi nano-bot’ların oluşturduğu Adımsör’e girdiler ve kendilerini polis karakolunun ilk katında buldular.

İstasyonun girişinde çabucak bir yüz, rozet, ses ve parmak izi taramasından geçtiler. İçeri girdiklerinde ortalığa bugün her zamankinden daha büyük bir curcunanın hakim olduğunu gördüler. Bugün olanlar düşünülürse şaşırılacak bir şey değildi ama yine de görmesi rahatsız ediciydi. Masa başı memurlarının birbirlerine yolladıkları notlar uçan minik arılara benzeyen robotlarla hızla sağa sola uçuşuyordu. Kendilerini Baş Komiser’in odasının bulunduğu beşinci kata götürecek olan Adımsör’e giderken bazı konuşmalara kulak misafiri oldular.

“Fatma Teyze yine evini kendi başına yükseltmeye çalışmış. Güllerinin daha fazla güneşe ihtiyacı varmışmış! Kırk kere söyledim ona evin iticileriyle oynama diye yoksa kendini bir gün ya güneşte ya da Aşağı Sarkaç’ta bulacaksın diye ama dinleyen yok ki!”

Ya da “Bırak beni dostum ben masumum!”

“Ferit Paranoyak’ın cüzdanını almaya yönelik başarısız girişimin sırasında derinin altına giren yer bulucu aksini düşündürüyor.”

“Hey asıl benim o moruktan şikayetçi olmam gerek! O tuzak yüzünden cüzdanı almaya çalışırken neredeyse elimi kaybediyordum!”

“Yani suçunu itiraf ediyorsun.”

“Şey yani demek istediğim…”

“Şu salağı alıp işlemden geçirin…”

Bir diğer masada konuşulanlar ise daha da ilginçti. “Yani şimdi sen bana karını ve erkek arkadaşını Aşağı Sarkaç’ta yerden kazıyarak çıkarmaya mecbur kalmamızın sebebinin evin zemininin tam da o sırada ikisinin iş pişirdikleri yatağın tam altından çökmesi olduğunu söylüyorsun öyle mi?”

“Evet.”

“Olay yeri incelememiz zemindeki çökmenin evin altından indirilen darbeler sonucu olduğunu söylediği halde?”

“Evet.”

“Sizin üstünüze kayıtlı, sizden başkasının kullanamaması için güvenlik önlemleriyle donatılmış, sessizlik modülü takılı, üzerinde sizin parmak izlerinizden başka bir şey olmayan ve duvara indirilen darbelerle uyuşan Hiper Balyozunuzu bulmuş olmamıza rağmen mi?

“Evet. Ben masumum!”

“Eh Z-Tipi cezaevinde hikaye uydurma konusunda gelişmek için bol bol vaktiniz olacak.”

Beraber hızla ilerleyen Adımsör sırasına girdiler ve Kemal öndeki memurun omzunun üzerinden bugün ki olayların akşam haberlerine yetişmiş olduğunu gördü. Adamın tuttuğu Gaze-Tablet’in manşetinde ‘Sarkaç Sallanıyor!’ yazıyordu ve hemen altında ölen polislerle ilgili haber yer alıyordu.

Nihayet Baş Komiser’in odasına vardıklarında Hasan Caka onlara kapıyı kapatmalarını ve oturmalarını işaret etti. Hasan uzun boylu, siyah saçlı açık mavi gözlere sahip, genç ve yakışıklı bir adamdı. Her zaman çocuksu bir sırıtış olan temiz tıraşlı yüzünde bu sefer hafif bir endişe vardı.

Masasının üzerinde duran yuvarlak tepsiye baktı ve “Bize iki çay getir,” dedi Hasan. Oto-Tepsi üç ayağının üstünde kalkıp masadan atladı ve hızla koşarak elleriyle ofisin kapısının alt kısmında ki ufak tepsi kapısından dışarı çıktı. Sonra onlara döndü ve “Raporları okudum ama olanları sizden duymak istiyorum,” dedi “ve daha sonra ne yapmayı planladığınızı.” Masasındaki bir kutudan puro çıkardı ve birkaç saniye çekmecesini kurcalayarak oyalandı.

Kemal, Tost Makinesi’ni dirseğiyle dürtüp başıyla işaret etti ve bunun üzerine robot Baş Komiserin yanına gitti. Tost Makinesi önce sağ baş parmağından çıkan çakıyla puronun ucunu kesti daha sonra ise sol baş parmağındaki çakmakla yaktı. Bu Baş Komiserin pişmiş kelle gibi sırıtmasına sebep oldu. Aptal adamın en basit işleri bile robotlara yaptırmayı sevdiği bilindik bir şeydi.

Kemal ona bugün olanları anlatırken Oto-Tepsi kendine ait kapıdan ofise geri geldi ve ona çayını uzattı sonra da kaç şeker istediğini sordu.

“İki.” dedi Kemal. Oto-Tepsi çaya iki şeker attıktan sonra kollarından birini çaya soktu ve bardağın içinden küçük bir mikserinkine benzeyen bir ses duyuldu. Kemal, Oto-Tepsi Baş Komiserin çayını verip kıpırtısız bir şekilde masaya yerleşene kadar bekledi ve anlatmaya devam etti.

“Kimliğini sabahtan beri biliyorsun ve benim şimdi haberim oluyor öyle mi?” dedi Baş Komiser ayağa kalkıp. “Bunu hemen basına vermeliydik Kemal! Belki böylece akşamüstü olan saldırı önlenebilirdi. Kırk polis öldü müfettiş! Kırk! Ve sayı artıyor!”

“O sırada onun böyle bir saldırı planladığını bilemezdim. Onun kimliğini bildiğimizi öğrenip kaçmaya çalışmasını istemedim.“ dedi Kemal kendini savunurcasına. Zaten Emre Şer’in kaçmasına sebep oldukları için sinirleri bozuk olan Kemal’in morali Baş Komiser’den fırça yemek için çağrıldığını anladığında iyice bozulmaya başladı.

“Peki ya şu basın robotlarına karşı tavrınla birleştiğinde ne düşünecekler ha? Manşetleri şimdiden görebiliyorum!” dedi Hasan dramatik bir tavırla elinin birini sallayarak “’Polis basınla işbirliğini reddediyor! Baş Komiser’in halka açık yönetim politikası şakadan ibaretmiş! Yeni Baş Komiserle tanışın, eskisinin kopyası!’”

“Ne diyecekleri umurumda değil! Benim işim katilleri yakalamak, Kam-Bot’lar karşısında halay çekmek değil!” dedi sinirle ayağa kalkan Kemal.

Baş Komiser öfkeyle ayağa fırladı ve “Eğer bugün bir sürü iyi memur kaybetmiş olmasaydım,” dedi soğuk bir sesle. “şu an bana rozetini ve silahını uzatıyor olurdun. Ama sana ihtiyacım var.” Dik dik Kemal’e bakarak ona oturmasını işaret etti.

Rozetini alıp bir yerine sokabileceğini, hatta isterse bunu yapmadan önce bu konuda basına danışabileceğini söylemek için can atan Kemal derin bir nefes aldı ve yerine oturdu.

“Devriyeler istediğin gibi herifin bütün yakınlarını kontrol etti. Raporlar,” dedi Hasan ve ona Oto-Tepsi’yle bir tablet yolladı “işte burada. Fazla bir şey yok.”

“Olacağını düşünmemiştim.” dedi Kemal dalgın dalgın tablete bakarken.

“Bu adam artık bir seri katil Kemal. Basın toplantısı yapalım, belki şansımız yaver gider ve onu gören birileri öne çıkar.”

Bütün ipuçlarının sonunda duvara toslayan Kemal itiraz etmedi. “Öyleyse müsaade ederseniz yorgunum ve evime gitmek istiyorum komiserim.” dedi elinden geldiğince kibar bir sesle.

“Burada bir takım elbisen var mı?”

“Evet.” dedi Kemal düşünmeden ve sonra Baş Komiserin ne istemek üzere olduğunu anladığında içinden kendi kendine küfür etti…

***

İşkence gibi geçen basın toplantısından sonra Kemal ve Tost Makinesi Şahin’in yanına geldiler. Kemal’in elinde basın toplantısı sırasında giydiği, bir zamanlar çok şık bir zümrüt yeşili olan ama bilhassa küflerden dolayı artık daha çok sümük rengini andıran eski püskü bir takım elbise vardı. Basın toplantısında hiç konuşmamış olan Kemal, Baş Komiser’in sadece parlak siyah takım elbisesi içinde daha iyi gözükebilmek için onu oraya sürüklediğini düşünüyordu.

Kemal sol yanı hafif aralık duran bagajı zorlanarak açtı ve içine koymadan önce eski takıma şöyle bir bakış attı. Bekli de onu Nano-Temizleme’ye vermeliydi… Ama belki de yakmalıydı. Buna daha sonra karar verecekti. Takımı bir kenara koydu ve bagajı üç denemede ancak kapatabildi. Sol tarafın yine hafifçe açık kaldığını görmezden geldi ve binip arabayı çalıştırdı.

“Arabanın titremesinden dolayı vidalarımın gevşediğini hissediyorum.” dedi Tost Makinesi. Kendisine bir yerden yeni bir Nano-Kıyafet bulmuştu.

“Ne kadar süre sonra dağılıp gidersin sence?” diye sordu Kemal sırıtarak. Hesaplama işi onu bir süre sessiz tutardı en azından.

Ama sonra Tost Makinesinin sağ serçe yani telefon işlevi gören parmağı çalmaya başladı. Son saldırıdan sonra Sarkaç bölgesi polis istasyonunun siber ortaklarının sayısında büyük bir düşüş olduğundan robot bu aralar pek popülerdi. Arayanlar plaka, sicil, eşkal, ses uyuşması ve kimlik doğrulama gibi konularda yardım istiyordu. Tost Makinesi her birine hiç üşenmeden cevap veriyor, bu konuşmalar sırasında arabanın gürültüsü üzerinden sesini duyurabilmek için yüksek sesle konuşuyor ve arada bir Kemal’in sinirlerini bozan “Sesinizi duymakta zorlanıyorum.” gibi yorumlarda bulunuyordu.

Onuncu aramadan sonra Kemal sinirle “Şu parmağını sessize alamıyor musun?” diye sordu. Alamıyordu. Bu yüzden Kemal yiyecek bir şeyler almak için Kıtır-Tıkır’ın önünde havada durduğunda o hala konuşuyordu. “Bir Süper-Düper boy hamburger ve bir Robot Menüsü.” dedi kabindeki robota.

Telefonla konuşması nihayet biten Tost Makinesi “Yağıma buz koyulmamalı.” dedi garson robota. “Devrelerimin kısa devre yapması istenmeyen bir durum teşkil eder.” Garson robot anlayışla başını sallayıp işinin başına döndü. Yaklaşık bir dakika sonra siparişleriyle beraber geri geldi ve Tost Makinesi yağını höpürdeterek içerken Kemal de Şahin’i evlerine doğru sürdü.

Işıkta dururlarken “Sakın o lanet yağını arabamın koltuklarına dökeyim deme!” dedi Kemal.

Tam eve varmak üzerelerken önlerinden son hızla kırmızı bir spor araba geçti. Bu, akşama doğru ışıklarda rastladıkları, sevgili arabasıyla dalga geçen züppelerdi hiç şüphe yoktu. “Sıkı tutun.” dedi Kemal, Tost Makinesi’ne hevesle.

Kemal megafonu eline aldı ve “Kenara çekin!” dedi. Arabada ki dört genç ise onlara orta parmaklarını gösterdiler.

“Onların parmaklarının işlevi ne?” diye sordu Tost Makinesi merakla.

Hızla giderken bir buluta yaklaştılar. Bulutların içinde durmak ya da içlerinden geçmek tehlikeli ve yasaktı. Gençler belki de bu yüzden bulutun içinden geçmek yerine etrafından dönüp aşağı doğru daldılar. Kemal ise bulutun tam ortasından geçmeye kalktı. Sonra bir gümbürtüyle sarsılarak durdular. Bulutun içinde kaza yapmışlardı!

Kemal gözlerini kısarak karşısına baktığında Şahin’in ön tekerleklerinin beyaz bir arabanın kaputunun üzerinde durduğunu zar zor gördü. Diğer adam sessizlik örtüsü altında, nano-kıyafetini kendini gözleri hariç baştan ayağa saracak şekilde programlamış bir teleskopla dikkatle aşağı bakmaktaydı. Kemal’in onun neye baktığını anlaması fazla uzun sürmedi. Aşağıdaki kocaman Robobol sahasını bulutların içindeyken bile seçebiliyordu. Adam maçı kaçak seyretmeye çalışıyordu.

“Yuh be kardeşim koskoca duran arabayı görmedin mi?” dedi adam uyanık uyanık Şahin’i inceliyordu. Kazanın kendi kabahati olmadığını ispatlayabilmek için gelen bütün polislere Şahin’in kabahatlerini işaret etmeyi düşünüyordu şüphesiz.

“Doğru ya, havada mis gibi aydınlık,” dedi Kemal alayla elini bulutun içinde sallayarak. “Seni nasıl görmemiş olabilirim ki?”

Yüzü kızaran adam “Bakalım polis geldiğinde de bu kadar neşeli olabilecek misin?” dedi öfkeyle.

Rozetini çıkarıp adama yedirmeye niyetliymiş gibi sallamaya başlayan Kemal “Polis benim seni kuş beyinli ahmak!”

“Kenan Uyanık’ın beyninin boyutları normal görünüyor.” dedi Tost Makinesi arabanın içinden. Kimlik doğrulama ve kaza raporu doldurma işini hiç geciktirmemişti anlaşılan. Kemal o kaza raporunda Şahin’le ilgili ne yazdığını düşünmek bile istemiyordu.

“Senin yüzünden bir şüpheliyi kaçırdım!” dedi Kemal bağırarak. “Sırf sen maça para vermek istemediğin için!”

Kemal’in polis olduğunu öğrenen Kenan’ın sesi gözle görülür ölçüde kibarlaşmıştı. “Abi öle deme, biletler ne kadar pahalı biliyor musun sen! Güzelim beyaz arabaya da yazık oldu iyi mi.”

“Eğer şimdi gidersen sana ceza yazmayacağız. Zaten böyle bile yeterince masrafın var. Ne diyorsun?”

Kenan teşekkür etti ve arabasına girip gitti.

Kemal de rahatlayıp arabasına girdi ve gördüğü şeyden sonra öfke dolu uzun bir çığlık attı. Kaza sırasında Tost Makinesi’nin yağ bardağı yere düşüp açılmış her yeri batırmıştı.

***

Kemal ertesi gün sabahın erken saatlerinde kesik bir yağ kokusu eşliğinde uyandı. Lanet robot yine yağını makro dalgada ısıtmıştı anlaşılan. Kalktı, giyindi ve yatağının yanındaki kasayı açtı. İçinden yedek lazer tabancasını alıp kılıfına taktı ve odasından çıkıp lavaboya gitti. Dün bozuk olan çamaşır robotunun şimdi çalışır durumda olduğunu görünce hiç şaşırmadı. Geceleri uyumayan Tost Makinesi bütün gece evde dolanıp aletleri kurcalıyordu. Sonuçta daha evvel parçalarını merak edip robotu parçalarına ayıran da yine o olmuştu zaten.

Kemal klozette otururken Tost Makinesi tuvaletin kapısını açıp içeri girdi. “Robotunuzu yükselttim,” dedi elindeki buharı tüten bir bardak dolusu yağdan bir lokma alıp. “Artık renklileri kendisi ayıracak.”

“Seni de görgü kurallarını öğretebilecek kadar yükseltemememiz ne kadar kötü. Çık dışarı seni sersem robot!”

Bunun üzerine biraz düşünen Tost Makinesi aklına bir şey gelmiş gibi çabucak dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Bir saniye sonra ise kapıyı çalıp tekrar içeri girdi.

Kemal yüzünü eline gömdü ve başını iki yana salladı ve sonra yüzünde çılgınca bir sırıtışla Tost Makinesi’ne baktı. “Başka bir şey de mi var?” diye sordu. “Telefüzyon’umu bir teleport aletine falan mı dönüştürdün yoksa?”

Tost Makinesi soru üzerine biraz düşünüp taşındıktan sonra “Bu imkansız,” dedi. “Çavuş Alev Parlak’tan bir sesli mesajınız var.”

“Çık ve beni salonda bekle.” dedi Kemal sinirle ve o kapıyı kapadıktan sonra arkasından “Beklerken de hiçbir eşya mı kurcalama!” diye seslendi sanki bir faydası olurmuş gibi. Birkaç dakika sonra elini yüzünü yıkayıp lavabodan çıktı ve salona gitti. Eski telefüzyon’un teleport makinesine değil bir akvaryuma dönüştürülmüş olduğunu gördüğünde dişlerini gıcırdattı. Gidip Buz-Robot’undan kendisine bir sandviç hazırlamasını istedi. Sonra dönüp Tost Makinesi’ne baktı ve havlarcasına “Mesaj!” dedi.

Tost Makinesi sağ işaret parmağından çıkan tornavidayla televizyon kumandasını kurcalarken ağzından Çavuş Alev’in sesi çıktı. “Müfettiş Alengir. Bu sabah saat onda Aşağı Sarkaç Talim Sokak’ta silah taciri Mehmet Tacir’in operasyon üssüne baskın düzenleyeceğiz. Kendisinin Polis Katili’nin silah tedarikçisi olduğuna dair güçlü kanıtlarımız var.” Baş Komiser dünkü basın toplantısında Emre’ye bu adı takmıştı. “Eğer bize katılmak istiyorsanız siber ortağınızla bize ulaşın.”

Kemal saatine baktı, daha vakit vardı. “Onlara geleceğimizi söyle.”

Tost Makinesi denileni yaptı ve boş yağ bardağını bulaşık robotuna uzattı.

“Sana kaç kez şu yağını makro dalgada ısıtma dedim ha?” dedi Kemal. Tost Makinesi hayatına girdiğinden beri huzurlu sabah denen şeyin neye benzediğini hatırlayamaz olmuştu.

“147 kez” diye cevap verdi Tost Makinesi düz bir sesle.

Kemal sandviçini yanına aldı ve ikisi beraber pek konuşmadan evden çıkıp Şahin’e bindiler. Tost Makinesi, Kemal’in sandviçi bitene kadar bir yandan yiyip bir yandan sürmesi hakkında veryansın etti. Saat dokuz buçuğu gösterirken saldırı ekibiyle buluştular ve onlarla beraber baskın yapacakları yerin birkaç blok ötesine iniş yaptılar.

Çavuş Alev arabasından inmiş adamlarını takımlara ayırmaya başlamıştı bile. “Alfa takımı, benimle birlikte ön kapıdan girecek, Beta ekibi arka kapıdan, Charlie ise solda ki girişten girecek.” diyordu önündeki elektronik haritaya bakarak. “Delta takımı, siz binanın çevresindeki bir blokluk alanın kontrol altına alınmasını koordine edeceksiniz.” Her ekibin yanında bir siber ortak olduğunu gördü Kemal. “Hedefimiz bu adam” dedi Süper Beyin’in avucunun içinde dönüp duran tombul bir suratı göstererek “Ateşlerinize dikkat edin içeride patlayıcılar olabilir.” Sonra dönüp onlara baktı ve “Günaydın müfettiş.” Dedi. Sanki onlardan dışarıda kalmalarını istemeye hazırlanırmış gibi baktı bir an için.

“Mümkünse biz de sizinle birlikte ön kapıdan girmek istiyoruz Çavuş,” dedi Kemal, ona bir şey söyleme fırsatı vermeden.

Çavuş Alev onun çelik yeleğine düşünceli düşünceli baktı ve sonra “Pekala,” dedi “Tamam millet, silahlarınızı kontrol edin.” dedi ve tüm ekipler taramalı lazer tüfeklerini kontrol etmeye başladıktan sonra “Süper Beyin, başlayın.” dedi.

Tost Makinesi de dahil beş robot yan yana durup X ışınlarını açarak gözlerini hedef binaya diktiler. Bir an sonra ise durdular ve kafaları karışık ifadelerle birbirlerine baktılar. Robotlarla istediğinden çok daha fazla tecrübesi olan Kemal bir şeylerin ters olduğunu hemen anladı.

“Ne oldu?” diye sordu hemen.

“Binanın duvarları kurşun kaplı. X ışınları içinden geçmiyor.” diye cevap verdi Tost Makinesi.

“Isı görüşü deneyin,” dedi Alev canı sıkkın bir şekilde. Kemal sebebini anlayabiliyordu. Bu şekilde içerideki insanları görebileceklerdi ama robotları göremeyeceklerdi. Bir saniye sonra aralarındaki küçük elektronik haritada küçük ısı noktacıkları belirmeye başladı. Tam sayıları yaklaşık yirmiydi ve göremedikleri robotlarıyla beraber tehlikeli bir güçtüler. “Gidelim.”

Beş dakika sonra yerlerini aldılar ve Çavuş Alev telsize konuştu “Alfa takımı yerinde.” Ve buna cevaben diğer takımlar telsizden sırayla pozisyonlarını aldıklarını söylediler. Çavuş Alev gaz maskesini takınca robotlar hariç diğer herkeste aynı şeyi yaptı. Alev kapıdan içeri bir gaz bombası attı ve “Üç, iki, bir. Girin, girin, girin!”

Kemal, Alev’in hemen arkasından yanında Tost Makinesi ile içeri girdi ve çatışmanın tüm hızıyla başlamış olduğunu gördü. Anlaşılan ev sahipleri eşyaları kamyonlara dolduruyordu. Bu da ellerinin altında çeşit çeşit silah olduğu anlamına geliyordu. Onlarda nereden bulmuşlarsa polisler gibi akıllı kalkan kullanıyorlardı.

Eski model bir robot avuçlarının içine yerleştirilmiş alev makineleriyle Kemal’le Tost Makinesi’ne doğru ateşler saçarak koşmaya başladı. Eski modelin en belirgin kusurunu hemen hatırlayan Kemal lazer silahını çekti ve robotu ince boynundan vurdu. Robot kafasız halde silah ve bomba kutularının arasında alev saçarak koşmaya başladığında bunun pekte iyi bir fikir olmadığı anlaşıldı. Alev alan bazı kutular önlerine kalkan koymuş bazı kaçakçıların hemen arkasında patladı ve alevler onları anında yuttu.

Alev’in hemen yanından “İyi işti!” dediğini duydu Kemal.

“Bilerek yapmadım.” diye homurdandı Kemal.

“Eh birkaç tane daha böyle hata yaparsan buradan canlı kurtulmamızı garantilersin!” dedi ve o sırada tam önlerine çıkan bir diğer adamı lazer tüfeğiyle taradı.

Onlar konuşa dursun Tost Makinesi ellerinden çıkan lazerlerle etrafındaki bütün düşmanları seri bir şekilde yere seriyordu.

Çatışma başladığı kadar ani bir şekilde sona ermişti ki Kemal Alev’in uzaktan “Kaçıyor! Yakalayın!” diye bağırdığını duydu.

Sonra kutuların arasından tombul bir adamın kendisini görmeden kapılara doğru koştuğunu gördü. Suratı hemen tanıdı, bu adam Mehmet Tacir’di. Saklanan Kemal, Mehmet Tacir tam yanından geçerken yerinden çıktı, suratının ortasına bir dirsek attı ve onu yere devirdi.

Kemal burnu kanayan adamın sırtına dizini koydu ve “Tutuklusun pislik.” dedi.

***

Kemal, Mehmet Tacir’i sorgulamaya başlamadan önce Çavuş Alev’in adamlarının kutuları kamyonlardan indirip açmasını izlemeye karar verdi. Adamı kendi ofisinde bir sandalyede elleri arkadan kelepçelenmiş şekilde başında iki memurla birlikte bıraktı. Bu sayede hem adam onları beklerken terleyecekti hem de Kemal onunla konuşmak istediği zaman onun üzerinde kullanabilecek daha fazla koza sahip olacaktı. Böylece Çavuş Alev’den bazı adamlarına kutuları açtırmasını rica etti.

Kutuların içinde tabancalardan tutun da roket atarlara kadar her şey vardı. Elektro-Kazıklar, Polis Katilleri. Emre bütün mühimmatını bu pislikten almıştı.

Sonra üstünde hastane işareti olan birkaç kutu açtılar. Bu kutuların içinde organ hapları vardı. Hastane masraflarını karşılayamayacak kadar fakir ve çaresiz insanlara kara borsada çok daha ucuza olsa bile yine de bütün servetlerine mal olacak fiyatlarla satılan bu haplar tehlikeliydi ve bir çok ölüme sebep olmuştu. İçtikten sonra vitamin olduğunu fark ederseniz şanslı sayılırdınız. Ciğer için alınandan kalp, kalp için alınandan ise bağırsak çıkabiliyordu. Fare zehri ve benzeri tehlikelerden bahsetmeye gerek bile yoktu.

Çavuş Alev ve adamları her çıkan şeyle birlikte birbirlerini alkışlıyorlardı. Eh onların işi burada bitmişti. Kemal’in ise yakalaması gereken bir katil vardı.

Yeterince gördüğüne karar veren Kemal eline birkaç organ hapı, bir Elektro-Kazık ve bir polis katili kapsülü aldı ve arkasında Tost Makinesi’yle Mehmet Tacir’in ofisine gitti.

Haplar hariç diğerlerini adamın önünde ki masaya koydu ve konuştu. “Bugün şanslı gününüz Mehmet Bey.” dedi tiksintisini bastırıp normal bir sesle konuşmaya çalışarak.

“Bana pek öyle gelmedi.”

“Emre Şer adında bir adamı arıyoruz. Dışarıda gördüklerime bakılırsa bütün mühimmatını sizden almış gibi gözüküyor. Bunları,” dedi Kemal, Elektro-Kazık’la polis katilini gösterip “birden çok kez polisler üzerinde kullandı.” Mehmet’in yüzü beyazlaştı. Bu hem iyiydi hem kötü. Adam aptal değildi, konuşacaktı ama onların daha çok istediği bir şeyin bilgisine sahip olduğunu anlamıştı ve anlaşma isteyecekti.

“Dokunulmazlık…” diye başladı Mehmet Tacir ama Kemal elini kaldırıp hemen onu susturdu.

“Bu dışarıda gördüklerimden sonra imkansız Mehmet Bey.” dedi Kemal. Bu yağ tulumuyla kibarca konuşmak zorunda olmasından nefret ediyordu. “Organ hapları, silahlar, bilindik bir seri katille suç ortaklığı, polisle silahlı çatışmaya girmek ve tutuklamaya karşı direnmek. Bu koşullar altında alabileceğiniz en iyi şey ölüm cezasından kurtulmak olur.”

“Ya bana dokunulmazlığımı ver ya da buradan çık git.” dedi inatçı, aptal adam.

Kemal kapının önünde duran memura döndü ve “Bana bir yerlerden su bul.” dedi.

Memur bir an tereddüt ettikten sonra – onun amiri Çavuş Alev’di Kemal değil – koşarak gitti. Birkaç saniye sonra elinde bir şişe suyla Çavuş Alev geldi ve temkinli gözlerle Kemal’i izlemeye başladı.

Kemal, Tost Makinesi’ni dışarı yolladı ve Mehmet’e göstere göstere şişenin kapağını açtıktan sonra organ haplarını teker teker suyun içine atmaya başladı. “Hmmm, sanırım bu bir kalp hapı. Yoksa akciğer mi? Gerçi zehirde olabilir, tahmin yürütmek boşuna değil mi?” dedi sohbet eder gibi bir havayla Alev’e. Sonra suyu çalkalamaya başladı.

“Blöf yapıyorsunuz” dedi Mehmet. “diğer polislerin hepsi burada olduğumu biliyor. Ben ölürsem işiniz biter.”

Kemal kaba bir sesle kahkaha attı. “Sen bir polis katiline yardım ettikten sonra senin için kılını kıpırdatacak bir polis olduğuna inanıyor musun gerçekten? Bir de senin zeki olduğunu düşünmüştüm.”

“Bana kalsa gayette çatışmada ölmüş olabilir.” dedi Alev umursamaz bir omuz silkme hareketiyle beraber.

“Öldükten sonra birkaç kez vursak inandırıcı olur sanırım.” dedi Kemal kayıtsız bir sesle. Sonra şişenin ağzını açtı ve Mehmet’in burnunu tutup kafasını yukarı kaldırdıktan sonra şişeyi yavaş yavaş eğmeye başladı.

Mehmet boğuk bir sesle konuşmaya başladı “Dur! Dur lütfen! Bunu yapamazsın sen polissin! Dur, lütfen, tamam, konuşacağım! Konuşacağım!”

Kemal çekilmeden önce kafasını eğip ona baktı adamın titreyip ve ağladığını gördü. Kendinden tiksinen Kemal şişeyi masaya bıraktı ve “Konuş!” diye emretti sertçe.

Ofisten çıktığında Tost Makinesi’nin onu beklediğini gören Kemal onun yanına seğirtti. “Ne oldu?” diye sordu Şahin’e doğru yürürlerken.

“Bu sabah bir saldırı daha olmuş. İki ölü. Birisi soygun ihbarında bulunmuş. Hayır, o değil kontrol ettim.” dedi Kemal daha soramadan “İhbar geçen seferkiler gibi değil, gerçekten bir soygun varmış.”

“Şerefsiz telsizimizi dinliyor.” dedi Kemal. Dün arabası ve telsizleri dahil tüm ekipmanları kayıp olan Yusuf Bahtsız’la Yok Edici geldi birden aklına. Kemal’in iç güdüleri ona bunu kimseye söylememesini söylüyordu ama vicdanı buna el vermedi. “Gizli bir kanaldan herkesi uyar ve iletişim için farklı bir frekans kullanmalarını söyle. Telsizinden iki kanalı birden takip edebilir misin?”

Robot başıyla onayladıktan sonra. “Öyleyse yap. Ben de Emre’nin aldığı yeni silahları nereye getirttiğini öğrendim” dedi.

İkisi beraber Şahin’e bindiler. Kemal vites kutusunun üstünde küçük bir ekran görünce kaşlarını çatıp Tost Makinesi’ne baktı ve “Peki bu ne oluyor?” diye sordu.

“Bir görünmezlik tespit edici.” dedi Tost Makinesi.

Etkilenen Kemal “Peki çalışacak mı?” diye sordu. Tost Makinesi’nin yaptığını söylediği şeylerin çoğunluğunun iddia ettiği şekilde çalışmamak gibi bir eğilimi oluyordu.

“En zor kısmı bu kadar eski bir araca bu kadar teknolojik bir parça monte edebilmek oldu.” dedi, Kemal’i fark etmeden yine deli ederek.

Kemal homurdanarak anahtarını kontağa sokup çevirdi ve bir an arabanın çalışmadığını sandı. Sonra arabanın titremeyi bırakmadığını ve ibresinin her gaza basışında oynadığını fark etti. “Sessizlik motoru mu taktın?”

“Böylece artık bir Robobol sahasının iki ucundan birbirimizle konuşmaya çalışıyormuşuz gibi bağırmak zorunda kalmayacağız müfettiş.”

“Bir tane de kendine takamaman kötü olmuş.” dedi Kemal huysuz huysuz ve sonra arabayı kaldırıp kırsal alana doğru sürmeye başladı.

Birkaç inşaat alanı geçtikten sonra aradıkları eve geldiler. Küçük bir av kabinine benziyordu. Kemal, görünmezlik motorunu açtı ve Şahin’le evin arazisinin etrafında bir tur döndü. Küçük evin ön taraftan tek girişi, arkasında birkaç adım uzakta küçük bir ahırı ve onun yanında da ufak bir umumi tuvaleti vardı.

X ışınlarıyla eve bakan Tost Makinesi “Alan boş gözüküyor.” dedi.

Kemal görünmezlik ve sessizlik modüllerini açık bıraktı ve ön kapıyı görebilecek şekilde ağaçların arasına iniş yaptı. Emre daha yeni saldırdıysa büyük ihtimalle saklanmak için buraya dönüyor olmalıydı. Şimdi yapmaları gereken tek şey beklemekti. Yaklaşık bir saat geçtikten ve hiç bir şey elde edemedikten sonra Kemal oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. Tost Makinesi’yse hiç kıpırdamadan oturmaya devam ediyordu.

“Burada böyle boş boş oturmaktan kıçıma ağrılar girdi.” dedi Kemal.

“O bölgenizde her hangi bir problem göremiyorum.” dedi Tost Makinesi. Kafasını aşağı eğmiş X ışınlarıyla bakmaktaydı.

“Ne yapıyorsun sen sersem?” dedi Kemal sinirle, bir yandan yüzü kızararak. “Bunu bir daha sakın yapma!” Sonra derin bir nefes aldı ve “Sanırım burada boşu boşuna beklemek yerine evin gerçekten onun olup olmadığını doğrulamakta fayda var. Arama izni al.”

Sonra ikili Şahin’den inip kabinin ön kapısına gittiler. Tost Makinesi kilidi kolayca açtı. Kemal silahını çekti, binanın boş görünüyor olması öyle olduğu anlamına gelmezdi, arkasında siber ortağı karanlık kulübeye daldı. Kemal cebinden fenerini çıkartmaya uğraşırken Tost Makinesi sol işaret parmağını ileri uzattı ve ucundan çıkan ışıkla ortalığı aydınlattı.

Küçük kulübe yıllardır kullanılmamış gibi toz içinde olsa da yerde bazı taze ayak izleri vardı. Son zamanlarda birisi burada kalmıştı anlaşılan. Tavandan sarkan eski tarz ampulün ipini çekip yaktılar. Küçük kabin tek bir odadan oluşuyordu. Bir köşede ufak bir mutfak, diğer tarafta bir yer yatağı, tam ortada ise bir masa ve sandalye.

Kemal, Tost Makinesi’ne ahırı kontrol etmesini söyledikten sonra masaya gitti ve çekmecelerini karıştırdı. Burada Emre’nin artık kullanmadığı kimlik ve ehliyet gibi diğer belgeleri duruyordu. Masanın karşısındaki duvarda ise Gaze-Tablet’ler yapıştırılmıştı. Kendi suçlarını onur madalyalarıymışçasına duvara asmış sergiliyordu. Kemal zorlanarak da olsa öfkesini bastırmayı başardı. Doğru yerdeydiler. Önemli olan tek şey buydu.

Kemal önce kulübenin ışığını sonra da fenerini kapadı ve Tost Makinesi içeri geldiğinde ona da aynısını yapmasını söyledi. “Ahırda bir polis kruvazörü var. Kayıtlar Polis Katili’nin ilk kurbanlarının kullandığı araç olduğunu doğruluyor.” dedi Tost Makinesi.

Kemal tam ona bulundukları yeri karakola ve tüm birimlere bildirmesini söylemek için ağzını açmıştı ki kulübenin kapısı birden ardına açıldı ve içeri sırtında dürbünlü lazer tüfeği belinde lazer tabancasıyla Emre Şer girdi. Lanet herifin sessizlik modülü yüzünden geldiğini duyamamışlardı. Bir an için Kemal ve Emre birbirlerine ağzı açık bakakaldılar. Ve sonra ikisi de aynı anda tabancalarını çekti.

Emre kendini kapıdan dışarı ve yana atarken ateş etti. Bu kadar yol geldikten sonra polis katilleri tarafından delik deşik olmaya niyeti olmayan Kemal ve Tost Makinesi kendilerini yere atarken ateşe karşılık verdiler.

Emre evi yaylım ateşe tutarken polis katilleri duvarları delip geçiyor kalkmalarına izin vermiyordu. Onun uzaklaşan ayak seslerini duyan Kemal dişlerini sıktı.

“Bu sefer kaçamayacaksın!” diye bağırdı ve arabasının kumandasını çıkardı ve önce görünmezliğini kaldırdı sonra da hem kalkan hem de çağırma tuşlarına bastı. Hızla yaklaşan Şahin ince tahta duvardan hızla içeri girdi ve önlerinde durdu. Kemal ve Tost Makinesi hemen binip çoktan kalkış yapmış olan Polis Katili’nin peşine düştüler.

Onlar tam arkasından kaptırmış gelirken Emre’nin motosikleti birden görünmez oldu. Tost Makinesi cebinden Kemal’in telefüzyonunun kumandasını çıkardı, görünmezlik algılayıcıya doğru tuttu ve açma tuşuna bastı.

“…bugün Yukarı Sarkaç’ta hava yine açık olacakken Aşağı Sarkaç’ta yağış bekleniyor…”

Kemal görünmezlik algılayıcının üstüne sert bir yumruk indirdi. Ekrandaki görüntü titreşti ve değişti. Şimdi ekranda siyah beyaz renklerle önlerinde giden Emre görünüyordu.

Kemal arabanın telsizini aldı ve konuştu “Tüm birimlerin dikkatine. Aşağı Sarkaç, Karahindiba İnşaat alanındayız ve Emre Şer’i, diğer adıyla Polis Katili olarak bilinen şüpheliyi takip ediyoruz. Derhal destek gönderin. Şüpheli silahlı ve tehlikeli. Dikkatle yaklaşın.”

Emre motorunu bir sağa bir sola çevirip durduktan sonra sırf görünmezlikle onları atlatamayacağını anladı ve motorunu dimdik yukarı sürmeye başladı.

Dişlerini sıkan Kemal’de onu takip etti. Derken Şahin’in kaputu açıldı ve görüntüyü kapattı. “Lanet olsun!” dedi Kemal sinirle ve sonra görünmezlik algılayıcıdan Emre’nin birden dalışa geçtiğini gördü. Kemal’de arabayı beceriksizce dalışa geçirdi ve Şahin’in kaputu yarı yolda uçup gitti. Derken Emre birden sola dönüp bir inşaatın beşinci katına park etti. Kemal, motorun dönüş kabiliyetinden yoksun olan Şahin’i düzeltti ve direksiyonu sağa kırıp neredeyse tam bir tur dönüp inşaata, Emre’nin inmiş olduğu yere doğru sürdü.

Emre’nin dürbünlü lazer tüfeğini çekmiş hedef almakta olduğunu gören Kemal’in gözleri telaşla kocaman açıldı “Hassiktir!” diye bağırdı ve Emre ateş ederken direksiyonu kırdı. Araba döne döne gidip Emre’nin motorunun üstüne çakılırken Polis Katil’i atlayıp yana kaçtı. Şahin, Kemal’in dehşet çığlıkları eşliğinde altında motosiklet, kıvılcımlar çıkararak ve kayarak ileriye doğru gitmeye devam etti. Şahin’in burnu inşaatın diğer tarafından tehlikeli bir şekilde aşağı eğrilirken motosiklet yere çakıldı. Sonra her yer karardı.

***

“Uyanın müfettiş. Uyanmalısınız. Uyan seni aptal maymun!”

Kemal, Tost Makinesi’nin dürtüklemeleri eşliğinde gözlerini açtı. Kısa bir an için kendinden geçmişti anlaşılan. “Ne dedin, ne dedin?” diye sordu Kemal. Başının nasıl döndüğüne bakılırsa kafasını kötü vurmuş olmalıydı.

“Uyanmanız gerektiğini.” dedi Tost Makinesi istifini hiç bozmadan.

“Ne zamandır baygınım?”

“Bir dakika on dört saniye.”

Kemal sonunda kendine geldi ve önündeki manzarayı görünce panikledi. Arabanın burnu aşağı sarkıyor, tehlikeli bir biçimde sallanıyordu ve çarpışma sonucu bütün modüller kapanmıştı. Düşüşten sağ kurtulmalarını sağlayacak bir kalkanları yoktu. Telaşla kapısını açmayı denedi ama çelik bir sütuna denk gelen kapısı açılmıyordu. “Hemen buradan çıkmalıyız! Çabuk hadi. Yardım çağırdın mı?” dedi telaşla.

“Evet müfettiş.” dedi Tost Makinesi ve sonra kendi tarafındaki kapıyı fazla zorlanmadan açtı. “Bacağım sıkışmış durumda.” dedi durum için uygunsuz kaçacak kadar telaşsız bir ses tonuyla.

Kemal ve Tost Makinesi torpido gözünü kaldırmayı deneyip başarısız oldular. Kemal, siber ortağına acıyarak baktı. “Yardım gelene kadar burada kalacaksın anlaşılan. Bagajda biraz ip vardı onunla arabayı… her hangi bir şeye bağlamaya çalışayım.” Bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikri olmadığı gerçeğini kendine saklamaya karar verdi. Araba sallandığı için yavaşça emekleyerek arka koltuğa geçti ve hemen Tost Makinesi’nin arkasındaki kapıyı açtı.

Daha inmeye bir fırsat bulamadan göz ucuyla Emre’nin koşarak gelip arabaya bir omuz attığını gördü Kemal ve araba boşluğa doğru eğilmeye başladı. Kemal elini beline attı, lazer silahını kaza sırasında kaybetmiş olduğunu fark edip bir küfür bastı ve oyalanmadan Revolver’ini çıkarıp kendini arabadan dışarı attı. O dışarı çıkar çıkmaz araba içinde Tost Makinesi’yle beraber aşağı uçtu.

Kemal çabucak ayağa kalktı, silahını Emre’ye doğrulttu ve üç el ateş etti. Onun arabadan çıktığını sonradan fark eden, gafil avlanan Emre’yse sadece bir el ateş etti.

Kemal’in ilk mermisi onun ileri doğru uzatmış olduğu silah tutan kolunu boydan boya yarıp omzuna, ikincisi boğazına ve üçüncüsü ise alnının ortasına isabet etti.

Emre’nin polis katili ise Kemal’in sol tarafını sıyırıp geçmiş ama yine de geniş bir yara açmış ve itiş gücüyle onu arkaya doğru sendeletmişti. Kemal’in ayakları inşaat alanının kenarından kaydı ve beşinci kattan aşağı doğru düşmeye başladı.

Sonra birden bir şey onu paltosunun yakasının arkasından yakaladı ve Kemal havada bir sağa bir sola sallanmaya başladı. Kafasını kaldırıp baktığında Tost Makinesi’nin bir eliyle duvardan çıkan bir çelik bir çubuğa tutunmuş diğeriyle de onu yakalamış olduğunu gördü şaşkınlıkla. Bacaklarından ise sadece bir tanesi vardı.

“Öldüğünü sandım.” dedi Kemal Tost Makinesi’ne şaşkın şaşkın.

“Araba aşağı doğru düşmeye başladığında hesaplarım bana bacağımı arkada bırakmanın kabul edilebilir bir kayıp olduğunu söyledi.” dedi, her zamanki o durağan sesiyle.

Kemal kafasını çevirip dört kat aşağılarına ters bir şekilde düşmüş ve yanmakta olan Şahin’e baktı. Çılgınca bir an için aklına bagajdaki takım elbisesi geldi. Kafasını sahiden de kötü vurmuş olmalıydı.

“Eh bacağın için üzgünüm.”

“Hesaplarım bana o arabadan sadece bir bacak kaybederek çıkmış olmamızın bir mucize olduğunu söylüyor.”

Tam yaklaşan siren sesleri duymaya başlamışlardı ki emektar Şahin infilak etti.

“Arabanız için üzgünüm.”

“Eh bize iyi hizmet etti. Belki de gitme vakti gelmişti artık.”

“Umarım daha iyi bir arabanız olur müfettiş.”

“Hıh! Bana verdikleri maaşla masrafını karşılayabileceğim tek şey bir uçan halı!”

“Uçan bir halı bulabilme ihtimalimiz…”

~ Son ~

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *