ilham alınan eser
Kaptan Amerika
Jonathan hayatın oldukça tuhaf olduğunu farkındaydı. Örneğin Amerika’nın ulusal kahramanının 4 Mayıs’ta dünyaya gelmiş olması oldukça tuhaf bir tesadüftü. Daha tuhafı, bir gün okuldan eve dönüp Amerika’nın ulusal kahramanı ilan edildiğinizi görmekti. Bu kendisinin başına geldiğinde 11 yaşındaydı. Eve geldiğinde annesinin üzerinde eski üniforması vardı. Bu, çocuğu oldukça şaşırtmıştı çünkü bildiği kadarıyla annesi, o doğduğunda emekli olmuştu. Daha şaşırtıcı olan etrafta benzer üniformalarla gezen insanlardı. Fakat en şaşırtıcısı annesiyle konuşmaya fırsat bulamadan evin önüne inen jet ve uçaktan dışarı çıkan Nick Fury’ydi.
Evet, o “Nick Fury”. Efsanevi S.H.I.E.L.D. yöneticisi evine gelmişti. Jonathan Rogers o günden sonra hiçbir şeyin kendisini şaşırtamayacağını fark etti. Kaptan Amerika’nın oğlu olarak bunlara alışması gerekiyordu. O gün kendisi için üretilen Kaptan Amerika kostümünü ilk kez giydi ve kalkanını eline aldı. Babası gizli görevdeydi ve insanlar kahramanlarının etrafta onları koruduğunu bilmeden yaşamlarını sürdüremiyordu.
Babasının damarlarında dolaşan süper asker serumu onun da genlerine işlemiş olduğu için yeni Kaptan Amerika olmaya en uygun aday oydu. Kostümünü ilk kez giyerken New York’a gitmenin, çatıdan çatıya atlamanın, kötülerle dövüşmenin, prensesleri kurtarmanın ve bunun gibi başka havalı şeylerin hayalini kuruyordu. Aslında bunları yapabilirdi, babası ona bilmesi gereken her şeyi öğretmişti. Ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Annesi Sharon Carter, ki kendisi S.H.I.E.L.D.’ın eski efsanelerindendi, 11 yaşındaki çocuğunu tehlikeye atamayacak kadar sorumluluk sahibi bir anneydi. Oğlunu büyütmek için kariyerini bırakmış bir kadından tersini bekleyemezdiniz.
Kaptan Amerika olarak tek yaptığı New York’a gidip orada bir takım sıkıcı insanlarla görüşmek ve birkaç kez halkın kendisini görmesini sağlamaktı. Annesi ve Yönetici Fury tarafından S.H.I.E.L.D. politikalarına uygun olarak kullanıldığını çok sonra anladı. Katıldığı sıkıcı toplantılarda annesinin kendisine söylettiği şeyler aslında babasının kabul etmeyeceği şeylerdi. Jonathan eskiden, babasının bir yasayı kabul etmediği için mahkeme karşısına çıktığını okumuştu. Ona söylettikleri bu kadar önemli şeyler olmasa da kullanılmış olmak sinirini bozuyordu.
Ama bu kısa dönemin onun için iyi, Fury ve Carter için ise kötü bir yönü vardı. S.H.I.E.L.D yöneticisinin, çocuğun onayladıklarının Kaptan Amerika tarafından kabul edilmiş sayılabilmesi için bir kanun çıkarttırması gerekmişti. Bu kanuna göre Steve Rogers ölür veya kaybolursa Kaptan Amerika olma hakkı Jonathan’ındı. Birkaç ay içerisinde Gerçek Kaptan Amerika geri döndü ve normal hayat Jonathan için yeniden başladı. Tüm bunlar beş yıl önceydi.
* * *
Jonathan eve doğru yürürken babasının nerede olabileceğini düşünüyordu. Okulun son haftalarıydı ve tatilini onunla geçirmek istiyordu. Steve Rogers’ı birkaç gündür görmemişti ama başına bir şey geleceğini zannetmiyordu. Babası genellikle New York’ta olurdu. Jonathan ise annesinin isteğiyle bu kasabada büyümüştü. Sharon Carter, bu kadar çok düşmanın olduğu New York’un oğlu için tehlikeli olduğunu düşünmüş ve onu yetiştirmek için daha sakin bir yer seçmişti. Steve ise birkaç günde bir yanlarına geliyor, oğlundan ayrı kalmıyordu.
Tabi uzun süreliğine ortadan kaybolduğu da olurdu. Süper kahramanlık mesai saatleri belli olan bir iş değildi. Ama bu yazı beraber geçireceklerine dair oğluna söz vermişti. Ve Amerika’nın ulusal kahramanı verdiği sözleri tutardı. Bu yazın çok önemli bir özelliği vardı. Yaklaşık bir ay sonra Steve Rogers’ın yüzüncü yaş günü kutlanacaktı.
Sharon oğlunun eve geldiğini fark etmedi. Hala kendisini savunabilecek durumda olsa da ajanlığı bıraktığından beri yetenekleri önemli ölçüde körelmişti. Bu kasabada böyle yeteneklere ihtiyaç duyulmuyordu. Yalnızca, birkaç yıl önce kasabaya bir araba hırsızı dadanmıştı ama Jonathan hırsızı yakalayıp arabaları sahiplerine teslim etmişti. O güçlü olduğu kadar zeki de bir kahraman olmak istiyordu bu yüzden kendisini bir dedektif olarak yetiştirmişti.
Eve girdiğinde annesi telefonda birine bağırıyordu. Annesinin “Yönetici Fury” dediğini duydu ve dikkat kesildi.
İSTERSENİZ ULUSAL KAHRAMANLARININ ÖLDÜĞÜNÜ AMERİKAN HALKINDAN SAKLAYABİLİRSİNİZ AMA OĞLUNDAN OLMAZ!
Onun olduğu odaya girdi, “Sen az önce S.H.I.E.L.D. yöneticisini mi azarlıyordun?”
Sharon elindeki telefonu yere düşürdü, “Azarlayabilirim, anneyim ben!”. Kendini toparlamaya çalışıp devam etti. “Sen neden erken geldin? Okulun bitmesine daha var.”
“Bugün okul yarım günmüş, ben de yeni öğrendim. Babama ne oldu?”
Sharon yere düşen telefonu aldı. Jonathan, Nick Fury’nin sesini duyabiliyordu. Ne dediği anlaşılmasa da oldukça sinirlendiği belliydi. Eski çalışanının bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattı. Kadın, oğluna dönüp, “Kaybolmuş.”, dedi. “Orta Doğu’da… Steve’den günlerdir haber alınamıyormuş.”
Jonathan biraz bile endişelenmedi. Babasına güveni sonsuzdu. Kaptan Amerika’nın kendisi doğmadan önce onlarca kez kaybolduğunu biliyordu. Ama o her zaman dönmüştü. “Eminim dönecektir.”, dedi. “Ama umarım bir aydan önce döner. Yüzüncü yaş gününü kaçırmasını istemiyorum.”
“Fazla sakin karşıladın.”, dedi annesi.
“Bence sen de sakin olabilirsin. Onun Kaptan Amerika olduğunu unutmuş olmalısın. O her zaman geri döner.”
Peggy Hala’ya dönmedi, diye düşündü Sharon ama bunu söylemekten kaçındı. Zoraki bir gülümsemeyle “Haklısın”, dedi, “Her zaman döner.”.
Jonathan odasına çıkıp Kaptan Amerika kostümünü aramaya başladı. Kostümün kaybolmasından oldukça korkuyordu. Onu bulduğunda sevinç ve hayal kırıklığını bir arada yaşadı. Kostüm kaybolmamıştı ama artık üzerine uymuyordu. Aşağıya inip annesinden Steve Rogers’ın yedek kostümünü istedi. “Olmaz.”, dedi annesi.
“Neden?”, diye sordu Jonathan.
“Çünkü daha önce Kaptan Amerika olduğunda baban kaybolmamıştı. S.H.I.E.L.D. tarafından gizli göreve gönderilmişti. Ama şu an nerede olduğunu, başına ne geldiğini bilmiyoruz. Düşmanlarından biri ona zarar vermiş olabilir. Sana da zarar verebilirler.”
“Şu anda ben, Amerikan kanunlarına göre Kaptan Amerika’yım. Ve kostümümü giymemi engelleyerek suç işliyorsun.”
“Jonathan, odana git. Kostümü almana izin vermeyeceğim.”
“S.H.I.E.L.D. yöneticisi Nick Fury ile görüşme talep ediyorum.”
“Olmaz.”
“Bana engel olamazsın. Ben Kaptan Amerika’yım.”
“Hayır sen Kaptan Amerika değilsin ve ben izin vermediğim sürece olamayacaksın.”
O sırada büyük bir gürültü duyuldu. Sokaklarına bir helikopter inmişti. Nick Fury helikopterden çıkıp zillerini çaldı. Jonathan kapıyı açmak için ayağa kalktığında annesi “Otur.” dedi. “Kapıyı açmayacağız.”
“Ciddi misin? S.H.I.E.L.D. yöneticisinin eve girmesine engel mi olacaksın?”
“Senin tehlikeye düşmemen için ne gerekiyorsa onu yapacağım.”
Jonathan, “O zaman sana kolay gelsin.” dedi ve odasına çıktı. Annesi oturmuş sakinleşmeye çalışırken bir gümbürtü duydu. Oğlu pencereden atlamıştı. Hızla dışarı çıkıp “Sen ne yaptığını zannediyorsun?!” bağırdı.
“Damarlarımda süper asker serumu dolaşıyor anne. Birinci kattan atlamak bana zarar vermez.”, dedi Jonathan. Ardından S.H.I.E.L.D. yöneticisinin yanına yürüyüp elini sıktı. “Hoş geldiniz Yönetici Fury. Ben göreve hazırım.”
Çocuğun sakinliği adamı şaşırtmıştı. “Hoş buldum Kaptan Amerika. İstersen giyin ve yola çıkalım.”
Jonathan annesine baktı. Sharon ona “İçeri gir, bizim Yönetci Fury ile konuşmamız gerek.” dedi. Yeni Kaptan Amerika annesinin sözünü ikiletmeden içeri girdi. Sharon ve Fury’nin konuşması on beş dakikadan uzun sürdü. Jonathan birbirlerine bağırdıkları sırada onları duyabiliyordu.
OĞLUMU TEHLİKEYE ATMANIZA İZİN VERMEYECEĞİM, demişti annesi. Birkaç dakika sonra Fury’nin BENDEN KANUNLARI ÇİĞNEMEMİ İSTİYORSUN, dediğini duydu. KANUNU DEĞİŞTİREBİLİRSİN, diye cevap verdi Sharon. Fury, BU KEZ YAPAMAM dedi. Sonra on dakika kadar ses duyulmadı. Ardından Fury sinirlenip, SEN ÖĞRENMESİNE İZİN VERMESEYDİN BU BELAYLA UĞRAŞMAZDIK, dedi.
Bu Jonathan’ı sinirlendirmişti. Bu defa onu kullanamayacaklarını farkındalardı. Fury kendisini baş belası, uğraşılması gereken bir velet olarak görüyordu. Ama şimdilik yapacak bir şey yoktu. Kostümü giyip New York’a ulaştıktan sonra babasını en uygun şekilde temsil edecekti.
Annesi içeri girip, “Tamam.”, dedi. “Kostümü giyebilirsin. Ama ben de seninle geliyorum. Her hareketini takip edeceğim. Ve eğer orasının bizim için tehlikeli olduğuna karar verirsem hemen geri döneceğiz.”
Jonathan cevap vermedi. Kostümü aldıktan sonra hızla odasına gidip giyindi ve aynada kendisini seyretmeye başladı. Babasının kostümünün bol geleceğinden korkmuştu ama kostüm kendisi için dikilmiş gibiydi. Jonathan’ı tanımayan birisi onu Steve Rogers zannedebilirdi.
Bu sırada arkasında biri belirdi. Jonathan onun kim olduğunu kolayca anlamıştı.
“Hoş geldin Bob.”
“Selam Jonathan. Yeniden Kaptan mı oldun?”
“Aynen öyle.”
“Güzel. Sana ihtiyacımız var. Profesör biran önce seninle görüşmek istiyor.”
“Sorun ne?”
“X-Men uzun sürebilecek bir göreve gitti. En azından bir hafta yoklar. Profesör birilerinin okula saldırmasından korkuyor. Sen yanımızda olursan kendimizi daha güvende hissedeceğiz. Hadi annenden izin al da gidelim.”
“Ben Amerika’nın ulusal kahramanıyım Bob. Amerika’nın ulusal kahramanı annesinden izin almaz.”
“Tamam o zaman hadi gidelim.”
“Sen gidip benim geleceğimi söyle. Epik bir giriş yapmayı düşünüyorum.”
Bob, “Tamamdır, görüşürüz.” dedi ve yok oldu.
Jonathan aşağı inip, “Yönetici Fury, Ajan Carter, size söylemem gereken bir şey var. Kısa süreli bir eğitim için birkaç haftalığına Profesör Xavier’ın okuluna gitmeye karar verdim.”
Nick Fury, Sharon’un kulağına “Bak işte sorun çözüldü. oğlun bir süre orada kalır. Biz de o dönene kadar Kaptan Amerika’yı buluruz.” diye fısıldadı. Jonathan onun ne dediğini duymamıştı ama kendisinden kurtulduğu için sevindiğini tahmin ediyordu. Annesinin de yüzüne bir gülümseme geldi. “Çok iyi fikir yüzbaşı.”, dedi S.H.I.E.L.D. yöneticisi. “Ben senin için bir jet ayarlarım. Yarım saat içinde burada olur.”
* * *
Profesör Xavier’ın okulu, yıllarca dışlanmış mutantlara yardım etmek ve onları bir araya getirmek için kurulmuştu. Charles Xavier veya bilinen adıyla Profesör X, burada mutant çocukları koruyor ve onlara güçlerini doğru biçimde kullanmayı öğretiyordu. Ayrıca güçleri sebebiyle normal okullarda eğitim görmesi mümkün olmayan çocuklar burada temel eğitimlerini tamamlıyordu. Okul kendilerine yapılan ırkçılığın zirve ye ulaştığı yıllarda bu zavallı türün tek sığınağı olmuştu.
Bu Jonathan’ın buraya ilk gelişi değildi. Profesör’ün okuluna daha önce babasının yerine geçtiği yıl gelmişti. Steve Rogers döndüğünde oğlunun potansiyelini görmüş ve kahraman olmak konusunda eğitim alabileceğini fark etmişti. Bunun için en uygun yer ise Profesör X’in okuluydu. Jonathan o yaz, tatilini burada geçirmişti. Charles Xavier’ı dı okulunu da çok severdi. Burada hiç kopmadığı arkadaşları olmuştu.
S.H.I.E.L.D. jeti okulun bahçesine inerken mutantlar etrafta toplanmıştı. Özellikleüçük çocuklar Kaptan Amerika’yı merak ediyordu. Jonathan kostümüyle uçaktan çıktığında etrafını sardılar. Onun gözleri ise arkadaşlarını arıyordu. Etrafta tanımadığı pek çok kişinin olduğunu fark etti. Ama eski arkadaşlarının neredeyse tamamı da buradaydı. Onu bırakan jet havalanırken Charles Xavier küçük çocuklardan oluşan kalabalığı yararak yanına geldi ve sıkması için elini uzattı.
“Hoş geldin, Kaptan Amerika.”
Yeni Kaptan Amerika profesöre sarıldı.
“Hoş buldum Profesör. Sizi çok özledim.”
“Biz de seni çok özledik Jonathan.”
Jonathan’ın gelişini kutlamak için büyük bir ziyafet hazırlanmıştı. Çimenlerin üstünde kurulan devasa sofrada burada yaşayan yüzlerce kişi beraber yemek yiyecekti. Jonathan odasına yerleşip kıyafetlerini değiştirdi. Yemekten önce arkadaşlarıyla hasret gidermek istiyordu ama Profesör kulağına fısıldayıp kendisiyle konuşması gerektiğini söyledi.
Profesör’ün odası kendi okulundaki müdür odasından pek farklı değildi. Charles Xaiver’ın kaybolduğu dönemde onun yerine Wolverine’in -ki kendisi tanıdığı en vahşi insandı- geçtiğini hatırladı. Logan’ın kendi okulunun müdürü olduğunu hayal edip güldü.
“Davetimi kabul ederek bizi çok mutlu ettin Jonathan.”, dedi Charles. “Teşekkürler.”
“Önemli değil.”, dedi Jonathan. “Tehlike tam olarak nedir.”
“Bildiğin gibi son yıllarda mutantlar tarihlerinin en rahat dönemini yaşıyor. Bize yapılan ırkçılığı bitirebilmemizde X-Men’in kalan son kahraman takımı olmasının da etkisi büyük. Ama sayılarının azalması, kalan ırkçıların çıldırmasına sebep oluyor. Dünya’nın dört bir yanından mutant cinayeti haberleri geliyor. Ekip neler olduğunu araştırmak için dünyanın dört bir yanına dağıldı. Şu anda burası korumasız durumda. Büyük bir saldırı ihtimaline karşı burada olup bizi desteklemeni istiyoruz Jonathan.”
“Tabii ki Profesör. Ne kadar gerekirse burada kalabilirim.”
“Ama duyduğum kadarıyla annenin durumdan haberi yokmuş. Ondan izin almadan seni tehlikeye atamam.”
“Profesör, ben Kaptan Amerika’yım. Yardımıma ihtiyaç duyanları korumak için annemden izin almam gerekmiyor.”
“Jonathan kesinlikle olmaz. Annene haber vereceğim. O izin vermezse seni burada tutamam.”
“Beni hiçbir yerde tutmuyorsunuz. Ben tamamen kendi isteğimle buradayım ve tüm risklerin bilincindeyim.”
“Beni çok zor bir durumda bırakıyorsun.”
“Bence siz kendinizi zor durumda bırakıyorsunuz. Dediğiniz gibi bir saldırı olursa bulabileceğiniz her yardıma ihtiyaç duyacaksınız. Beni göndermeniz sorumluluğunu aldığınız tüm mutantları tehlikeye atmak olur.”
Konuşma oldukça uzadı ama Jonathan, Profesör’ü ikna edebilmişti. Ardından yemek yendi. Ziyafet oldukça güzel geçse de Jonathan’ın gözü birini arıyordu. Bob bunu fark etti. Onun kimi görmek istediğini tahmin edebiliyordu. Kulağına eğilip “Eve, burada değil.” diye fısıldadı.
“Bunun farkındayım.”, dedi yeni Kaptan Amerika.”Nerede peki?”
“Odasında. Başının ağrıdığını söyledi.”
“Benden hala nefret ediyor olamaz değil mi?”
Bob söyleyecek bir şey bulamadı. Omuz silkmekle yetindi. Jonathan ayağa kalktı. Gitmek üzereyken “Hala aynı odada mı kalıyor?” diye sordu. Bob, evet anlamında başını salladı. Sofranın etrafındaki herkes, Kaptan’ın nereye gittiğini merak ediyordu. Yalnızca onun arkadaşları ve Profesör, diyaloğu duymamış olmalarına rağmen neler olduğunu tahmin ediyordu. Profesör hafifçe gülümsedi.
* * *
Jonathan, Eve’in kapısını tıklattı. Kızın “Kim o?” dediği duyuldu. Ne diyeceğini bilemeyen Kaptan, basitçe “Benim.” dedi. Geçen yıllarda sesinin çok değişmiş olmasına rağmen kim olduğu anlaşılıyordu. Eve, “Git buradan!”, diye bağırdı.
“Benim, Jonathan. Lütfen kapıyı açar mısın?”
“Hayır. Git buradan.”
“Hadi Eve, lütfen. Seninle konuşmak istiyorum.”
“Ben seninle konuşmak istemiyorum. Burayı terk et yoksa beynini kızartırım.”
“İstediğini yapabilirsin gitmeyeceğim.”
Jonathan beyninde bir acı dalgası hissetti. Neredeyse yere düşüyordu.
“Gitmezsen daha kötüsünü yaparım!”, diye bağırdı Eve.
“İstersen beni öldürebilirsin. Gitmiyorum.”
Bir acı dalgası daha hissetti. GİTMİYORUM!
“Neden bu kadar inatçısın? Defol!”
ÇÜNKÜ BEN ‘LANET OLASI’ KAPTAN AMERİKA’YIM VE SEN BENİMLE KONUŞANA KADAR GİTMİYORUM.
Eve sinirlenmeye başlamıştı. Jonathan, beyninde daha fazla acı hissetmeye başladı, acı öncekiler gibi bir anlığına gelmiyordu. Gözlerinin karardığını fark etti. Dizleri titriyordu, bacakları vücudunun ağırlığını taşıyamayınca yere devrildi. Gözlerini açık tutamıyordu, bayıldı.
* * *
Gözlerini rahat bir yatakta açtı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Başında dikilen Eve’i gördü. Geçen yıllar onu çok güzelleştirmişti. Buradaki diğer arkadaşlarıyla iletişimini koparmamıştı. Bob ara sıra yanına ışınlanır, bazen de diğerlerini getirirdi. Ayrıca hepsiyle telefonda görüşürdü. Ancak Eve, geçen yıllarda telefonunu hiç açmamıştı.
“Bunu yaptığına inanamıyorum Jonathan!”, dedi. “Hayatımda senin kadar kalın kafalı biriyle tanışmadım.”
Jonathan bir şeyler söylemeye çalıştı. “Sss, Ssen…”
“Konuşmaya çalışma. Biraz dinlenmen gerekiyor.”
Bu sırada Eve’in odasında olduğunu fark etti. Zorlanarak, “Seni gördüğüme sevindim.”, dedi.
“Ben seni gördüğüme hiç sevinmedim. Senden nefret ediyorum.”
“Ne kadardır baygınım?”
“Yaklaşık on dakikadır.”
Jonathan ayağa kalkmaya çalıştı ama yatağa doğru devrildi.
“Biraz daha dinlen.” dedi Eve. “Sana merhametli davrandım. On beş dakikaya iyileşirsin.”
“Beni hala affetmediğine inanamıyorum.”
“Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim. Beni bırakıp gittin sen!”
“Normal bir hayatım var benim çünkü. Okula dönmem gerekiyordu.”
“İşte senden bu yüzden nefret ediyorum. Senin o ırkçılardan hiçbir farkın yok. Sen de bizi normal görmüyorsun.”
“Ben öyle bir şey demedim ki. Hem ben burada kalmak istiyordum ama annem buna izin vermezdi.”
“Hayır, gerçekten isteseydin burada kalırdın.”
“On bir yaşındaydım!”
“O zaman şimdi burada kal.”
“Ne?”
“Beni gerçekten seviyorsan burada, Profesör’ün okulunda kal.”
“Üzgünüm ama bu mümkün değil. Benim bir hayatım ve hedeflerim var.”
Eve, odadan çıkıp, Jonathan’ı yalnız bıraktı. Oğlan, onun peşinden gitmek için ayağa kalktı ama birkaç adım attıktan sonra yere düştü. Ayağa kalkıp duvarlara tutunarak yürürken kendini daha iyi hissediyordu. Birkaç dakika koridorda yürüdükten sonra kendine gelmişti. Eve’i bulamayınca bahçeye indi. Yemek bittiği için masa toplanıyordu.
Bahçede eski arkadaşlarından Ulysses’i gördü. Arkasından sessizce yaklaşıp sırtına bir tekme attı. Ulysses şaşırıp ona dönünce ikinci tekmeyi karnına geçirdi. Arkadaşı karşılık verdikçe blokluyor, karşısındakinin her boş anında müsait bir yere tekme atıyordu. Dövüşleri uzadıkça insanlar etraflarına toplandı. Ne olduğunu anlamayan bir çocuk onları ayırmak için yanlarına geldiğinde Bob çocuğun yanına ışınlanıp onu engelledi.
Bob bunun Ulysses ve Jonathan’ın en sevdiği oyun olduğunu biliyordu. Ulysses’in derisi zırh görevi gördüğü için Jonathan’ın darbeleri canını yakmazdı. Jonathan ise genellikle Ulysses’in hamlelerini bloklayabilirdi. Bu yüzden dövüş saatlerce sürebilir, kimsenin canı yanmadığı için birisi çok yorulup pes ettiğinde veya yere devrilip kalkamadığında biterdi.
Bir saat dövüştükten sonra Ulysses yere devrildi. Jonathan ise kazandığını düşünüp izleyenleri selamlamaya başladı. Bu sırada arkadaşı “Bunca yılın ardından dövüşü yere devrilmekle mi bitireceğiz.” diyip ayağını yakaladı. Onun da düşmesiyle mücadele bir süre yerde devam etti. Sonra karşısındakinin kollarından kurtulup ayağa kalktı. İzleyenler sıkılmaya başlamıştı. Saatin geç olmasıyla çoğunluk odasına gitti. Yalnızca Jonathan’ın arkadaşları izlemeye devam ediyordu.
* * *
Dövüşün galibi Jonathan oldu. Sonra oldukça özlediği arkadaşlarıyla sabaha kadar sohbet etti. Hepsinin ona anlatmak istedikleri vardı. Arkadaşlarının bir kısmı X-Man olmak için eğitim alıyordu. Olası bir saldırıda okulu beraber koruyacaklardı.
Sonraki gün bunun için antrenman yapmaya başladılar. Jonathan, Eve’in de kendilerine katılmasını istiyordu ama o kendisiyle konuşmadığı gibi bunu da reddediyordu. Eve okuldaki en güçlü mutantlardan biri olduğu için takıma katılmaması büyük bir eksikti. Jonathan onunla kendisi konuşmaya karar verdi.
Onu bir öğlen yemeği sırasında bulup “Beynimi kızartmayacaksan sana bir şey söylemem gerekiyor.” dedi.
“Çabuk söyle. Bir dakikan var.”, dedi Eve.
“Pekala. Bildiğin üzere okula yapılacak bir saldırıdan şüpheleniyoruz. Ben de böyle bir saldırı durumunda sizi desteklemek için buradayım. Burayı savunmak için küçük bir takım oluşturduk ve…”
Eve sözünü kesti. “Biliyorum. Bob bunu anlattı. Cevabımı verdim. Sonra Ulysses gelip aynı şeyleri söyledi. Ona da hayır dedim. Ve şimdi sana da söylüyorum. Okula saldırılması durumuna tabii ki savaşacağım. Ama seninle hiçbir şey yapmak gibi bir niyetim yok. Unut bunu.”
“Ama bizimle antrenman yapmazsan…”
Eve tekrar sözünü kesti.”Bir dakikan doldu. Artık gidebilirsin.”
“Seninle burada kalmayacağım için böyle yapıyorsun değil mi? Ama benim hayallerim var. Ben asker olacağım ve bu yüzden okula gitmem gerek. ”
“Benim de hayallerim vardı ama sen onların yıktın. Ayrıca sen kendini beğenmiş bir aptalsın ve dünyadan haberin yok.”
“Bu da ne demek?”
“Son yıllarda olanların farkında değilsin. Tony Stark’ın ölümünün dünyayı nasıl değiştirdiğini bilmiyorsun çünkü babana takıntılısın ve başka hiçbir şeyi görmüyorsun.”
“Dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum.”
“Sen inan yada inanma Tony Stark en az baban kadar önemli bir adamdı. O ilk süper kahraman takımı olan Avengers’ın kurucusuydu. Ve o öldükten sonra Avengers dağıldı. Ona bağlı küçük ekipler de Avengers’ı izledi. Geriye kalan takımlar da sırayla dağılınca dünyada kalan son süper kahraman takımı X-Men oldu.”
“Tamam da ben bunları biliyorum.”
“O zaman neden hala gitmek istiyorsun? Burada kalıp bir X-Man olabilirsin. Bunu istemez misin?”
“İsterim ama…”
Jonathan söyleyecek bir şey bulamadı. “Git.”, dedi Eve. “Ve karar verene kadar sakın benimle konuşma!”
* * *
Zaman geçtikçe Jonathan, günlerinin monotonlaştığını hissetti. Günlerini hazırlanmakla geçirdikleri saldırı gerçekleşmiyordu. Jonathan’ın buraya gelmesinden beri bir ay olmuştu.
Temmuz ayının gelişi yeni Kaptan Amerika’nın üzerine bir karamsarlık çökmesine sebep olmuştu. Babası kaybolalı uzun zaman olduğundan onun için endişelenmeye başlamıştı. Ayrıca 4 Temmuz’a çok az kalmıştı. Babasının yüzüncü yaş gününü kutlayamayacaklardı.
Bu sırada burada kalıp kalmayacağını düşünüyordu. Eğer babası geri gelmezse burada kalamazdı. Annesini böyle bir durumda yalnız bırakmak istemiyordu. 4 Temmuz günü kapının çalınmasıyla bütün soruları yanıtlanacaktı.
Kapıyı en yakında olan Ulysses açtı. Dışarıdaki adam çok tanıdık geliyordu. “Merhaba. Niçin gelmiştiniz?”, dedi.
“Merhaba.”, dedi adam. “Oğlumun burada olduğunu duydum.”
Bu sırada okulun arkasından bir patlama sesi duyuldu.
* * *
Patlama sesi duyulduğunda Jonathan ve ekibi antrenman yapıyordu. Ekip eski X-Men takımlarından X-Gücü’nün adını almış ve Jonathan’ı lider seçmişti. Sesi duyan Jonathan içinden küfretti.
Bugün 4 Temmuz, diye düşündü. Tabii ki 4 Temmuzda saldıracaklardı…
Bu sırada birinin Jonathan’ı onaylarcasına megafonla bağırdığını duydular.
BUGÜN BAĞIMSIZLIK GÜNÜ! BUGÜN AMERİKA’YI MUTANT İŞGALİNDEN KURTARACAĞIMIZ GÜN!
Hemen patlamanın olduğu yere gittiler. Yüzlerce silahlı erkek ve kadın üzerlerine yürüyordu. Liderleri megafonla bağırarak onları cesaretlendiriyordu. Profesör ve X-Gücü’nü destekleyebilecek diğer tüm mutantlar oradaydı. Jonathan Eve’in de orada olduğunu gördü. Biraz sonra Ulysses de geldi. Jonathan onun fazla mutlu göründüğünü fark edip şaşırdı. Ulysses’in arkasından ise babası yürüyordu.
Steve Rogers’ı tanıyan tüm mutantlar açılıp ilerlemesine izin verdi. Kaptan Amerika, mutant karşıtları ordusunun önüne kadar yürüdü. Düşmanlardan bazıları silahlarını ona doğrultmuştu. Liderlerinin bir hareketiyle silahlarını indirip durdular.
KARŞINIZDAKİ ULUSAL KAHRAMANIMIZ STEVE ROGERS. YAYGIN BİLİNEN ADIYLA KAPTAN AMERİKA! KENDİSİ BİZİ DESTEKLEMEK İÇİN BURADA.
Irkçılar alkışlamaya başladılar. İlk Kaptan Amerika “Hayır!” diye bağırdı.
“Ben sizi desteklemek için gelmedim. Ben bu masumları korumak için buradayım.”
Ulusal kahramanlarının kendilerini destekleyeceğinden emin olan kalabalık şaşırmıştı. Ne yapacaklarını bilemediler. Bazıları silahını yere bıraktı. Liderleri hemen bir yalan uydurdu.
GÖRMÜYOR MUSUNUZ? MUTANTLAR ULUSAL KAHRAMANIMIZIN BEYNİNİ YIKAMIŞ. ONU KURTARMALIYIZ!
“Hemen dağılın!”, dedi Steve Rogers. İnsanlar ne yapacaklarını bilemiyordu. Bu sırada bir mutantın öne çıktığını gördüler. Jonathan öne çıkanın Eve olduğunu fark etti.
SALDIRMAYA HAZIRLANIN. ÜLKEMİZİ KURTARMALI…
Mutant düşmanlarının lideri bir anda acıyla dizlerinin üzerine çöktü. Acısının geçmesine yardım edebilecekmiş gibi başını tutmuştu. “Bu kadar yalan yeter.”, dedi Eve. Kaptan Amerika, koşup bayılmış lideri yakaladı. Düşmanlar silahlarını bırakıp kaçıyordu. Mutantlar alkışlamaya başladı.
* * *
O gece Profesör’ün okulu Kaptan Amerika’nın yüzüncü yaş günü kutlamasına ev sahipliği yaptı. Yine büyük bir masa kuruldu. Yemek sırasında Charles Xavier, Steve Rogers ile muhabbet ediyordu. “Yüzüncü yaş gününde böyle bir belayla uğraşman gerektiği için üzgünüm Kaptan.”, dedi Charles.
“Üzülme.” dedi Steve. “Geçen yaş günümü Antartika’da bir tesiste tutsak olarak geçirdim. Bu yılki oldukça güzeldi.”
O sırada ilerideki Jonathan’ı gördü. “Sanırım biraz oğlumla konuşacağım. Onu çok özledim.”
Jonathan, babasının yanına geldiğini görünce koşup ona sarıldı. “Yetişemeyeceğini zannetmiştim.”
“Amerika’nın ulusal kahramanının her zaman verdiği sözü tutması beklenir bence.”
“Baba sana söylemem gereken çok önemli bir şey var.”
Steve Rogers oğlunun ne söyleyeceğini tahmin ediyordu ama hiç bir fikri yokmuş gibi yaptı.
“Ne söylemen gerekiyor?”
“Ben burada kalmak istiyorum.”
“Asker olmak istediğini zannediyordum.”
“Karar değiştirdim. Burada kalabilir miyim?”
“Tabii ki kalabilirsin.”
“Peki annem ne der?”
Steve Rogers güldü, “Ben, onu ikna edebileceğimi düşünüyorum.”
Merhaba Sadık Efe,
Öykü düşünce olarak iyi ama aynı şekilde iyi işlemek konusunda sıkıntı yaşamışsın. Anneden izin konusu fazla uzatılmıştı. Ardından Ulysses ile Jonathan’ın ergen kavgası gereksiz gibi geldi. Bir saldırı beklentisi vardı öykünde ama saldıracak olan düşman kimdi? devlet mi, polis mi? halk mı? bir örgüt mü? karşıtlar mı? Onu net verememişsin. Saldırı sahnesi gelince o da kısacık anlatılıp silah bırakmayla havada kalmış. Naçizane, fikirlerimi söyledim. Kalemine sağlık, daha güzel öykülerde görüşmek üzere.
Teşekkürler yorumunuz için 😀