“Kaptan, peşimizde bir gemi belirdi.”
“Mesafe?”
“Hız sabit, mesafeyi koruyorlar.”
“Şimdilik endişelenecek bir şey yok. Mürettebata söyle tedbirli olsunlar.”
“Emredersiniz kaptan.”
Genç adam hızlı adımlarla kaptan köşkünden çıktı. Kaptan düşünceli bir şekilde masasının başına geçti. Yakında bulunabilecek yerleşim yerlerini ve limanları incelemeye koyuldu. Yardım çağrısına cevap verebilecek bir yer aradı. Rotası, kendi rotalarına yakın kayıtlı başka gemi var mı diye kontrol etti. Kıç tarafında ortaya çıkan gemi hiç bir listede gözükmüyordu. Yasa dışı seyahat ettiği belli olan bir gemi ile girilecek bir çatışmadan kesinlikle zararlı çıkacaklardı. Yelkenleri indirip biraz hız arttırmaları halinde tam arkalarındaki geminin niyetini anlayabilir, ayrıca arayı açmak için bir fırsatları olabilirdi.
“Yelkenleri indiriyoruz. Biraz hızlanacağız.” diye bağırdı kaptan. Kural kitabına göre tayfanın gerekli konuma geçmesi için beş dakika beklemesi gerekiyordu. Saatler sürmüş gibi gelen üç dakikanın ardından ikinci kaptan köşke girdi.
“Peşimizdeki gemi hızlandı kaptan.”
“Yerine geç evlat. Yelkenleri indirip, hızlanıyoruz.”
“Efendim, savunmamız?”
“Kıç tarafında hazırlansınlar. Duruma göre hareket edeceğiz.”
“Emredersiniz efendim.”
Kaptan koltuğuna oturdu. Gemi yavaş yavaş hız kazanmaya başladı. Bir önceki limanda yükledikleri cevherler ile ağzına kadar dolu olan hangar yüzünden bir kargo gemisinin çıkabileceği maksimum hıza ulaşmışlardı. Kaptan hem taşıdıkları yük, hemde kendi gemisi için endişeleniyordu. Şirket zor zamanlardan geçiyor, merkeze ulaşan her yük büyük önem taşıyordu. Hak ettiklerini verdiği sürece kaptan şirket ile çalışmaya devam edebilirdi. İyimser tarafı yaklaşmakta olan geminin kendilerine dokunmadan geçip gideceğini söylerken, kötümser tarafı kargoyu kaybedebileceklerini söylüyordu. Eğer kargo kaybedilirse sefer tamamen boşa gitmiş olacaktı, ki bu bile kötünün iyisiydi. Yabancı gemi bir saldırı düzenlerse geçim kaynakları ve hayatları tehlikede demekti.
Gemi son sürat yol alırken kaptan köşkünde zaman durmuştu. Her saniye içine hava dolan bir balon gibi, oda tedirginlik ile doluyor ve patlama anının bilinmezliğine yol alıyordu. Kaptan, bir kez daha elindeki seçenekleri kontrol etti. Hala sağlıklı düşünebiliyor iken bir yardım mesajı hazırladı.
“Kaptan.”
Kaptan cevap vermedi.
“Efendim, görsel temas sağlandı.”
Kaptan ellerini masaya koydu, arkasına yaslandı ve nefes aldı.
“Efendim yaklaşan bir viking gemisi.”
Kaptan nefesini verdi ve ellerini yüzüne götürdü.
“Rotaları nedir?”
“Hesaplamalara göre sancak tarafından aborda edecekler.”
“Üç kişi kıç tarafında savunmaya hazır olsun, iki kişi sancak tarafına. Birazdan bende geliyorum.”
“Emredersiniz kaptan.”
Dakikalar içinde gemi sarsılmaya başladı. Sessizlik yerini gürültüye bıraktı.
“Kaptan. Sancak tarafında pozisyon alıyorlar. Güverteden sesler geliyor.”
“Nasıl sesler?”
“Güverteye çıkmış olabilirler.”
“Nasıl çıkmış olabilirler? Yaklaşmaya başladıklarından beri GatlingX topları ile ateş etmiyor musunuz? Ne yapıyorsunuz orada? Geliyorum.”
Kaptan, köşkten çıkarken geminin kontrol panelinde kırmızı ışıklar yanıp sönüyor, kesik kesik çalan bir siren kulakları sağır ediyordu. Son bir kez arkaya baktı. Geminin üç boyutlu modeli üzerinde hasar gören yerler işaretlenmişti. Sancak tarafındaki solar yelken tamamen yok olmuş, güvertede delikler açılmıştı. Vakit kaybetmeden cebindeki terminali çıkardı.
“Üç, dört ve beş numaraları hava kilitlerini kapatıyorum. Gövdede delikler var. Herkes uzay kıyafetlerini giysin. Tekrar ediyorum, herkes uzay kıyafetlerini giysin.”
Kaptan, köşkün hemen arkasında bulunan odaya girdi ve kendi uzay kıyafetlerini giydi. Tüm gemiyi baştan başa birbirine bağlayan koridora çıkar çıkmaz bir düğmeye bastı. Koridorun metal duvarlarında yer alan karşılıklı iki kapak açıldı. Kaptan yanına alabildiği kadar silahı alıp kıç tarafına doğru koşmaya başladı. Gemi metalik bir gürültü ile sarsıldı. Kaptan dengesini kaybedip koridor duvarına çarptı. Uzay kıyafetinin kolunda bulunan bir kaç düğmeye basarak, tüm kanallardan iletişimi açtı.
“Çocuklar iyi misiniz? Cevap verin.”
Sessizlik. Kaptan koşmaya devam etti. Karşısına çıkan ilk kapıdan sancak tarafına döndü.
“Orada mısınız? Cevap verin. Yanınıza geliyorum.”
Sessizliği kaptanın derin nefes alış verişleri bozuyordu. Bir saniyeliğine durdu ve dinledi. Bir cızırtı duyduğunu düşündü. Şansını tekrar denedi.
“Biriniz cevap verin artık. Tüm kanallardan dinlemedeyim. Bir şey söyleyin.”
Tekrar bir cızırtı.
“Efendim.” dedi zor çıkan bir ses ile ikinci kaptan. “Efendim, içerideler. Vikingler gemideler.”
“Yardıma geliyorum.”
“Hayır kaptan. Yakınsanız kaçış kapsüllerine gidin.”
“Olmaz öyle şey geliyorum.”
Kaptan, ciğerleri patlayana kadar koştu. Bacaklarını hissetmiyor, kasları yırtılıyormuşçasına acıyordu. Bir sonraki köşeyi döndüğünde yerde yatan ikinci kaptanı gördü. İkinci kaptan kafasını onun geldiği yöne çevirdi. Göz göze geldiler.
“Kaç, kaptan kaç.”
İkinci kaptan son sözünü söyler söylemez, geminin tavanından genç adamın kafasına doğru kırmızı bir ışık hüzmesi belirdi. Zaman donmuşçasına ışık çizgisi havada asılı kaldı. Işık, partiküllerine ayrılırken genç adamın parçalanan kaskından dışarı çıkan kan parçacıkları havada süzülmeye başladı. Kaptan hızlı bir hareketle önündeki düğmeye bastı ve hava kilidini kapattı. Açılan delikler yüzünden gemi, hem oksijen hemde yapay yer çekimini kaybediyordu. Kaptan yapabileceği fazla bir şey kalmadığını biliyordu. Arkasını döndü ve iskele tarafına doğru koşmaya başladı. Son bir kez mürettebatı ile temas kurmak için çaba sarf etti.
“Çocuklar. Beni duyan var mı? Duyan varsa iskele tarafına gidiyorum. O tarafa gelin.”
İletişim kanallarında hiç ses yoktu. Kaptan tüm gücüyle koştu. Gemiden, metalin yırtılma ve parçalanma sesleri geliyordu. Artık son şansı kaçış kapsülleriydi. Eğer iskele tarafına ulaşabilirse, en azından canını kurtarabilirdi. Önünde açılan son kapı ile kargo bölümüne ulaştı. Taşıdıkları tonlarca cevherin üzerinde bulunan köprüyü geçtikten sonra iskele tarafına varacaktı. Vikinglerin, kargo bölümün girmeyi başarıp başaramadığını merak etti. Girmiş olabileceklerini varsayarak derin bir nefes aldı ve köprüyü geçmek için koşmaya başladı. Kapıdan çıkıp köprüye adımını attığı anda kırmızı bir ışık hüzmesi tam önünden geçti. Durmadan koşmaya devam etti. Önünden ve arkasından kırmızı ışıklar geçiyor, havada belirgin bir iz bırakıyordu. Köprünün sonuna geldiğinde bacağında bir acı hissetti. Son bir çaba ile kendisini karşısında açık olan kapıdan iskele koridoruna attı. Ayağa kalkmaya çalıştı ama başaramadı. Bacağındaki acı dayanılmaz bir hal almıştı. Elleri ile duvardan destek alarak kalktı. Bir kaç adım daha attı ve kaçış kapsüllerinin bulunduğu boşluğa girdi. Karşısına çıkan ilk kapsüle yerleşti. Kapsül otomatik fırlatma prosedürünü başlattı. Kapsülün içinde dijital bir ses duyuldu.
“Acil durum prosedürü devrede. En yakın yaşanabilir gezegen hesaplanıyor.”
“Hadi ama hadi. Çıkar beni buradan.”
“Yaşam destek üniteleri devreye alınıyor.”
Kaptan, boynunda, omuriliğinde ve bileklerinde bir acı hissetti. Yaşam destek için gerekli iğneler vücuduna girmişti. Kapsülden çıkan boruların içerisinde beyaz bir sıvı dolaşmaya başladı ve yavaş yavaş kaptanın vücuduna gireceği noktalara aktı. Sıvı damarlarına ve omuriliğine girmeye başladığında, bir rahatlama hissetti. Tüm vücudunu bir sıcaklık kapladı ve kaptanın gözleri yavaşça kapandı.
Kaptan kendine gelmeye başladığında çok rahatsız bir yerde uzandığını fark etti. Gözlerini yavaşça açtı. Kapsülün içinde değildi. Kırmızı ışık rahatsızlık veriyordu. Gözlerini kapatıp, tekrar açtı. Kırmızı ışığın arasından gökyüzünü seçebiliyordu. Bir gezegene iniş yapmayı başarmıştı ama hangi gezegendeydi?
Görüşü netleştikçe gökyüzünün detaylarını fark etmeye başladı. Silüet halinde bir uydu, hemen altında sadece çeyrek dairesi gözüken bir uydu ve ikisinin çaprazında başka bir uydu. Gözlerine inanamıyordu. Kaçış kapsülü bu kadar mesafeyi hesaplayıp onu başka bir sisteme getirmiş olamazdı.
Kafasını oynatmak istedi ama başarılı olamadı. Parmaklarını ve ellerini hissetmeye başladı. Sağ elini hareket ettirip, sol kolunda bir düğmeye dokundu. Artık uzay elbisesinin dışından gelen sesleri de duyabiliyordu. Bir kaç farklı tonda tıkırtı duydu. Sanki tıkırtılar birbiri ile konuşuyormuş gibi. Sağ eli ile tekrar sol kolundaki düğmelere bastı. Kaskının ekranında dil eşleştirme işlemi belirdi. Gelen sesler galakside konuşulan bir dil ise kask o dili çözebilirdi.
Birkaç dakika sonra kask çözümü ekrana getirdi. Triaudialıların konuştuğu dil olduğu yazıyordu.
“Hayır. Buraya gelmiş olamam. Bir yanlışlık olmalı.”
Kask, konum hesaplamaya başladı ve ekranda Triaudia gezegeninde olduğu ve gezegende kendisinin bulunduğu koordinatlar belirdi. Kapsülün kendisini Trappist-1 sistemine getirdiği artık kesinleşmişti.
Kafasını kaldırmayı tekrar denedi, bu sırada çevresinden gelen tıkırtı seslerinden bir tanesi bağırırmışçasına yükseldi. Anlık çeviri düğmesine bastı. Gökyüzünün kırmızılığı yerini karşısında dikilen ve ona bakan Triaudialının gölgesine bıraktı. Göz göze geldiler. Triaudialı tıkırtı şeklinde bir şeyler söyledi.
İnsan….Ceza…Ne… kelimeleri kaskın ekranına yansıdı.
Diğer Triaudialıdan iki ses çıktı.
“Viği kik”
Triaudia’lı silahını doğrulttu. Cihazdan gelen çeviri kaskın ekranında belirdi.
“Ölüm.”
Merhaba;
Güzel bir öyküydü. Açılış sahnesi ve aksiyonlu gelişme bölümü iyiydi ama final biraz sönük kaldı sanki, aceleyle olay bağlanmış gibi geldi bana.
Emeğinize sağlık.
Teşekkür ederim. Fazla uzatmadan, sıkmadan bitirmeyi en başında planlamıştım. Aslında neden o ırka Viking dendiğini açıklayan kendince büyük bir son. Okuduğunuz için teşekkürler.
İlginç bir öykü olmuş, sonunu sevdim açıkcası. Bu tarz finaller bana hep güzel gelmiştir. Eline sağlık.
Teşekkür ederim, beğendiğinize sevindim.
Merhabalar. Güzel bir öyküydü, finalini de sevdim. Naçiz tavsiyem karakterin dış dünyasıyla iç dünyasını harmanlayarak anlatmanız olacak. Böylelikle tekdüzelikten sıyrılmış olur öykünüz. Sonraki seçkilerde de görüşebilmek dileğiyle, emeğinize sağlık.
Hem tavsiye hem de okuduğunuz için teşekkür ederim.