BÖLÜM I –
Uzun ve çelimsiz vücudunun her köşesinde bir yara izi vardı. Jack ve Joshua onu kısa zaman önce terk etmiş, bilinmeyenin ücra sokaklarına dalıp gitmişlerdi. Sallanan sandalyesinden kalktı, mutfağa doğru yürüdü. Tezgahta duran elmaların bir tanesinden küçük bir ısırık aldı, yerine bıraktı. Oturmak istemiyordu. Tekdüzeliğin yerini hayatı boyunca hiçbir şey almamıştı. Televizyon izlemek istemiyordu. Bir süre olduğu yerden kıpırdamadan bunları düşündü; fakat daldığının farkına varır varmaz hemen silkinip kendisine geldi. Düşünmek istemiyordu. Biraz olsun açılmak için balkona doğru yürümeye başladı.
Rutubet kokusu insanın burnunu sızlatıyordu. Parça parça dökülen boyalar, duvar diplerine toplanmış, toz halinde duruyordu. Birkaç resim asmıştı sofaya. Ne maddi ne de manevi kıymeti vardı bunların; fakat duvarlar boş kalsa elbet huysuzlanırdı. Sofadan geçip salona geldiğinde derin bir nefes aldı. Evin diğer kısımlarına nispeten salonda daha az rutubet vardı. Genellikle burada yatıyor, yemeklerini burada yiyordu. Tam da bu nedenle iki koltuk almıştı evine. Birini yemek yemek için, diğerini ise yalnızca uyumak için kullanıyordu. Yayları gevşiyormuş, bundan şikayet eder dururdu hep. İnsan, salonun orta yerinde duran, halinden bezmiş sehpayı görmese, şüphesiz inanırdı buna. Televizyonun önünden geçerken bir süre ekrana takıldı gözleri. Bir komedi programı yayınlanıyordu; fakat gerçekçi bulmazdı bu programları. Neden takıldığını bilemedi. Yürüdü.
Lethe, balkon kapısından dışarı çıktığında oldukça şaşırdı. Korkuluğa bir baykuş konmuştu. İri ve yeşil gözleriyle yalnızca Lethe’ye bakıyor, kıpırdamıyordu. Kabarık tüyleri insana sinirlenmiş hissiyatı veriyordu. Ürperdi. Bu ayaklar bu bedeni taşımakta zorlanıyor olmalı, diye geçirdi içinden Lethe. Sehpayı düşündü. Sokaktan tartışma sesleri geliyordu. İyice baktı baykuşa. Belli ki, masumdu. Yalnızca bir dost aramaya gelmişti buralara. Hem bu gözler, nasıl olur da kötülük barındırabilirdi ki? Küçük adımlarla korkuluklara yaklaştı, kollarını yasladı. Uzun ve ince parmakları demirlerden aşağı sarkıyordu. Baykuş, olduğu yerde, öylece duruyordu. Sokaktan gelen sesler giderek artmıştı. İkisi de anlık bir tepkiyle aşağıya baktılar. İpince, loş ışıklarla bezenmiş sokakta iki adam büyük bir hararetle tartışıyordu. Birinin üzerinde uzun, krem rengi bir palto, diğerinin üzerinde ise siyah kısa bir ceket vardı. Ayakkabıları ışık altında parlıyor, insanın gözünü alıyordu. İki dirhem bir çekirdek giyinmişlerdi, belli ki “önemli” insanlardı. . Adam, krem rengi paltosunu savurarak başını kaldırdı, etrafa bakındı. Lethe, geri çekilmişti. Yüreği hızla çarpıyor, derin derin nefes almaya çalışıyordu. Bir süre sonra sesler kesildi. Baykuş olduğu yerden havalanıverdi, gözden kayboldu. Lethe, tedbiri elden bırakmadan balkonun ucuna doğru yürüdü. Göz ucuyla az önce seslerin geldiği yere baktı. Siyah ceketli adam, yerde boylu boyunca yatıyor, hiç kımıldamıyordu. Korktu. Eve girdi ve var gücüyle bağırdı:
“Süratle baykuş! Süratle!”
Bir an önce gidip yazmalıydı yaşadıklarını. Aylardır, yalnızca tekdüzeliğini anlatabildiği defteri bu gece olanları öğrenmeliydi. Masasının üzerinden kurşun kalemi aldı; fakat ucu açık değildi. Kalemtıraşını aradı, lanet şey en gerekli olduğu zamanlarda kaybolurdu ortalıktan. Mutfağa koştu, ucu sivri bir bıçakla yonttu kalemini. Defterini açtı, bir öykü olacaktı bu. Sayfayı ortalayarak büyük harflerle şu başlığı attı: SÜRATLE BAYKUŞ.
BÖLÜM II –
Belirli aralıklarla balkona çıkıyor, adamın orada olup olmadığına bakıyordu. Yalnızca merakından yapıyordu bunu. Herhangi bir duygu beslemiyordu. Gözleri kapanmak üzereydi. Masaya elleriyle yüklenerek kalktı. Ahşap sandalyenin gıcırtısı sinirini bozuyordu. Bu gıcırtı, dedi içinden, duraksadı. Devamını getiremiyordu. Kızamadı. Öylesine bir yalnızlık içerisinde sadece:
“Bu gıcırtı hep böyle kalsın, diyebildi.”
Yatağına doğru yürürken ayağı bir şeye takıldı, sendeledi. Mum olduğunu tahmin etmişti; fakat yere baktığında parlaklığına kapılıverdi. Geçirdiği geceyi düşündü, en çok da baykuşu… Onun gözleri de böyle parlıyordu zifiri karanlıkta. Yemyeşildi. Kendini toparlayarak:
“Öyle kalmasın lanet olası gıcırtı! Kalmayacak! dedi.”
Sırt çantasını yatağın altından çekip çıkardı. Önce eşyalarının tümünü büyük bir hırsla yatağın üzerine fırlattı. Sonra arasından seçtiklerini çantaya doldurdu. Üstüne bir gömlek giydi. Gömleğinin cebine not defterini ve kalemini iliştirdi. Kısa pantolonu artık bir beden büyük geliyordu. Derin bir nefes aldı. Hazırdı işte. Odadan çıktı, ayakkabılarını giydi. Kapıyı çarpıp terk etti evini.
Sokağa indiğinde son kez adama baktı, yerinde değildi. Belli ki gelip almışlardı. Zaten bunun pek de önemi yoktu. Asıl önemli olan, bu durumu biriyle paylaşıyor olmasıydı. Evden çıkmadan önce işe, sokakları gezerek başlamaya karar vermişti. Baykuşun uçtuğu yöne doğru yürümeye başladı. Her adımında mırıldanarak “Neden?” diyordu. “Neden üzülemiyorum? Kahrolası yalnızlık!” Bir an önce bulmalıydı onu. Belki o zaman biraz olsun üzülebilirdi. Merhamet duyabilirdi. Sevebilir, dost edinebilirdi.
Gözleri, gece seçilemeyecek kadar siyahtı. Saçları küt kesilmişti, ancak omzuna kadar uzanabiliyordu. Yer yer beyazlar belirmeye başlasa da o hala kumral bir kadındı. Uzun kirpikleri, belirgin göz dairesini sıkça okşuyor, belki de Lethe’yi yatıştırmak istiyordu. Fakat Lethe, büyük bir hırsla aranıyordu. Hiç durmadan kilometrelerce yürüdü. Yalnızca göğe bakıyordu. Ayakları oldukça şişmiş, vücudundaki damarlar iyice ortaya çıkmıştı. Susuzluktan olsa gerek, yutkunurken adem elmasında acı hissediyordu. Üstelik boynu da hiç iyi durumda değildi. Dinlenmeliydi; fakat sabah olursa onu bulması neredeyse imkansız hale gelecekti. Vazgeçti bu fikrinden. Hızla yürümeye devam etti.
Solomon Caddesine gelmişti. Bu muhitte bulunan evlerin birçoğu bahçeli ve müstakil evlerdi. Cadde sakinleri, zengin insanlardı. Korktu Lethe. Bu saatte, burada birine yakalanırsa hırsız olarak yaftalanmaktan korktu. Ancak yolundan dönmedi. İlk sokağa yavaşça girdi, etrafına bakındı. Balkonların birinde ayakta duran adamı gördü. Arkası dönüktü. Adam duvara çapraz bir şekilde duruyor, Lethe’nin baktığı açıdan yalnızca bir omzu görünüyordu. Küçük adımlarla yaklaştı Lethe. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı…
“Aman tanrım! O işte! Bu o!”
Yemyeşil gözleri ile Lethe’ye bakmakta olan baykuş, adamın diğer omzunda duruyordu. Adam, naif el hareketleriyle baykuşun kafasının altını okşuyor, bir yandan da içeride, tam karşısında duran televizyonu izliyordu. Üzerinde uzun, krem rengi bir palto vardı. İlk gördüğünde anlamamıştı Lethe. Tanıyamamıştı onu. Gözlerini adamın ayak hizasına getirdiğinde, sarsıldı. Ayakkabıları parlıyordu.
“Bu baykuş! Bu adam! Olamaz! dedi.”
Adam, ağır ağır arkasına döndü. Belinden silahını çekti. İki el ateş sesi duyuldu. Baykuş havalandı. Sokağın ortasında yatan Lethe’nin önünde durdu. Birkaç kapı açıldı. Birkaç kapı kapandı. Lethe gülümsedi ve yalnızca:
“Kadim dostum, diyebildi.”
“Ölürken yanımdasın.”
İlk paragrafta tekdüzeliği ve ne yapacağını pek de bilememe halini çok hoş vermişsin. Her şey tamamen yerli yerinde.
Bu konudaki dil kurallarından pek emin edilim fakat “Uzun ve çelimsiz vücudunun her köşesinde bir yara izi vardı. ” cümlesinde “bir” yerine “birer” yazılması gerekiyormuş gibi hissediyorum nedense.
“Yayları gevşiyormuş, bundan şikayet eder dururdu hep. İnsan, salonun orta yerinde duran, halinden bezmiş sehpayı görmese, şüphesiz inanırdı buna. ” ile birlikte pek çok güzel ifadenin olduğu harika bir hikaye gibi duruyor. Alışık olduklarımın aksine, fazlaca gerçekçi ilerliyor. Bakalım, ileride neler olacak.
“belli ki “önemli” insanlardı. . Adam, krem rengi” 🙂 sanırım minik bir yazım hatası var burada 🙂 Öykü sade ve keyifli ilerliyor. Okumaya başlamadan önce düşündüğüm gibi…
“Masaya elleriyle yüklenerek kalktı. Ahşap sandalyenin gıcırtısı sinirini bozuyordu. Bu gıcırtı, dedi içinden, duraksadı. Devamını getiremiyordu. Kızamadı. Öylesine bir yalnızlık içerisinde sadece:”
Her yeri güzellikle bezenmiş bunun. Daha fazla övücü alıntı yapmayacağım, zaten çoğu yeri ustaca yontulmuş.
““Bu gıcırtı hep böyle kalsın, diyebildi.”” Emin değilim ama tırnak işaretini bir kelime sonraya koymuşsun sanırım?
““Öyle kalmasın lanet olası gıcırtı! Kalmayacak! dedi.”” Burada da benzer bir durum var. Sanırım henüz anlayamadığım bir şey yapmışsın veya bilemediğim başka bir şeyler var?
“Sırt çantasını yatağın altından çekip çıkardı. Önce eşyalarının tümünü büyük bir hırsla yatağın üzerine fırlattı. Sonra arasından seçtiklerini çantaya doldurdu. Üstüne bir gömlek giydi. Gömleğinin cebine not defterini ve kalemini iliştirdi. Kısa pantolonu artık bir beden büyük geliyordu. Derin bir nefes aldı. Hazırdı işte. Odadan çıktı, ayakkabılarını giydi. Kapıyı çarpıp terk etti evini.” Belirtmeden geçemeyeceğim. Bir süredir devrik cümleler ile “normal” cümlelerin böylesi bir uyumunu yakalayamıyorum ben. Evet, buradaki paragraf(benzerleri öykünün kalanında da vardı) çok hoş olmuş.
“Evden çıkmadan önce işe, sokakları gezerek başlamaya karar vermişti. ” Doğrluğundan pek emin değilim ama sanırım buradaki virgül orada olmamalıydı. Aslında, olmamalıydı. İş ve ona nasıl başladığı ile ilgili ifadeler birbirinden ayrılamaz çünkü bağıntılılar. Yine de, emin değilim bu sözlerimin doğruluğundan.
Hımm. Sanırım, öykünün ikinci kısmı, ana karakterin yazdığı öykünün kendisi? Bir kurgu yani?
Gerçi, sonunu okuduğumda bir “kurgu”dan ziyade bir “duygulanım ve yüreğe gizlenmiş arzu anlatma aracı” olduğunu düşünmeye başladım. Bir tür hikaye günlüğü gibi… Bu şekilde düşündüm çünkü olanlar arasındaki “neden-sonuç” ve benzeri bağıntıları kurmakta zorlandım. Aslında, sonunu pek anlayamadım. Bir olayı anlatan değil, çeşitli karakterlere yazarın çeşitli kişisel özelliklerinin verildiği ve yazarın ruh halinin o karakterlerin etkileşimi ile anlatıldığı bir şeye benzettim… Yanlış mı anladım acaba?
Eğer, doğru anladıysam, çok takdir ettim. Eğer, yanlış anladıysam, ne oldu bu güzelim öyküye?
“Bu konudaki dil kurallarından pek emin edilim fakat “Uzun ve çelimsiz vücudunun her köşesinde bir yara izi vardı. ” cümlesinde “bir” yerine “birer” yazılması gerekiyormuş gibi hissediyorum nedense.” Evet, söylediğin gibi yazılırsa daha iyi oturuyor; fakat özgün halinde de bir hata yok.
““belli ki “önemli” insanlardı. . Adam, krem rengi” 🙂 sanırım minik bir yazım hatası var burada 🙂 Öykü sade ve keyifli ilerliyor. Okumaya başlamadan önce düşündüğüm gibi…” Burada bir hata var. Gözden kaçırmışım. 🙂
“““Bu gıcırtı hep böyle kalsın, diyebildi.”” Emin değilim ama tırnak işaretini bir kelime sonraya koymuşsun sanırım?” Aslında özgün halinde konuşma çizgisi var; fakat sitenin kod kısmında problem çıkarttığı için bu şekilde düzenlemişler sanırım.Aslı şöyle:
– Bu gıcırtı hep böyle kalsın, diyebildi.
““Evden çıkmadan önce işe, sokakları gezerek başlamaya karar vermişti. ” Doğrluğundan pek emin değilim ama sanırım buradaki virgül orada olmamalıydı. Aslında, olmamalıydı. İş ve ona nasıl başladığı ile ilgili ifadeler birbirinden ayrılamaz çünkü bağıntılılar. Yine de, emin değilim bu sözlerimin doğruluğundan.” Bu konuda sana katılıyorum, yanlış kullanmışım.
“Hımm. Sanırım, öykünün ikinci kısmı, ana karakterin yazdığı öykünün kendisi? Bir kurgu yani?
Gerçi, sonunu okuduğumda bir “kurgu”dan ziyade bir “duygulanım ve yüreğe gizlenmiş arzu anlatma aracı” olduğunu düşünmeye başladım. Bir tür hikaye günlüğü gibi… Bu şekilde düşündüm çünkü olanlar arasındaki “neden-sonuç” ve benzeri bağıntıları kurmakta zorlandım. Aslında, sonunu pek anlayamadım. Bir olayı anlatan değil, çeşitli karakterlere yazarın çeşitli kişisel özelliklerinin verildiği ve yazarın ruh halinin o karakterlerin etkileşimi ile anlatıldığı bir şeye benzettim… Yanlış mı anladım acaba?
Eğer, doğru anladıysam, çok takdir ettim. Eğer, yanlış anladıysam, ne oldu bu güzelim öyküye?” Tahlilin doğru. Aslında öyküyü biraz aceleye getirdiğim için eksiklikler var. Zamanım olduğunda oturup düzenleyeceğim. Daha “tutarlı” bir öykü olacağını umuyorum. Teşekkür ederim.