Öykü

Simurg u Ankâ

I.

Yaşa ve yaşat dedi

Allah, karanlığın ortasında

Hiçlikten yarattı Simurg u Anka

Melekler vardı yanında

 

Sordular “Nedir diye?”

Biz yetmez miyiz kulluğa

İnsanı yaratınca

da, ormuşlardı O’na

 

Cevaplamalı onları

Hesap vermezdi kimseye

Çabalamazdı yok yere

Karşı gelinmezdi emr’e

 

Yine de karşılık verdi

onlara, ve dedi ki;

Gaybı bilemez kimse,

Bizim dışımızda kims’

 

Onu yarattım külden

Harlı ateşin yaktığı

Karanlığın içinden

Var ettim si renkten

 

Kudretimin her şeye

yettiği gibi,

Meleklerden güzelini var ettik

Sona bırakıp ona,

Kıymet biçtik

 

O bir yol gösterici

O bir çözümleyici

Saltanat-ı Kuşiyân

Her şeyi görüp duyan

 

İşte bundan var ettik

onu, insandan sonra

Göndereceğiz Arz’a

Mekânına Kâf Dağı’na

 

Çevirdik dağla Arz’ı

Göndermeden Anka’yı

Yaşayacak orada

Kanat çırpacak semâda

 

Ona ölüm olmayacak

Fâni erişemeyecek

Küllerinden doğacak

Ebediyete kadar

 

Bir kılıç vereceğiz

Teslim etmesi için

Kulumuz Süleyman’a

Geri gelecek ona

 

İşte böyle yazdım bu

dâsitani, kim adım Mâhi

II.

Başlangıçta ne söz vardı ne ışık. Ses de yoktu, yalnızca göz alabildiğine karanlık. “Yaşa” diyen bir fısıltı duyuldu. Sonra Allah’ın iradesiyle küllerin içinden, olması buyrulan oldu. Harları sönen ateşin külünden Simurg u Anka doğdu.

Simurg u Anka’nın ateşti temeli, ondan sonra da küldü. Yananı ve söneni tek varlıkla birleştiriyordu onun bedeni. Öldüğünde de döneceği yerdi külleri. Ancak bunu şimdilik bilmiyordu ne kimse ne de kendisi.

III.

Benem ol sihr-şîve şâ’ir kim

Hâme itdüm zebân-ı su’bânı

Fehîm-i Kadîm

Allah, Simurg u Anka’yı yaratırken, öte yanda da Şeytan uzaktan onları izliyordu. Cennetten kovulmasına ve karanlıkla, yedi kat yerlere mahkum edilmesine rağmen oraya kadar gizlice girmiş ve Simurg u Anka’nın varoluşunu izliyordu. Karanlığın ve hiçliğin ortasında karanlığın içine girmişti. Karanlığın ta kendisi olmuştu.

Ancak bu yaptıklarıyla sadece kendisini kandırabilirdi. Zira Allah her şeyi görüp, bilendi. Onun varoluşunun ve bilincinin kuvveti, fâni olanların anlayamayacağı cinstendi. Yine de ona dokunmuyordu çünkü gördüğü geleceğe engel olmayacaktı.

Ve böylece Şeytan cennetten çıktı. Şahit oldukları elbette içindeki kinin alevini harladıkça harlıyordu. Bu öfkeyi de cebine koyarak yeraltına indi. Allah’ın onu sürdüğü yere, karısı Lilith’in yanına. Yeni yaratılmış, yeni depremlerle doğan Dünya’nın yeraltında, zifiri karanlıkta yaşıyorlardı. Ancak o ve karısı görüyordu. Lilith de Adem’in ilk eşiydi, tam anlamıyla eşiydi. Onun dengiydi, Allah ikisini de ham topraktan yaratmıştı. Lilith ise onunla eşit kabul edilmek istemişti, birleşirken bile Adem ona üstünlük tasladığında bunun imkânsız olduğunu anladı ve baş kaldırdı. Önce Adem’e isyan etti, ardından da Allah’ın sesli bir şekilde söylenmesi yasaklı yüzüncü adını söyledi. Bu da onun sonu oldu, cennetten kovulup Dünya’ya ilk atılan oldu. Dünya’da yüzyıllarca başıboş, virâne dolaştıktan sonra Şeytan onu buldu. Lilith onun için Adem’den alacağı intikamının ilk adımıydı. Allah kendisinden Adem’e secde etmesini istediğinde ve secde etmediğinde cennetten kovulunca intikam yemini etmişti. Kendisi ateşten o da çamurdan yaratılmıştı, ateş çamuru kurutabilirken nasıl ona secde edecekti ki? Her kul diğeriyle eşit olmalıydı. Melekler ve cinler ve insanlar ve hayvanlar ve tüm âlem. Görünen ya da görünmeyen bütün âlem. Ama Allah, Adem’i üstün tutmuştu. Adem de üstünlük davasındaydı. Böyle bir reddi kaldıramazdı. İşte bu intikamın ilk adımı Lilith’i elde etmek olmuştu.

“Yeryüzünün bakire toprakları daha insan ayağı görmemişken buraya ayak basan, sen, kimsin?”

Lilith duralamıştı o zaman, cennetten kovulduğunda utanç nedir henüz bilmediğinden çırılçıplak bir hâlde yeryüzünün topraklarını arşınlıyordu. Üşüdüğünde ağaçlardan topladığı yapraklara sarınıyordu ama her zaman değil.

“Ben Lilith’im, A…” Adem’in karısı diyecek oldu ama vazgeçti. O ego deposu adamla artık bir bağı kalmamıştı. O yüzden sadece “Lilith, tek başına Lilith. Cennetten kovulup atıldım buraya, şimdi ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez hâlde geziyorum öylesine. Peki ya sen?” Dünya’da daha yalanı öğrenmemişti Şeytan’dan, o yüzden anlattı hikâyesini doğrudan.

“Şeytan’ım ben de, sırf babam evlatlarımı kayırıyor diye eşit tutulmak istedim ve kovuldum oradan. Uzun süredir Dünya’dayım.”

“Adem bahsetti senden bana. İlk gün, bedenine ruh üflenip ötekilerin önüne çıkınca bir tek sen karşı koymuşsun. Peki, neden?”

Şeytan gözlerini bir tarafa bir bu tarafa doğru oynatıp, çevresini süzer gibi baktı. Kadına doğru bir adım atıp, yüzünü ileriye doğru uzattı.

“Ben ateşim, hem de saf ateş. Hiçlik her yanı sarmışken onu aydınlatan özün bir parçasıyım. Peki sen ve kocan neydi?”

Lilith sinirle düzeltti.

“Eski kocam.”

Şeytan bu öfkeli düzeltme karşısında sadece gülümsedi. Karşısındakiyle ortak bir düşmanı olması onu sevindirmişti. Ortak hareket edebileceği birini bulduğuna dair inancı kuvvetlendi.

“Peki. Eski kocan. Siz çamurdunuz, oysa ateşin karşısında çamur kurur ve taş kesilir. Toprağın üstünde ateş yanmaya devam ederken, o altta yanar. Bu durumda siz nasıl benden üstün olurdunuz?”

“Ama sen de aynısını yapıyorsun, Adem gibi.” diye bir itirazda bulundu Lilith sakince. “Bir üstünlüğe yaslıyorsun sırtını ve ondan güç alarak haklılık davası güdüyorsun. Eğer eşitlik isteseydin benim gibi ya da tek derdin senin gibi kul olan birine secde etmemek olsaydı o zaman üstünlük davası gütmezdin.”

Şeytan bu akıl yürütme karşısında sinsice tısladı. Oysa o, Lilith’i kendisi gibi sanmıştı. Kadın ise başka şeylerden bahsediyordu. Eşitlik ne inandığı ne de elde etmeyi arzuladığı bir kavramdı. Onun tek istediği Adem’in yerine geçmekti, secde edilen olmak istiyordu.

“Ama bu Dünya’da var olan tek şey de sensin. Bomboş ve göz alabildiğine topraktan başka bir şey yok burada, o yüzden seninle geleceğim.”

İşte Şeytan’ın duymak istediği tek şey buydu. Üstelik bu cümlede bir zorunluluktan da bahsediliyordu, bu zorunluluk kalkmadıkça kadın kendisine bağlı kalacaktı. Onu o gün kendisiyle birlikte yeraltına çekti ve birlikte yedi kat yerin altında yaşamaya başladılar.

Onunla defalarca birlikte oldu ve yeraltını ikisinin ortak mahsulü olan iblislerle, lanetli eciş bücüş şeytan-insanlarla doldurdular. Şeytan, Lilith’i öylesine dönüştürmüştü ki binlerce, milyonlarca kez doğurabilirdi. Lilith ile birlikteyken Allah’ın yaptıklarını dönüştürebildiğini fark etti. Şimdi karanlığın dört bir yanını tuttuğu, yerin yedi kat altındaki evine indiğinde Lilith’i yataklarında uzanmış bir hâlde buldu. Çocuklarını toprağın altında her yana dağıtmışlardı. Onlar yeryüzüne çıkarak şeklini bozuyorlardı. Allah, artık yeryüzüne şekil vermişti ve her yerden dağlar, ağaçlar, okyanuslar yükseliyordu. Adem ve Havva’yı Dünya’ya göndermiş ve ilk günah işlenmişti. Adem elmanın tadını almıştı. Şeytan şehvetle Lilith’e yaklaşıp koynuna girdi.

“Allah, bugün yeni bir varlık daha yarattı. Simurg u Anka koydu adını ve onu türlü türlü göz alıcı renklerle donattı. Küllerinden doğacak ve ölümsüz olacak. Onun için bir dağ yükseltecek hem de, Dünyayı gözetip korusun diye.”

Lilith uzun parmaklarıyla saçlarını örüyordu. Duyduklarından sonra gözleri Şeytan’a kitlendi.

“Ne demek bu? Dünya’ya bir gardiyan mı gönderiyor? Eğer öyleyse vay halimize, evlatlarımız artık yeryüzünde bozgunculuk yapıp, şeklini bozamayacaklar.”

Şeytan, kadının çıplak kollarından tutup onu yan tarafına düşürdü ve yatağa sırtüstü yatmasını sağladı. Gözleri, kadının gözlerine büyülemek ister gibi yüksek bir aşkla bakıyordu ama gönlünde kesinlikle aşk’a yer yoktu.

“Bir çocuk daha yapabiliriz. Simurg u Anka denen o kuşa kafa tutacak ve onun dağlarını başına geçirecek bir çocuk. Onu dönüştürüp, eğitirim ve sonra yeryüzüne çıkar ki o kuşun dağını kafasına geçirsin.”

Böylece yüzyıllardır yaptıkları gibi bir kere daha seviştiler. Bu birliktelikten bir çocukları daha oldu, adını Sırastı koydular. Sırrı tutan ve vâkıf olan anlamında. Şeytan onu da dönüştürdü, tıpkı Simurg u Anka gibi uçabilen bir varlık olması için kanatlar yaptı lanetli çekiciyle. Taştan heykel oyar gibi pul oydu derisine. Ve kuyruk ekledi. Onunla işi bittiğinde yarattığı, ya da bozduğu şey, ne insandı ne de cin. Lilith koydu bu yeni türün adını: Ejderha.

IV.

Zaman, Dünyanın bomboş ovalarında esen bir rüzgâr geçip giderken yıllar birbirini kovaladı. Kabil o zamanlar Habil’i öldürmemişti, ikisi de daha bebekti. Lilith ve Şeytan’ın çocuğu Sırastı ise onlardan ayrı olarak her gün büyüyordu. Nihayetinde öyle bir gün geldi ki karanlıkta büyüyen Sırastı, yeryüzüne çıkacak denli kuvvetlendi ve annesinin kucağından serbest kalıp toprağın üzerinde yükseldi. O zaman neredeyse içgüdü denebilecek bir çabuklukla kanatlarını açmayı. Tıpkı Simurg u Anka gibiydi, onun boyutlarındaydı. Göğe yükselip de kanatlarını sonuna kadar açtığında kendisine bakanlar için Güneş sönüyordu. Toprağa inip, yere bastığında boyu 10 metreye yükseliyor ve yer adım attıkça ayaklarının altında çatırdıyordu. Dört ayak üzerinde durduğundan 10 metrelik boyu ancak enine bir şekilde görülüyor ve boynu her yere uzanıyordu. Pulları rengarenkti. Çeşitli renklerde göz alıcı bir şekilde parlıyordu, özellikle de Güneş’e doğru yükselirken. Yine de Simurg u Anka ile olan benzerliği de bundan ibaretti. Çünkü onda bakınca huzur veren bu renk cümbüşü, Sırastı’ya bakınca sadece huzursuzluk yaratıyordu. Elbette ki bu onun suçu değildi ama yaratılışı ve yaşadığı evrimi onu böyle yapmıştı.

Simurg u Anka ise o günlerde temelinde zümrütten yapılma dağına yerleşmişti. Burada yalnızdı, Allah’ın her an kendisini gözetlediğini biliyordu. Bir de aralarında iletişimi sağlayan Cebrail vardı. Uzun zamandır Allah’la doğrudan irtibat kurmak yerine Cebrail aracılığıyla mesajlarını iletiyordu. Yeryüzü uzun yüzyıllardır sakindi ve görünüşte bir bozulma yoktu. Yine de Simurg u Anka şu ana kadar bir sorun çıkmamasını, asla sorun çıkmayacak anlamına geldiğini zannetmiyordu. Kaf Dağı’nın doruklarına kurduğu yuvasında Dünya’da olup bitenden haberdardı ama Şeytan’ın ev sahibi olduğu yerin altını göremiyordu.

Sırastı yeryüzüne çıkıp da Güneş’i kilometreler boyu kapadığında Anka bunu gördü. Onun nereden çıktığını ya da kim olduğunu bilmiyordu ama Kaf Dağı’ndaki yuvasında doğruldu. Kanatlarını açabildiği kadar açıp kendini boşluğa bıraktı, dağın yarı beline kadar düşerken ilk çırpışını yaptı ve havalandı. Yeryüzünde geçtiği yerlerde gövdesi ve kanatlarının altında kalan yerleri gölgeye boğarken kısa süreli bir soğuk yaratıyordu. Bu yüzden oyalanmayacaktı, onun gövdesiyle Güneş’i birkaç saatliğine kapatması Dünya’nın iklimlerini dâhi bozabilirdi. İşte bu yüzden göklerde dolaşırken turlarını kısa keserdi ve zorunlu olmadıkça inmezdi. Sırastı’yı, Kaf Dağında otururken görmüştü görmesine ama gerçekte o ondan çok uzaktaydı. Yine de Anka’nın ona ulaşması kısa sürdü. Göğün doğusundan kendisine doğru kanat çırpmakta olan irice kuşu gören Sırastı oraya yöneldi.

İki korkunç ama rengarenk gövde göğü kapatmış, birbirlerine doğru son süratle uçarken kafa kafaya çarpıştı. Sırastı, Anka’nın gücüyle boy ölçüşemezdi çünkü ondaki kuvvet saftı, bozunarak oluşmamıştı. Anka, kanatlarını açarak güçlü rüzgârlar oluşturdu ve Sırastı’nın arkasında, savrulduğu yerde bir kapı açtı. Sırastı ilk başta kendini toplayıp, kaçmak istediyse de ondan kurtuldu. Bu kez Simurg u Anka onun üzerine gelerek kafasıyla gövdesine çarpıp onu kapıya itti ve arkasından da kendisi içeri giderek kapıyı kapattı. Böylece Dünya bu mücadelenin etkisinden uzak kalacaktı.

V.

Tamamen lâmekandaydılar. Tüm mekânlardan münezzeh, bomboş bir yer. Işık yok, karanlık yok, madde yok. Bilinen evrenin fiziki yasalarından muaf ve kendine has yasalara tabii apayrı bir evren.

“Sen de kimsin?” diye kükredi Simurg-u Anka, geçit kapısını arkasından kapatınca. Ejderha Sırastı, karşısında sürünerek ondan uzaklaştı ve bir köşede toplandı. Kendini toparladığına emin olunca iki ayağının üzerinde doğrulup aynı kükremeyle ona karşılık verdi.

“Sırastıyım ben, yeni bir türün ilk nüvesi ve Şeytan ile Lilith’in çocuğu. Aynı zamanda senin de tek hasmın.” Sırastı’nın yüzünde sırıtışa benzer bir gülümseme oluştu. “Şaşırdın mı? Hiçbir şey sana hasım olamaz zannediyordun değil mi, tıpkı Adem gibi eşitin yoktu. Hatta bırak eşiti, kudretine yaklaşabilecek bir şey bile yoktu. Ama ben buradayım Anka, etimle ve kemiğimle varım.”

Anka kahkaha attı.

“Sen de tıpkı Şeytan gibi düşünüyorsun, seni bozup yeryüzüne salarken epey uğraşmış, belli. Hayır, böyle bir düşünceye asla sahip olmadım, olmayacağım da. Beni yaratan Allah, kuşkusuz benden çok daha üstünlerine de can verip âleme salabilir. Ben hiçim.”

Az önce kapının olduğu yere kanatlarıyla tekrar dokunup aynı kapıyı bir kez daha oluşturdu.

“Ve senin yeni evin burası olacak. Mekânsızlığın içindeki bu mekânda kalacaksın.”

Kapıdan geçip giderken Sırastı’yı orada sırıtışı solmuş, öfkeden deliye dönmüş, etrafındaki boşluğa alev dolu nefesini savururken bırakıp Dünya’ya geri döndü. Kapıyı arkasından kapatarak Kaf Dağı’na doğru uçuşa geçti.

Yuvasına geri dönüp sükunetle yerleşti. Oradan yeryüzü de sessiz sakin görünüyordu.

Emrecan Doğan

13 Ağustos 1996’da İstanbul’da doğdum. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum. Daha önce Kayıp Rıhtım forumunda ve Aylık Öykü Seçkisi içerisinde yer aldım. Gölge E-Dergi, Bilimkurgu Kulübü, Genç Yazı ve Pejmürde Dergisi bünyesinde gerçekleştirilen Ortak Hikâye projesi gibi elektronik platformlarda ve basılı olarak da Adı Yok dergisinin 75. sayısında yazılarım yayımlandı. Yaklaşık olarak 12 yaşımdan beri yazıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Öykünün orijinali “Dâsitan-i Simurg u Anka” idi, neden değiştirildiğini anlamadım ama başlığı düzenledim. Umarım sorun değildir.

    Öyküyü okuyacaklar için de bu öykü bir mitolojinin taslağı. Tam olarak son hâli verilmemiş ve üstünde son kararlar kılınmamış bir taslak. Yine de paylaşmak istedim, çünkü aklımdaki düşsel dünyayı oluşturmak çok uzun sürecekti ben de ilk elden paylaşmak istedim. Yavaş yavaş şekillendirmeyi düşünüyorum.

  2. Ellerine sağlık. Özet olduğunu ortalara doğru kavradım. Çalışmanın bitmiş halini de görür okuruz umarım. Kolay gelsin. :blush::clap:

  3. Teşekkürler. :heart_eyes: Miti bitirmeye kararlıyım.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for EmrecanDogan Avatar for anon6571210