Öykü

Sarm’ın Sonu

“Hayır” dedi süslü giysiler içerisindeki adam. “Bizler Sarm’ın iyi insanlarıyız kötüleri değil. Bizler uygar ve efsunlu olanlarız Barbarları değil. İşte bu yüzden bizler bizzat Sarm tarafından korunuyoruz. Hazırlıklarımız ise sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi karşı tarafı imha etmek için.” Diğer adam tartışmak istemiyordu.

“Bizim bilim insanlarına güvenimiz tam ama ya bir hata olursa…”

“Öyle bir şey mümkün değil Saygıdeğer Taziral.” Astlarına ismiyle hitap etmenin onların gönlünü kazanmak için iyi bir yol olduğunu yıllar önce öğrenmişti. Aslında Taziral ast sayılmazdı. Yüz yılda bir geldiğine inanılan seçkin kişiydi. Bu durum aklına gelince durumu toparlamaya çalıştı. “Siz koca kıtanın yetiştirdiği en büyük değerlerden birisiniz. Sizin sözleriniz bize altın değerindedir ama bu projeyi durdurmanızı istemiyorum” dedi.

Sarm, yıldız sisteminin üzerinde hayat olan ve bir uygarlığa beşiklik eden kaya gezegenlerinden biriydi. Koca gezegende iki büyük kıta vardı; Güney ve kuzey. Neredeyse ikisi eşit büyüklüğe sahipti. Milyonlarca yıldır dönüp duran gezegenin iki büyük kara parçası kocaman bir denizle birbirinden ayrılıyordu. İki kıtanın halkı yüzyıllarca birbirinden habersiz yaşadıktan sonra birbirlerinin farkına varmışlardı. Ardından iletişim kurmayı başlamışlardı. Ama çoğu gezegen yurttaşının dediği gibi keşke kurmamış olsalardı. Aralarında sadece düşmanlıklar vardı. Zengin Güney Kıtası yoksul kuzeyi kendisine ayak bağı görüyordu. Barbar ve saldırgan bir komşu olduğunu düşünüyorlardı. Yoksul kuzey ise inandıkları Yaradan’ın kendilerine zenginlik olarak sadece Güney kıtayı verdiklerine inanıyorlardı. Yapmaları gereken tek şey gidip oradan almaktan ibaretti. Ama bunun o kadar kolay olmadığını anlamaları kan ter ve gözyaşına mal olmuştu.

“Bugün bu sorun kökünden çözülecek. Sonra biz onlara medeniyeti öğreteceğiz. Her şeye yeniden başlayacaklar. Bizim gözetimimizde uygar birer Sarm’lı olacaklar. İşte o zaman bu dünyaya huzur ve güven gelecek”

“Bunun çok tehlikeli olduğunu biliyorsunuz değil mi?” dedi Taziral. Düşünceliydi.

“Maddenin özüne indik. Bu özde büyük bir enerjinin olduğunu gördük. Şimdi o enerjiyi açığa çıkarmak için bu özü parçalamayı düşünüyoruz.”

“Peki bunun sonuçlarını iyice düşündünüz mü? Yuvamız olan Sarm gezegeni kendisine ait parçaların en küçüğünün daha da parçalanmasına kızmaz mı?”

“Üstelik bu işi daha önce denedik mi?” dedi toplantıya katılanlardan bir başkası.

“Hayır” dedi süslü elbiseler içindeki Güney Kıtasının Başkanı. “Denemedik ama sonuçlarından o kadar eminiz ki. Denemeye gerek bile duymadık.” Taziral başını salladı. Bu durumdan memnun olmadığı açıkça belliydi.

“Peki” dedi ne zaman harekete geçeceksiniz”

“Bu öğle saatinde” Dinleyenlerin şaşkın bakışlarına aldırmadan hatta gizli bir gurur duygusuyla sözlerine devam etti. “Birer araca yüklenmiş tam beş aygıtımız var. Tam öğle saatinde beşi de patlatılacak.” Gülümsemesi yüzüne iyice yayılmıştı. “Bu araçlar neler, ne zaman gitti, kimler götürdü diye sormayın. Üstelik siz sormadan ben söyleyeyim sivillerin olduğu yerde değil askeri birimlerde bu iş gerçekleşecek. Askeri tesisleri yok olan Kuzey kıtası teslim olmaya mecbur kalacak.” Söyledikleri makul gözüküyordu. Toplantıya katılanların söyleyecek sözleri kalmamıştı. Kafalarını sallamakla yetindiler. Taziral söz almak için hafifçe gırtlağını temizledi.

“Bir uzman bir danışman olarak benden istediğiniz başka bir görev var mı?” dediğinde

“Git evinde huzur içinde otur. Kahveni çayını yudumla. Ve gözün Güney kıtasında olsun. Beş güçlü ışık kanlı savaşların sürekli olduğu bir dönemin sonu, barış içinde kardeşçe yaşayacağımız yeni bir dönemin başlangıcı olacak” dedi.

“Umarım Sarm bizim ne yapmak istediğimizi anlar. Umarım bir kıyamete yol açmayız” dedi mırıldanır gibi. Ama söylediklerini kendisinden başka kimse duymamıştı.

Kıtasını seviyordu yüz yıllardır var etmeye çalıştıkları uygarlıklarını da. Kendilerine ışık ve hayat veren yıldızlarından çok uzak olmalarına rağmen kalkınmışlardı, gelişmişlerdi. Yurttaşlarının huzur ve mutluluk içinde olduğu bir Kıta olmuştu Güney Kıtası. Bir de şu yoksul kuzeyle olan didişmeleri olmasa. Bu sorun o kadar vakitlerini ve enerjilerini alıyordu. Bunda dinlerinin büyük etkisi vardı. Kutsal Metinlerde “Yukarı bakmayın” emri vardı. “Eğer siz yukarıya bakarsanız oradan gelecek tehlikeleri kabul etmişsiniz demektir” diye devam ediyordu. Bu yüzden kendilerine verilenlerle yetiniyor kafalarını kaldırıp gökyüzüne bakmıyorlardı. Bilge Taziral dışarı çıktıktan sonra yardımcılarından biri Başkan’a yaklaştı.

“Yüce Efendim, Taziral’in sapkınlıklara karıştığıyla ilgili kuvvetli kuşkularımız var” dediğinde Başkan alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Biliyorum. Şu Kuzey kıtası işini bitirdikten sonra sıra O’na da gelecek” dedi.

Taziral, Kıtasına ve gezegenine uzun yıllar hizmet etmiş bilgeydi. Ve öyle rastgele biri değildi. Her yüz yılda bir dünyaya gelen seçkinlerden biriydi. Bu yüzden iyi bir eğitim almıştı. Ona verilen ve güney kutbunun yakınlarında büyük bir konutu vardı. Bilimin ve dinin bilgesinin bu konutta çalışmalarına devam ettiğini biliyorlardı. Bilmedikleri Kutsal metinlerin aksine gözünün yukarıda gökyüzü ve ötesinde olduğuydu. Eve geldiğinde gezegenlerine soluk kırmızı bir hava veren güneş batmıştı. Kendisini eşi karşıladı.

“Bir şey yapabildin mi?” dedi. Adam başını olumsuzca salladı.

“Çok heyecanlılar ve bu işi kökünden bitirmek istiyorlar ve sonuçlarının ne olacağı konusunda hiçbir fikirleri yok.”

“O zaman aylardır üzerinde çalıştığımız projeyi gerçekleştireceksin öyle mi?” dedi kadın pişmanlık dolu bir sesle.

“Her şey hazır. Hepimiz yok olacağımıza iki kişi kurtulsun bari” dedi. Bir dakika suskunluk oldu ardından adam devam etti.

“Varsın biz karamsar olalım ve o hesaplamalarımız boş çıksın. Yine de iki kişiyi komşu dünyaya Cuna’ya göndermek bile başlı başına bir başarı.” İçeriye girdiler.

Evin Kuzeye bakan güzel bir terası vardı. Taziral ve eşi rahat sandalyelerine oturmuşlar yaklaşan olayları izlemeye çalışıyorlardı. Konutlarının en üst katında olduğu için evi çepeçevre kuşatan orman ayaklarının altındaydı. Ormanın ötesinde güzel bir göl, parıldayan solgun kırmızı güneşin ışıklarıyla yıkanıyordu. Kadın hemen arkalarında duvarda asılı olan saate baktı.

“Az kaldı” dedi Adam karısının yüzüne gülümseyerek. Yaşadıkları anı belki de yaşayacakları son anmış gibi yudumluyorlardı. O ara yardımcıları olan kadın göründü. Arkasında uzun elbisesiyle orta yaşlı, uzun boylu bir adam vardı. Adam terasın girişinde selam verdi.

“Beyefendi Polis Müdürü olduğunu söylüyor” dedi yardımcı kadın. Kendisi geniş terası rahat adımlarla geçerken beraber geldikleri iri kıyım iki kişi -ki onlarında polis olduğunu anlamak çok kolaydı- geride kapının hemen yanında durmuşlardı.

“Efendim, her ne kadar bu görevi istemediysem de” dedi. Taziral, adamın sözünü keserek. “Biraz bekleyin tarihi bir anı yaşıyoruz” dedi. Polis Müdürü, ne olduğunu anlamamıştı. Rahat koltuğunda oturan kadın aradaki boş koltuğu işaret ederek

“Buyurun, görevinizi yapacaksınız ama” eliyle uzakta yükselen bir tepeyi göstererek, “Önce beraber izleyelim” dedi. Adam bir an tereddüt etse de öneriyi kabul etti ve rahat koltuğa gömüldü.

Kadının gösterdiği yönde kilometrelerce uzakta alevler belirdi. Birkaç saniye sonra tepenin üzerinden uzun bir nesne belirdi. “Tanıştırayım bu “Mutu” dedi. “Kızımı ve kocasını Cuna’ya götürecek araç. Üzerinde uzun zamandır çalıştığımız projemiz” Kapının yanında bekleyen iki adam telaşlandı. İnce uzun araç kızıl gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. Polis müdürü oturduğu yerden hiddetle doğruldu. Bir adama baktı bir kadına.

“Neler oluyor” dedi. “Yasak Gökyüzünün ötesine geçmeye çalışıyorsunuz. Bu Kutsal Metinlere açıkça karşı çıkmaktır.” Adam hafif gülümsemeyle

“Bizim kızımız ve onun eşi olan bir oğlumuz uzağa gidiyor” Şimdi kadında yerinden kalkmıştı.

“Nereye gideceklerini zannediyorlar” dedi Polis Müdürü. Bu yasağı kutsal metinlere koyan güç, cesaret edenleri de cezalandıracaktır.”

“Uzaktaki komşu dünyaya, Cuna’ya” dedi. “Orada hayat olduğuna dair kuvvetli delillerimiz var. Bu yeni evli çift kendilerine bizlerden uzak yeni bir başlangıç yapacaklar. Şartlar uygunsa ve hayatta kalırlarsa bize haber verecekler.”

“Ama daha önemlisi bir çılgının başımıza sardığı ve az sonra yaşayacağımız felaketten kaçıyorlar” dedi Taziral’in eşi.

“Ne felaketi biz büyük bir zafere hazırlanıyoruz.” Geride duran iki adam yaklaştı.

“Kutsal Metinlere karşı çıkmak, kendi başınıza kararlar verip bunu Güney Kıtası Hükümetine bildirmemek, Kıtanın kaynaklarını bilinmeyen işler için heba etmek.” Adam durdu. “Daha saymamı ister misiniz? Suçunuzun sabit ve adil bir şekilde yargılanacaksınız. Yasaya ve yasa temsilcisi olan bizlere direnmezsiniz umarım” dedi biri. Diğeri,

“Üstelik hiçbir seçilmiş kişi sizin gibi hain çıkmadı” diğeri söze girmişti. Taziral, söyleyecek çok sözü olmasına rağmen bir cevap vermeden parmaklarıyla bir dakika işareti yaptı. “Vakit Geldi” dedi. Bakışlarını Kuzeye çevirdi.

Bir dakika sonrasında Gezegenin Kuzeyinde büyük bir ışık parlaması oldu. Gözleri kamaştıracak kadar güçlü parlamayı an içerisinde diğerleri izledi. Ardından bir sessizlik kapladı tüm gezegeni.

“Neler oluyor?” dedi Polis Müdürü.

“Tebrik ederim, Kuzey Kıtasının işini bitirdiniz” dedi kadın.

“Ve bütün bu gezegenin” diyerek eşinin sözlerini tamamladı Bilge Taziral. Ağır adımlarla terastan evin girişine yöneldiklerinde “Güzelim dünyamız Sarm, kırmızı bir ceset olacak. Nefes alan bir hayatın olmadığı kıpkızıl bir çöl olacak.” Durdu, olanları metanetle karşılayacak cesareti olmalıydı. “Son anlarınızı en iyi şekilde değerlendirin” dedi Polis Müdürüne. Eşinin elinden tuttu koltuklara tekrar oturdular. Elele tutuştular. Bakışları birbirine kenetlendi. Sarm yitti, yaklaşan kıyamet her şeyi sildi götürdü. Hatta bütün evren silindi. Her şeyi götürecek olan şok dalgasını metanetle beklemeye başladılar.

* * *

Böyle bir projede olmak yeni evli çiftin hoşuna gitmişti. Maada, ivmenin etkisiyle koltuğuna yapışmış gibiydi. Yine de güçlükle kafasını çevirip yanındaki koltukta oturan Vahav’a baktı. “Birazdan Sarm’ın çekiminden kurtulacağız ve uzun yolumuza başlayacağız.

“Derin uyku zamanı” dedi genç kadın. Yerçekimsiz ortamda koltuklarının bağını çözdü. Havada yüzer gibi hareket ediyordu. “Şimdiye kadar işler planlandığı gibi gitti” dedi Maada. Yerden kazanmak için dar bir kapsülde bulunuyorlardı. Genç kadın kocası Maada’ya bakarak “Yuvamız Sarm’a bir kere daha bakalım” dedi. Aylardır gizli gizli aldıkları eğitimin faydasını görüyorlardı. Maada, sanki bu araçta doğmuş gibi rahattı. Aracın burnunu Sarm’a çevirdiler. Yuvalarına son bir kere bakmak istediler.

Uzaklarda parıldayan güneşlerinin kızıl ışıkları altında izlediler gezegenlerini. Burası onların yuvasıydı. Sarm zaten yuva demek değil miydi?

“Programın gerisinde kalmayalım” dedi Maada. Kendilerini uzun ve rahat bir uykuya hazırlayacak olan kabinlere yönelmek üzereydiler. Birden Vahav bir çığlık attı. Eşinin elini tuttu ve onu kabinin tek penceresine yöneltti.

“Aşağıda bir şeyler oluyor” dedi. Baktıklarında önce beş parlak ışık sonra beş büyük patlama gördüler Kuzey Kıtasında. Kilometrelerce yüksekten bile görülebilecek mantarlar oluştu. Birbirine girerek büyüyen şok dalgaları geldi peşinden. Vahşi bir güzellikle suya atılan taşlar gibi birbirlerinin içinden geçtiler. Çevreye gözle takibinin zor olduğu bir hızla yayıldılar bütün gezegenin yüzeyinde. Kendilerini durduracak bir engel olmadığı için önlerinde ne varsa yıkıp geçiyorlardı. “Ne yaptık biz” dedi genç kadın” Maada, daha gerçekçiydi. Eşinin elini tuttu. Gözlerindeki yaşlara aldırmadan kabine soktu. Uyku işlemini başlattı. Kendisi de gerekli hesaplamaları yapmaya başladı. Birkaç dakika içerisinde Mutu’nun burnu yavaşça uzakta henüz seçilemeyen Cuna’ya dönmüştü. Kendisi de kabine girdi ve işlemi başlattı.

Vahav, sarsıntılarla uyandı. Neler olduğunu anlamaya çalıştı ama önce kendisinin içinde bulunduğu bu kabinden çıkması gerekiyordu. Çok uzun zamandır yatmaktan dolayı kasları zayıflamıştı. Kollarında derman kalmayasıya kadar zorladı ama kapak açılmıyordu. Dışarıdan gelen sarsıntılar hiç durmadan sürüyordu. Üzerinde düşme ivmesi vardı. Bu da hareket etmesini çok zorluyordu. Tam ‘yolun sonuna geldik galiba’ diyecekken kapak açıldı. Kocasını karşısında görmek mutlu etmişti genç gelini.

“Neler oluyor” dedi korku dolu bir sesle.

“Sanırım geldik” dedi Maada. Hem de vaktinden bir hayli önce” Bu sarsıntılar ne dediğinde

“Düşüyoruz” dedi. Mutu’nun duvarlarına ellerini dokunduğunda çok fazla ısındığını görmüşlerdi. “Yer giysilerimizi giyelim” dediğinde sesler ve sarsıntılar dayanılmaz bir hal almıştı. İkisinde de telaş başlamıştı. Onca yolu aştıktan sonra Cuna’nın atmosferinde yanmak kara mizah olmalıydı. Ne kadar süre geçtiği konusunda bir fikirleri yoktu. Geride nasıl bir dünya bıraktıklarını hiç bilmiyorlardı. Yine de hayatta kalma güdüsü ağır basmıştı.

“Mutu daha fazla dayanamayacak, parçalanacak” dedi Vahav. Ayakta durmanın bile çok zor olduğu bir ortamda giydiler giysilerini ve kendileri için hazırlanan küçük, şeffaf, küresel kabinlere girdiler.

“Hazır mısın” dedi Maada. Genç karısında olumlu işareti görünce Mutu’nun kapısını açtı. Bir anda parlak bir ışık ve geldiklerinin aksine mavi bir gökyüzü gözlerini kamaştırdı. Bir saniye sonrasında kapı parçalandı. Düşmenin ivmesi o kadar güçlüydü ki Mutu cıvatalarından perçinlerinden dağılmaya başlamıştı. Maada, aşağıya baktığında düz bir yere doğru iyice yaklaştıklarını görmüştü. “Şimdi” dedi ve karısını araçtan itti. Koruyucu giysi ve içindeki Vahav savruldu. Hemen peşinden kendini boşluğa bıraktı.

Ancak akşamüzeri bir araya gelebildiler. Vahav babasının ileri görüşlülüğüne bir kere daha hayran kalmıştı. Atmosferin kendileri için uygun olduğunu anladıklarında giysilere de gereksinimleri kalmamıştı. Kızıl bir dünyadan Mavi bir dünyaya gelmişlerdi. Mutu’nun enkazını bulma işi sonraya kalmıştı. Birden çevrelerinde kendileri gibi iki ayak üzerinde yürüyen canlılar gördüler. Pek saldırgan tiplere benzemiyorlardı. Üstelik kendilerinin gökyüzünden geldiklerini görmüşlerdi. Birkaç adım yaklaşma cesareti olanlar önlerinde eğiliyorlardı. Bazıları daha ileri gidip ellerini ve yüzlerini toprağa sürüyorlardı. Yeni hayatları bu gezegende olacaktı.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Çok ama çok güzel bir hikayeydi…
    Eleştireceğim birkaç şey var tabii fakat odaklanmanın bu kadar güç olduğu bir devirde, bir insanın bütün dikkatini bir metin üzerinde toplayabilmesini sağlamak belli başlı bir güç gerektirir, siz de bunu, metninizi en başından giderek düzenli bir şekilde yükselen dalgalar halinde yazarak başardınız.
    Eleştireceğim bir şey şu ki, ikilinin dünyaya gidiyor olduğunu tahmin etmem hiç de zor olmadı yani aslında hikaye o yeni evli çiftin pencereden yok olan gezegenlerini izlediği sahne ile bitse gayet güzel olabilirdi.
    Emeğinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Tugrul_Sultanzade Avatar for azizhayri