Apartmanın dış kapısı kardan açılmıyordu. İç boşluktan bakıldığında uçurumun göründüğü yerde sadece büyük bir bulut vardı. İşte o bulut tüm görüntüyü kaplamıştı ve çeşitli büyüklükte oval yuvarlaklarla pamuklardan bir yol gibiydi. Oraya atlasa, bulutların sırtına yapışıp ardındaki diyarlara ulaşabileceğini düşündü. Uçuşan tek tük karartılar vardı fakat karga mı yoksa kartal mı emin olamıyordu. Kargaların ve kartalların farklarını düşünerek beyaz boşluğa bakıyordu. Bu düşünce bulutu komşu ağabeyinin donuk bakışlarıyla karşılaştığında son buluyordu. Aslında komşu ona birkaç kez daha seslenmişti ama sonradan fark ediyordu, kuşların bu mevsimde nelerle beslendiğinden, nasıl ısındıklarına kadar çeşitli sorulara daldığı için duymamıştı. Hatta Vatan bir an herhalde okula gitmemek için naz yapıyor diye düşünerek içten bir gülümsemeyle yüzüne baktı ne var ki sizin de tahmin edebileceğiniz gibi hikâyemizin kahramanının zihni daha ciddi şeylerle dolu olduğu için bu gülümsemeyi göremedi.
Soğuktan korunması için annesi iyice sarmıştı, sadece gözleri net görünüyordu, burnu ve ağzı minik dumanlardan seçilebiliyordu. Boynu ve vücudu tek parçaymış gibi sesin geldiği yere , biraz da irkilerek döndüğünde soğuktan renk değiştirmeye başlayan bir eliyle alnındaki teri silip apartmanın içini işaret ettiğini gördü. Ne söylediğini anlayabilmesi için önce boyun bağıyla iyice sarılmış suratını açması ve beresini gevşetmesi gerekiyordu ve bunu anneannesinin el işi eldivenleri elindeyken yapmalıydı. Önce atkısını gevşetmeye çalıştı. O kadar kalın örülmüştü ki bir türlü istediği manevrayı yapamadı. Minik bir periskopla dünyaya bakıyormuş gibi hissetti. Şimdi fırtınalı bir günde, dingin okyanus dibinden dünyaya bakıyordu. Baktığı yerde de kocaman terli ve huyuz bir canlı çeşitli jestlerle, mimiklerle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bu onun elini kolunu daha çok dolaştırıyordu. Bir an o da isyan edecek oldu ama canavar ondan daha hızlı davrandı ve onu kaptığı gibi mağaranın girişine taşıdı. Kontrolü kaybetmenin verdiği gerilimi hemen sindirip, her usta kaptanın yaptığı gibi işine odaklandı. Derin bir nefes aldı. Bu hadiseye görünmez bir dalga neden olmuş olamazdı, eğer kolları olmasaydı diye düşündü, olsa olsa kocaman bir balina olabilirdi. Denizin dibindeydi ve böyle kolları olan deniz canlılarının varlığına ilk kez şahit oluyordu. Önceki deneyimleriyle en doğru tahlili yapmaya çabalıyordu. Bir önceki akşam reklamlarda gördüğü deniz hayvanlarını hatırlamaya çalıştı. Ani bir hareket yapmadan izlemeye devam edecekti. 1
Vakit ilerledikçe sis azalıyordu. Apartmandan diğer komşuların da yardımına gelmesiyle kardan tünel hayata karışmak isteyenlerin kullanımına açıldı. Ortalama bir insanın eğilerek rahatlıkla geçebileceği, tam karanlık olmasa bile grinin siyaha yaklaşan tonlarından beyazın en keskin halinin görülebileceği, rüyalara yakışır cinsten bir tüneldi bu. Apartmanın kapısına bağlanan camekanlı kısmın demir kapısından geçip tünele ilerlediğinde birden fazla maddeyle etrafının çevrildiğini fark etti. Apartman taştandı, beton da olabilirdi, emin olamadı. Camekanlı kısım demir çıtaların birbirine bağlandığı oysa aslında büyük cam parçalarını bir arada tutan, apartmanla birleşik, yatay dikdörtgen biçiminde, küçük bir kulübeydi. Şimdi ilerlediği yerse, az önce üzeri karlardan temizlenmiş beton basamaklardı. Düşmemek için minik adımlarla yürüyordu. Yerdeki kristalleşmiş kar taneleri dikkatini çekiyordu fakat o an durup inceleyecek fırsatı bulamadı. Tünelin içinin tuhaf ışıklandırması, sol tarafında apartmanın duvarının karaltısı, sağ yanındaysa tepenin altına kadar uzayan ama o an karla dolmuş olan yolun, kar yığınının etkisiyle, beyazdan griye dönüşmesiydi ve bu dönüşüm tünelin ucundaki ışıkta son buluyordu. Başı yerde basamakları inerken soğuğun değiştiğini hissetti. Evdeki gibi bariz bir ısı farkı değildi bu, ağzından çıkan dumanlar başka salınıyordu. Bu çıkarımı, dumanı göz kapaklarında hissetmediği için yapabildi. İşte gözleriyle bu dumanların çıkışını gözlemlemeye başladığı anda bulunduğu yerdeki ışığın tuhaf değişimlerine şahit oldu. Karın gıcırtısı, nefesine karışmış boyun bağının kokusu, daha yeni başladık der gibi insanın içine işleyen ayaz, ışığa doğru yürüyordu. 2
Belki yirmi adım attıktan sonra tünelin dışında buldu kendini. Tünel boyunca adımlarını saymadığı için bir an dönüp tünele baktı. Sanki tünel çıkışında uzunluğu, yapım tarihi gibi bilgilerin olduğu tabelayı görmeye çalışıyordu. Geldiği yöne bakmaya çalışırken dengesini kaybetti, kar o kadar yumuşaktı ki bastığı yerde ayağı kayboluyordu. Önce dizlerinin üzerine devrilir gibi oldu, kurtulmak için elleri de devreye girdi ama işe yaramadı. Yüz üstü kara kapaklanmıştı. Karanlık ve soğukla tekrar karşılaşmıştı. Karın tuhaf bir sesi olabileceğini fark etti. Yüzü iyice üşüyünce de bedenini kardan kurtarmaya çalıştı. Düşmesi kalkması kadar kolay olmadı elbette. Kendi dikkatsizliği yüzünden düştüğü yerden kendi isteğiyle kalkamıyordu, birkaç hamle yaparak kalkmaya çabalasa bile başarılı olamadı. Vücudunun iyice ağırlaşmaya başladığı noktada onu bir elin sırtından iyice kavradığını hissetti. Sonrasında bir kuş gibi uçuyordu. Kollarını çırpması gerektiğini düşünerek hareket etmeye çalıştığı andaysa, kendini tekrar karın içinde buldu. Bu yüzden; Vatan’ın onu tıpkı bir bakkal sepeti gibi kardan çekmesi, havanın soğukluğunun da etkisiyle birkaç metre ilerledikten sonra karın hiç el değmemiş başka bir kısmına düşürmesi ve orada yaşadığı düş kırıklığını anlatmak tahmin ettiğiniz gibi güç bir durum olduğu için karın içinde tekrar gömülü kaldığı birkaç saniyelik kısmı hızlıca geçerek, baş kahramanımızın bir parçada olsa komşu ağabeyinin yardımıyla ayaklarının üzerine dikildiğinde artık sabrının sınırlarında olduğu ama yine de büyük bir dirayet gösterip üzerindeki karı sakince temizlediğini bilmenizi istediğim kısma ilerliyorum. Küçük elleriyle net vuruşlar yaparken, kulaklarında uğultuyla karışık sesler doluşuyordu. Kafasını kaldırıp baktığında uğultunun net olarak nasihatla karışık serzenişler olduğunu gördü. Kafasını çevirmesine gerek kalmadan, sadece gözlerini birkaç milimetre serzenişin kaynağından omuz başlarına doğru kaydırarak kuşları seyretmeye başladı. Dans mı ediyorlardı yoksa bir şey mi arıyorlardı? Kanat çırpmayıp belirli bir hava rüzgârı içinde dönüyorlardı son tahlilinde. Yerden yükseldiğini gördü. İşte yine başlıyordu, bu sefer nolursa olsun fırsatı kaçırmayıp yanlarına ulaşıp tüm soruları soracaktı. Onlara doğru yükselirken görüntüden çıktıklarını, hemen sonrasında da yönünün değiştiğini gördü. Durumu fark ettiğinde bebek gibi kucaklayarak taşıdı, şimdide elimden çekiştirilerek yürütüyor diye fısıltı şeklinde köpürmeye başlamıştı. 3
Bu yol arkadaşlığından canı sıkılmıştı, tek başına gitmenin onun için daha mantıklı olacağını düşündü ama okula kadar aynı yol üzerinde gidiyorlardı. Mahallenin meydanındaki çeşmeden su içerek oyalanmayı düşündü. Mevsimin durumu aklına gelince Buz Adam’ın bile diğer insanların içinde böyle bir hamle yapmayacağına kanaat getirdi, vazgeçti. Meydana yaklaştıklarında Figen Ablayı elinde incecik sarılmış tütününü, pencereden içerken gördü. Evi mahallenin meydanına baktığı için o bütün çocukların adlarını, anne babalarını hatta kaçıncı sınıfa gittiklerine kadar biliyordu. O meydanda oynamış bütün çocuklar bir bakıma Figen Ablalarının gözetimindeydi. Emekli olmasının üzerinden çok da vakit geçmediği için eski çalışma ritminden kopamayan Gökay’ı da unutmamak gerekir. Neredeyse bütün gününü bahçelerindeki su kuyusunun biraz ötesine yaptığı çardakta geçirirdi. Uzaktan bakınca çok cana yakın biri gibi görünmese bile mahallenin çocuklarının o gün ki ihtiyaçları nelerse , elindeki iş aletlerinin imkanları ölçüsünde yeni mesleklere bürünüp yardım ederdi.
Figen Ablasını camın arkasında görünce istemsiz olarak ona hareket etmek istedi ama kolundaki kilit buna izin vermedi. Canavarın yosundan kollarıyla bağlanmış akıntıya doğru ilerliyormuş gibi hissetti. Belki suyun dibindeki tortulardan destek alıp biraz daha fazla motor gücü eklersem kurtulabilirim diye düşündü. Bu düşüncenin tasarısı uygulanmasından daha etkiliydi, geriye sadece kafasını gitmek istediği yöne sabitleyerek bakmak kalmıştı. Bu zor anlarda ortaya çıkan süper gücünü kullanmanın en etkili yoluydu. Tüm gücüyle, zihninin her zerresiyle hedef noktasına odaklanmıştı. 4
Figen kahramanımızın yüzünü tam seçemese bile başının ona dönük olduğunu hemen fark etti. Belki daha iyi görürüm düşüncesiyle pencereyi açıp kim olduklarını anlamaya çalıştı ve olanca kuvvetiyle gidenlerin ardından seslendi. İşte o noktada rüzgâra, hafiften yağan kara rağmen canavar durmuştu. Ne düşündü tam bilemiyordu sadece fısıltısını duydu. ‘ sen git ‘. Tekrar özgürlüğüne kavuşmanın sevinciyle Karlar Kraliçe’sine, koşar adımlarla gidiyordu. Yeniden düşmemek için bu sefer daha dikkatli olması gerektiğini aklından çıkarmadı, gözleriyle adım attığı yere bakarak ilerliyordu. Odaklanmıştı. Beş insan boyunu geçmeyecek yükseklikteki saraya iyice yaklaşmıştı. Özel güçlerle korunan demir parmaklıkları geçip geniş bahçeye girecekti. Bahçenin iki köşesinde soğuğun etkisiyle ağır ağır salınarak duran Salixler Kraliçe’ye ne getirdiğini sordu. İşte o an adımları yavaşlamaya başladı. Huzura çıkmak için bu bir gereklilik değildi ya da hediyesiz yanına gittiği için bir yolcuya kötü söz söylediğine dair söylenti de duymamıştı ama aklına bu hediye meselesi düşmüştü bir kere. Etrafını bu kez başka gözle incelemeye başlamıştı. Tüm Çamlar dikkatini çekebilmek için, biraz da kısa, sert bir rüzgârın esmesinin yardımıyla, önce üzerlerindeki kar tortularını aşağı bıraktılar. Aradığı cevap artık önündeydi. Ne olduğunu anlamak için dallara kafasını kaldırdığında kuruyan minik dalların yere düşüp kara karıştığını gördü. Hemen eğilip toplayabildiği yaprakları cebine doldurdu. Bahçe duvarına az kalmıştı. Bir avuç karı alıp, gücünün yettiğince top haline getirmeye çalıştı. Eldivenlerinin yün iplerden örülmüş olması işini kolaylaştırmıyordu. Saray duvarının hemen önünde dizlerinin üzerine çöküp var gücüyle kartopunu sıktı. Cebinden çıkardığı yaprakları özenle kartopunun üzerine dizmeye başladı. İki eliyle hediyesini sıkıca tutarak ayağa kalkmayı denediğinde başarılı olamadı. Dengesini kaybettiği için armağanının üzerine devrilecek gibi oldu. Bunu bozmadan götürmek için durması gerektiğini düşündü ve yeni bir yol bulmak için bekledi. Çareyi hediyeyi bir avucuna alıp, diğer dizini baston gibi kullanarak ayaklanmakta buldu. Bir an dedesi gibi ahlayarak doğruldu ve kendi kendine kahkaha attı. Artık hazırdı. Saray bahçesine adım atacağı sırada, geldiği yöne dönerek hediyeyi Çamlara doğru kaldırdı, başını onların anlayabileceği şekilde hareket ettirerek kendince en içten teşekkürünü sundu. 5
Figen’in bahçesi, evinin konumundan dolayı, yamaçta bulunan evler gibi karla kaplanmamıştı. En çok yükseldiği yer ortalama bir insanın diz kapaklarına gelecek kadardı. Bu yoğunluk sabah çayının demlenmesi kadar geçecek sürede, evden beş altı adım mesafede bulunan bahçenin kapısına ve evin önünden başlayıp kömürlüğe uzanacak yollar açmaya engel değildi. Gökay gibi bir emekli içinse kolay ve hızlı halledilebilecek bir işti.
Gökay yolların kapandığını sabah kalkınca görmüştü, çayın demlenmesi için daha vakit olduğunu görünce beklemek için karları temizlemeye gitmişti. Figen’se sabah öğünü gibi aksatmadığı kahvesini demlemişti incecik sardığı tütünü içerken mutfağının penceresinden okul yolundaki öğrencileri seyretmekteydi. Gökay’ın bahçe kapısına kadar olan yolu açıp kömürlük yolunu açmak için apartmanın arka tarafına yönelmesi, Figen’in sigarasından son nefesi çekerken baş kahramanımıza gözünün takılması işte tam bu an da yaşandı.
Biraz daha hızlı yürüse nefes nefese kalıp terleyebilirdi ama bahçeye girmeden önce son bir kez dizlerinin üzerinde vakit geçirmesi onu dinlendirmişti. Selamını verdikten sonra dikkatli adımlarını hızlandırarak bahçeye girdi. İki yandaki muhafızlara boyun bağının altından sırıtarak armağanını gösterdi. Kar buraya hiç uğramamış gibiydi, ev sahibesinin adına yakışır tertipteydi, neredeyse yürüyüş yolundaki tüm taşlar görünecek kadar temizlenmişti. 7
Kafasını kaldırdığında penceresinden gözlerini kısmış gelişini seyrediyordu. Rüzgârda saçları yüzünü kapatarak uçuşuyordu. Bir an perdeler Figen’e dolandı, rüzgârın uğultusu, atıştıran minik kar taneleri ve yeniden ortaya çıkan sisle birlikte işte orada kendini gerçekten bir Kar Kraliçe’sinin karşısında gibi hissetti. Vücudundaki yanma hissini umursamadan minik adımlarıyla pencereye doğru yürüyerek hediyesini takdim etmek istiyordu. Kendini öyle kaptırmıştı ki, az önce orada bir şey mi olduğunu öğrenmek için ard arda sorduğu soruların hiç birine cevap vermedi. Armağanını takdim edebilmesi için duvara suratı değecek kadar yaklaştı. Kolları Kraliçe’ye doğru uzarken başını önüne doğru eğdi. Bunu yapmasını Söğütler telkin etmişlerdi, elbette kendileri de uygulamalı olarak göstererek. Kraliçe hediyeyi alıp inceledikten sonra teşekkür etmek için yolcuya bakışlarını çevirdiğinde, ellerinin hala son duruşta olduğunu gördü. Armağanı özenle pencerenin önüne yerleştirip, ellerini iki avucunun arasına alarak teşekkür etti. Yolcu için bundan daha mutluluk verici bir şey olamazdı. Şimdi buzdan gemisine atlayarak gönül rahatlığıyla güneşe doğru ilerleyebilirdi. Gitmek için geriye doğru adım attığı sırada, kesin bir ses tonunda beklemesi söyledi. Kendisine söylendiğinden emin olmak için başını yerden kaldırarak hızlıca etrafına baktı. Kendinden başkası yoktu, pencereye baktığında da Kraliçe’nin de yerinde olmadığını gördü. Tüller hediyesinin hemen üzerinde salınıyordu.
Gökay elinde özel silahıyla arkasında savrulan karlardan bir tünel oluşturarak, uçar gibi geliyordu. Bir ucunda kürek ve tırmık ucu karışımı olan, öbür ucundaysa örs çekiç birleşimi iki başlık taşıyan, bunları da birbirine sarmal şeklinde uzayan bir insan boyunu geçecek demir kütlesinden birleşiminden oluşuyordu. Söylentilere göre bu silah çeşitli patlayıcıları iki tarafından da fırlatabiliyormuş. Yer altının karanlığından, yeryüzüne ışık getiren bir gücü varmış. Kraliçe’ye bağlılığının en büyük delili de yine bu gücü gerçek karanlık yaratıklara kullanmak olduğu için hiçbir insan göremezmiş. İşte böyle görkemli güçlere sahip ve Kraliçe’nin tek gerçek yoldaşı koltuğunun altına sıkıştırdığı sandıkla yanına geldi. Sandığı uzatıp, ‘’Bunlar İskeçeli Figen’nin özel Bugatsaları. Sana ve dostlarına ihtiyacınız olan gücü verecektir.’’ Sandığı uzattıktan sonra boştaki eliyle, incitmekten korkar gibi, başını okşadı ve sazak rüzgarıyla gözden kayboldu. 8
Sandığı iki koluyla sıkıca kavrayarak yola çıktı. Rüzgâra ve bulutlara rağmen güneşin yeri seçilebiliyordu. Sandığın sıcaklığını eldivenlere rağmen hissediyordu. Terlemeye başladığını hissetti. Kalın kara rağmen saçaklardan damlaların düşmeye başladığını görünce, sandığı bir an önce güvenli bir yerde açmazsa tüm karların eriyebileceğini keşfetti. Bu düşünceler içerisinde hızlı hızlı yürürken bir anda durdu. Durduğu nokta okula tepeden bakan son tepeydi. Kıvrılarak giden kaldırım yolundan inerse üniforması ve elbette sandığı için daha güvenli olurdu. Arkadaşları gibi yapıp, çantasını kızak gibi kullanarak indiğindeyse yolun en az dörtte üç oranı kadar kısalacağını tahmin ediyordu. Kararsızlığı, üzerine bastığı yerdeki karların iyice eridiğini görünce sona erdi. Hemen sandığı yere bırakıp, çantasını tek hamlede çıkararak, yüzü yere bakacak şekilde yatırdı. Askıları yere sarkacak şekilde bırakarak, çantasına bir kızağa biner gibi kuruldu. İçerisindeki eşyaların bir kısmı battığı için tavuklar gibi eşelenerek oturduğu yeri düzeltti. Sandığı kucağına alıp, topuklarıyla kızağını tepenin tam kenarına kadar sürükledi. Kızağının ipleriyle sandığın kulplarını ellerinde sıkıca toparlayarak son kez yokuştan aşağıya baktı. Bacaklarını dizleriyle biraz bükerek yanlara doğru açtı ve derin bir nefes alarak kendisini yokuşun insafına bıraktı. 9
Yol uzun değildi belki ama kahramanımızın çorapları su alacak kadar meşakkatliydi. Sınıfına vardığında dostlarını kalorifer başında ayaklarını kuruturlarken buldu. Sandığı açmak için daha iyi bir alan bulamam diye düşünerek aralarına girerek ayakkabılarını çıkardı. Sabahın gürültüsü, bugatsaların kokusuna karışmıştı. Dinlemeye hevesli olanlara sabah yaşadığı macerayı anlatıyordu. Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki öğretmenin gelişini görmüş olsalar bile dersin başladığını anlamamışlardı.
Birbirlerinin parmaklarının, uzunluklarından renklerine kadar çeşitli konularda dalga geçip kaloriferde ısınırken öğretmenleri buzulların yerini sorduğunda, içlerinden biri atılarak ‘’İskeçe’’ diye haykırdı. Bunu duyan arkadaşları da kahkaha atmaya başladılar. Tüm bunları dışarda izleyen iki meraklı kargaydı.
- Son Buzul Çağı - 15 Ocak 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.