1957’de uzaya çıkan tatlı köpek “Laika”yı hepiniz bilirsiniz. 1961’de uzaya çıkıp sağ salim geri dönen Yuri Gagarin’i kesin duymuşsunuzdur. 1963’te uzaya giden ilk kadın olan Valentina Tereshkova’yı ve 1965’de ilk uzay yürüyüşünü yapan Alexei Leonov’un isimlerini belki duymamışsınızdır ama 1969’da aya ilk ayak basan adam, Neil Armstrong’u kesin duymuşsunuzdur. Bu adamlar (ve köpek) tarih kitaplarına isimlerini o kadar derin yazdırdılar ki, binlerce yıl sonra bile hatırlanacaklar.
Ama ben bugün size bu insanlar yerine, daha şanssız bir adamın hikâyesini anlatacağım. Şanssız olduğu kadar da karakterli bir adamın. Şimdiden söylemek isterim, bu hikâyeye inanıp inanmamak size kalmış. Ama on yıllık dostumun ölüm döşeğinde bana verdiği bu sırra ben hep inandım.
Mike Simon, 1930 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Colorado eyaletinde küçük bir kasabada doğar. Ailesi 1920’lerin sonlarında Avrupa’daki yokluktan kaçıp buraya yerleşir. Hiç görmediği abisi bu yolculuğu kaldıramaz ve gemide hayatını kaybeder. Ailenin kötü kaderi burada da değişmez. İşsizlik, yoksulluk ve açlık ile boğuşurlar. Amerika İkinci Dünya Savaşı’na katıldığında babası, “Ülke için savaşırsam, bizi biraz daha adam yerine koyarlar. Savaş sonrası gazilere vaat edilen işlerden biraz para kazanabiliriz.” diyerek orduya katılır. Ama evden ayrıldıktan sadece iki ay sonra, Avrupa’nın hiç bilmedikleri bir kasabasını korurken öldüğünü öğrenirler. Annesi günlerce “En azından evine yakın bir yerlerde öldü. Biz buralarda tek başımıza ne yapacağız?” diye ağlar.
Savaş bittikten sonra şansları biraz değişir. Babasının ölümü sonrası ailesine maaş bağlanır ve bir lojmana taşınırlar. Mike da, devletin savaşta ölen askerlerin çocukları için açtığı özel bir okula başlar. Kaderi de bundan sonra değişir. 1945 yılında, “Children of our Heroes” okulunda lise eğitimine başlayan Mike’ın fen bilimleri öğretmeni, Steve Mansfield’dır. Her zaman bilime ve uzaya karşı çok ilgili olan Mike, onun derslerine karşı da çok ilgilidir. Dergi ve gazetelerde çıkan bilimsel makalelerin tamamını ezberler. Okulun bahçesinde hazırladığı küçük roketler ile deneyler yapar. Bay Mansfield bir gün, Mike’ın arkadaşlarına bilim ve uzayla ilgili bir konuşma yaptığını fark eder. Mike o kadar heyecanla anlatmaktadır ki ilgisini çeker, dinleyicilerin arasına katılır.
Mike konuşmasında, Almanlar’ın ele geçirilen roketi V2’yi ve uzaya fırlatışını anlatır. Ama arkadaşlarını uzaya kadar gönderilmiş bir rokete inandıramaz. Grup dağıldıktan sonra Bay Mansfield yanına yaklaşır ve istediği zaman kendisiyle uzay ve bilimle ilgili konuşabileceğini, evindeki kütüphanesinde bulunan tüm kitap ve dergilerden faydalanabileceğini söyler. Mike o günden sonra düzenli olarak bu kütüphaneye uğrar ve kütüphanede o zamanlar pek de bilinmeyen ve kendisi gibi göçmen olan Isaac Asimov’un hikâyeleriyle tanışır. Bu hikâyelerde anlatılanlar, Mike’ın uzaya ve bilime olan ilgisini artırır.
Mike, Bay Mansfield’in de yönlendirmesiyle lise bitene kadar çeşitli bilim dalları ve özellikle uzay üzerine çalışır. Bu arada Asimov ile bağlantıya geçer ve ona defalarca mektup yazar, çoğuna onu teşvik eden cevaplar gelir. Okulun sonlarına doğru Asimov’a, hangi üniversitede ve hangi bölümde okumak istediğine bir türlü karar veremediğini yazar. Asimov bunun üzerine 1949 yılında, Mike’ı, kendi çalıştığı Boston Üniversitesi’ne davet eder. Kafası zaten çok karışık durumda olan Mike, bu daveti seve seve kabul eder ve Asimov ile birebir çalışmak için bu üniversiteye gider. Mühendislik fakültesine kaydolur.
Mike, mühendisliğin yanında uzay üzerine de çalışır. Özel ilgisi sebebiyle fizik ile ilgili her dersi alır. Bu dallardaki bilgisi herkesin dikkatini çekmeye başlar ve zamanın ünlü profesörleri ile çalışır. 1950 yılında Asimov, kendisine düzenli olarak uzay ve mühendislik soruları sormaya başlar. Üç ay sonunda Asimov yeni kitabının bir taslağını verir. Sorduğu sorulara verdiği cevapların kitaba dağıtıldığını görünce, Asimov’a saygısı iyice artar. Kitaba ve altındaki hayal gücüne hayran kalır. Kitabı bitirdiğinde ise tek isteği uzayda yolculuk etmektir.
1955’de, üniversiteyi bitirdiği yıl, Bay Mansfield’den bir mektup alır. Amerikan hükümeti, Sovyetlerden önce uzaya insanlı bir uçuş yapmak istemektedir. Bunun için de ülkedeki önemli bilim adamlarına çağrı yapmıştır. Mike, çağrıyı aldıktan sonra hemen projeye başvurur. Ancak bilim adamı olmak için değil, uzaya çıkacak astronot olmak için. Astronot olmak için toplam 142 başvuru yapılmıştır. Mike, ilk olarak yapılan sözlü ve yazılı testleri hiç teklemeden geçer. Kalan on kişi ile fiziksel testlere girmeye başlar. Tek tek rakiplerini eleyerek son ikiye kalır. Finaldeki diğer astronot adayının, iş ciddiye binince cesaretinin kırılmasıyla da uzaya çıkacak ilk insan olarak seçilir. Uzaya çıkış için hedeflenen yıl 1959’dur. Uzay mekiğinin yapımına başlanırken, Mike da uzay yolculuğu için eğitimlerine ve hazırlıklarına başlar.
1957 yılında Sovyetler’in uzaya bir köpek gönderdiği haberi gelince ekipte panik havası başlar. Hükümet, uzay yarışında en büyük rakibinin gerisinde kaldıklarını ve Sovyetlerin yakın zamanda insanlı bir uçuş planladıklarını söyler. Ekibe, mekiğin en kısa zamanda fırlatılması için işleri hızlandırması için baskı yapmaya başlar. Ancak ekip henüz mekiğini uzaya çıkaracak ve yörüngede tutacak hesaplamaları tamamlayamamış; mekiğin, uzay şartlarına dayanıp dayanamayacağına dair testlere başlamamıştır.
İlk etapta ekibin isteği ile uçuşun 1960 yılına ertelenmesine karar verilir, ancak sonrasında bu tarihe de yetişmeyeceği anlaşılır. Sovyetlerin her an uzaya bir insan göndermesi olasılığı, ekibin ve hükümetin üzerine kabus gibi çökmüştür. Bu arada, tüm bu olasılıklar Mike’ın umurunda bile değildir. Onun amacı uzaya ilk gitmek değil, sadece gitmektir. Fırsat buldukça Asimov’a yazdığı mektuplardan birinde; “Benden önce bir başka insanın uzaya gitmesi, dönüşte tecrübelerimi paylaşabileceğim bir insan daha olması demektir. Bu beni ondan daha şanslı yapar.” diye yazar. Günlerini zorlu antrenmanlarını tamamlayıp, uzayda yapılacak testler üzerine dersler alarak geçirmektedir.
1961 yılına gelindiğinde Sovyetlerin çok kısa bir süre sonra uzaya bir insan göndereceği kesinleşir. Ancak bu esnada bir mucize gerçekleşir ve Mike’a, mekiğin hazır olduğu ve iki ay içerisinde uzaya gönderileceği açıklanır. Mike sürecin tamamlanmadığını bildiğinden şaşkındır ama bir yandan da sonunda hayallerini gerçekleştirebileceği için çok mutludur. Mansfield’e yazdığı mektupta; “Mekiğin şu anki halinin beni uzaya çıkarabileceğinden emin değilim, ama buna itiraz da etmeyeceğim.” diye yazar.
Kendisine açıklanan tarihin bir türlü basına açıklanmaması, Mike’ı iyiden iyiye şüpheye düşürür. Uçuşa günler kala odasına üç hükümet ajanı gelir ve hazırlanmasını ister. Kendisine hiçbir açıklama yapmayan ajanlar, helikopterle onu özel bir tesise götürürler. Kendisinden uzay kıyafetlerini giymesi istenir. Büyük bir odaya sokarlar. Burası bir film setini andırmaktadır. Ajanlardan biri ışıkları kapatır ve oda tamamen kararır. Uzaktan gözükmeye başlayan ışıklar yıldızları andırmaktadır. Mike, yeni bir eğitime geldiğini düşünür. Bu sırada odanın iki kenarındaki ekranlardan, dünya, ay ve güneş inanılmaz bir gerçeklikte ekrana verilir. Mike, ölmeden önce bu kadar net bir görüntüyü en teknolojik Ultra HD televizyonlarda bile görmediğini söylemişti.
Mike neler olduğunu anlamaya çalışırken, aralarında en yetkili olduğu her haliyle belli olan ajan yanına gelir ve konuşmaya başlar.
“Mike, şimdi sözümü kesmeden beni dinlemeni istiyorum. Üretilen mekiğin seni uzaya götüremeyeceğini sanırım sen de tahmin edebiliyorsundur. Uzay yarışında iyice geriye düşmeye başladık. Sovyetler içindeki casuslarımız en fazla bir ay içerisinde insanlı bir uçuş yapılacağının kesin olduğunu bildirdiler. Onların uzaya bizden önce çıkmasının Amerika için ne demek olduğunun farkında mısın? Dünya üzerindeki tüm prestijimizi kaybederiz. Teknolojik üstünlüğümüzü Sovyetlere kaptırırız. Zar zor elimizde tuttuğumuz Avrupa ve Asya devletlerini hızla kaybederiz. Silah satışlarımız biter. Dünya üzerindeki üslerimizi kaybederiz. Ancak, bizi uzaya geç gitmekten daha çok yaralayacak bir durum varsa, o da, uzaya çıkarken mekiğimizin patlaması ve senin ölmendir. Yani senin anlayacağın, mekik fırlatılmayacak. Ama sen uzaya çıkacaksın, bu stüdyoda. Dün akşam pasifik okyanusunda, mekik ile aynı renklerde bir roket fırlatıldı ve kayda alındı. Fırlatma günü dünya televizyonlarında bu görüntü yayınlanacak. Sonrasında da bu stüdyoda sana bağlanacağız. Aslında,bu işi senin yerine, ekibimizden başkaları da yapabilirdi ama yıllardır bunun için eğitiliyorsun. Uzayda nasıl hareket edileceğini, nelere dikkat etmen gerektiğini biliyorsun. Sovyetler bunun sahte bir fırlatma olduğunu anlamamalılar.”
Mike şok içinde biraz önce dinlediği konuşmayı sindirmeye çalışırken, arkasında sapsarı güneşin parladığı ekrana yaslanır. Ağzından fısıltı halinde, “Yani uzaya gerçekten gitmiyorum.” sözleri duyulur.
“Hayır, yani en azından şimdilik. Ama en kısa zamanda roketi tamamlayıp, seni tekrar uzaya göndereceğiz. Hiç merak etme. Şimdi odana git ve dinlen. Bundan da kimseye bahsetme. Senin kadar önemli bir insanı tehdit etmek istemeyiz.”
* * *
Mike odasına gittikten sonra bütün gece ağlar. Çocukluk hayali ellerinden alınmıştır. Sonrası için bir söz verilir ama tutulacağından asla emin olamaz. Ayrıca tüm dünyaya yalan söyleme fikri, ne kendi karakterine uymaktadır, ne de ona öğretilenlere. Bu yalanın eninde sonunda ortaya çıkacağından emindir. Tarih eninde sonunda onu bir yalancı olarak yazacaktır. Bunu kabul etmez. Yapmamaya karar verir ama başkasının yapmasına da engel olacaktır.
Mike planını tamamlar. Çekim günü kıyafetleri giydirilir ve stüdyoya gider. Bir saat sonra, hala kimsenin haberinin olmadığı, roketin fırlatılışı seyrettirilecektir. Sonrasında da Mike’ın beş dakikalık mekik çekimi, ilerleyen saatlerde de bir dakikalık uzay yürüyüşü yayınlanacaktır.
Mike mekiğe doğru yürür. Ajanlar kendisini seyretmektedir. Mekiğin yanına geldiğinde merdivenleri tutar ve hızla mekiği yana devirir. Mekikten kopan bir parçayı da karşısındaki aya fırlatır ve ekranını patlatır. Ekrandan kıvılcımlar çıkmaktadır. Tam diğer ekrana doğru koşarken, ajanlar kolundan yakalar ve küfürlerle onu yere yatırır. Ama Mike amacına ulaşmıştır ve çekimin kısa süre içerisinde tekrar yapılabilmesi artık imkânsızdır.
Sonrasında Mike, tam on gün karanlık bir odada tek başına bırakılır. Sadece kuru ekmek ve su verilir. Kimseyle görüştürülmez, kimse nerede olduğunu dahi bilmez. Onuncu günün sonunda vatana ihanet suçlamasıyla özel bir hapishaneye gönderilir. Bu on gün içinde, Sovyetlerin Yuri Gagarin’i uzaya gönderip sağ salim geri getirdiğini, Amerika’nın daha iyisini yapana kadar projeyi iptal ettiğini öğrenir. Kendisine yapılan suçlamanın bu kadar büyük olmasının sebebi anlaşılmıştır. Mike, 3 yıl hapishanede kaldıktan sonra, yeni Başkan Johnson tarafından, yaşananlardan kimseye bahsetmemek şartıyla affedilir. Son üç senesi için pasaportuna Tahiti’ye giriş çıkış damgaları vurulur ve Tahiti Devlet Üniversitesi’nden üç yıllık hizmetleri için teşekkür belgesi ayarlanır.
Mike’ın gerçek dünyaya geri döndüğünde artık bir hayali kalmamıştır. Eski dostları Asimov ve Mansfield sayesinde Colorado Eyalet Üniversitesi’nde iş bulur. Öğrencilik zamanlarında aynı sınıfta ders aldığı, ama hiç hatırlamadığı, Sara’yı tekrar tanır ve 1965 yılında onunla evlenir. Ama şansızlıklar yakasını bırakmaz. 1966 yılında, adını Asimov’un bir kitabından aldığı, kızı Gladia’nın doğumu sırasında karısını kaybeder. Sonrasında tüm hayatını okuluna ve kızına adar. Şans ya da kalıtsal, kızı da uzaya merak sarar. Genç yaşından itibaren babasının hayalinin yolundan gider. Büyür, astronot olmak için eğitim alır.
Devletin ona olan öfkesinin bitmediğini, kızının adı Challenger’ın mürettebat listesinden çıkartılınca anlar. Kendi öfkesi de hiçbir zaman bitmemiştir ama sebebini kızına anlatamadığından, kendisini mahcup hisseder. Kendi hayali gibi onun hayalini de çaldığını düşünmektedir. Ancak fırlatılan roketin havada parçalanışını seyrettikten sonra tüm nefretini unutur. NASA’ya başvurup, hak ettiğinden çok daha alt kademelerde de olsa çalışmaya başlar. Emekli olana kadar sonraki tüm roketlerin tasarımında çalışır. Kimse onun “neredeyse uzaya çıkan ilk adam” olduğunu bilmez.
* * *
Dostumla, 2005 yılında huzur evinde tanıştık. On sene aynı odayı paylaştık. Bu hikâyeyi bana ölmeden sadece beş gün önce anlatmıştı. Hikayesinin duyulmasından kendi adına bir korkusu yoktu ama kızının hayatı için endişeliydi. 2015’te hayatını kaybetti. Sırrını korumaya yemin ettim ama artık bir önemi kalmadı. İki ay önce kızı Gladia da bir trafik kazasında hayatını kaybetti
Artık onun korkacak bir sebebi, benim de çok ömrüm kalmadı. Bu hikâyeyi gazetenizle paylaşmak ve insanların bu gerçeği öğrenmesini istiyorum. Mike, kendi hayalini ve belki de hayatının kalanını çöpe atacağını bildiği halde, bu yalanın gerçekleşmesine izin vermedi. Ona; “Kimsenin haberi olmazdı, yapılan yorumlar üç beş aykırının iddiaları olarak kalırdı.” dediğimde; “Ben bilecektim ve bugün taşıdığım sırdan daha ağır olacaktı” demişti. Sayenizde tüm dünya öğrendikten sonra, Mike’ın, Gladia ve Sara ile hiç gidemediği gökyüzünden huzurla bize bakacağından eminim.
Merhaba, sade anlatım tarzınız ve hikayenin akışı gayet güzeldi. Biraz daha gizem katmaya çalışabilirdiniz ama bu haliyle de oldukça keyifle okunan bir öykü yazmışsınız elinize sağlık.
Merhaba Bahadır.
Öncelikle ellerine sağlık. Çok iyi bir kurgu yaratmışsın. Çok beğendim.
Ancak okurken bir öyküden ziyade daha çok bir biyografi ya da araştırma yazısı okuyormuşum izlenimi yarattı.
Bunun sebebi olarak çok fazla geniş zaman kullanmış olmanı örnek gösteebilirim. Elbette bunu tercihen de yapmış olabilirsin. Öyleyse eğer bir şey diyemem. İlk kısım ve son kısım öykü havasını yakalıyor. Baştan sona bu şekilde gitseydi bence daha iyi olurdu kanısındayım.
İşlediğin konu,tarihsel kurgu,dokunduğun mevzular çok hoştu. İlk paragrafta adı geçen astronotlar ve kozmonotların içinde hayatını kaybedenleri de aramadım dersem yalan olur. Keşke onlar da olsaymış
Ellerine sağlık. Görüşmek dileğiyle.
Beğenmenize sevindim. Çok teşekkür ederim. Amerika aslında aya gitmedi konusunu, en azından buna niyetlendi şeklinde anlatmaya çalıştım. Kendince bir gizemi var sanki
Aslında geniş zamana son 3-4 gün geçtim. Hikayeyi Mike’ın arkadaşı anlattığı için bu şekilde seçmiştim ama gitmiş gelmiş şeklinde de olabilirdi belki.
İlk paragrafı çok uzatmamak için, ölümleri hikayenin içine katmaya çalıştım.
Beğendiğine çok sevindim çok teşekkürler
Akıcı ve merak uyandırıcı bir öyküydü. Güçlü bir anlatımınız var. Kurguyu beğendim, çok gerçekçiydi. Karakterin duruşu, aldığı kararlar güzel detaylardı. Kaleminize sağlık.