Öykü

Ters Düz Bir Peri Masalı

Gözüne giren gün ışığının etkisiyle yatağında doğruldu. Diyara doğan güneş, penceresinden yatağına vuruyor ve uyanan kuşların sesleri kulağına geliyordu. Doğanın müzikleri doğan güneşle yükselirken kulağına gelen bu sesler bugün onda hiçbir his uyandırmadı. Zaten bu peri diyarında sıradan günlerden biriydi. Ve bin bir renkle doğan güneşe, sonsuz güzel müziklere ve kuşların şarkılarına rağmen çok ama çok sıkıcı bir güne uyanmıştı gene. Odasına göz attığında hiç uyumayan sihir harekete geçmiş, odanın tozunu almaya, kıyafetlerini toplamaya ve kahvaltısını hazırlamaya başlamıştı bile. Gözlerini kapattı ve insanların dünyasında olduğunu düşledi: Kulağına çalınacak en iyi uyanma müziği eğer taşradaysa bir horoz sesi; şehirdeyse araçların motor gürültüsü olabilirdi. Uyanan insanların adımlarının uğultusunu ve çocukların cıvıltısını hayal etti: İnsanların dünyasında yeni günün başlangıcından itibaren günü yaşamak için çaba başlar, koşturmaları hep amaç dâhilinde olur. Yetişkinler kazanmaya, çocuklar öğrenmeye çabalar. Kısacık hayatlarını gaye peşinde tüketir ve acılarını da sevinçlerini de büyük yaşarlar. Ama peri diyarı öyle değildir. Peri diyarı yaşlanmayı, gayreti, gayeyi çözmüş, “olmuş” bir diyardır. Olmamış diyarların acıları ve kısıtlı hayat döngüleri vardır. İnsanların dünyası inşası bitmemiş bir bina gibidir peri diyarına göre. Az gelişmiştir, bitmemişlik can sıkıcıdır. Ne diyorlardı dünyada insanlar buna? Kaba inşaat… Peri diyarının hiçbir köşesinde kaba inşaat yoktur. Diyar bu hale gelmek için milyon yıllar atlatmıştır. Sadece bin yıllarla ölçülebilir insanların dünyasında bu bitmemişlik, şaşılacak bir şey değildir.

Peri diyarı, insan dünyasının bu bitmemişliğinden hiç hoşlanmaz. Ama yardım etmeyi de görev bilir bu dünyaya yüzyıllardır. Kilim motifleri konusunda periler ilham verir insanlara mesela. Güzel yemeklerin tarifleri de perilerin fısıldamasından çıkar hep. Bitkilerden renk elde etmekten simyacıların altın arayışları da perilerdendir. Yani dünyadaki her türlü yaratıcı faaliyet ve güzel ürünlerin perilerden bilinmesi bir adettir diyarda. Bazı periler, icatların ve devrimlerin de peri elinden çıktığını iddia edecek kadar kibirli davranırlar. O buna kesinlikle katılmamaktadır. Yaratıcılıkta insanlar, perilerin eline su dökemez belki ama dünya hayatı gibi zor bir görevden geçen kelebek ömürlü insanoğlunun zihninin derinliklerinde diyarın kavrayamadığı bir şeyler olduğunu sezmektedir. Onları gözlemledikçe şaşkınlığı artmaktadır gün be gün. Bunu kimseye söylememiş ve gizli bir görev haline getirdiği bu gözlem sürecinde zor şartlarda var olma savaşı veren insanlardan, büyükçe evlerde yaşayan zenginlere dek yaptığı gözlemler ona çok başka şeyler öğretmiştir. Perilerin gizliden gizliye kalplerinde büyüttüğü kibirden anladığı, insanların hakir görülemeyecek hayat gayeleridir. Çünkü perilerin diyarda yaptıkları tek şey, bu olmuş diyarı arşınlayıp gene olmuş ezgilerin içinde bin bir renkli çimlerin üzerine basma zahmetine girmeden süzülüp güzel şeylerden bahsetmek ve diyarın güzelliklerini birbirlerine anlatmaktır çoğu zaman. Sihir tüm işlerini yapar ve “zahmet” kelimesi peri dilinden bin yıllar önce çıkarılmıştır. Olmuş diyarın tamamlanmış perileri, bu boşlukta nasıl da mutludurlar!

Oysa insan dünyasında emeksiz yemek olmaz. İnsanın gayesi olmazsa hayat döngüsünde kaybolur. Önce kalbi körleşir sonra zihni. Onun insanlarda en sevdiği şey, üretmelerine tanık olmak mesela. Resim yaparken izler onları, dans ederken, şiir ve hikâye yazarken. Laboratuvarda gözler birde insanları; fabrikalarda ve bilgisayar başında ofislerde… Onlara hiçbir şey fısıldamaya gerek kalmadan üretirler işte. İlham için perilere ihtiyaç duymayan bir topluluk, bu insanlar. Ona kızarlar insan dünyasından bir şeyler getirince diyara. “Çöp,” derler. O buna kulak asmaz ve insanları anlamak için gazete ve dergilerini okur, ona inanılmaz gelen bu dünyaya her defasında hayran kalırdı. Bazen meşakkatli, bazen mutlu insan hayatı ona bu iniş çıkışlarıyla ilginç gelirdi. Onu etkileyen büyük ihtimal insanların bu tezatlarla yaşamak zorunda kalmaları olmuştu.

Bazı çağlarda insanların peri diyarını çok gönülden arzulamalarına dayanamayan peri egosunun etkisiyle bazı geçitler açılır ve insanların çok az bir kısmına peri diyarını ziyaret etme şansı verilirdi. Fazla renk, koku ve müzikten kendinden geçen insanların yürüyen ağaçları, konuşan hayvanları ve sihre tanık olmaları küçümseyici ve eğlenceli bir dille gruplarda anlatılır ve olmuş diyara şükranlar sunulurdu. Bu olmuş ama üretemeyen peri topluluğu oldum olası onu boğardı. Zaten yapabildiği şeyleri her gün tekrarlayıp bununla gurur duyan peri halkı her ne kadar kadim sihre sahip olsa da bunda övülecek bir şey yoktu aslında. İnsanlar uyanınca an be an kısıtlı renklerle doğan güneşinden, soğuk havanın ısınmasından ve sınırlı kuş seslerinden mutlu olmalarının bir nedeni vardı. Onlar bunları zihinlerinde, gözlerinin göremedikleri yerlerde çoğaltıyorlardı. İlhamlarını veren periler değildi, zihinlerinde sınırı olmayan yaratım gücüydü. İnsan zihni, perilerin çok iyi kavrayamadıkları bir şeydi. Kadim sihirlere sahip olmaları, olmuş bir ülkede keyif çatmaları onları körleştirmişti. Sürekli iyilik yapar görünüp konfor alanında çıkmayan perilere eziyet yoktu ve bu gelişimi durduran bir durumdu. Ne yazık ki hiçbir peri bunun farkında değildi.

Ama o farkındaydı. “Olmuş” bir diyar ve sınırsız hayat döngüsü onu mutlu etmiyor ve o yaratmak istiyordu. Ama sihirle şipşak fotoğraf çeker gibi değil. Emekle, gayretle ve umutla. Evet, peri diyarında umutlanacak hiçbir gelecek yoktu. Sıkıcılık tam da bu noktadaydı.

Yatağından kalktı ve sonsuz güzellikteki diyara ve müthiş ezgilere kulak kabartıp son kez sihrini elinde hissetti. Bedeninde soğuyan ebedi hayat enerjisi ve zihnine üşüşen şüpheler onun daha önce hiç tatmadığı bir yokluk hissiydi. Artık kararını vermişti.

Periler diyarında her türlü dilek kabul olurdu. Hiçbir perinin daha azını istemeyeceğini varsayan diyar kurallarına göre bu dilek bir ilkti. Kuralları yıkan bu perinin varlığı tüm diyarda birden boydan boya soğuk bir rüzgâr estirdi. Diğer perilerin kalbine gölge düşürdü. Şimdi geçitteydi. Halkı şaşkın ve kederliydi. Ama o peri olarak girdiği eşiği, insan olarak aşacaktı. Ölümlü kalbi umutla kabardı. Artık kendi masalı başlıyordu.

E. Nihan Acar

Multi-disiplinli bir alanda akademik arayışını sürdüren bir fenci- sosyolog olarak, peri masallarına ve bilime aynı anda inanan bir edebiyat hayranıyım. Üretkenliğimi sınadığım görsel tasarım, müzik ve sahne sanatlarından sonra -ve akademik yazından önce- edebiyat denemeleri yapıyorum. Kendimi bildim bileli okuyor ve yazıyorum. Online ve yazılı edebiyat platformlarında yayınlanmış kitap analizlerim ve öykülerim mevcut. Üretmenin bu dünyadaki tek sihir olduğuna inanıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Aremas Aremas says:

    Yazıda çok miktarda ifade ve özne yinelemesi olduğunu düşünüyorum. Açıklayıcı anlatım tekniğini benimsemişsiniz bu öyküde. Bunun, öyküye tam olarak oturmadığı fikrindeyim. Bir kere de olsa sadeleştirip tekrar yazmayı denemeniz yerinde olabilir.

    gün ışığının

    Diyara doğan güneş

    Doğanın müzikleri doğan güneşle

    Ve bin bir renkle doğan güneşe

    Art arda gelen cümlelerde aynı anlama gelen aynı veya benzer söz öbeklerinin olmasındansa farklı ifadelerin seçilmesinin, anlatımı daha etkili kılacağı kanaatindeyim.

    Kulağına çalınacak en iyi uyanma müziği eğer taşradaysa bir horoz sesi; şehirdeyse araçların motor gürültüsü olabilirdi.

    Bu cümlede bence, kulağı tersten tutarak cümlenin ayağını biraz kaydırmış olabilirsiniz. :slight_smile: Bu gibi durumlarda cümleyi bölmek ve yeniden yazmak, bize istediğimiz sonucu verir. Sadece örneklemek için yazıyorum. Doğrusu, katiyetle budur anlamı çıkmasın. “Taşrada olmuş olsaydı horoz sesi kulağına çalışacak en iyi uyanma müziği olurdu. Şehirde ise araçların motor gürültüsünden başka bir şey duymazdı.” Siz eminim daha iyi örnekler bulursunuz.

    Uyanan insanların adımlarının uğultusunu

    Eğer söz konusu insanlar uyurgezer değil ise, uyuyan insanların adımları olamayacağından burada bir anlatım bozukluğu olduğunu düşünebiliriz. Sadece “İnsan adımlarının uğultusu” yazmamız daha iyi olabilir.

    İnsanların dünyası inşası bitmemiş bir bina gibidir peri diyarına göre.

    Önceki cümlelerde hali hazırda bir karşılaştırma yapmakta olduğunuzdan dolayı buradaki son kısma gerek yok. “…bina gibidir.” yeterli.

    Peri diyarı, insan dünyasının bu bitmemişliğinden hiç hoşlanmaz. Ama yardım etmeyi de görev bilir bu dünyaya yüzyıllardır.

    Periler ya da peri diyarındakiler olmalı. Cümlelerinize bağlaçlarla başlamamanız gerekiyor. Ya öndeki cümle ile birleştirin ya da ayrı bir cümle inşa edin.

    Kilim motifleri konusunda periler ilham verir insanlara mesela. Güzel yemeklerin tarifleri de perilerin fısıldamasından çıkar hep.

    Paragrafın başında, dümeni eline alanlar periler. Bunu hali hazırda biliyor olduğumuzdan ötürü bunu tekrar vurgulamanızın, anlatımda şişkinliğe yol açtığını düşünüyorum. “Kilim motifleri konusunda ilham verirler.”

    Öykünüzün teması, “The Good Place” dizisinin final bölümünde, sonsuz mutluluğun yol açtığı “kötü” şeylere yapılan gönderme ile benzeşiyor. İlgili diziyi izleme şansınız oldu mu bilmiyorum. :slight_smile: Final paragraflarınızı daha incelikli işleyebilirsiniz.

    Anlatmaya çalıştıklarımı örneklemek adına yazınızdan alıntılar yaptım. Metnin kalan kısmını, acımasız eleştirmen gözlüğünü takarak incelemenizin daha iyi bir metin ortaya çıkartacağını düşünüyorum.

    Gelecek şeçkilerde görüşmek üzere.

  2. Detaylı eleştiriniz için teşekkür ederim. Açıklayıcı anlatım tekniği öyküyü yavaşlattı, farkındaydım. Öyküyü gönderirken de çok arada kalmıştım bu teknikten dolayı. “The Good Place” dizisini bilmiyorum ama finalde aceleci davrandım evet, bu ara zamanla yarışıyorum, ödevlerden dolayı. Katkılarınız benim için değerli, dikkate alacağım. :+1: :+1:

  3. Merhaba @doktorant,

    Gayet iyi bir düşünce ile yazılmış, tanımlardan finale geçen bir öyküydü. Anlattığı şey güzeldi.

    Yazımda, bir iki fazla tekrar biraz tempoyu bozuyor. Çok olmamakla birlikte fiil kipleri arasında bazı uyumsuzluklar da öyle. Genel olarak çok rahatsız etmiyor ama aşağıdaki paragrafta çok üst üste kip değişikliği olmuş.

    Oysa insan dünyasında emeksiz yemek olmaz. İnsanın gayesi olmazsa hayat döngüsünde kaybolur. Önce kalbi körleşir sonra zihni. Onun insanlarda en sevdiği şey, üretmelerine tanık olmak mesela. Resim yaparken izler onları, dans ederken, şiir ve hikâye yazarken. Laboratuvarda gözler birde insanları; fabrikalarda ve bilgisayar başında ofislerde… Onlara hiçbir şey fısıldamaya gerek kalmadan üretirler işte. İlham için perilere ihtiyaç duymayan bir topluluk, bu insanlar. Ona kızarlar insan dünyasından bir şeyler getirince diyara. “Çöp,” derler. O buna kulak asmaz ve insanları anlamak için gazete ve dergilerini okur, ona inanılmaz gelen bu dünyaya her defasında hayran kalırdı. Bazen meşakkatli, bazen mutlu insan hayatı ona bu iniş çıkışlarıyla ilginç gelirdi. Onu etkileyen büyük ihtimal insanların bu tezatlarla yaşamak zorunda kalmaları olmuştu.

    Bence klavyeye yatkın bir eliniz var. Yazdıkça daha da gelişecektir.
    Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

  4. Çok teşekkürler, yorumunuz benim için değerli çünkü öykümdeki eksiklerin ve iyiliklerin farkına varmama yardımcı oldu. Bu da kendimi geliştirmek için güzel bir fırsat sunuyor. Diğer seçkilerde daha iyilerine inşallah. :pray:

  5. Avatar for nkurucu nkurucu says:

    Merhabalar. Öykünüzü konu, eleştirdiği şeyler, verdiği mesajlar anlamında beğendim. Sonuna kadar da okuttu kendini. Yukarıda genel sıkıntılardan bahsedildiğinden tekrarlama gereği duymuyorum. Ama ufak bir görüş de anlatım tarzınızı biraz daha sadeleştirmeniz. Hep geniş zamanda gidince hikayeden çok deneme gibi duruyor. Ama hikaye konusuna sahip. Bilmem anlatabildim mi? Yeni hikayelerinizde görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

5 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Aremas Avatar for MuratBarisSari Avatar for hegos Avatar for mumincan Avatar for nkurucu Avatar for doktorant