“Bugünkü konumuz zehir. Çocukluğumda, zehri sinsi yeşil sıvılarla veya üzerinde kuru kafa işareti olan şişelerle ilişkilendirirdim. Sanki bir maddenin zehir sayılabilmesi için doğası kötü olmalıymış gibi. Peki nedir zehir? Sihirle zehri nasıl ayırt edebiliriz? Var mı cevabını bilen?”
Eski püskü sıralarda oturan, kendisi gibi maske takan ve koruyucu elbiseler giymiş bir avuç öğrenci, hep birden el kaldırdı. Rüzgâr Öğretmen, maskesinin sarı lenslerinin ardından sınıfını süzdü. İlk davranan yıldız öğrencisini parmağıyla göstererek söz verdi.
“Sihri zehirden ayıran dozudur öğretmenim!” Sesini boğan maskeye rağmen hevesle şakıyan bu öğrencinin sesi, Rüzgâr’ın yüzüne kimsenin göremeyeceği bir gülümseme yerleştirdi. Diğerlerinden farklı olarak bu tozlu maskeye pembe tebeşirle çiçekler çizilmişti.
“Aferin Kardelen, doğru. Bugün büyünün dozajını ölçmeyi öğreneceğiz. Bakalım sihir ne seviyede zehir hastalıklarını başlatıyormuş. Herkes Geiger Sayaç’larını çıkarsın.”
* * *
Rüzgâr, sığınağın merdivenlerinin başında oturmuş, dirseklerini hızla salladığı dizine dayamış, yeryüzünden gelecek karanlık haberciyi bekliyordu. Her hafta çocukları muayene eden karga maskeli doktorun ağzından bir güzel söz duyulmuşluğu yoktu. Sığınağın kurşun kapılarına gözlerini dikmişti. Derken, yeryüzündeki kapılarla arıtma sistemlerinin devreye girdiğini gösteren sarı lambalar yanıp kulak tırmalayan alarmlar çaldı. Rüzgâr artık yerinde oturamayarak ayağa kalkıp volta atmaya başladı.
Birkaç dakika sonra aralanan kapılardan yayılan uğursuz durgunluk, sadece dışardaki nemrut adamın tavrından kaynaklanmıyordu. Rüzgâr, karga kafası şeklindeki maskenin içinde tüten maddelerin büyüyü bastırdığını biliyordu. Üzerindeki doğaüstü ağırlığı atmak için yerinde birkaç kez hopladı, kendini yapay bir enerjiyle doldurmaya çalıştı. Vücudu tamamen saklı ve akla gelecek her türlü koruyucuyla kaplı adam, karşısında durdu.
“Hoşgeldiniz doktor. Uzun yoldan geldiniz, acıkmışsınızdır. Buyrun.” Rüzgâr, özel zamanlar için sakladığı, karne ile dağıtılan yemeklerden hep kenara ayırır, doktora ikram ederdi. Birkaç istisna dışında hep geri çevrilmiş olmasına rağmen misafirperverliği elden bırakmamaya dikkat ederdi. Bu gibi alışkanlıkların, geleneklerinin, onu felaket öncesi dünyaya bağladığını hisseder, olabildiğince öğrencilerine de aktarmaya çalışırdı. Sonradan aldığı “Rüzgâr” ismi bile doğayı hatırlamak için koyulan çocuk isimlerine uymak, bir yandan da çocukken yüzünde hissetmeye bayıldığı havayı anımsamak içindi.
Rüzgâr’ın, zaman zaman kabuslarını ziyaret eden leş kargasının kaynağı maske, uzatılan ikramı ve doktoru süzdü. Yavaşça eline aldığı somonlu kedi mamasını inceleyen doktor, Rüzgâr’ın kıkırtı sandığı boğuk bir ses çıkarttı. Doktor, konserveyi düzenli hareketlerle açarken konuşmaya başladı.
“Küresel büyü oranı artmaya devam ediyor. Volkan, Tayfun, Güneş ve Lale’nin mutasyonlarında beklenenin dışında ilerleme yok, ama stabilizörlerini ihmal etmesinler. Kardelen’in mutasyonu ise ciğerlerine sıçramış ve düzenli takviye kullanımı ve bakım ile tahminen bir yıla kadar daha yaşar.” Konservenin kapağını açıp Rüzgâr’a uzattı. “Yoluma devam edeceğim. Karantina prosedürleri uyarınca Kardelen’in diğer öğrencilerden ayrı tutulması gerektiğini unutmayın. İlaçlarını asansöre bıraktım.”
Bu sözlerle arkasını dönen gaddar karga, Rüzgâr Öğretmen’in dünyasını birkaç cümleyle altüst ettikten sonra çekip gitti. İstemsizce tuttuğu somonlu mama konservesi elinde, gözleri duygusuz kurşun kapılara dalıp gitmiş halde belki dakikalarca, belki saatlerce durdu. Zaman zaman süzülen gözyaşlarına hıçkırıkları eşlik etmiyor, sığınağın merdivenlerinin başında usul usul ağlıyordu.
* * *
Kardelen, sınıftaki diğer çocuklara ne olduğunu hiç sormadı. Şu dokuz yaşına kadar arkadaş olduğu hiçbir çocukla uzun süre birlikte kalmamıştı. Hepsinin zehir hastalığına yakalandığını düşünerek üzüldü ama ilaçlarını düzenli kullanmasından ve derslerine dikkat etmesinden dolayı kendi başına bir şey gelmediğini düşünerek gururlandı da. Arada öksürüyordu ama arkadaşlarından daha iyi durumda olmalıydı. Gözleri sabırsızlıkla sınıfın kapısına gitti, Rüzgâr Öğretmen genelde geç kalmazdı.
Kapıdan içeri bembeyaz yüzlü biri girince irkilerek ayağa fırladı. Hemen arkasından ise öğretmeninin girmesi ve kendisine oturmasını işaret etmesiyle biraz sakinleşti. Dikkatli baktığında bu beyaz yüzlü adamın aslında alışılmadık, kafasını yer yer açık bırakan kemik gibi bir maske taktığını fark etti. Bu acayip maske sanki adamın gerçek yüzü gibi hareket ediyor, kaşını gözünü oynatıyordu. Adamın üstünde ise kollarını açık bırakan bol ve işlemeli beyaz cübbeler vardı.
“Derse koruyucu elbise olmadan girmek yasak değil mi öğretmenim?” diyerek tahtanın hemen yanındaki uyarı levhasına işaret etti. Adamın maske-suratı ise herhangi bir duygu göstermeksizin donuk donuk Kardelen’e bakıyordu.
Rüzgâr, arkasında sakladığı kavanozu çıkararak Kardelen’in sırasına bıraktı. “Aferin Kardelen, doğru. Ama bu beyefendi bir sihirbaz olduğu için bizim gibi korunmaya ihtiyacı yok.” Yamukça çizilmiş sarı tebeşirden laleleriyle süslenmiş maskesine bakarak saklı birkaç gözyaşı döktü. “Onuncu doğum günün kutlu olsun. Kavanozda bal var, istediğin kadar yiyebilirsin.” Kardelen heyecanla kavanozu tutup kendisine doğru çekti. “Gerçekten mi? Bal gerçekten hiç bozulmuyor mu? Bir daha hiç arılar olmayacak mı?”
Kavanoz anlık olarak dikkatini dağıtmış olsa da sınıfta bir sihirbaz olduğunu unutmamıştı. “Gerçekten bir sihirbaz mısın? Rüzgâr Öğretmen, kötü sihirbazlara ‘zehirbaz’ dendiğini söylemişti. Masken nasıl hareket ediyor? Büyü gerçekten maskelerden mi geliyor? Senin maskeni ben taksam ben de büyü yapabilir miyim? Üstündeki cübbeler raha-” Kardelen sorularını bitiremeden şiddetli bir öksürük krizine kapıldı. Öğretmeni ve sihirbaz o öksürürken birbirlerine bakıp duyamadığı birkaç şey konuştular.
“Gerçekten bir sihirbazım. Büyüyü sorumsuz kullananlara zehirbaz deniyor ama ben de zehri gerektiğinde kullanıyorum. Maskemi oluşturan organik kitle eskiden yüzümde yer alan mutasyondan yapıldığı için hareket ediyor. Büyü maskelerden gelmez ama onları takınca büyü yapmak daha içgüdüsel olur. Benim maskemi başka kimse takamaz, ben de çıkaramam zaten. Üstümdeki cübbeler çok rahat, şu koruma elbiselerini nasıl giyiyorduk bilmiyorum.”
Kardelen küçük vücudunu sarsan öksürüklere rağmen kafasını kaldırmış, cevapları dinlemeye çalışıyordu. “Eğer izin verirsen Kardelen, seni de muayene etmek ve sihirbazlığa uygunluğunu ölçmek istiyorum.” Kardelen’in çiçekli maskesi yukarı aşağı onaylarca sallandı. Öksürüklerin arasında heyecanlı bir teşekkür duyulur gibi oldu.
* * *
“Maskeni çıkarabilirsin hocam. Ben buradayken ışımadan korkmana gerek yok.” Rüzgâr, yavaşça maskesini çıkarıp boynunu ovuşturdu. Gözü yine de belindeki Geiger Sayacına kaydı, fakat ölçümler etrafın gerçekten güvenli olduğunu gösteriyordu.
“Lütfen iyi haberler ver, denemediğim yol kalmadı. Son çarem sensin. Kafayı sıyıracak gibi hissediyorum.” Beyaz kemik maskenin arkasındaki abisinin duygularını okumaya çalıştı ama nafile.
“İyi ve kötü haberlerim var Rüzgâr. Kardelen maalesef büyüye yatkın değil ama müdahelem ömrünü biraz daha uzatacak.”
Duymaktan korktuğu haber, Rüzgâr’ı duraklattı. Yüzünü ellerinin arasına alarak iç çektikten sonra ani bir umutla kafasını kaldırdı. “O zaman burada kal? Okulda bana yardımcı olur, öğrencileri sağlıklı tutarsın! Çocukken de hep birlikte çalışmayı hayal ederdik unuttun mu?”
“Rüzgâr, bana ihtiyacı olan yüzlerce insan var biliyorsun, burada kalamam. Hem çocukken birlikte süperstar olmayı hayal ederdik, kıyamet sonrasında bir avuç çocuğa bakıcılık etmeyi değil,” dedi kıkırdayarak.
Rüzgâr sesini yükselterek cevap verdi. “Nasıl gülebiliyorsun? Kardelen’in hayallerini, yaşama sevincini, kardeşimize olan benzerliğini görmene rağmen nasıl hâlâ gülebiliyorsun anlamıyorum!” Artık ayağa kalkmış, sakince oturmakta olan abisine bağırıyordu. “Elimden bir şey geliyor olsa ben yapardım! Nefret ediyorum sana muhtaç olmaktan!”
Beyaz maske, ürpertici bir gülümseme ile kıvrıldı. “Bana muhtaç değilsin, hiçbir zaman da olmadın. Kurtarıp kardeşimizin yerine koyacağın kız için yapman gereken paylaştığımız kandaki sihri kullanman. Kalbindeki kitle, eminim seni korkulacak bir zehirbaz yapar.”
Rüzgâr, başından aşağı buz gibi sular boşandığını hissederek geri oturdu. “Kimseyi kardeşimizin yerine koymaya çalışmıyorum,” dedi yenik bir tonla.
Abisi, sonunda yıllardır verdiği savaşı kazanmak üzere olduğunu anladı. “Maskeni çıkarabilirsin demiştim. Hala bekliyorum.”
“O kadar benziyorlar ki. Sevdikleri çiçeklere kadar…”
* * *
Rüzgâr, ameliyat masasına uzanmış, kendisini abisine emanet etmişti. Vücudunda dolaşan anestezi büyüsü ona zehirle ilgili verdiği dersleri hatırlatıyordu. Sihirbazların kötülerine zehirbaz deniyordu, ama bu ayrım sadece hayaliydi. Şimdi bile acı hissetmesini engelleyen zehir Rüzgâr’ın kontrolüne teslim olmayı bekler gibiydi. Kalbindeki kitleyi ayırmak için cerrahiyi yapan abisi ve karga doktorun yanı sıra, vücudundaki zehre de odaklanması gerekecekti.
Haftalardır bu operasyona hazırlanıyordu. Kalbine odaklanarak yavaş yavaş vücudundan ayrılması için düşüncelerini kitleye yönlendirdi. Bu konsantrasyon halini birkaç saat koruması, ve göğsünde yapılan operasyonu düşünmemesi gerekecekti.
Vücudundaki hissizlikten dolayı, ne işini doğru yapıp yapmadığını ne de zehrin ona boyun eğip eğmediğini anlayabiliyordu. Sadece bekledi. Ancak belirsiz bir süre geçtikten sonra abisinin sert sesiyle gözlerini açmaya cesaret etti.
“Geçmiş olsun. Tebrik ederim odağını neredeyse hiç bozmadın. Masken ise gördüğüm en sıradışı maskelerden biri oldu,” diyerek Rüzgâr’a doğru bir ayna tuttu.
Yüzünde bir ressamın tuvalini andıran, önce gördüğünde yaşadığı şaşkınlığı, sonra ise rahatlığını ve mutluluğunu bir bir gösteren, soyut tablolar şeklinde yansıtan olağanüstü bir maske vardı. Bu maskeyi asla çıkaramayacağını biliyordu, artık yüzünün ayrılmaz bir parçasıydı. Büyüsüyle, duygularını açıkça yüzüne resmediyor olması yine de içini ferahlatıyor, taktığı bir maskeye karşılık kalan tüm maskelerini çıkartmış gibi hissettiriyordu.
Doğrularak göğsüne baktı. Ameliyat yerleri güzelce dikilmiş ve büyüyle iyileştirilmişti. Çocukluğundan beri ilk kez maskelerin arkasında saklanmayan, apaçık bir gülümsemeyle abisine baktı. Etrafındaki sihir ışımasını rahatlıkla hissedebiliyordu. Bu gücün tadı onu sarhoş etmiyor, sadece iyi edeceği öğrencilerini düşünebiliyordu.
“Sonunda beni de zehirbaz yaptınız. Sırada ne var?” diye sordu gülümsemeyi bırakmadan.
“Sırada ne olacak, sınıfa gidip dersine gireceksin sanırım. Ameliyat biraz uzadı çocuklar sınıfta bekliyorlardır.”
Rüzgâr Öğretmen, ayağa fırlayarak hızlıca giyinmeye başladı. “Ben de artık zehir işlerine bakabiliyorum diye gelmemezlik etme, kapım her zaman açık sana. Size de doktor bey.” acele ile hazırlanırken hızlı hızlı konuşuyordu.
“Tüm duygularını yüzüne maske yapmış olmanın berbat yanı, dünyanın en kötü yalancısı oldun Rüzgâr. Kendine iyi bak, bıraktığım kitapları da ihmal etme. Çok sık olmasa da arada uğrarım.”
Rüzgâr, hazırlanmayı bırakarak abisine sarıldı. “İyi ki varsın. Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.” O an maskesindeki tablo, güzel bir bahar gününün şafağını gösteriyordu.
- Zehirbaz - 1 Mayıs 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.