Öykü

Şişe

Orhan Duru’ya benzeş…

“Öf, yeter artık Mehmet emmi. Ya aç şunun kapağını da çıksın dışarı şu mendebur ya da sen şişeni al da çık buradan. Başımız şişti, söndü gözümüzün feri. Yeter yahu!”

Mehmet Ağa, Ali’nin Uzun İhsan’ına uzun uzadıya baktı. Oldum olası gıcık olmuştu İhsan’a, herkes gibi o da orada oturuyordu. Ne vardı sanki? Şişe’den çok ses geliyormuş da kafası şişmiş de bilmem ne. Sanki bilmiyordu Mehmet Ağa kendisine olan gıcıklığından yaptığına. Sandalyesinde iyice geriye yaslanarak parmaklarını masaya hafif tempoda vurdu. Şişeye baktı, gerçekten de içindeki çok hareketliydi, uzun süre de duracağa benzemiyordu.

“Ne olmuş? Çekip açsam şişenin mantarını, siz o zaman görürsünüz ilçenizin kaymakamını. Hayvan bu, hayvan. Ne laf dinler ne söz. Orada kendi kendine eğleniyor işte, hele bir çıksa neler olur neler.”

“Çıkmasa da bizim başımızı ütüler.”

Mehmet Ağa cevap vermeden şişeyi kaldırıp diklemesine durmasını sağladı. İçindeki kahverengiye çalan bir kızıl bulut halinde dönüp duruyor, dışarıdan bakıldığında kendisi asla görülmüyordu.

“Ben size bunu nasıl yakaladığımı anlattım mıydı?”

“He ya, 10-15 defaya anlattın. Bıktık, usandık.”

“O zaman bir kere daha anlatayım da 16 olsun, 16 iyidir.”

“E, biz dinledik. Aynı olayı kaç defa anlatıp duracaksın bize?”

“Olsun, sen dinledin. Kahve dinledi ama öyküyü okuyan dinlemedi. Hem öykünün olağanüstü olması için bunu dinlemeleri şart. Yoğusam alelade bir köy hikâyesine dönüverecek.”

“Ne?”

“Bırak da dinle. Geçen hafta yakaladım bunu, biliyorsun beni Pazartesileri hem ormanda gezerim hem de ağaç kesip, odunları Cuma pazarında satarım. O gün de pazartesiydi, gittim ki ormanın yarısına yakını kesilmiş ama her şey darmadağınık olmuş. Ağaçlar devrilmiş, yaprakları, yeşillikleri sökülmüş. İt oynamış yonca tarlası gibi olmuş ki ha işte o itte bu. Her yeri talan etmiş. Yanımdaki çantada da bu 70’lik şişesi. Baktım uzakta etrafında döne döne kasırga gibi dönüyor. Aramızda 120 adım ya var ya yok. Gözledim hemen onu orada. Baktım bana yaklaşıyor son hızla. Çıkardım şişeyi, açtım mantarını, koştum üstüne canavarın. O da bana geldi. Ortada bir yerde buluşuverdik. Şişenin kapağıyla ite ite, nefesimi çeke çeke soktum onu içeriye. Başladı orada da fırdolayı dönmeye. O gün bugündür hâlâ da döner. Ne bıktı ne de usandı. Bir de acayip acayip sesler çıkartıyor ki geceleri beni uyutmuyor kitapsız. Ya, işte böyle yakaladım ben bunu.”

“Kim sordu ki?” diye bağırdı Uzun İhsan sinir kriziyle.

“Birinin anlatması gerekiyordu.”

“Lan aç şunu da çıksın gitsin şu hayvanoğlu hayvan.”

Uzun İhsan kahveci Hasan ile kahvede oyun oynayanların ölgün bakışları arasında Mehmet emminin üzerine atlayıp şişeyi elinden almaya çalıştı. Sandalyenin devrilmesiyle herkes ayağa kalktı, onlar yere yuvarlandı. Yerde Uzun İhsanla Mehmet emmi boğuşurken kahveci Hasan kendine de bir bardak çay doldurdu. Sabah 8’den beri içtiği ilk bardak çayıydı. Kahvedeki herkes susarken boğuşanların sesleri sessizliği doldurdu.

“Bırak lan bırak!”

“Şişe benim yeğenim, ne bırakcam!”

En sonunda boğuşmadan Uzun İhsan galebe çalınca parmaklarının arasında kavradığı şişeyle ayağa kalktı.

“Ulan bir pazarımız var be! Mecbur muyum bu mendeburun gürültüsüne!”

Şişenin mantarını sanki şarap şişesi açar gibi açtı. Onun açmasıyla birlikte kahverengi bir kasırga dışarı fırladı. 5 saniye içinde kahvenin yarısını, 5 saniye sonra da kalan yarısını sildi süpürdü. Sonra da kahveden dışarı çıkarak köyün evlerine doğru yöneldi. Hem evlere gidiyor hem de yerden toz be toz kaldırıyordu. Her yerin her yerde olduğu kahve de-en azından ondan geriye kalanların içinde- Mehmet emmi tek başına kalmıştı. Ayağa kalkıp, üstünü başını silkeledi. Önce yerde gördüğü, Tazmanya canavarı Uzun İhsan’ı hiç edince yere düşüp kırılan, cam kırıklarına baktı. Sonra sessiz sessiz güldü, Değerli gibi. Sonra da giden canavarın arkasından köye doğru baktı, Allah yardımcıları olsun der gibi.

“Gördünüz mü şimdi ilçenin kaymakamını?”

Emrecan Doğan

13 Ağustos 1996’da İstanbul’da doğdum. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum. Daha önce Kayıp Rıhtım forumunda ve Aylık Öykü Seçkisi içerisinde yer aldım. Gölge E-Dergi, Bilimkurgu Kulübü, Genç Yazı ve Pejmürde Dergisi bünyesinde gerçekleştirilen Ortak Hikâye projesi gibi elektronik platformlarda ve basılı olarak da Adı Yok dergisinin 75. sayısında yazılarım yayımlandı. Yaklaşık olarak 12 yaşımdan beri yazıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for hilay hilay says:

    Ben çok eğlendim okurken. Oldukça samimi sıcak bir öykü ve bunu da bana çok iyi hissettirdi.

    En sevdiğim kısım buydu sanırım nedensizce mutlu hissettim bu kısmı okurken. Bu güzel öykü için teşekkür ederim :hugs:

  2. Merhaba Emrecan😊
    Kullanım dili hem eğlenceli, hem akıcıydı. Hoşuma gitti, tebrikler👌

  3. İnteraktif anlatıcıyı çok beğendim.
    Öykü beni çocukluğuma götürdü.
    Ayrıca köy ağzı insanı itmeyen doğal bir şekilde verilmişti.
    Elinize sağlık.

  4. Devrik cümleler mi sağladı bunu? O.o

    Teşekkürler :slight_smile:

    Belki de hep köy kurgusundan gitmeliyim?

  5. Avatar for hilay hilay says:

    Devrik cümlelerin de etkisi var tabi ama köy ağzının öyküye kattığı dogalligin ve sıcaklığın da etkisi büyük :blush:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for gayekcelik Avatar for OykuSeckisi Avatar for MuratBarisSari Avatar for EmrecanDogan Avatar for hilay