ilham alınan eser
RAMA
İnsanoğlunun ulaştığı en uzak yerleşim merkezinde, Triton’da yeni bir kent kuruluyordu. Havalanan mekik uydunun ince atmosferinde bir tur attı. İlk yerleşimcilerin, jest yaparak üzerlerinde yaşadıkları bu uyduyu gören ilk insanın onuruna adını verdikleri Lassel kentinin üzerinde uçuyordu. Yeni bir kent kurulurken göz önüne alınan her zamanki parola geçerliydi; bir sorun anında yardım edebilecek kadar yakın ama bir salgından etkilenmeyecek kadar uzak. Havalanan araştırma gemisinden bakıldığında ana kentin dışında on kilometre kadar uzağında parıldıyordu. Maden araştırma görevlisi Cemil, uzaklaştıkları kütleye dalgın dalgın bakıyordu. Doğduğu dünyaya hiç benzemiyordu. Küre olduğunu anlamak için çok yükseklere çıkmanıza gerek olmadan bir kürede olduğunuzu anlayabiliyordunuz. Aslında yeni yerleşim merkezinin durumu parıldıyor da sayılmazdı. Ana kentin biraz uzağında, tam olarak yerleşime açılmadığı için birkaç belirgin ışık noktasından ibaretti.
Tritondaki ‘Cevher’ üretimi iyi sonuçlar verince Şirket yöneticileri yeni göçmenler almayı düşünmeye başlamışlardı. Hatta bu yönde çabalar Dünyada ilan edilmeye, yetişmiş sağlıklı elemanlar aranmaya başlanmıştı. Havalanan geminin getireceği araştırma sonuçlarına göre bir seçme takvimi yapılacaktı. Fırsat eşitliği açısından din, dil, ırk veya cinsiyet ayrımına gidilmiyordu ama eksiksiz bir sağlık taramasından geçiriliyordu adaylar. Ne de olsa binbir güçlükle kurulan Triton ülkesinde salgın hastalık paniği yaşanması istenmiyordu. Önceden gelmiş ve yer sorunundan dolayı sıkışık durumda olan göçmenlerden bazı guruplar yeni yeni yerleşmeye başlamıştı bu kente. Kimbilir, belki de son gelişmelere paralel olarak üçüncü bir kent bile düşünebilirdi yakın gelecekte. Bütün bu umutlar az önce havalanan ekibin getireceği bilgilere bağlıydı.
Uzayda yeni olan İnsanoğlunun yani ilk insanın atmosfer dışına çıktığı tarihi; 1961 yılını başlangıç kabul edersek ki bir gurup Triton yurttaşı unutulan bu adı yaşatmak için yeni kurulan ve uydudaki hatta konfederasyondaki en yeni kent olacak olan Triton kentine bu adı -Gagarinkent adını- vermek istemişlerdi. Öneri Triton Meclisi tarafından görüşülüyordu. Bir kısım meclis üyesi dünyanın totaliter rejimlerini çağrıştırdığı gibi nedenlerden yanlış çağrışımlar yapabileceğini ima ederek itiraz ediyorlardı ama muhtemelen öneri kabul edilecekti. Evet, eski adıyla kozmonot olan Yuri Gagarin’in uzayda yürüdüğü ilk günden bu yana bu yana 169 yıl geçmişti. Neptün’ün henüz ulaşılmamış ama büyük potansiyeli olduğu bilinen Nereid uydusuna bir araştırma gemisi gönderilmişti.
Triton uzay limanından ayrılan Mekiğin hedefindeki Nereid, yaklaşık dört yüz kilometre çapında soğuk bir kayaydı. Güneş sisteminin doğuştan gelen bir parçası olmayıp, dışarıdan gelen misafirlerden biriydi. Hoş Triton’da öyleydi ama Nereid’in en büyük özelliği Güneş ailesinin en eliptik yörüngesine sahip olmasıydı. Bu durum, oradaki cevher ocaklarıyla belli dönemlerde daha iyi ulaşım sağlanabileceğini gösteriyordu. Yalnızca gezegen çevresinde uçmak için dizayn edilmiş gemide toplam beş kişiydiler. Cemil ve eşi Hedda, içlerinde en yeni olanlarıydı ve bu çalışma Birmaden araştırma mühendisi olan Cemil’in ilk saha çalışması olacaktı. Esmer tenli zayıf orta boylu biri olan Cemil, ülkesinin en büyük üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesinden mezun olduktan sonra Ay’daki işletmelerde staj çalışmaları yapmıştı. Aydaki çalışmaları sırasında tanıştığı astromatematik uzmanı Hedda ile evlenmişti. Birkaç ay sonrada Triton’a çalışmak için başvurmuşlardı. Şimdi ikisi de aynı mekikte yol alıyorlardı. Biri Uçuş hesap uzmanı olarak diğeri araştırma görevlisi olarak.
Zor geçmişlerdi göçmen bürosundaki sınavı. Detaylı sağlık analizlerinden sonra yapılan görüşmelerde neler sorulmamıştı ki; burayı seçmelerindeki amaçları neydi, neden Triton’u seçmişlerdi, yaşamdan beklentileri nelerdi, idealleri var mıydı, çocuk düşünüyorlar mıydı? Görüşmeler sonunda ilk beş yıl için yurttaşlığa kabul edilmişlerdi. İlk beş yıl çifte vatandaşlık yapacaklardı. Hem dünya hem de Triton vatandaşı olacaklardı. Performansları iyi olursa, Triton vatandaşlığına geçebilecek ve bu haklardan sonuna kadar yaralanacaklardı. Seçme ve seçilme hakkı, geniş bir konut, daha iyi bir maaş kendilerini bekleyecekti.
Aslında yeni evli çiftimizi bu kadar uzağa yönelten ana nedenlerden biri de Triton’un gelecekte derin uzay kapısı olabilecek potansiyeli olmasıydı. Her ne kadar mesleğini Maden Mühendisi olarak seçse de, Cemil, çocuklarını bu uyduda yetiştirip, o engin yıldızlar arası yolculuklara hazır hale getirecekti. Sonuçta, Triton geleceği olan ama zor şartlarda yaşanılan bir devletti. Karmaşasını yaşamaya devam eden dünyaya göre bir hayli rahatlardı doğal olarak. İşletme iyi cevher çıkarıyor ve iyi fiyata satıyordu. Çalışanlarına kazancından iyi paralar veriyordu. Onların yaşam standartlarını olabildiğince yüksek tutmaya çalışıyordu. Güneşin öz çocuğu olmayan, uzaktan gelen, hiç hak etmediği halde Deniz tanrısı Neptün’ün oğlunun adını alan bu uyduda iridyum ve paladyum madenleri saptamışlardı. Ve yönetim kendilerine yeni bir yerleşim kurmak daha doğrusu cevher işletmesi açmak için yer arıyordu.
Uçuş beklediklerinden uzun olmuştu. Triton’un en eski mekiklerinden biriyle uçmuşlardı. Gezegenler arası gemilere göre basit yapıdaydı mekikler, basit ama yavaş. Yine de yeni gelenlerin çalışma arkadaşlarıyla kaynaşmasına yardımcı olan bir zamandı. Daha girgin olan Hedda mesai arkadaşlarıyla sohbete başlamıştı bile. Cemil ise kendi halinde, yıllardır yaşadığı ama bir türlü içine sindiremediği uzayın büyüklüğü karşısında hala hayretler içindeydi. Geride git gide küçülen neredeyse dümdüz triton, önlerinde hedefleri Nereid vardı. Güneşi ve onun üçüncü gezegeni Dünyayı görmek içinse özel bir çaba göstermesi veya nereye bakması gerektiğini bilmesi gerekiyordu. Nereid çevresinde dönmeye başladıklarında uydunun beklediklerinden çok daha küçük olduğunu görmüşlerdi. Düzensiz şekli daha da belirginleşmişti. Nereid, dev bir astroid gibi düzensiz ve oldukça engebeliydi.
Kaptan, alçak yörüngede dönen araştırma uydusunun paralelinde uçmaya başlamıştı. Altlarında, inecekleri önceden belirlenmiş ve cevherin iyice yoğun olduğunu tahmin ettikleri görece olarak düz alan vardı. Astroid irisi uydu adını aldığı su perilerine hiç benzemiyordu. Öyle derin vadileri veya sivri tepeleri yoktu. Ama yine de Düzensiz ve oldukça engebeliydi. Yapılan hesaplamalar önceden belirlenmiş yerin isabetli bir karar olduğunu teyit etmişti. Standart uygulama olarak yüzeye yaşam kapsülünü attılar. Bu yaklaşık yedi metre çapında ve yarı küre şeklinde titanyum alaşımı özel yapılmış birimdi. Fren motorları ile kısa sürede yere indi. Önce çarşaf gibi düz olan modül yere değer değmez çalışan iç sistemiyle şişmiş, Esnek plastik yarım saatte istenilen şekli almıştı. Tabii Triton’a göre iyice zayıf olan çekim gücünü dengelemek için yapay kütle çekimi sistemi de çalışmıştı. Ardından deneyimli pilot ivan’ın usta manevralarıyla hemen yanına inmişlerdi. Tritonun en iyilerinden olan İvan, zorluk çekmemişti modülünü indirirken.
Konfederasyonun diğer üyeleri, zaman içinde belli milletlerin havasına bürünmüşlerdi. Alınan göçmenler doğal olarak anlaşabildikleri kişilerle yani kendi milliyetine veya bölgelerine uygun olanlarla toplaşmaya başlamışlardı. Aslında uzaya açılmayı destekleyen Birleşik Gezegenler federasyonu bu durumu tasvip etmiyordu. Onca fiziksel ve psikolojik soruna milliyetçilik, ırkçılık gibi yirminci yüzyıl alışkanlıkları yerleşsin istemiyorlardı. Yine de zamanla belli uluslar tıpkı dünyadaki kentlerin gettoları gibi toplaşmışlardı. Ne de olsa birbirini daha iyi tanıyan ve daha iyi anlayan kültürler yan yana geleceklerdi; İşin doğası bu olsa gerekti. Kök gezegenden iyice uzak olan Tritonda bu durum istisna kabul edilebilirdi. Dünya uluslarının pek çok ferdi, farklı uluslara ait vatandaşlar iş başvurusunda bulunuyorlardı. Triton yönetimiyse, bu kadar uzağa eleman bulmak, onları göçmen olmaya ikna etmek zor olduğu için seçici olamıyorlardı. Bu çeşitlilik Nereid’e inen Mekikte de belli oluyordu. Kaptan İvan elli yaşlarının sonlarında bir Rus’tu, Uçuş uzmanı İsveçli, Üç araştırmacının biri Türk diğerleri Çad’lı ve Kolombiyalıydı. Zengin bir milliyet karışımı ve ten rengi vardı yani.
Cemil’in gerçek anlamda ilk çalışması bu araştırma olacaktı. İvan kaptanın ustalığı sayesinde araçları Yaşam kapsülünün hemen yanına inmişti. Köprü kurulmuş, dış uzay giysilerini giymeye gerek kalmadan kapsüle geçmişlerdi. Yerleşmeleri ve saha çalışmaları için ekipmanlarını giysilerini hazırlamaları bir saat sürmemişti. Eğer verim alabilirlerse yani rezervler işletme merkezinin beklediği gibi olursa bu İglo adını verdikleri bu kapsüllerden birkaç tane daha indireceklerdi. Yukarıda, Tritonda yeteri kadar vardı bu iglolardan. Hazırlıklar tamamlandı ve yüzeye çıkma vakti gelmişti
Yaşam ünitesinden çıkma vakti gelmişti, önce tecrübeli ve aynı zamanda ekip şefi olan Yoadimnadji kapıya yöneldi. Üzerlerinde göreceli olarak eski model olan ağır koruma giysileri vardı. Bu giysiler ağır ama sağlamdı. Ve tabii ki şirket için daha önemli yönü olan ucuzdular. Üç eleman, önce bir Eskimo iglosunun dar uzun kapısını andıran ara bölmeye girdiler ve sızdırmaz ara kapı kapandı. Hava kompresörleri birkaç saniye içerisinde bulundukları yerdeki havayı emdi. Sonra diğer kapı açıldı ve birkaç adım sonrasında üçyüz elli kilometre çapındaki Nereidin yüzeyindeydiler. Üzerlerinde siyah, derin, karanlık ve sonsuz boşluk asılı duruyordu. Yoadimnadji ve Alonso ne yapmaları gerektiği bildikleri için yola koyuldular. Cemil’se, hala hazmedemediği hayranlıkla çevresine bakınıyordu. Gemilerin lombozlarından çok izlemişti ama bu kadar etkileyici olduğunu hiç bilmezdi. Kulaklığında duyduğu şefinin sesi kendisine gelmesine yardımcı oldu. Birkaç adımda yanlarına vardı.
Uydunun kutup dairesi denilebilecek yöne doğru yürüdüler önce Yanlarındaki ekipmanlarla yüzeyden örnek aldılar Basitçe tarif etmek gerekirse bir matkaba benzeyen araçlar yüzeyi delip iki santim çapında ve beş santim boyundaki tüpü doldurdular. Yoadim ve Alonso taşınabilir aparattı kullanıyordu. Cemilse örnekleri etiketliyor çantasına yerleştiriyordu. Aynı noktadan yüzeyden bir metre ve üç metre derinliklerden örnekler aldılar. Kapsüldeki ön laboratuarda inceleyecekler, ikna olmazlarsa farklı yerlerden de örnekler alacaklardı. İkinci nokta ekvatorun batısı sayılabilecek noktaydı. Burada da sorun olmadı. Yüzey sertti ama kumtaşı benzeri kolay işlenebilir haldeydi. Üçüncü bölge sorun çıkarmıştı. Örnek almak zorlaşmıştı. Sert yüzeyi delmek zordu ama iki tecrübeli arkadaş üstesinden geliyordu.
Cemil, teoride bildiği bu işleri izlerken birden ufukta soluk mavi bir ışık belirdi. Uzakta, hatları yuvarlak tepelerin ardında Neptün doğuyordu. Dudaklarından kendi duyabileceği bir ses çıktı; “Muhteşem” Çalışmakta olan daha tecrübeli iki teknisyen önce sesin geldiği yere baktı arkasından belirmeye başlayan mavi küreye baktılar. Sık rastladıkları bir manzara olduğu için bir saniye sonrasında işlerine devam ettiler. Cemil’se ışık sanki kendisini çağırıyormuş gibi doğuya doğru yürümeye başladı.
Yeni gelenin uzaklaştığını ilk Alonso fark etti. Ayaklarındaki manyetik ayakkabılara rağmen düşük çekim kuvvetiyle koşar gibi uzun adımlarla yol alıyordu Cemil. Hemen önünde dikilen kendisinden birkaç yaş büyük siyah derili ekip başına dokundu. Yoadimnadji, ufka doğru uzaklaşan arkadaşlarını gördü. Bir küfür savurdu, hem gidene hem de böyle acemileri görevlendirenlere. Her şeyi bırakıp aceminin peşinden gitmeye başladılar. Mekikte can sıkıntısıyla kendilerini izleyen iki kişide endişelenmeye başlamıştı.
“Cemil nereye!!” Dışarıda görev yapan üç kişiye sesle ulaşması mümkün olan Hedda kocası için endişelenmeye başlamıştı. Kaptan İvan’sa ne olur ne olmaz diye dış uzay kıyafetlerini giymeye başlamıştı. Hedda, bir kerede, Cemilin ana dilinde, Türkçe olarak seslendi. Ama Cemil büyülenmiş gibi yükselen mavi dev gezegenin ışığına doğru koşuyordu. Diğer iki gümüş renkli figürde, tıpkı Cemil gibi, abartılı hareketlerle önde giden arkadaşlarına ulaşmaya çalışıyordu. Ve Cemil, Neptün bütün haşmetiyle yükseldikten sonra kocaman bir kayanın önünde durdu. Bir dakika sonra Yoadimnadji ve Alonso arkadaşlarının yanına varmışlardı. Genç araştırmacı yüzünü kaya benzeri nesneye dönmüş öylece bakıyordu. O zaman yeni gelenin neye baktıklarını anladılar. Önlerinde uzun yıllar önce buraya inmiş veya düşmüş bir enkaz vardı. Oldukça eski, uzaya açılan ilk modellerden olan gemide lombozun hemen önünde bir adam daha doğrusu kocaman bir kafa vardı. Yıllar önce ölmüş adamın gözleri ileriye uzayın derinliklerine bakıyordu… Genç madenci yıllar önce bu kayaya inmiş adamın baktığı yöne çevirdi kafasını, Dudakları kıpırdanmaya başladı. “Konuklarımız geliyor… Bizlere yardım edecekler ve bizler onların yardımını hak etmeliyiz… Gelecek aracı dostça karşılayalım… Gelecek aracı dostça karşılayalım” diyordu dua eder gibi mırıl mırıl.
Birleşik gezegenler konseyi Ay’ın dünyanın biricik uydusunun üzerinde toplanmışlardı. Güneş’ten uzağa doğru sırasıyla ve yarımay şeklinde bir masaya oturmuşlardı. Merkür, Dünya, Ay, Mars, Ganymede, Titan ve Triton’du. İnsanoğlu, sıkışık dünyadan, uzaya teknolojisinin gelişmesiyle açılmıştı. Neredeyse bütün güneş sisteminde koloniler kurmuştu. Çocuklarını ulaşabildiği her yere ekmek istiyordu. Henüz yerleşilmeyen çok uydu vardı. Oralarda teknolojik ilerlemeler ve zenginleşmeler yoluyla fethediliyordu. Hatta bir gün gaz devlerinin ana yüzeylerinde de yerleşebileceklerdi. Nasıl olsa evrende yalnızdık ve nasıl olsa tüm uzay gelip yerleşmemiz için bizleri bekliyordu. Bu kanı tüm insanoğluna yayılmıştı adeta. Kendinde tanrısal bir güç hissediyordu mavi gezegenin sakinleri. Bu durum geçen yılın sonlarında, uzaklardan gelen ziyaretçinin ortaya çıkmasına kadar sürebilmişti.
Önce Uzay muhafızları görmüş, ardından, tasnif edip numaralandırmışlardı. 31/439 olarak numaralandırılan konuk sıradan bir nesne olmadığını, yaklaştıkça fark ettirdi. Durumun özelliğine dayanarak sonradan Hint panteonunun Tanrılarından Rama’nın adını verdiler. Bu konuk yaklaşık kırk kilometre çapında ve elli kilometre uzunluğunda silindirik bir nesneydi. Uzaklardan yıldızlar arası uzaydan güneşimize konuk olarak gelmişti ve son yaptığı manevralara kadar ne olduğu nereden geldiği ve amacı hakkında bir fikir oluşturulamamıştı. Kumandan Norton bir keşif timiyle içeri girmiş neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. İşler iyi gidiyordu ama ne zaman güneşe yaklaştığı noktada yörüngesinde ve hızında hareketlenmeler olmuştu. İşte bu son gelişmeler oldukça tedirgin ediciydi ve bir karar vermek zorundaydılar.
Herkesin bildiği ve yakından izlediği bu durumu, Konsey başkanı giriş cümleleri olarak özetlemişti. Tüm delegeler konu ile ilgili kendilerinin ve bağlı oldukları yerleşim merkezlerinin fikirlerini beyan ettiler. Toplantıya girdiği andan beridir kararlılığını hissettiren Merkür delegesi en son söz alarak durumu anlatan ve tehlikenin büyüklüğünden söz eden bir konuşma yaptı. Korkularını, diğerlerinin de yüreklerinin bir köşesinde duydukları endişelerini, kelimelere döktü. Yapılması gereken tek bir tepki olduğunu söyledi. “Onlar bizi vurmadan biz onları vuralım” Yapacakları hareketin 2057 yılında imzalanan 34. Maddesine göre bir savunma hakkı olduğunu söylemişti.
Merkür delegesi sözlerini bitirince salonu derin bir sessizlik kaplamıştı. Araştırmalar tehlike göstermiyordu ama insanoğlunun tarihinde bu tür hilelerin o kadar çok örneği vardı ki. O esnada Triton delegesi dışarı çıktı. İçeri girdiğinde kuruldan söz alarak “Sizlere iletmek istediğimiz bir konuk var” dedi. Triton’da, temsil ettiği uyduda yaşanan yeni gelişmelerin olduğunu söyledi. Kurul üyeleri birbirine baktılar. Başkan, diğer üyelerden onay alınca söz verdi. İçeriye giren uzun boylu yirmi beş yirmialtı yaşlarında sarışın bir bayan girdi. “Bu Astromatematik Uzmanımız Hedda, sizlere yeni ocaklar açmak için gittikleri nereid’de gördükleriyle ilgili söyleyecekleri var” dedi.
Merkür delegesinin yüzü asıldı bir anda. “Söylenecekler burnumuzun dibindeki tehlikenin icabına bakmak için vardığımız kararlılığı etkilemeyecek” dedi. Kelimeler, dudaklarından çatık kaşları kadar sert dökülmüştü. Uzun boylu sarışın kadın, durumun önemini kavramıştı. Dışarıda beklerken varılan kararı istemeden de olsa duymuştu. Yine de milyonlarca kilometrelik yolu bu konuşma için konseyi uyarmak için aşmıştı. Söylemek istediklerini söyleyecekti de…
Size ‘Maça Kızı’ndan, geçen yüzyılın kayıp kahramanından selam getirdim” dedi.
Kimse bir şey anlamamıştı ve birbirlerine şaşkınca bakıyorlardı. Yaşı diğerlerinden daha büyük olan Başkan, irkildi. Dakikalardır baktığı ay manzarasından geri döndü. Söylemesi gereken birkaç kelime olduğunu düşündü. Ne de olsa yaşı gereği, uzaktan da olsa tanıyordu Çirkin dahiyi.
“Maça Kızı; geçen yüzyıla ait bir efsane, bir mit” diye söze başladı. “İri ve şekilsiz gövdesi, kocaman kafasıyla ilk göründüğünde itici gelen biriydi. Bu nedenle topluma karışmazdı. Milenyumda, Küçük Asya’da doğmuştu. Çocukluğu acı içinde geçse de sonradan kendisini toplum dışına iten olumsuzlukların getirdiği potansiyeli fark etmiş, kendisini yetiştirmişti. Zeki, zekasını bilgiye, bilgisini paraya çevirmeyi bilmişti. O kadar çok adı vardı ki. Ucube derlerdi, Çirkin dev derlerdi. Ama en çok bilinen adı Maça Kızı’ydı.” Birkaç saniye durdu “Neyse bu başka bir konu, siz devam edin küçük hanım.”
“Neden Maça Kızı diyorlardı” Ganymede delegesi soru’yu soran kişiydi.
“Dedim ya kendisi bir efsanedir. Kupa kızı, Karo Kızı, Sinek Kızı ve maça Kızı; Kimsesiz büyüyen dördüzlerden, hayatta kalan tek kardeş, daha doğmadan kobay olarak kullanılan biriydi. Karanlık fikirli, gaddar ve kendisine bilim adamı diyen birinin elinden sağ kurtarılan tek kardeşti. Normalden daha büyük bir kafası ve tabii beyni vardı. Bu konuları araştırırsanız bulabilirsiniz.” Durdu, bakışları Genç kadının sözlerine devam etmesi gerektiğini anlatıyordu.
“Uzaya açıldığımız, adeta Uzaya Hücum yaşadığımız o yıllarda, sanırım 2062 yılında ilk seferine başlayan Titan’ı anımsayın.” Tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi Satürn, dünya arasında hesaplanan yörüngesinde hiç durmadan dönen Titan.” Şu an birkaç tanesi hala çalışan süper ekspresleri biliyorlardı. Dev hangarlarına küçük gemileri, mekikleri, şilepleri alıp gidecekleri yerlere kadar güvenle götüren on dokuzuncu yüzyılın transatlantikleri andıran bu gemiler, uydular için pek çok malzeme ve insan taşımıştı. Titanlardan birkaç tanesi, modası yavaş yavaş geçmeye başlasa da hala çalışmaya devam ediyorlardı.
“İşte ilk Titan’da yolcuydu Maça Kızı ve aniden Satürn çevresinde dünyaya en uzak noktada ayrılmıştı, kendi küçük ama konforlu gemisiyle. Bir zaman izlendiyse de uzaklık arttıkça bağlantı zayıfladı ve koptu. İşte bizim Nereid’de araştırma yapan ekibimiz o gemiyi buldu.
Başkan,merakla sordu, “Ya, Ucube, O ne durumda.” Hedda gülümsedi. “Gayet iyi, uzun ve derin bir uykudan uyanmış biri gibi.”
“Sizi tüm kalbimle alkışlıyorum” sesi o kadar iğneleyiciydi ki, Merkür yurttaşı alaycılığını gizlemeye gerek duymuyordu. Genç teknisyen başkandan izin alarak çalışmalarının özeti sayılabilecek bilgileri içeren cihazı konsolun üzerindeki yuvaya yerleştirdi. Bir saniye sonrasında duvardaki ekranda görüntüler akmaya başladı. Önce bulanık sayılabilecek İglonun dış kamera görüntüleri belirdi ekranda. Ekibin enkazı nasıl bulduğunu gösteriyordu. Ardından aydınlık bir hastane ya da revir benzeri oda görüntüleri vardı. Yatakta yatan oldukça iri ve anlatıldığı gibi kocaman kafası olan biri konuşmaya başladı. Kısa ve etkili bir konuşma oldu. Neredeyse yüzyıl önce konuşulan ve artık yerel sayılabilecek bir dil konuşuyordu. Ön Asya’da ve İç Asya’da kullanılan Ural-Altay kökenli bir dildi bu. Son sözleriyse herkesin anlayabileceği bir dildeydi.
“Konuklarımız geliyor… Bizlere yardım edecekler ve bizler onların yardımını hak etmeliyiz… Gelecek aracı dostça karşılayalım… Gelecek aracı dostça karşılayalım”
Merkür delegesi hızla ayağa kalktı “Bütün bunlar tiyatronuzun bir parçası, gerçek olsa da, siz kendiniz dediniz; ‘bir deli, bir çirkin, bir dev’; O’nun sayıklamalarıyla mı hareket edeceksiniz. Sizler, hiç biriniz, tehlikenin farkında değilsiniz, An be an geri dönüşü olmayan noktaya ilerliyoruz. Hükümetim olanların farkında ve gereken neyse yapılacak.” Hışımla salondan çıkmadan son sözleri “soğuk bir nezaket yansıtıyordu. “Beni dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ederim” oldu.
Başkan bir zaman ekranda donup duran görüntüye baktı. Milenyum doğumlu bu kadın mucize miydi? Doğruyu mu söylüyordu? Neler olacağını tahmin ediyordu. Merkür’lüler bu konuda blöf yapmazlardı. Delegelere dönüp, “Endeavour’un komutanı Norton’a haber verin, tetikte olsunlar, Rama’dan bir saatte uzaklaşabilecek durumda bulunsunlar” oldu…
Birkaç gün sonra dünyada, Dr Carlise Perara Uzak akrabalarından birinin bulunmasını düşünerek uykuya dalmıştı. Maça Kızının sıra dışı beyin fonksiyonlarından bazıları geçmiş olmalıydı. Huzursuz bir uykudan bilinçaltından gelip hala beyninde yankılanan şu mesajla uyandığını kimselere anlatmamıştı. “Ramalılar her şeyi üç kez yaparlar.”
- Mürşit - 1 Eylül 2024
- Sarm’ın Sonu - 1 Temmuz 2024
- Maratondan Kopmamak - 23 Mayıs 2024
- Küpe Bağları - 1 Şubat 2024
- Garip Bir Rüya - 1 Kasım 2023
Anlamadığım bir iki kısım oldu, ama bu durumu doğal karşılamam gerekiyor zira henüz Rama’yı okumadım.
Öykü hoş bir tat bıraktı ağzımda. Neptün gören Türk Cemil’e çok görmemek gerek, adam uzayın derinliklerinde kaybolmuş zaten, bırakalım da izlesin değil mi? 🙂
Acaba öykü diyalogsuz mu bitecek derken, son kısımlarda birkaç diyalog işi kurtardı diyebilirim. Fakat şikayetçi değilim bu durumdan, diyalogsuz da gayet güzel gidiyordu yani. Ha bir de dikkatimi çeken noktalardan biri de imla hatalarının göze batmasıydı, böylesine hoş bir öyküde hoş durmadığını belirtmem gerekiyor. Bunların haricinde herhangi bir sıkıntı yok kendi açımdan.
Kalemine sağlık.
Sevgili Denaro Forbin:
Okumana, ilgilenmene sevindim. Belki farkındasınızdır -ki çok ayıp bir cümle oldu- bir kaç zamandır aylık öykü seçkilerine naçizane katkılarda bulunmaya çalışıyorum. Bu da onlardan biri.
Rama severek okuduğum biraz ağır kalsa da insana ait çok şeyler bulduğum bir seriydi. Okumanızı isterim. Bende bu serinin başlangıcı olan Rama ile Buluşma’ya ait bir şeyler karalamak istedim. Ve istedim ki -burada bir parantez açmaya çalışacağım bir kere daha- Gerek Clarck’ın gerekse diğer kurgu bilim yazarlarının hayal güçlerinde veya gelecek tasarımlarında olmayan bizleri katayım. Clark’ın 2170 lerde hayal etttiği güneş sistemine bizi yamamaya çalıştım. “Bizde varız insan soyunun köklü bir gurubuyuz” diyeyim istedim. Sanırım olmamış, her yama gibi pis pis sırıtmış… Kinayenizden bunu çıkardım. Ve yine sanırım öyle bir gelecek olacaksa eğer dünyaya sıkışıp kalan geri guruplardan biri olacağız.
Noktalama işaretleri konusuna gelince de ne kadar dikkat edersem de illaki oluyor.
Akşam saati bir şeyler karaladım. Sonuçta okumanıza ve eleştirmenize gerçekten çok sevindim. Teşekkür ederim.